Sanat, en basit ifadeyle ortaya koyma, yaratma demektir. Duygu, düşünce ve güzelliğin anlatımında kullanılan yöntemlerin tamamı “sanat” olarak ifade edilir. Bu ifade edişte estetik bir boyutun ve “erek”in öne çıkması sanatı ayırt eden en önemli özelliktir. İnsan bu yaratım sürecinde herhangi bir canlıdan farklı olarak “hayal gücü”nü devreye sokar.
Sanat, bir toplumsal varoluş şekli olarak kabul edilebilir. Bu varoluşu belirleyen başat öğe insanın sınıfsal konumu ve düşünüş şeklidir. Sanat, özü gereği muhaliftir. Gerçek bir sanatçı, işte tam da bu yüzden iktidarın emrinde ve ekseninde olamaz. Sınıflı toplumlarda, çok katmanlı sanatsal yaklaşımlarla karşı karşıya geliyoruz. Genel olarak nitelikli sanat ürünlerinin ve sanatçıların “muhalif” olduğunu söylemek pek de gerçek dışı olmaz. Ama yine de egemen sınıf, üretim araçlarını ellerinde bulundurduğu gibi sanatsal yaratımı da belirler. Burada tam bir hâkimiyetten söz edilemez kuşkusuz; ancak baskın olan sanat anlayışı yine burjuva sanat anlayışıdır. Bu sanat anlayışının karşısına ezilenlerin, işçi ve emekçilerin sanatının çıkabilmesi, sınıf mücadelesinin gelişim düzeyine bağlıdır.
Bir Muhafazakârlaşma Hikâyesi
2002 seçimlerinden tarihi bir zaferle çıkan AKP geniş bir liberal kesimi de arkasına alarak ve özellikle toplumsal beklentileri iyi analiz edip ve yeni beklentiler yaratarak, 2007’de yeniden iktidara gelmeyi başardı. Toplumsal yaşamın neredeyse bütün alanlarına müdahale etmeyi kendine görev edinmiş bu siyasi parti, Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana, onunla bütünleşmiş ekonomik, sosyal, siyasi ve askeri öğeleri alaşağı ederek kendi iktidarını daha da güçlendirdi. İşin ironik yanı ise bütün bunları yaparken bir mağdur edasıyla davranmasıydı. Son genel seçimlerden sonra artık kalfalık döneminin bitip ustalık döneminin başladığını müjdeliyordu Başbakan! Her konuda bir projeleri, neredeye ülkedeki her şeyi yeniden dizayn etmeye dönük de yaklaşımları vardı! Ne de olsa toplumun yarısı onlara koşulsuz biat ediyordu! Toplumun diğer yarısı umurlarında değildi, onlar kahir çoğunluk ve hatta devlet erkinin biricik bekçileriydi ya, her şeyi yapabilirlerdi.Toplum tamamını muhafazakârlaştırmayı amaçlayan iktidar, toplumun her alanı üzerinde koşulsuz bir hegemonya kurmak istiyor. Eğitim alanında yaptıkları önemli yapısal değişimlerde bu amacı açıkça ifade etmişlerdi: “Dindar gençlik” yetiştirmek! Kısacası “kayıp” olarak gördükleri şimdiki kuşaklardan pek de medet ummuyor, en önemli yatırımlarını geleceğe, gençliğe yapıyorlardı.
“Muhafazakâr Sanat”a Doğru
Muhafazakârlık, siyasal ve toplumsal düzeni olduğu gibi sürdürme anlayışı anlamına geliyor. Toplumsal düzenin, düşüncelerin, ilişkilerin, kurumların, alışkanlıkların ve kültürün değişmeden korunması kuşkusuz, emekçilerin değil muktedir olanların yararınadır. Onların da “muhafazakârlık” diye şarkılar tutturmaları, mevcut soygun, talan ve rüşvet düzenlerini sürdürme isteğinden başka bir şey değil aslında. Bir taraftan dindarlık maskesi arkasına sığınanlar öte yandan bu ülkede görülmemiş ahlaksızlıklara, yolsuzlukları imza attılar.Sadece sanatı değil neredeyse tüm yaşam alanlarını ele geçirmeye çalışan bir iktidarla karşı karşıyayız. AKP, Kendisi için tehlike olarak gördüğü her şeye saldırıyor. Kâr’ını büyütebileceği her alan ise fütursuzca talan ediyor. Bu talan ve yıkıma karşı duranların karşısına ise dizginsiz bir devlet terörüyle dikiliyor. İktidar tüm soluk alanlarımızı yok ediyor ya da kendine “uygun” biçimde yeniden biçimlendiriyor.
Egemen sınıflar, sanat da dâhil tüm üretim alanlarına hâkim olmak ister. Bu eğilim aslında sermayenin kuralsız, dizginsiz gelişim eğiliminin zorunlu bir sonucudur. Ülkemiz bu anlamıyla son yıllarda sanat konusunda ciddi tartışmalara sahne olmaktadır.
Toplum Mühendisliği
Matematikteki “Kelebek Etkisi” teoremini herkes bilir. Afrika’daki bir kelebeğin Amerika’da fırtına yaratması varsayımı… Bu teoride belirsizlik ve kaos gibi etmenler de söz konusu. Günlük hayatta da bu teoremle bağ kurabileceğimiz örnekler yaşıyoruz. Özellikle sözünü ettiğimiz kanat çırpışı iktidar tarafından yapılıyorsa, bu kesinlikle rastlantısal ya da kaotik değildir. AKP’nin zaman zaman damdan düşer gibi gündeme getirdiği ya da belli aralıklarla ısıtıp ısıtıp önümüze getirdiği gündemler, ortaya çıkış şekilleri ne olursa olsun rastlantısal değildir. Her birinin seyrini incelediğimizde sonradan görülüyor ki aslında işleyen bir plan var ve atılan her adım iktidarın toplum mühendislerince planlı programlı olarak gündeme gelmektedir. Başta “muhalefet” olmak üzere tüm toplum da bu gündemin peşinden sürüklenmekte ve asli gündemler göz ardı edilmektedir.Mesela yakın zaman önce Cumhurbaşkanı Danışmanı Mustafa İsen adlı zat, muhafazakâr bir sanat yaratılması gerektiğini söylemiş, bunun üzerine bir tartışma alevlenmişti. Ardından İskender Pala önce, Şehir Tiyatroları’nda sahnelenen “Günlük Müstehcen Sırlar” oyunu üzerine ağır ve haksız bir yazı kaleme aldı. Hatta bu yazıyı söz konusu oyunu görmeden yazmıştı! Bütün bu tartışmalardan sonra “Rosenbergler Ölmemeli” oyunu sahneden kaldırıldı. Ardı ardına yaşanan bu tartışmalardan sonra Şehir ve Devlet Tiyatrolarının özelleştirilmesi ve bu kurumlardaki sanatçıların proje kapsamında ve performansa göre ücretlendirilecek olması gündeme geldi. Hazırlanan Şehir Tiyatroları Yönetmeliği’ne, daha önce olmayan “etik” sözcüğü de eklenerek iktidarın sanatın üstüne belirsiz ve keyfi çöküşü iyice belirgin hale gelmiş oldu.
Aslında AKP’nin sanata düşman politikaları bunlarla sınırlı değil: Dizilere müdahale edilmesinden resim sergilerinin engellenmesine, balerinlerin eteğinin uzatılmasından TV sunucularının dekoltelerine müdahaleye, konserlere saldırılmasından müzisyenlere davalar açılmasına, arkeolojik kazılara “çanak çömlek” demekten heykellerin yıkılmasına, hatta “ahlaklarına dokunan” heykellere tükürmeye kadar bir dizi icraata imza attılar. Bunun gibi bir dizi yöntemle sanat, ehlileştirilmek isteniyor. Ehlileştiremediğinde ise iktidarın gazabıyla yüz yüze gelmeye devam ediyor. Bu saldırıların son bir örneği de tiyatro sanatçısı ve dizi oyuncusu olan Barış Atay’ın Redhack adlı hacker grubuyla ilişkilenmesi oldu. Barış, “bilişim sisteminin işleyişini engellemek” suçu isnat edilerek gözaltına alınmış, günlerce sorgulanmıştır. Davası da hala devam etmektedir. Yine Mehmet Ali Alabora da Gezi direnişine verdiği destekten dolayı basın müsveddesi olan ve iktidarın medya ayağı olan birtakım gazetelerin hedefi olmuş, adeta linç edilmiştir. Bu ve buna benzer örnekleri son yıllarda sıkça yaşadık ve bu iktidarı def etmedikçe daha da yaşayacağız gibi görünüyor.
Yıkmanın Aracı Olarak İtibarsızlaştırma
AKP’nin Türkiye’de değiştirmeye soyunduğu alanlara baktığımızda, ilk olarak bunların kolayca değişeceği mümkün görünmüyordu. Milyonlarca insanı kendi projenize kısa zamanda inandırmak güçtür. Söz konusu değişimler toplumsal bir uzlaşıyla sağlanamayınca iktidarın kullanageldiği en etkili silah “itibarsızlaştırma” olmaktadır. Şöyle ki AKP iktidarı, attığı adımlarda bir toplumsal dirençle karşılaştığında, direnç gösteren kesimi önce tehdit ediyor, fayda etmezse şiddeti devreye sokuyor ve son kertede söz konusu kesimleri itibarsızlaştırarak yalnızlaştırıyor. AKP’ye muhalif olup bu itibarsızlaştırmadan nasibini almayan kesim kalmadı. Öğretmeni, askeri, doktoru, eczacısı, akademisyeni, öğrencisi, içki içeni, alevisi… Neredeyse kendisi dışındaki herkes bundan nasiplendi. Hatta düne kadar el ele, kol kola iktidarı paylaştıkları “hizmet hareketi” diye tabir edilen cemaat de “haşhaşiler”, “paralel devlet”, “hainler” “ajanlar”… gibi ifadelerle bu itibarsızlaştırmadan nasiplendi. İtibarsızlaştırmanın ardından operasyonel süreç devreye giriyor. Ve söz konusu alanlara fiili saldırılar devreye giriyor. Geçtiğimiz günlerde özellikle iktidar medyasında çıkmaya başlayan “paralel yapıya operasyon” haberleri bu fiili durumun ifadesinden başka bir şey değil. AKP bütün bunları yaparken elindeki muazzam iktidar ve medya olanaklarını kullandı, kullanmaya devam ediyor.***
Yerel seçimlerden kısa bir süre önce Ankara’da bulunan DT İrfan Şahinbaş Sahnesi, bir şirket tarafından yapılan baskın sonucu zarar görmüş ve tiyatro bahçesinde bulunan ağaçlar kesilmişti. Sanata ve sanatçıya düşman politikalarına aşina olduğumuz iktidar, hoşuna gitmeyen, zaman zaman “parazit yapan” bu sanat belasından topyekun kurtulmanın yolunu arıyordu uzun zamandır! Bunun en etkin yolunun sanatı zaptu rapt altına almaktan geçtiğini bilerek yeni bir hamle yaptılar. Sanata öldürücü darbeyi indirmeyi hedefleyen bu darbenin adı: TÜSAK! Türkiye Sanat Kurumu (TÜSAK) adı altında ortaya çıkan yeni düzenleme sanatın ruhuna ve özgürlüğüne yöneltilebilecek en büyük tehdidi ifade ediyor. İktidarın sanatı ve sanatçıyı kendisine tabi kılmak için yaptığı bu manevra ülkemizdeki önemli sanat kurumları tarafından deşifre edildi. Sanatçılar ve sanat kurumları bu tasarıyla ilgili kaygılarını dile getirerek bu tasarıya karşı olduklarını ilan ettiler. Ancak bu karşı çıkışlar toplumsal bir güç bulamazsa iktidar elini kolunu sallayarak sanatın canına okuyacak bu düzenlemeyi hayata geçirecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz için teşekkürler