29 Nisan 2017 Cumartesi

AZİZ NESİN TİYATROSU VE "ÇİÇU" OYUNU ANALİZİ

Türk tiyatrosunun Tanzimat’tan sonra belki de en parlak dönemi 1960 yılından sonraki siyasal koşullarda yaşanır. Şehir tiyatroları çoğalmış, Devlet Tiyatrosu başka illerde de yeni tiyatrolar açmıştır. Ancak siyasi-sosyal baskılar her dönemde tiyatronun karşısına çıkmayı sürdürmüştür. Gelişmelerin yaşanmasına rağmen aynı yıllarda tiyatro oyunları çeşitli bahanelerle yasaklanmış, hatta daha da fiili biçimlerde tiyatro salonları basılmış, oyunculara saldırılmıştır.


Günümüz tiyatrosunun durumu başka bir yazının konusu olmakla birlikte, tiyatroya dair son yıllarda benzer sorunlar yaşadığımızı,  siyasilerin “muhafazakâr bir sanat yaratılması gerektiği” gibi söylemleri geldiğimiz noktayı özetlemektedir. “Ahlak” tartışmalarına sahne olan çeşitli oyunların hedef gösterildiği bir dönemden geçiyoruz. Yine çeşitli oyunların gösterimden kalkması, metinlerin sansürlenmesi, Şehir ve Devlet Tiyatrolarının özelleştirilmesi ve bu kurumlardaki sanatçıların proje kapsamında ve performansa göre ücretlendirilecek olması gündemdeki sıcaklığını korumaktadır. Şehir Tiyatroları Yönetmeliği’ne, daha önce olmayan “etik” sözcüğü de eklenerek iktidarın sanatın, özelde tiyatronun, üstüne belirsiz ve keyfi çöküşü iyice belirgin hale gelmiş oldu.

Gericiliğin Hedefinde Bir Yazar
Kimilerine göre, her ne kadar gülmece öyküleri yazsa da ciddi, sert hatları belirgin yüzlü bu insanın iç dünyasındaki çelişkiler, sorular, korkular vb. eserleriyle bir tezatlık oluşturur. En azından gülmece öyküleriyle…

Aziz Nesin, elinden kalemi kâğıdı düşürmeyen yazarlardandı. Belki de her yazar için olmazsa olmazdır bu durum. O, ömrü boyunca yaşadıklarını, hissettiklerini, farklı duygu durumlarını ve karşılaştığı sıra dışı durumları not etmeyi alışkanlık haline getirmiş bir yazardı. Çünkü bunları henüz yazmadığı; ama günün birinde yazabileceği oyunların, hikâyelerin, şiirlerin esinleyici nüveleri olarak algılamıştır. Ciltler dolusu kitap nasıl yazılabilirdi yoksa…[1]
Aziz Nesin’in sanat serüveni hep çalkantılarla doludur. Siyasi baskılar karşısında doğruyu söylemekten asla çekinmemiştir. Kimileri bu tavırlarını cesaretine ve korkusuzluğuna yorsa da onun anlayışı farklıdır aslında. Korktuğunu, kimi zaman büyük kaygılar duyduğunu söylemekten çekinmeyen bir cesarettir onunkisi; ama bunu yanlışlara, aptallıklara tahammülsüzlük ve insanlara faydalı bir etkinlik olarak algılamak daha yerinde olacaktır. İnsanlara faydalı olma kaygısı korkuyu yenmiştir onda. Kaldı ki bildiğimiz manada korkmuyor değildir; ama yanlışa yanlış demekten çekinmeyecek kadar da cesur olduğunu, aydın kimliğinin gereğince davrandığını vurgulamak gerekir. Bunu sadece davranış ve duyarlılıklarında değil sanat anlayışında da görürüz.

Çiçu: Bir Oyunun Anatomisi
Nesin’in kimi oyunlarında soyutlamalara başvurmuştur. İşte bu oyunlarının dikkat çekenlerinin başında Çiçu[2] adlı oyun gelir. Nesin bu oyunu 1951 yılında Üsküdar Paşakapısı hapishanesindeyken tasarlamış, notlarını almış ama hapishanede bile yoğun olduğundan oyunu yazmaya fırsat bulamamıştır. Bu gibi sebeplerle Çiçu, sürekli badireler yaşayan bir oyun olur. Yazar bu oyunu yazma işini Ulvi Uraz’ın[3] kendisinden tek kişilik bir oyun istemesi üzerine erkene alır. Hatta bazı önemli işlerini bile erteler bu yüzden; ama Ulvi Uraz oyunu sergilemez. Oynanmasa da oyun 1963 yılında yazılmış olur. Ardından 1967’de Kenter Tiyatrosu’nun program dergisinde gösteriminin yapılacağı söylense de sahneye konulmaz. Çiçu da diğer oyunların başına gelen talihsizliklerle boğuşur kısacası. En sonunda Nesin, 1969 yılında oyunu kitap olarak yayınlar.[4] Oyun başarılı bulunmuş ki Türk Dil Kurumu 1970 Tiyatro Ödülü’nü alır. [5]

Nesin, Çiçu gibi (Bir Şey Yap, Met, Biraz Gelir misiniz, Tut Elimden Rovni vb.) oyunlarına özel anlamlar ve işlevler biçer. “Bunlar benim yazarlık ölçüm içinde kendi oyun yazarlığımın büyük senfonileri ölçüsündedir”[6]der.  Ama çeşitli kusurları vardır bu oyunun! Mesela “mesaj verme kaygısı” kendini belirgin bir şekilde hissettirir oyun boyunca. Bu anlamda özellikle oyunun sonuna doğru kimi tekrarlara düştüğünü söyleyebiliriz. Yalnızlık durumunun betimlendiği, vurgulandığı yerlerde de bu tekrarlar karşımıza çıkar. Böyle bir oyun, kendisinin de deyimiyle, daha etkili bir son ile bitirilebilecekken, bu etkiyi yaratamadığını düşünür. Bu yüzden oyunun sonraki baskılarında kimi düzeltmelere gitmeyi ya da kurgu üzerinde yeni ekleme-çıkarmalar yapmayı planlar.[7]

Çiçu’nun ilk gösterimi Kenter Tiyatrosu’nda gerçekleştirilir. Ama oyun beklenen etkiyi yaratmaz. Bizim toplumumuzca çoklukla bilinen ve tercih edilen bir oyun kurgusundan uzaktır. Bu da hem okuyucuyu hem de izleyiciyi zorlayan / sıkan bir özelliktir. Hikâyesinin olmaması oyunun tutulmasının önündeki en büyük engel gibi görünür. Nesin’e göre Türkiye’deki tiyatro izleyicisi henüz buna hazır değildir. Kaldı ki oyun kısa zaman içinde gösterimden kaldırılır. Ama sadece tiyatro seyircisi değil, eleştirmenler de çoğunlukla görmezden gelmiştir çabalarını.“Nesin’in bazı oyunlarının dramaturgik (dramaturjik, bn.) sorunları olsa da özellikle iddialı olduğu soyutlamaya dayalı oyunları, yeterince değerlendirilememiştir...”[8]

Çiçu, düşüncesini kapalı olarak sunan, kesintisiz bir dramatik yapıya dayanır... Belki de çağdaş tiyatromuza yeni soluk kazandıracak damar buradan ilerleyecektir. Aziz Nesin, aynı biçimde yazdığı oyunlar ve özelde Çiçu ile birlikte ulusal olandan evrensele ulaşmayı amaçlar. Bu ayırımı görmek için seçtiği temaya ve bu temayı ele alış biçimine, nihayetinde oyundan çıkarılacak yargıya bakmak yeterli olacaktır. Bu oyun aslında tek karakterli bir oyun gibi görünse de oyundaki çeşitli nesnelere, canlı özellikleri varmış gibi yaklaşılır. Yine de oyundaki kahramanın konuşmaları bir diyalogdan çok monologu andırır.

Çiçu oyununun tek karakteri olan “Adam” tüm insan dünyasından kendini soyutlamış, kendi yarattığı dünyada kendi canlandırdığı varlıklarla yaşamını sürdürmektedir. Çiçu, plastikten yapılmış bir mankendir; onun dışında, bir çalar saat (Nirey), oyun boyunca görülmeyen, sadece sesi duyulan bir kedi (Lami) ve köpek (Piki), bir kaplumbağa (Beyti), kafeste bir kuş (Yumuş), akvaryumdaki balıklar (Dudul), saksıdaki bitki (Risami), Biblolar (Cest, Vuvu). Burada sıralanan eşyalar birer aksesuar değil, oyun kişileri olarak değerlendirilirler.
Oyun tek bir mekânda geçer, bu Adam’ın yaşadığı apartman dairesidir. Bir apartman dairesinin seçilmesi rastlantı olmasa gerek. Yığınla insanın yaşadığı, ama kimsenin kimseye selam dahi vermediği, yabancılaşmanın, duyarsızlığın had safhada olduğu mekânlardır apartmanlar. Belki de yazar kendi mekansal izdüşümünü de oyuna aksettirmiştir.

Oyunun başındaki notlarda ışığın yansıtılma açısının giderek yere doğru yaklaştırıldığı ifade edilir. İnsanın aşama aşama yalnızlığa saplanmasını çağrıştırsın diye yapılan bu uygulama ile ışık, yalnızlık girdabına kapılan birinin adım adım boğulmasını gösterecek bir biçimsellikte yansıtılır. Ki ışık kaynakları birinci tablodan son tabloya kadar, gittikçe yukarıdan aşağı kaydırılır, en son bölümde ise ışıklar döşeme düzeyinden verilir.

Daha oyunun başından Çiçu’ya seslenen Adam, zifiri bir sessizlikle karşılaşır. Adam’ın Çiçu’ya her seslenme cümlesinden sonra “Susma” sözcüğünü tekrar etmesi derin sessizliği çağrıştıran vurgu gibidir. Oyunda, dekordan, aksesuarlara kadar her şey bu yalnızlığı elle tutulur hale getirmek üzere işe koşulur.

Büyük Çaresizliğimiz: Yalnızlık…
Aziz Nesin Çiçu’da bireysel bir sorun olan “yalnızlık” temasını ele alır. Toplumsal konulara böylesine duyarlı bir yazarın, hem de neredeyse tüm yapıtlarında toplumsallıktan sapmayan bir yazarın böylesine bireysel bir konuyu ele alması şaşırtıcı gibi görünebilir; ama bu noktada da sanatçı kendi dünya görüşüne uygun bir formda konuyu ele almaktan ve toplumcu dünya görüşünü destekleyen mesajlar vermekten geri durmaz. “İnsanın iç dünyasına ilişkin sorunları işlerken de kendi dünya görüşüne bağlanabilecek olan bakış açısını korumakta, soruna bu açıdan yaklaşmaktadır.”[9]

Yalnızlık bile ele alınırken bu ruh durumu, sınıfsal bir bağlamda ele alınır. Yani bu yalnızlık hali bir emekçi ya da burjuva yalnızlığı değil; bir küçük burjuva yalnızlığıdır: “İnan bana Çiçu, hayatımda senden başka, ne kadın, ne sevgili, ne arkadaş, ne dost var; her şeyim sensin benim…”[10] Adam’ın monologlarından (Çiçu’ya anlattıklarından) terk edilmiş, ihanete uğramış, hayal kırıklığı yaşamış bir kişinin dramını okuruz: “Onların hepsi de beni yalnız, yapayalnız bıraktılar, beni senin cansız kollarına attılar Çiçu…”[11] Aslında “onlar” sözcüğünden de anlaşılacağı üzere bireysel bir dram yoktur karşımızda. Bir toplumsal yalnızlaşmadır yaşanan. “Adam” da bir kişi, sevgili ya da dosta değil, bütün olarak topluma kapatmıştır kendini. Burada kendine bir yaşam kurarak, insanlardan sakınarak yaşamını sürdürmektedir.

Karakter bir deli değildir. Yaşadığı gerçekliğin, yalnızlığın, farkındadır. Etrafında canlıymış gibi davrandığı nesnelerin ya da kişilik kazandırdığı hayvanların gerçek olmadığının farkındadır: “Sen öbürlerine benzemezsin, hiç, hiç benzemezsin. Sen onlar gibi beni itmezsin, beni kendimden atmazsın, anlayışsızlık nedir bilmezsin, kıskanmazsın, kavga etmezsin, ihanet edemezsin… (Gözleri yaşarır) Canın yok senin, ruhun yok, dilin yok…”[12] İnsan gerçekliğe gözünü kapatarak yaşayabilir mi? Belki. Ama toplumda karşılaşabileceği tehlikelerden, sorumluluklardan uzak yaşamanın rahatlığı ağır basmaktadır. Bu tam anlamıyla bir rahatlık değildir yine de! Çünkü yaşamın basıncını zaman zaman duymakta, sessizliğin içinde krizler yaşamaktadır. Yine de kendi durumuna bir dayanak oluşturmaya çalışmaktadır. Bunun için yan komşu evdeki çiftlerin kavgalarını dinler zaman zaman. Bunu bir alışkanlık haline getirmiştir. Hatta öyle ki bu kavgaları kayıt altına alarak yalnızlık krizleri ortaya çıktığında bu kayıtları bir teselli olarak kullanır: “Komşu Erkek: - (Karısına) Yalnızlıktan patlıyorum, senin yanında daha çok yalnızım.”[13] Bu tartışmaları dinledikçe kendi yalnızlığı daha da bir anlam kazanmaktadır. Çünkü yalnız olmadığını sanan insanlar da aslında berbat bir yalnızlık girdabının içinde boğulmaktadırlar.

Nesin bu oyununda da bir nevi kendini anlatır, kendi yalnızlığını. Sadece Çiçu’da da değil, Bir Şey Yap Met’te, Toros Canavarı’nda, Tut Elimden Rovni’de, Bir Küçümencik Kişi’de hep kendini anlatmıştır.[14] Dolayısıyla böyle olması Adam’ın mutlu olduğu anlamına gelmez. Çünkü öyle anlar olur ki, insan kavga edecek birine bile ihtiyaç duyar. “Adam” da zaman zaman bu ruh haline bürünür: “İnsanın hiç olmazsa kavga edecek bir kimsesi olmalı…”[15] Çünkü kavga etmek bile yaşamaktır, soluk almaktır, insanın yaşadığına delalettir. Aksi, diri diri sessizliğin mezarına gömülmektir. “Susma” diye inler bu anlarda… Bir sese, bit çıtırtıya dahi ihtiyaç duyar. Çünkü kanıksadığı sessizliği yırtarak, yaşadığını duyumsamak istemektedir gürültüyle: “Konuşsana Çiçu! Sen de bir şey söyle… Aç ağzını ne olur…(Susma)… Ses istiyorum, Ses…”[16]

“O, (Çiçu’ki Adam) dayanıksız, hiçbir dayanışması olmayan, örgütsüz, bu yüzden de yalnız kalmış, bencil ve bireycidir.”[17] Her bir okurun burada kendisini bulmasını hedefler, kuşkusuz buradaki yalnızlık durumu davranışsal olarak ulusal bir karakter de taşır. Her birimizi bu yalnızlığın gergefinde duyumsatarak çıkarımlar yapmamızı hedefler. Ulusal olduğu kadar çağımızın hastalıklarından biri olan yalnızlığı ele alması, bunu ele alış biçimi ve vardığı sonuçlar itibariyle oyun, evrensel bir niteliğe bürünür.

Yanızlıktan Nasıl Kurtuluruz?
Çiçu’da resmedilen karakter yalnızlığın simgesi gibidir. O ve onu çevreleyen her şey bu yalnızlığı cisimleştirip somutlaştırmak üzere konumlandırılır. Buradaki yalnızlık durumu öyle yalın bir biçimde sunulur ki bu yalnızlık toplumsal çıkışsızlığımızın, yalnızlığımızın aynasına dönüşür.

Adam yalnızlığından kurtulmak için, bu yaşamdan sıyrılmak için çareler üretir. Kurduğu bu dünya onu mutlu etmeye yetmez. Ama toplumsal bir aidiyet de hissetmez. Yaşanılan tam bir çıkışsızlıktır. İlk çıkış denemesi bir mektupla oluşturulur. Adam ikinci bölümde mektuplaştığı bir kadınla bu evden, bu yalnızlıktan sıyrılacağını düşünerek evlenir. Ama çözüm başkalarıyla bir araya gelmek değil, yaklaşımlarımızı değiştirmektir. Kaldı ki üçüncü bölümde (üç yıl sonra) adam aynı biçimde, hatta eskisinden de yalnızlaşmış olarak eski dairesine geri döner.
Nesin tüm bu çıkışsızlıkları yaşayan çağımız insanına buradan kurtuluşun yol ve yöntemlerini alt metin aracılığıyla sunmak ister. Burada da örtük mesajlar devreye girer.

Mesela odadaki radyodaki kimi konuşmaları bu amaçla yazdığı düşünülebilir: “Radyodaki Konuşma: - …….cilerim, gerçekten insanın en büyük bencilliği, kendi dertlerini taşımaları için dostlarını yükçü olarak kullanmak isteyişidir. Bencil insanlar, durmadan yalnızlıklarından yakındıkları, yakınlarının kendilerini anlamadıklarını söyledikleri halde, kendileri hiç de başkalarının yalnızlıklarını bölüşmek istemez…”[18] Oyunun da esas mesajı budur aslında! İnsanın yalnızlığını başkalarına yükleyerek değil başkalarının yalnızlıklarını, acılarını, dertlerini paylaşarak bu yalnızlık hissinden kurtulabileceğini anlatır. Bu yüzden de birinci bölümde umursamadığı bu telefon konuşmasını ikinci bölümde dikkate alır ve kadının yalnızlığını paylaşır. Telefondaki kadına söyledikleri bir nevi çözüm reçetesi gibidir. Tam da bu noktada da asıl çözüme ulaşmış olur.

Birinci bölümde verilen bu telefon konuşmasında bir zorlama hissedilir. Mesaj verme kaygısının ağır basması ilk bölümdeki bu seslendirmeden sonra, aynı mesaj telefondaki bir kadın sesiyle de verilmeye çalışılır. Ama bu kadın da aynı biçimde yalnızlığını başkalarına yükleyerek kendi yalnızlığının ağırlığından kurtulmak istemektedir. Özellikle günümüzde sosyal medya araçlarının gelişmesiyle birlikte ortaya çıkan yeni iletişim biçimleri var. Hiç tanımadığımız, yüzünü bile görmediğimiz insanlarla toplumsal yalnızlığımızı aşmaya çalışıyoruz. Ama bu teknolojik araçlar da bizi yalnızlığımızdan kurtarmaya yetmiyor.

“Ben sevmeden yaşayamazdım ki Çiçu, sevmeden geçenler, yaşanmamış günlerim…” diyen bir oyun karakterinin neden lastikten şişme bir kadına sığındığı, cansız bir mankenle yaşamındaki boşlukları doldurmaya çalıştığını biraz daha deştiğimizde aslında ortaya toplumdan ve sorumluktan kaçış gerekçesi çıkıyor. Nesin Karakter aracılığıyla okuyucuya/izleyiciye içine düştüğü boşlukları aşmanın olanaklarına da işaret eder. Bu yol her ne kadar keskin hatlarıyla belirginleştirilmese de sorumluluk almayı, sorunları göğüslemeyi gerektirir. Bunu yaparken de karşımızdakileri yok sayan bencilliklerimizden kurtulmayı başa yazar.
  




[1] Aziz Nesin’in yazarlık serüveni anlamak isteyenler için “Mum Hala” adlı yapıt oldukça yol gösterici olabilir. Bkz: Aziz Nesin, Mum Hala I-II, Nesin yayınevi, 2010.
[2] Aziz Nesin, Çiçu, Nesin Yayınevi, 2007
[3] Ulvi Uraz, (1921 – 1974) tiyatro ve sinema oyuncusu, yönetmen.
[4] Aziz Nesin, Mum Hala-I, s.248-249
[5] Cumhuriyet, 6 Temmuz 2012
[6] Aziz Nesin, Mum Hala, C.1, s.260
[7] a.g.e, s. 255
[8] Tartışılması Gereken Azizlikler, Erbil Göktaş, Yeni Tiyatro Dergisi, Sayı:20, 22 Temmuz 2010
[9] Atillâ Özkırımlı, Çiçu [Aziz Nesin], Şubat 1971, C: XXIII, S: 233, s. 412, Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi
[10] Aziz Nesin, Bütün Oyunları 2, s. 126
[11] a.g.e, s. 126
[12] Aziz Nesin, Bütün Oyunları 2, s. 127
[13] a.g.e., s. 129
[14] Aziz Nesin, Mum Hala, C.1, s. 222
[15] Aziz Nesin, Bütün Oyunları 2, s. 130
[16] a.g.e., s. 133-134
[17] Aziz Nesin, Sanat Yazıları s.  188
[18] Aziz Nesin, Bütün Oyunları 2, s.136
[19] Oyundaki bütün bu nesneler, adeta canlıymış gibi değerlendirilecek, Adam, bunlarla adeta birer canlı gibi konuşacaktır.
[20] Aziz nesin bu oyununda “sahne” kavramı yerine tablo kavramını kullanmıştır. Ben de rejide aynı kavramı kullanmayı tercih ettim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkürler

NAZIM HİKMET'İN KAYIP ŞİİRLERİ 2: "UNUTULAN"

Nazım Hikmet'in kayıp ikinci şiiridir "Unutulan" ... Aslında eski baskı kitaplarında bulunan; ancak son yıllarda yapılan bası...