![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMCa7vf2_H_Jz32ZjCBcFvrbKpIzqw45A3EaJLZaWUAyUqyhE5EnZXGP5XWY_TQ5bINwxyEG_-bmcDVCobfRUV_eXgglrcZ_BLd07PF-cYrRfSBitRFxnR4iCarPncqS3mc7IQkP3DwNBm/s640/b2ace-13.jpg)
Sanat, en basit ifadeyle ortaya koyma, yaratma demektir. Duygu, düşünce ve güzelliğin anlatımında kullanılan yöntemlerin tamamı “sanat” olarak ifade edilir. Bu ifade edişte estetik bir boyutun ve “erek”in öne çıkması sanatı ayırt eden en önemli özelliktir. İnsan bu yaratım sürecinde herhangi bir canlıdan farklı olarak “hayal gücü”nü devreye sokar.
Sanat, bir toplumsal varoluş şekli olarak kabul edilebilir. Bu varoluşu belirleyen başat öğe insanın sınıfsal konumu ve düşünüş şeklidir. Sanat, özü gereği muhaliftir. Gerçek bir sanatçı, işte tam da bu yüzden iktidarın emrinde ve ekseninde olamaz. Sınıflı toplumlarda, çok katmanlı sanatsal yaklaşımlarla karşı karşıya geliyoruz. Genel olarak nitelikli sanat ürünlerinin ve sanatçıların “muhalif” olduğunu söylemek pek de gerçek dışı olmaz. Ama yine de egemen sınıf, üretim araçlarını ellerinde bulundurduğu gibi sanatsal yaratımı da belirler. Burada tam bir hâkimiyetten söz edilemez kuşkusuz; ancak baskın olan sanat anlayışı yine burjuva sanat anlayışıdır. Bu sanat anlayışının karşısına ezilenlerin, işçi ve emekçilerin sanatının çıkabilmesi, sınıf mücadelesinin gelişim düzeyine bağlıdır.