29 Nisan 2017 Cumartesi

ANTON ÇEHOV VE MARTI OYUNU ANALİZİ

Rus gerçekçiliğinin öncü yazarlarından olan Çehov’u kendinden önceki yazarlardan ayıran en önemli etkenlerden biri, hayata geniş bir pencere açmasıdır. Özellikle oyunlarında sıradan ya da gülünç görünen; ancak tipik ve göz ardı edilemeyecek “önemsiz şey” ve durumları kapsama alanına alır. Kendisine gelinceye kadar edebiyatın dışında görülen, hayatın “ilk göze çarpan” önemsiz şeylerini edebiyata sokmuştur. Öyle ki bu yaklaşımı kendi döneminde oldukça yadırganmıştır. Bu durum, birçok eleştirmene göre toplumsal ilgisizliğin ve kayıtsızlığın ifadesi olarak görülmüştür. Şengunov bunu şöyle ifade etmiştir: “Artık Rusya o kadar boşaldı ki düşünen kişinin, bütün Rusya’da anlatmak ve açıklamak istediği hiçbir şey yoktu.”[1]

Elbette işin doğrusu farklıydı. Çehov, katmanlı hikaye ve oyunlarında yaşamın olanca gerçekliğini yansıtırken toplumsal değişim ve dönüşümü de sanatsal bir biçimde ve hiçbir zorlamaya başvurmadan başarıyla yansıtmıştır. Hikaye ve oyunları derinlemesine incelenip çözümlendiğinde bu yargıyı destekleyen açık önermelere ulaşmak hiç de zor değildir.
Çehov’un oyunları konusunda da birtakım belirgin yargılar söz konusudur. Özellikle harekete dayanmayan ve ruhsal tasvirlerin ağır bastığı bir biçimde yazdığı savunulmuştur. Anlatılarındaki bu özelliklere rağmen oyunlarında hissedilen lirizmin ve dramatik hareketin temel kaynağını “gizli cereyan”[2] adı verilen bir duygusal akıntının gerçekleştirdiği görülür.

Oyunlarında da tıpkı hikayelerinde olduğu gibi gündelik hayatın tüm alelade görünümlerine rastlamak mümkündür. Ancak bu aleladelik ile sanatkârane anlatım arasında hassas bir denge kurduğu söylenebilir. Özellikle 19. yüzyılın sonlarına doğru egemen Rus tiyatro geleneği sınırlarını zorlayarak yeni biçimler deneme yoluna gitmiştir. Bu denemelerde en dikkat çekici öğelerden biri oyun kişileri arasındaki hiyerarşiyi yıkmış olması örneklenebilir. Kaldı ki Çehov’un oyunlarında birinci ya da ikinci derecede önemli kişiler şeklinde belirgin bir ayırım yoktur. Ayrıca hikayelerinde olduğu gibi oyunlarında da heyecan verici herhangi özel veya önemli olayı değil, rastgele ele aldığı “önemsiz” bir zaman diliminde bütün hayatı, başı e sonu olmayan bir süreç olarak göstermektedir. Oyun bittiğinde okurun üzerinde bıraktığı “bitmemişlik hissi” ya da hayatın devam ettiğine işaret eden göstergeler bu yorumu destekler.

Çehov’un tiyatroya getirdiği bir diğer önemli yenilik de kişilerle ilgilidir. Oyun kişilerini sahnede parlatma, olağandışı davranışlar sergileme ya da oyun kişilerinin sanatkarane bir üslupla konuşturulması yaklaşımlarını ortadan kaldırmıştır. Gerçekçi anlayışıyla paralel olarak oyun kişileri sıradan insanlar olduğu gibi sıradan davranışlar sergilerler. Tıpkı gerçek hayattaki insanlar gibi yer içer, önemsiz şeyler hakkında konuşur, tartışırlar. Bunu da kendisi böyle istediği için değil hayatın doğal akışı böyle olduğu için yaparlar.

Çehov’a göre gerçekçi oyun yazarı, kişinin duygularını ve derin düşüncelerini sahnede göstermelidir. Ancak bunu sadece sözler aracılığıyla değil farklı anlatım yollarıyla gerçekleştirmelidir. Bunu yapmanın bir yolu olarak da bizzat oyun kişilerini kullandığını görebiliriz. Mesela oyun kişilerinin, “Hayır  o değil, benim söylemek istediğim o değil” minvalinde ifade ettikleri derinlik… Martı oyununun son sahnesinde Nina’nın Treplev’le yaptığı konuşmada: “Ben martıyım, hayır o değil” demesi, bahsettiğimiz kişilerin iç dünyalarına dair derinliği gösterme çabasına tipik bir örnektir.

Sözcükler dışında nedir oyunu etkili kılan? Çehov’a göre metnin kendisi kadar sahnede gösterimi de bu işte belirleyicidir. Ses tonu, değişik sesler ve gürültüler, konuyla ilişkili özel anlam yüklenmiş nesneler (Martı gibi), sıklıkla karşılaştığımız susmalar… Bütün bunlar yeni bir anlam arayışı kadar yeni bir anlatım arayışı ve inşasının da somut göstergeleri olarak değerendirilebilir.


Martı Üzerine
Anton Çehov’un oyunlarını katmanlı (derindeki anlam) olarak kaleme aldığını yukarıda ifade ettik. Martı oyunu da bu katmanlı anlatım tekniği açısından önemli göstergeler sunmaktadır bizlere.

Martı’nın yazıldığı dönem Rus toplumunda önemli siyasi, sosyal ve kültürel değişimler sürecine tekabül eder. Bu anlamıyla o dönem Rus toplumunun içinden geçtiği bu kaotik dönemin bütün karmaşasını oyundan okumak mümkündür.
Ekim Devrimi’nin hemen öncesini konu alan bu oyunda Rus toplumunda yaşanan değişim ve dönüşümün tüm sancıları oyun kişileri üzerinden rahatlıkla okunabilir. Bu dönemin atmosferini, çelişkilerini, çatışmalarını; siyasi, sosyal ve kültürel dönüşüm dinamiklerini görmek mümkündür oyunda.

Oyun görünen yönüyle genç bir yazarı (Treplev), onun aile ilişkilerini ve karşılıksız aşkını konu edinir. Ama bunu derken de oyunun merkezinde bu yazar vardır demek çok güçtür. Çünkü bütün oyun kişilerinin dengeli bir ağırlığı var gibidir. Kuşkusuz oyunun dramatik kurgusu içinde her bir kişi aynı derece etkili olmamakla beraber, öne çıkan tek bir kişiden de bahsetmek mümkün değildir.

Oyunun temel çatışması, arka planda, Rusya’daki değişim ve dönüşümü işlerken, esasen kişiler üzerinden şekillendirilir. Kişilerin birbirine göre konumları, birbirlerine yaklaşım ve çelişkileri dönümün atmosferini yansıtması bakımından okuyucuya önemli ipuçları sunmaktadır.

Mekan olarak Sorin Çiftliği’nde geçer Oyunda farklı mekan adları geçmekle birlikte sahneye yansıyan boyutuyla değerlendirildiğinde mekan tektir. Bu mekan aslında Rusya’nın bir izdüşümü gibidir. Toprağa dayalı serfliğin izlerini taşıyan Rusya’nın değişim sancılarının en ücra köye kadar ulaştığını da anlayabiliyoruz oyundan. Ancak bu değişime paralel olarak oyun kişilerinin davranışlarında da belirgin bir değişimi gözlemliyoruz. Ki oyun kişilerinin davranışları, ölçülü ve yüksek davranış modelleri olmaktan hayli uzak hatta tolumsal ve sınıfsal konumları gereği çelişik davranış örnekleriyle de karşılaşabilmekteyiz. Oyun kişilerinin yaşama ilişkin beklenti, özlem ve hayalleri, aslında bir bütün olarak Rus toplumunda o dönemde gelişen reform ve devrim hareketlerinin izlerini de görebiliyoruz.
Köylüdeki kibir ve asi davranışlar hayatın olağan akışına aykırı da gözükse dönemin içinden okunduğunda siyasal köylü hareketlerinin güç kazandığı bir dönemi yansıttığı düşünüldüğünde oyunun bu yönüyle de hayli gerçekçi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Köylülüğün egemen sınıf karşısındaki “asi” tutumlarının metindeki karakterler üzerinden alenen okunabilmesi köylü devrimci hareketlerin belirgin bir etkisinin yansıtılması olarak değerlendirilebilir.

Temel çatışma dinamikleri, eski-yeni olarak özetlenebilir. Ancak bu çatışma çok boyutlu bir çatışmadır. Anne-çocuk, sevme-ilgisizlik, yaşlı-genç, olgunluk-amatörlük vb. şeklinde ifade edilebilir. Özellikle eski kuşak ile yeni kuşak arasındaki çelişki belirgin bir biçimde yansıtılmıştır. Genç kuşak var olan düzene içten içe bir karşıtlık geliştirmeye, “yeni” olanı var etmeye çalışmakta; ancak hem bu dönüşümü yaratabilecek güç, birikim ve olgunluktan uzak görünmekte hem de üzerinde tüm birikim ve gücüyle eskinin gücünü hissetmektedir. Aslıda bunu küçük burjuva köylü hareketlerinin soluksuz ve devrimi nihayete taşımaktan uzak duruşu olarak da okumak mümkündür. Tıpkı dönem Rusya’sında küçük burjuva köylü hareketinin toplumsal dönüşümü yaratmakta yetersiz kalması gibi. “Yeni” olanı yaratacak sınıf, işçi sınıfı henüz yeterince olgunlaşıp güç biriktiremediği içinde bu küçük burjuva dönüşümü sonuçsuz bir mücadeleye girerek başarısız olacaktır.

Çehov’un Martı oyunundaki yeniyi yaratma sancısının bir intiharla sonuçsuz kalması belki de ölümünden bir yıl sonra gerçekleşen başarısız 1905 Devrim girişiminin başarısız olacağının keskin bir öngörüsü olarak da okunabilir. Ancak kaçınılmaz sona da işaret etmesini de vurgulamak gerekir tıpkı Ekim Devrimi’nin başarıya ulaşması gibi

Çehov’un Martı oyunundaki dramatik kurgu, oyun kişileri ve bu kişilerin diyalogları üzerinden şekillenir. Oyun eylemden çok diyaloglara dayalı tekrarlar üzerinden şekillenir. Her karakterin kendine özgü bir iç dünyası vardır. Bu dünya öylesine “kendine has” bir dünyadır ki kimse kimseyi görmez ya da dinlemez! Böylece oyunun temel bir atmosferi de ortaya çıkmış olur: “iletişimsizlik

Çehov’un oyunları genel olarak her şeyin düğümlendiği bir merkez yaratmaz. Bu özelliği Martı oyununda da görmek mümkündür. Her olay ya da kişi oyunun bütünsel atmosferi içerisinde erir. Oyundaki “en önemli” olaylar Treplev etrafında şekillenir. Oyunu dinamize eden temel itici güç ayrı ayrı her bir kişi üzerinde hissedilir. Nina’nın boğuk ama kaçınamadığı hayatında, Trigorin’in can çekişen ama hala “varolan” yazarlık serüveninde, Şamrayev’in tutkudan yoksun sevgisinde, Medvedenko’nun talihsiz yaşamında, Sorin’in bitmek bilmeyen ıstıraparında, Dorn’un olgun yorgunluğunda…

Oyun belli bir eksende ilerlemez. Her kişinin kendine özgü hayatı, kaygıları ve beklentileri oyunun eksenini de çok boyutlu kılar. Bu dünya içerisinde her oyun kişisi, kendine has küçük rolü oynamaktadır. Bu insanlar için hayat, herhangi özel bir olayı değil, sıradan yorgun basmakalıp bir sıkıcılığı kapsamaktadır. Gelişen talihsiz olaylarda da bu sıradanlık içerisinde biçimlenmektedir. Dolayısıyla karşılıksız aşkta, sanatsal başarısızlıkta hatta intiharda bile sorumlu yok gibidir. Her şey o hayatın olağan akışının olağan sonuçları gibi şekillenmektedir.  

Oyun Kişileri

Trigorin: Arkadina’ın yazar sevgilisidir. Sanat dünyasındaki konumu ve şöhretini korumak adına Arkadina ile aşktan öte bir iş ilişkisi içindedir. Trigorin, Arkadina ile birlikte, dönemin hâkim sanat anlayışını, dolayısıyla “eski olanı” temsil eder. Bağımlı kişiliği Nina’ya olan ilgisinin bile önüne geçer. Yaşamı, düzeni koruma kaygısıyla Nina ile işi arasında tercih yapması gerektiğinde alışkanlıklarından yana bir tercih sergiler.

Onun için her şey yazmak için işlevsel olduğu kadar değerlidir. Sürekli yazma kaygısı, not alma çabası bundandır. Bir görüntü, olay vs. her şey onu esinleyebildiği ölçüde dikkate değerdir. Sonradan yazacakları için malzeme oluşturmak kaygısı, onu adeta yaşan bir ölüye dönüştürmüştür. Nina’nın kendisi için söylediği iltifat sözleri hoşuna gitse de yarım kalmışlığı, mutsuzluğu ve çıkışsızlığı açıkça hissedirlir.

Trigorin, içten içe zamanının geçtiğini hissetmekte; ama buna rağmen direnç göstererek kendini var etme çabasını sürdürmektedir. Bu varoluş çabasında, Arkadina ile olan “bağımlı” ilişkisi de önemli bir unsurdur. Kendisine ilgi gösteren genç ve güzel Nina’ya karşı boş değildir; lakin yaşamını, mevcut konumunu koruma kaygısı onu alacağı kararlar ve yaşam yönelimleri konusunda da kısıtlamıştır.

Nina: Hem Trigorin’e duyduğu ilgi hem de Treplev’le olan ilişkisi bakımından oyunda farklı bir yerde durur. Nina ekseninde gelişen olaylar oyunun önemli dinamik unsurlarını oluşturur. Belki de hareket ögesinin en çok hissedildiği oyun kişisi Nina’dır. Moskova’ya gidişi, Treplev’i intihara sürükleyen durumlardaki rolü, Nina ile Trigorin’in birbirlerine duydukları ilgiyi fark eden Arkadina’nın çiftliği terk etme kararı alması, Trigorin’in çiftliğe geldiğini duyan Nina’nın tekrar çiftliğe gelmesi… Kısacası oyundaki temel birtakım eylemler Nina ekseninde ortaya çıkmaktadır.

Treplev’in yazdığı oyunun tek oyuncusu da Nina’dır. Bu durumu çeşitli biçimlerde yorumlamak mümkündür. Nina’nın hayali bir aktris olmaktır, o da bu açıdan Treplev’in oyunlarını değerlendirmektedir. Yaşadığı yerde, hayallerini gerçekleştirmek için bunları bir basamak olarak gördüğü düşünülebilir. Zaten Trigorin’in çiftliğe gelişinden sonra Treplev’den uzaklaşması, onunla kurduğu ilişkinin bir bakıma pragmatik bir ilişki olduğunu somutlamaktadır.

Nina’nın tavırlarından, Treplev’in oyunlarına aslında pek ilgi duymadığını görürüz. Zaten tiyatro hakkında yaptıkları konuşmada bu durumu açık bir biçimde dile getirmiştir:

NİNA: Sizin oyununuzda oynamak güç bir şey. Canlı kişiler yok.
TREPLEV: Canlı kişiler! Hayatı olduğu ya da olması gerektiği gibi değil, hayalimizde canlandırdığımız gibi betimlemek gerekir.
NİNA: Çok az hareket var oyunumuzda, sadece okuma. Oysa bir oyunda bence mutlaka aşk olmalı...

Buradan da anlaşılacağı üzere Nina, hâkim sanat anlayışının kapsama alanı içindedir. Treplevin “yeni” sanat anlayışı, ona hem zor hem sıkıcı hem de anlaşılmaz gelmektedir. Bunu hem oyunu hakkındaki değerlendirmelerde hem de martı sahnesinde açıkça ifade eder.

Nina ve Treplev arasındaki bu sanatsal yaklaşım farklılığı ilişkilerinin imkânsızlığına işaret ettiği kadar yaşadıkları iletişimsizlik açısından da önemli bir göstergedir. Haliyle bu farklılıklar gelecekte gelişecek “kopuş”un da temel gerekçesini oluşturuyor denilebilir. Özetle onlar farklı dünyaların, hayallerin insanlarıdır. Bunu da Treplev’e; “Sizi anlayabilmek için fazla basitim.” diyerek açıkça ifade etmiş olur.
Nina, 2. perdenin sonunda Trigorin’le sohbetinde ondan bir yazarın hayatının nasıl olduğunu anlatmasını ister. İlgi duyduğu, hayran olduğu bu adama da yaklaşımı, yönelttiği sorular aslında bir duygusal bir ilgiden çok “aktris olma hayali” açısından işlevselliği kadar önem arz etmektedir.

Aynı sahnede Trigorin’le sohbeti sırasında, ona sanatçı olmaya dair çeşitli sorular yöneltir. Trigorin, verdiği yanıtta, yaşadığı hayatın kolay bir hayat olmadığını söylemesine rağmen Nina, aktrislerin hayatlarının zor olduğunu bildiğini; ama yine de aktris olmayı her şeyden çok istediğini anlatarak yukardaki düşüncelerimizi de temellendirmiş olur.

Nina aslında bu aktrislerin dünyası, yaşamları, algıları, sevinçleri ve üzüntüleri konusunda yere basmayan fikirlere sahiptir. Bir bakıma peşine düştüğü düşün büyüsü altında gerçeklikten kopuk bir algı içindedir:

NİNA: (yalnız) Ünlü bir aktrisin hem de böyle saçma bir nedenle gözyaşı döktüğünü görmek ne tuhaf! Yığınların hayran olduğu, her gün gazetelerde kendisinden söz edilen, fotoğrafları satılan, yapıtları yabancı dillere çevrilen bir yazarın da bütün gününü olta başında tüketip iki tatlı su kefali yakaladığında sevinmesi de garip değil mi?..

Bu sahne sonunda Trigorin gittikten sonra, onun şöhreti ve alçakgönüllülüğünden büyülenmiş olan Nina hayranlıkla haykırır: "Bir düş bu!" Gerçekten bir düş ve esasen büyülendiği veya “düş” dediği şey Trigorin değil, aktris olma hayaline bir adım daha yaklaşmış olduğu düşüncesidir.

Treplev: Oyunun belki de en önemli karakteridir. Yazarın sanatsal yaklaşımlarının taşıyıcısı olarak da görülebilir. Çehov, sanat ve tiyatroya ilişkin düşüncelerini, Treplev üzerinden vermiş olabilir. Ayrıca Treplev’in yazıp Nina’nın oynadığı oyunda ortaya çıkan dil ve anlatım özellikleri, sanatsal ve sembolist özellikleri bakımından da dikkate değerdir. Kısacası Treplev, yazdığı oyun ve sanata dair sözleriyle “yeni” olanı temsil etmektedir.
Treplev’in sanat anlayışının özeti aslında oyunda açık bir önerme biçiminde ifade edilmiştir: “Treplev- “Yeni biçimlere gereksinim var. Yeni biçimler bulunamıyorsa eğer, hiçbir şey olmasın daha iyi.” Ne eskiyi kabul edebilen ne de yeni olanı yaratma noktasında yeterince iddia sahibi olamayan, başka bir deyişle yeniyi inşa edebilecek güç ve birikimden yoksun oluşu onu sonunda intihara sürükleyecektir. İlk intihar girişimindeki başarısızlığı dahi buna göre değerlendirilebilir. Buradaki başarısız intihar girişimi yazarın ısrarlı bir yaşam bağını da ifade etmiş olabilir. “Çehov, yaşama bağlıdır. İki şey onu sıkıyor gibidir. Yaşanmakta olan hayatın aptallığı ve yaşamın geçiciliği…”[3]

Treplev, Martı’ın ilk sahnesinde bahsedilen ve sergilenen oyunun yazarıdır. Tek oyuncusu Nina olan bu oyunun monolog şeklinde ve yoğun bir simgesel dille kaleme alınmış olması, bize onun sanat anlayışı konusunda da bilgi verir. Ancak bu anlayış için henüz toplum hazır değildir. Oyunun sergilenmesi esnasında yapılan yorumlar, küçümsemeler en sonunda onda bir patlama yaratır ve öfkeyle oyunu yarıda keserek sahneden ayrılır.

Treplev için takıntılı bir şekilde sevdiği ve hayran olduğu annesine kendini kanıtlama ve yazarlık daha çok önem arz etmektedir. Dolayısıyla annesinin olumsuz yaklaşımları da bu aşırı tepkiye neden olmuş olabilir.

Çünkü Treplev’in problemlerinin başında annesi Arkadina’nın onayını alamaması da gelmektedir. Ünlü bir aktris olan Arkadina’nın, daha klasik oyunları tercih ettiği için treplev’in sembolist üslubu beğenmemesi, oğlunu mutsuz etmektedir. Belki de yazar entelektüel derinliği olan, yaratıcı insanların kaçınılmaz yalnızlığını ya da verili olana başkaldırışını bu oyun kişisi üzerinden vermeye de çalışmış olabilir:

TREPLEV - (Alaycı.) Gerçek yetenekler! (Öfkeyle.) Sizin topunuzdan çok daha yetenekliyim ben, madem öyle! (Başındaki sargıyı çekip çıkarır.) Siz, tutucular, sanat alanında su başlarını tutmuşsunuz bir kere, kendi dışmız-dakilere yaşama hakkı tanımıyorsunuz. Sadece kendi yaptıklarınızı kurala uygun ve gerçek sayıyorsunuz! Sanatçı saymıyorum sizi! Ne seni, ne de onu!

Her ne kadar birbirlerine çok düşkün olsalar da Treplev ile Arkadina arasında yaşanan bir tartışma birbirlerinin hem sanat anlayışları, hem de karakterleri hakkında ağır çıkarımlar yapmamıza yardımcı olur. Annesinin gözünde asla “yeterli” bir varlık olamayacağını düşünen Treplev, bu tartışmanın sonunda acizlik içinde ağlar. Bu yetersizliğinin kaynağında çocukluk anılarından kalan izler olduğunu da yine onun ağzından okuruz:

TREPLEV: …Kimi zaman ünlü kişilerle tepeleme dolu olurdu evimiz; aktörler, aktrisler, yazarlar... Aralarında hiçbir değeri bulunmayan bir ben olurdum sadece, sırf onun oğlu olduğum için varlığına katlanılan... Dayı, insanı bundan daha çok ezen, bundan daha aptalca bir durum olabilir mi?.. Kimim ben? Neyim?

Arkadina: Treplev’in aktris annesi, Trigorin’in sevgilisi ayrıca oyun mekanı olan çiftliğin sahibi Sorin’nin de kardeşi. Trigorin’le birlikte eski sanat anlayışını ve eski kuşağı temsil etmektedir. Geçmişteki parıltılı yaşamına dair zaman zaman yaptığı göndermelerle de bu durum desteklenir.

Oyunun birinci bölümünde Treplev’in oyununun sergilenmesi esnasında alay yollu tepkiler sergiler, ortaya koyduğu bu tepkiler sanata bakışının özeti gibidir. Ayrıca burada Treplev ile arkadina arasında normal bir anne oğul ilişkisinden öte bir çekişme olduğu açıkça görülür.

Treplev’in oyunu hakkında Arkadina'nın -"Dekadanca[4] bir şey bu!" ifadesi hem Treplev'i anlayamadığını hem de anne-oğul arasında derin bir kopukluk olduğunu göstermektedir. Aynı sahnede Trigorin: (Nina’ya) “Hiçbir şey anlamadım. Ama yine de zevkle izledim. Öyle içten oynuyordunuz ki. Dekor da çok güzeldi. (Sessizlik...) Bu gölde balık bol olsa gerek." şeklinde bir yaklaşım ifade etmiştir. Dikkat edilirse, yazar dışında her şey olumlanmış olsa da yazara dair tek bir olumlu ifade yok!

Sanatsal varoluşunu Trigorin’le kurduğu ve sürekli magazin malzemesi olan ilişkisine bağlamıştır desek abartılı olmaz. Trigorin’in ondan ayrılma isteğini açıklarken bile ortaya koyduğu tepkideki ölçülülük aslında bunun bir göstergesidir. Bu anlamda Arkadina da bu ilişkiye pragmatik olarak bakmaktadır. Başka bir söyleyişle, batan gemide can havliyle Trigorin’e tutunarak hayatta kalmaya çalışmaktadır.

KAYNAKÇA

     1.     Anton Pavloviç Çehov, Büyük Oyunlar, çev. Ataol Behramoğlu, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2016

     2.     Elif Tüfekçi, Anton Çehov’un Martı Oyununda Yapısalcı Yöntem Açısından Bir Gösterge Olarak “Tekrarlar”

     3. Mimesis Dergi, (http://mimesis-dergi.org/), Birgül Yeşiloğlu Güler, “Bir ‘Martı’ Kanadından Çehov’a Uzanmak”, Mart 2014

    4.     Burç Güray Dinçol, “Anton Çehov’un ‘Martı’ oyununda karakter çözümlemesi”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2009

    5.     Dr. Tüten ÖZKAYA, Rus Edebiyatı Üzerine Yazılar, San Matbaası, Ankara, 1977

     6.     Ataol Behramoğlu, Rus Edebiyatının Öğrettiği, Evrensel Basım Yayın, 1. Basım, İstanbul, 2008




[1] Dr. Tüten ÖZKAYA, Rus Edebiyatı Üzerine Yazılar, San Matbaası, Ankara, 1977, s. 164
[2] A.g.e. s. 183
[3] Rus Edebiyatının Öğrettiği, Ataol Behramoğlu, Evrensel Basım Yayın, 1. Basım, İstanbul, 2008, s. 128
[4] Dekadanlık- Dekadizm: 19. yüzyılda Fransa’da ortaya çıkan sembolist akım ve bu akıma bağlı sanatçıları ifade eden bir sözdür.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkürler

NAZIM HİKMET'İN KAYIP ŞİİRLERİ 2: "UNUTULAN"

Nazım Hikmet'in kayıp ikinci şiiridir "Unutulan" ... Aslında eski baskı kitaplarında bulunan; ancak son yıllarda yapılan bası...