ÇATIŞMA
Kelime anlamı itibarıyla çatışma, aynı
anda ortaya çıkan birbirine karşıt ya da eşit derecede çekici dilek ve
isteklerin bireyde yarattığı ruhsal durumdur. Türkçe Sözlük’te bu kavram; “olay dizisinin gelişmesinde basamakları
ortaya çıkaran kişiler arasındaki iç ve dış çatışmalar” ya da “bir oyun kişisinin kendi içindeki bunalımı”
olarak açıklanır.
Sanatta, özellikle dram sanatında çatışma, “belli bir uyuma duyulan özlem” olarak tanımlanabilir.
“Genelde sanatta özelde dram sanatında çatışma, belli bir uyuma duyulan özlemdir. Bu özlem, anlatma biçimleri farklılaşan dramatik çatışmayı çağlar boyunca etkilemiştir.”[1]
Bu özlem, çağlar boyunca dramatik çatışmanın biçimlerini ve anlatım yollarını etkilemiştir. Başka bir deyişle çatışma, bir metnin yazılmasında itici güç olan, çözümü kuşkulu ya da imkânsız görünen problem olarak düşünülebilir.
Oyun metninde bu problem kimi zaman daralarak, kimi zaman da genişleyerek karşımıza çıkar. Böylece izleyicinin/okuyucunun ilgisi canlı kalır, öykü sürükleyicilik kazanır.“Çatışma seyirciyi oyuna bağladığı gibi ona etkileyicilik ve inandırıcılık da katan bir unsurdur. Hareketi gerçekleştirdiği gibi oyuna anlam verir. Onun sayesinde sahnede en olmadık şeylere bile inanabiliriz.”[2]
- İnsanın insanla çatışması
- İnsanın doğayla çatışması
- İnsanın kendisiyle çatışması (iç çatışma)
- İnsanın toplumsal çevreyle çatışması
Çatışma çoğu kez oyunun girişinde izleyiciye tanıtılır. Bu hem merakı uyandırır hem de dramatik süreci harekete geçirir. Ancak çatışma denildiğinde mutlaka şiddet ya da fiziksel aksiyon düşünülmemelidir. Somut biçimde görülmese de çatışma, karakterin iç dünyasında ya da ilişkilerinde hissedilir. Onu ayırt edici kılan en önemli özelliği ise kahramanı dönüştürmesidir. Çatışma sonucunda kahraman, artık başlangıçtaki kişi değildir; değişmiş, dönüşmüş, kimi zaman da yıkılmıştır.
Nitekim, “Kahramanın eylemini yalnızca yerine getirişini değil, o eylemi
isteyişini de görmeliyiz. Onun düşünceleri, yaptıklarından çok daha önemlidir;
hele bu düşüncelerin kaynakları ve eylemlerin sonuçları daha da büyük önem
taşır.”[3]
Sophokles: Antigone
Antigone’un kardeşleri taht kavgası sonucu ölür. Kreon, yurdunu savunan Eteokles’in kahramanca gömülmesini emrederken, ihanetle suçladığı Polyneikes’in gömülmesini yasaklar. Antigone ise kardeşine yapılan bu haksızlığa karşı çıkar. Burada temel çatışma, devlet otoritesi ile geleneksel değerler arasındadır; toplumsal boyutuyla güçlü bir dramatik gerilim yaratır.
Seneca: Medeia
Medeia, tutkuları uğruna kardeşini, hatta intikam için kendi çocuklarını öldürebilecek kadar gözü dönmüş bir karakterdir. Buradaki çatışma, bireysel hırslarla toplumsal değerler arasındaki gerilimi, yani derin bir iç çatışmayı gözler önüne serer. Medeia’nın amacı, Jason’a en büyük acıyı tattırmaktır ve tüm olaylar bu amaç etrafında şekillenir.
William Shakespeare: Hamlet
Hamlet’in, babasının öldürülmesinin ardından yaşadığı ikilemler oyunu sürükler. “Olmak ya da olmamak” tiradı, onun varoluşsal iç çatışmasını temsil eder. Diğer yandan annesi Gertrude ile evlenen amcası Claudius’tan intikam alma isteği, bireysel ve toplumsal sorumluluk arasında bir başka çatışmayı doğurur.
Eugéne Ionesco: Gergedanlar
Şehirde gergedanların ortaya çıkmasıyla birlikte halkın birer birer gergedana dönüşmesi, bireyin toplumsal baskı karşısındaki yalnızlığını anlatır. Berenger’in dönüşmemek için verdiği mücadele, birey ile toplumsal çevre arasındaki çatışmanın en özgün örneklerindendir.
Anton Çehov: Vanya Dayı
Bir yanda emeğiyle yaşayan, dürüst Vanya Dayı ve Sonya; diğer yanda asalak bir
hayat süren Profesör Serebryakov ve karısı Yelena. Çehov, bireyler arası bu
çatışmayı sınıfsal ve toplumsal bir gerilime dönüştürür.
Dram sanatında çatışma, zamanın ruhuna göre farklı biçimlerde
tezahür etse de, özü itibarıyla insanın kendisiyle, toplumla ve iktidarla
hesaplaşmasının sahneye yansımasıdır. Antigone’un direnişinden Medeia’nın
tutkularına, Hamlet’in varoluşsal sorgulamasından Ionesco’nun yabancılaşma
metaforuna, Çehov’un sınıfsal çözümlemelerine kadar çatışma, dramatik yapının
vazgeçilmez ekseni olmuştur. Bu nedenle çatışma, yalnızca bir dramatik teknik
değil, aynı zamanda insanlık durumunun sahneye aktarılmış halidir.
DORUK NOKTASI
Dramatik metinlerde doruk, yükselişin ve çözümün en keskin biçimde ortaya çıktığı andır. Bu an, sanatsal yaratıcılığın ve dehanın en belirginleştiği noktadır. Yazar, çatışmayı doruğa taşırken hem izleyicinin duygularını en üst düzeye çıkarır hem de olayları nihai bir eyleme yöneltir.
“Kahramanın şahsında böyle bir eylemin birdenbire ortaya çıkması ya da olağanüstü etkilerin kahramana yönelimi; bir büyük mücadelenin ilk önemli sonucu ya da ölümcül bir iç çatışmanın başlangıcı olarak, sonradan olacakların önceden olanlarla ayrılmaz bir biçimde bağlantılı olduğunu göstermelidir”[4]
Çatışma kadar vazgeçilmez olan doruk, çoğu kez oyunun sonunda belirir. Çatışmadan farklı olarak mutlaka eylemsel bir nitelik taşır.
Doruk Noktası Örnekleri
Seneca: Medeia
Jason’un çocuklarının öldürüleceğini anlayarak evine koşması ve Medeia’yı kucağında ölü çocuklarıyla görmesi, oyunun doruk noktasıdır. Bu sahne hem trajedinin hem de Medeia’nın gözü dönmüşlüğünün en çarpıcı ifadesidir.
William Shakespeare: Romeo ve Juliet
Romeo’nun, Juliet’in öldüğünü sanarak mezarında intihar etmesi doruk noktasını oluşturur. Bu an, trajedinin kaçınılmaz sonucunu hazırlar.
William Shakespeare: Hamlet
Hamlet’in, babasının katilini ortaya
çıkarmak için sahnelenen oyunu izlemesi ve Claudius’un suçunu itiraf edercesine
tepkiler vermesi, doruk anıdır. Çatışma artık geri dönülmez biçimde çözüm
sürecine girmiştir.
Dramatik metinlerde doruk noktası, olay
örgüsünün yalnızca en heyecanlı ve yoğun anı değil; aynı zamanda çatışmanın
kaçınılmaz biçimde çözüme yöneldiği dönemeçtir. Bu an, karakterlerin içsel ya
da dışsal mücadelesinin en çıplak haliyle ortaya çıktığı, seyircinin duygusal
olarak en yüksek gerilimi yaşadığı sahnedir. Çatışmadan farklı olarak doruk,
soyut bir gerilim değil, somut bir eylem olarak tezahür eder. Bu nedenle
dramatik yapının bütünlüğünü koruyan, eserin ritmini belirleyen ve nihai
mesajını güçlendiren asli öğelerden biridir.
Antik tragedyalardan modern oyunlara kadar
her dönemde doruk noktası, yalnızca bireysel bir karakterin değil, aynı zamanda
toplumsal ve insani değerlerin de sınandığı bir alan olarak öne çıkmıştır.
Medeia’nın çocuklarını öldürmesiyle görünür hale gelen bireysel intikamın
yıkıcılığı, Romeo’nun Juliet’in “ölümüne” inanarak yaptığı geri dönüşsüz tercih
ya da Hamlet’in sahnelediği oyun aracılığıyla gerçeği açığa çıkarması, bu
dorukların yalnızca dramatik yapıyı değil, izleyicinin hayat algısını da
sarsıcı biçimde etkilediğini gösterir.
Sonuç olarak, doruk noktası; çatışmanın
kaçınılmaz sonunu hazırlayan, seyircide kalıcı bir iz bırakan ve sanat eserini
ölümsüzleştiren zirvedir. Yazarın yaratıcılığı burada en yoğun biçimde
belirginleşir; izleyici bu anda hem estetik bir haz hem de varoluşsal bir
yüzleşme yaşar. Bu nedenle doruk, yalnızca bir olayın değil, aynı zamanda
tiyatronun ve dramatik sanatın özü olan insan gerçeğinin sahnedeki en saf
halidir.
[1] Duygu
Toksoy ÇEBER, Dramatik Yapıda Çatışma (http://dergipark.gov.tr)
[2] A.g.e.:
s.150
[3] Gennadiy Pospelov, Edebiyat Bilimi, Çev. Yılmaz Onay, Evrensel Basım Yayın, İstanbul, 2005, s. 228
[4] Tufan
KARABULUT, Dramatik Yapının Analizinde Freytag Tekniğinin Kullanımı, Tiyatro
Araştırmaları Dergisi, 39:2015/1.