Bir kalabalığın ortasında sessizlik çökerse, bir kız doğar derler. Sessizlik, bazen bir çağın ağırlığını taşır; bazen de bir kadının yüreğinde biriken fırtınaların habercisidir. Toplumumuzda sessizlik, çoğu zaman bir zayıflık, bir boyun eğiş sanılır. Oysa sessizliğin ardındaki uğultu, dinlemeyi bilenler için bir isyanın, bir direnişin yankısıdır. Hele ki susan bir kadınsa, söyleyecekleri dağları devirebilecek güçteyken susturulmuşsa, o sessizlik sağır edicidir. Kadın, konuşmasının yankı bulmayacağını, sözlerinin erkek egemen dünyanın duvarlarına çarpıp geri döneceğini bildiği için susar. Bu susturulmuşluk, feodal bağların, patriyarkal düzenin, babanın, ağabeyin, hatta küçük erkek kardeşin gölgesinde büyüyen bir zincirdir.
Kadınların sesi, tarih boyunca bastırılmıştır. Evde, sokakta, iş yerinde, siyasette, her alanda sessiz olmaları beklenmiştir. Makbul kadın, susan kadındır; gülmeyen, kahkaha atmayan, sesini yükseltmeyen kadındır. Kahkaha, adeta bir isyan çığlığıdır; siyasal iktidarların bile tehdit saydığı, toplumsal düzeni sarsan bir desibeldir. Kadınların fısıltıları bile bu düzen için bir tehlikedir, çünkü o fısıltılar birleştiğinde, erkek egemen senfoninin ritmini bozan bir aksaklık yaratır. Kadınların sesi, patriyarkanın dansını altüst eden bir melodidir.
Ama ya sessizliğini haykıran kadınlar? Onlar, zincirlerini kıran, susturulmuşluklarını bir isyan ateşine dönüştüren kadınlardır. Ermenekli Emiş Bahar, işte böyle bir kadındır. Yıllarca yoksulluğun, hor görülmenin, çocuk sahibi olamamanın kusuruyla damgalanmanın ağırlığını taşıdı. Kocası madende çalışırken, ekmek parası için korkuyla, açlıkla yaşadı. Sessizdi, çünkü sesinin duyulmayacağını biliyordu. Ta ki bir ölüm, boğazında düğümlenen kelimeleri çözene kadar. Maden faciasının ardından, Emiş Bahar sessizliğini haykırdı:
“İçeriden sağ çıksalar ne yapacağız? Üç aydır bizi yediler, bitirdiler. Maaşlarını düzgün vermediler. Elimizde yiyecek ekmek koymayıncaya kadar uğraştılar. Şimdi de canlarını aldılar. Sağ çıksalar ne olacak, çıkmasalar ne olacak? Ekmeklerini ellerinden aldılar. Servislerini ellerinden aldılar. Güneyyurt’u yediler bitirdiler. Her tarafı bitirdiler.”
Bu sözler, sadece Emiş’in değil, Soma’dan Ermenek’e, yoksulluğun ve patriyarkanın gölgesinde yaşayan yüzlerce kadının çığlığıydı. Onun haykırışı, bir kadının sessizlikten doğan isyanının manifestosuydu.
Sessizlikten Haykırışa: Kadınların Yeniden Doğuşu
Simone de Beauvoir’un dediği gibi, “Kadın doğulmaz, kadın olunur.” Kadınlar, susturuldukları her an, patriyarkanın onlara biçtiği rolleri reddederek yeniden doğarlar. Soma’da, Ermenek’te, madenlerde eşlerini, babalarını, oğullarını kaybeden kadınlar, bu kayıpların ardından sessizliklerini yırtıp meydanlara koşarlar. Yıllarca evlerinden çıkmamış, ilkokul mezunu kadınlar, eylemcilere yol gösterir, “Korkmayın, haklarımızı alacağız!” diye haykırır. Babalarının, kocalarının, kayınpederlerinin gölgesinde susmuş bu kadınlar, meydanlarda korkusuzca iktidara kafa tutar. Yoksulluğun derinleştirdiği sessizlik, bir isyan ateşine dönüşür.
Bu kadınlar, neden bu kadar güçlü? Çünkü onların haykırışları, yılların söylenmemiş sözlerinden, bastırılmış öfkelerinden, biriken gözyaşlarından beslenir. Erkekler ölür, ama kadınlara yeni bir mücadele, yeni bir kadınlık kalır. Kan parası almaya geldiklerinde, abilerinin, babalarının, kayınpederlerinin erkeklikleriyle çarpışırlar. Meydanlarda dimdik dururlar, çünkü sessizlikleri bir volkan gibi patlamıştır. Onların sesi, patriyarkanın duvarlarını sarsar, düzenin ritmini bozar.
Edebiyatın ve Şiirin Kadın Sesi
Kadınların sessizliği ve haykırışı, edebiyatta da yankı bulmuştur. Türk şiirinde, Didem Madak, bu susturulmuşluğu ve isyanı en güzel dizelerle ifade etmiştir:
“Ben bir kadındım,
sustum, sustum, sustum.
Ama içimde bir nehir çağladı,
taşmadı, usulca taştı.”
(Grapon Kâğıtları, Didem Madak)
Madak’ın dizeleri, kadınların içindeki çağlayan nehri, sessizliğin ardındaki o büyük gücü anlatır. Kadın susar, ama bu susuş bir teslimiyet değil, bir birikimdir. O nehir, bir gün taşar ve her şeyi önüne katar.
Virginia Woolf, Kendine Ait Bir Oda adlı eserinde, kadınların susturulmasının edebiyat ve sanat üzerindeki etkisini sorgular:
“Bir kadın, yazmak için sessizliğini kırmalıdır. Çünkü sessizlik, onun yaratıcılığını zincirleyen bir hapishanedir.”
(Woolf, 1929)
Woolf’un bu sözleri, kadınların sadece konuşmakla değil, yazmakla, yaratmakla da sessizliklerini haykırdığını hatırlatır. Emiş Bahar’ın haykırışı, bir meydanda yükselen bir sestir; ama bu ses, aynı zamanda bir şiir, bir roman, bir mücadele öyküsüdür.
Yine Didem Madak’ın şu dizeleri:
"Ben utançtan da yaptım bu çiçeği
Ve biraz da annemden kalan korkulardan."
Kadınlar yıllarca bu korkularla büyütüldü. Ama korku, biriktiğinde cesarete dönüşür. İşte o yüzden, Emiş Bahar’ın sesi sadece Ermenek’te değil, Soma’da, Zonguldak’ta, Bartın’da, dünyanın dört bir yanında yankı buldu.
Soma’da kadınlar, yıllarca evlerinden çıkmamış, susmuş, bastırılmış kadınlar; meydanlarda artık "korkmuyoruz" diyordu. Sadece eşlerini, oğullarını, babalarını değil, kendilerini de kaybetmişlerdi. Ve şimdi, artık bir şeyleri geri almak istiyorlardı: seslerini, onurlarını, haklarını…
Simone de Beauvoir şöyle der:
“Kadın doğulmaz, kadın olunur.”
İşte o meydanlarda kadınlar, birer birer kadın olmaya başlıyordu. Kadınlık, sadece biyolojik değil; aynı zamanda bir bilinçti. Ve bu bilinç, acının içinden filizleniyordu. Sessizliğin toprak olduğu yerde, haykırışlar çiçek açıyordu.
Kadınların Fısıltılarından Doğan Senfoni
Kadınların sessizliği, patriyarkanın görmek istemediği bir güçtür. Onların fısıltıları, birleştiğinde bir senfoniye dönüşür. Bu senfoni, erkek egemen düzenin ritmini bozar, onun dansını aksatır. Soma’da, Ermenek’te, meydanlarda haykıran kadınlar, bu senfoninin öncüleridir. Onlar, susturulmuşluklarının ağırlığını omuzlarından atarak, yeni bir yaşamın, yeni bir kadınlığın tohumlarını ekerler.
Kadınların sessizliği, bir zaaf değil, bir direniştir. O sessizlik, bir volkanın uykusudur; bir gün uyanır ve her şeyi değiştirir. Emiş Bahar’ın çığlığı, Didem Madak’ın dizeleri, Virginia Woolf’un kalemi, hepsi aynı hakikati söyler: Kadınlar sustukça birikir, biriktikçe haykırır, haykırdıkça yeniden doğar.
Yazar Sema Kaygusuz, “Yere Düşen Dualar”da şöyle der:
"Her kadın, içinde bir yangını taşır.
Ama bazı kadınlar, o yangını dünyayı aydınlatmak için yakar."
İşte Emiş Bahar, işte Soma’daki kadınlar… O yangını aydınlığa çevirenlerdir. Onlar sustuklarında bile bir şey söylerler. Ve konuştuklarında, dünya yerinden oynar.
Bu metin, sessizliğini haykıran tüm kadınlara ithaf olunur. Onların sesi, dünyanın dört bir yanında yankılanmaya devam edecek. Çünkü kadınlar, sustukları her an, yeni bir isyanın tohumlarını ekerler. Ve o tohumlar, bir gün özgürlüğün bahçelerinde çiçek açar.
Kaynakça:
Beauvoir, S. de. (1949). İkinci Cinsiyet. (Çev. B. Onaran). Yapı Kredi Yayınları.
Madak, D. (2011). Grapon Kâğıtları. Everest Yayınları.
Woolf, V. (1929). Kendine Ait Bir Oda. (Çev. S. Erksan). İletişim Yayınları.