Beyaz Zambaklar Ülkesinde
Uzun zamandır kitap raflarında ne zaman görsem dikkatimi çeken bir kitaptı Beyaz Zamnbaklar Ülkesinde...
Çiçeklerle ilgili olduğunu düşündüğümden sanırım... Ama hani bir eşik olur ya bir türlü okumazsınız, eliniz uzanmaz bir kitaba, yazara... Benim de böyle oldu hep.
Kitabı elime aldığımda bir roman okuyacağımı sanmıştım. Oysa birkaç sayfa ilerledikten sonra fark ettim ki bu kitap, bir kurgu değil; bir uyanışın, bir halkın var olma mücadele ve azminin, topyekûn bir aydınlanma çabasının belgesiydi. Grigory Petrov’un Beyaz Zambaklar Ülkesinde adlı bu eseri, beni yalnızca Finlandiya’nın tarihinde bir yolculuğa çıkarmadı; aynı zamanda kendi düşünsel yolculuğumun da bir parçası oldu.
Kitap boyunca anlatılan Finlandiya -yazarın deyimiyle Suomi- benim için artık sadece bir ülke değil. “Suomi” kelimesi, zamanla zihnimde başka bir anlama büründü. Karanlıktan çıkmak isteyen her halkın, her bireyin içinde taşıdığı potansiyelin adı oldu. Yoksulluğa, cehalete, umutsuzluğa rağmen ayağa kalkma iradesi gösteren insanların ülkesi… Suomi, bir halkın kendi kaderini değiştirme cesaretidir artık benim için. Bu açıdan bakınca aslında Türk aydınlanması ile de ciddi bir bağ kurulabilir bu kitapla...
Petrov’un kaleminden süzülen anlatılarda en çok beni etkileyen şey, eğitimin nasıl bir devrim aracına dönüşebileceğiydi. Öğretmenler, din adamları, askerler, sıradan halk kısaca herkes el birliğiyle bir ülkeyi yeniden kuruyordu. Eğitim sadece okullarda değil, köy kahvelerinde, askeri kışlalarda, hatta tarlalarda verilmekteydi. (Köy enstitülerine, halk evlerine ne kadar benziyor değil mi) Herkesin bildiğini bir başkasıyla paylaştığı, cehaletle savaşın sadece devletin değil, halkın da görevi olarak görüldüğü bir seferberlik… Bugünün dünyasında çok uzak görünen bir tablo belki; ama okudukça “neden olmasın?” diye sormaktan da kendimi alamadım.Kendi coğrafyamı düşündüm. Kendi toplumumu, kendi çıkmazlarımızı… Ve bu kitap boyunca hep aklımda şu soru vardı: Biz neden kendi Suomi’mizi yaratamıyoruz?
Aslında cevap çok da karmaşık değil. Kitap bize bir toplumun dönüşümünün sadece liderlere, büyük politik figürlere bağlı olmadığını öğretiyor. Bireylerin uyanışı, halkın kendine güveni, en küçük bir katkının bile nasıl olağanüstü bir dönüşüm yaratabileceğini gösteriyor. Belki de iş, “ben ne yapabilirim?” sorusunu sormakla başlıyor. Çünkü bu kitap bana şunu çok net gösterdi: Değişim, çok uzağımızda değil. Bazen bir köy öğretmeninin, bazen bir askerî okul müdürünün, bazen bir halk ozanının sözlerinde saklı olabilir.Beyaz Zambaklar Ülkesinde, sadece Finlandiya’nın değil, hepimizin içindeki o derin uykunun karşısına dikilen bir çağrı gibi geldi bana. Uyandıran, sarsan ama aynı zamanda umut veren bir çağrı…
Şimdi, kitabı bitirmiş olsam da etkisi hâlâ zihnimde taze. Suomi artık bir ülke adı değil benim için. Bir hayal, bir sorumluluk, bir hedef. Ve kendi Suomi’mi ararken elimde Petrov’un bu sessiz ama derin sesi olacak.