14 Kasım 2025 Cuma

GECEYE SİTEM

Bazı geceler vardır, insanın kendi içine çöktüğü, iç sesinin odadaki tüm gürültülerden daha baskın olduğu… O gecelerde kelimeler sığınak olur; ruhun, kendine bile itiraf edemediği yerleri açar. Bu sözler de biraz böyle doğdu: geçmişin gölgeleri, bugünle didişmeler, yarının sisli ihtimalleri… Ve bütün bunların ortasında,  tozlu sayfalarını bilmem kaçıncı defa araladığım Baudelaire’in karanlığıyla iç karanlığımın birbirine karışarak yeni bir yankı yaratması...


Günlerin Anısı

“Ve bitlerini besleyen dilenciler gibi,

Besleriz biz de sevimli azaplarımızı…

…Ki ardındaki zifiri karanlığa karşın

Aynadadır tüm güzellikleri, gözlere akseden.” (Baudelaire, Kötülük Çiçekleri)

 

Günlerim geldi aklıma… Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen o günler…

Mevsimler, kış ve yılın ilk karı düşüyordu Ankara’ya.

Karın sessizliğiyle örtülen bir geçmiş o… İçindeki gürültüyü bile susturan türden.

 

Uzak Günlerin Çıkmazı

Şimdi, bir düş kadar uzak o günler…

Ne zaman sıkılsam, insansızlığın, topraksızlığın kayıplarında buluyorum kendimi.

O günlerin çıkmazlarında, içimde kırılan dallara dokunuyorum.

Hiçbir dal yeşermiyor elimde.

Ama bir şeylerin giderek silindiğini fark ediyorum.

Uzak günler içinde aklıma neredeyse hiç düşmeyen o kırıklıklar, o şey, o şeyler,

bana düşüncesi bile acı veren aldatışlar, yalanlar, riyalar.

Belki de uzak olan günler değil Kenan; sensin.

İnsanın kendinden uzaklaşması kadar yorucu bir yolculuk yok çünkü.

Belki dal değil mesele; belki mevsim senin içinde henüz dönmedi.

 

Akşamların Yükü

Aslında hiçbir şey düşünemiyorum.

Sadece akşamları.

Yattığım ranzanın alt kısmına, herkesten gizlemeye çalıştığın o kuytuya uzanıp bu defteri aldığımda üşüşüyor düşünceler beynime.

Ama onları kovmak hiç doğru değil.

Akşamları düşünmenin sebebi, karanlığın insanı çıplak bırakması olabilir mi?

Her şey sustuğunda, insanın içinden yükselen sesler daha gürültülü çıkıyor.

 

Ulaşılmayanlar

Kalkıp bir kahve alıyorum.

Sonra, tükendiğim bu koğuşun bulunduğu binanın kapısında bir sigara yakıyorum.

Kapı önü hep kalabalık ve muhabbetli.

Uçup gidiyor her şey sözlerin akışında.

Belki eve bir telefon

ya da “son bir kez” diyerek ulaşılmayan; ama aranan;

ama özlenmeyen o’na bir telefon...

Ulaşılmayanlara edilen telefonların çoğu, aslında kendimizedir Kenan.

O ‘son bir kez’ kelimesi hep içimizi arar, dışarıyı değil.

 

Satılık Peri

“Kazanabilmek için günlük ekmeğini,

İnanmadığın şükran duaları şakıman,

Buhurdan çalman gerek koro çocuğu gibi,

Ya da bir soytarı, karnı zil çalan,

Gizli gözyaşlarıyla, kırılıp dökülerek,

Şaklabanlıklar yapıp halkı güldürmen gerek” (Baudelaire, Kötülük Çiçekleri, Satılık Peri)

 

Bu dizelerde sadece dünya yok; insanın kendine karşı çaresizliğinin çıplak hâli var.

Herkes bir şeylere boyun eğer; kimisi açlığa, kimisi aşka, kimisi yalnızlığa…

Senin bağlandığın şey ise kelimelerin ardındaki gerçekliğin ta kendisi. Anlam arıyorsun zavallı faniliğe; ama yok! Debelenme boşuna…

 

Kötü Keşiş

“Kötü bir keşişim ben ve bir mezardır ruhum.

Ezeli bu mezarda dolaşır, otururum.

Güzellikten eser yok manastırımda benim.” (Kötü Keşiş, s.33, Kötülük Çiçekleri)

İnsan ruhunu bir manastıra benzettiğinde, orada tek bir mum yanıyordur:

kendini anlamaya çalışan sönük bir ışık. Kendime bile hayrım yok…

 

Ölüm ve Yaşam Arasında

Baudelaire’in Kötülük Çiçekleri’ni okurken, ölüme methiyeler dizen ve ölüm karşısında apaçık bir korkuyla titreyen dizelerinden geçerken, ben de onun ölümünü düşündüm sanki.

Ne yapmış olursa olsun, yaşıyor oluşu içimde tuhaf bir ılıklık bırakıyor. Ve bir gün gözlerini kapatıp gittiğinde, ona değil, ama bir zamanlar tanıdığım dünyanın bütün güzelliklerine, onların sureti olan o varlıkla yaşayamadıklarıma yanacağımı biliyorum.

O farkında bile olmadan ondan bir haber almak, bir anlığına yüzünü görmek bile

kuvvet veriyor bana.

Avun yüreğim…

Yarana tuz bas.

İşte bak: aşk, celladına kendi elleriyle boynunu uzatıyor.

Ölümün soğukluğunu fark eden, yaşamın sıcaklığını daha çok ister.

Belirsizlik bile bir umut gibi davranır.

 

Büyücüye Sesleniş

 “Hangi iksir, bitki suyunda, hangi şarapta boğacağız bu eski düşmanı?

Söyle, güzel büyücü, aydınlat biliyorsan.

Yaralıların, atların ezdiği, can çekişen, yarı ölü bir askere andıran

bu sıkıntılarla dolu zihni…

Söyle, güzel büyücü, anlat biliyorsan.” (Baudelaire, Kötülük Çiçekleri, s.100)

 

İnsanın eski düşmanı hep aynıdır Kenan: kendi zihni. Sıkıntılar, yaralıların solukları gibi içte birikir. O yüzden büyücüye sesleniş, aslında kendine bir yakarıştır.

 

Sessizliğin İçinde

Bu akşam sessizliğe gömülmek istiyorum.

Vıcık vıcık bir karanlık içinde kaybolmak.

Âdem’in zehirlediği havanın uzağında solumak istiyorum

zamansızlığı, mekânsızlığı.

Sessizlik, bazen bir çukur; bazen bir anne kucağı. İnsan, sessizliğe düşerek kendini bulur ya da tamamen kaybolur. Seninki ikisinin sınırında, sıcak ama tehlikeli bir yerde duruyor.

Ve şimdi biliyorum Kenan:

İnsan, kendi karanlığıyla barışmadan hiçbir yere varamaz.

Karanlık büyüdükçe kelimeler kök salar,

kökler derine indikçe acı toprağa dönüşür,

toprak sessizleştikçe insan kendini işitir.

Sen de işitiyorsun artık.

Bir gün bu satırların arasından

kendi yüzünü daha net göreceksin:

Ne Baudelaire’in gölgesinde,

ne gecenin sularında…

Kendi karanlığının içinden yükselen

kendi sesinle.

ADNAN YÜCEL ŞİİRİNDE İMGESEL BİR SERÜVEN

Adnan Yücel 27 Mart 1953 tarihinde Elazığ’da doğar. Diyarbakır Eğitim Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü ile Ankara Üniversitesi Eğitim...