19 Ekim 2021 Salı

WİLLİAM SHAKESPEARE'İN HAYATI VE MACBET OYUNUNU

WİLLİAM SHAKESPEARE'İN HAYATI

23 Nisan 1564 tarihinde Stratford Upon Avon Warwickshire'de doğmuştur. Yaşamına ilişkin kısıtlı bilgilerin çelişkilerle dolu olmasına rağmen kilise, belediye ve saray kayıtlarından çeşitli bilgiler elde edilmeye çalışılmıştır. Buna göre saygın ve maddi düzeyi yüksek bir aileden gelme olduğu anlaşılmıştır. StratfordUpon-A von'da öğrenimini tamamlamış, 1852'de bir toprak sahibinin kızı olan ve kendinden sekiz yaş büyük Anne Hathaway ile evlenmiştir. 1585'de Stratford'tan ayrılmıştır. Bu yılla, hakkındaki ilk atıfın göründüğü 1592 yılı arasında yaşamı ile ilgili hiç bir şey bilmiyoruz. 1613 yıllarında Stratford'a geri dönmüştür. 23 Nisan 1616 'da Stratford'ta ölen William Shakespeare yaşamı boyunca 37 oyun, 154 sone ve 2 uzun ve konulu şiir yazmıştır. Tüm oyunları 1623 yılında arkadaşları tarafından yayınlanmıştır. William Shakespeare, sadece İngiliz edebiyatının değil, dünya edebiyatının gelmiş geçmiş en önemli yazarlarından biri olarak kabul edilmektedir. Yazın konusunda bir deha olarak değerlendirilen Shakespeare, eserleriyle tiyatroya yön vermiş olsa da yaşamına ilişkin bilgiler kesin değildir. Ve hakkında pek fazla şey bilinmemektedir. Shakespeare’i ve onun edebiyatını incelemek bir uzmanlık alanıdır. Öyle ki İngiliz dili ve edebiyatı öğretiminde Shakespeare ayrı bir ders olarak okutulmaktadır.

29 Nisan 2021 Perşembe

ARTAUD VE GROTOWSKİ’NİN SANAT ANLAYIŞLARI ÜZERİNE

Artaud ile Grotowski’nin sanat anlayışlarını karşılaştırmadan önce bunların sanat anlayışlarına dair bir değerlendirme yapmaya ardında da sanat anlayışlarında kesişen noktaları belirlemeye çalışalım.

Fransız oyun yazarı ve şair Antonin Artaud avangart tiyatronun önde gelen kuramcılarından kabul edilmektedir. Andre Breton, R.Vitrac ve Louis Aragon’la birlikte sürrealizm hareketinin önemli temsilcilerindendir. 1927 yılında sürrealistlerle bağını kopararak bağımsız çalışmalarını sürdüren Artaud, 1932 ve 1933 yıllarında “Vahşet tiyatrosu” bildirilerini kaleme alır. Tiyatro görüşlerini ise “Tiyatro  ve İkiz” (Le théâtre et son double) adlı yapıtında anlatır.

Artaud’un tiyatro anlayışının temelinde “yasamla sanat arasındaki ayrımın ortadan kaldırılması” fikri yatar. Öyle ki  Artaud’ya göre tiyatro, bir oyun olmanın ötesinde oyuncu ve seyirci açısından hakiki bir yaşantı ve kendini keşfetmenin bir aracı olmalıdır. Böyle bir anlayışla inşa edilen tiyatroda seyirci de hayata içkin olanı bulmalı, bir bakımı kendini keşfetmeli, kendi iç yolculuğuna çıkabilmelidir. Buradan hareketle de Artaud, “tiyatronun toplumu değiştirme gücü”ne inanmış, sanatın işlevselliğini merkeze alan toplumcu (toplumu iyileştirici) yanını öne çıkarmıştır.

ERWİN PİSKATOR VE POLİTİK TİYATRO

Piscator’un “Politik Tiyatro” alanındaki çalışmaları aynı ismi taşıyan kitabında toplanmıştır. Bu yapıt da modern tiyatronun önemli çalışmaları arasında gösterilmektedir. Özellikle Alman faşizmin yükselişe geçtiği yıllarda gelişen yeni bir tiyatro anlayışının, epik tiyatronun gelişimi, döneme damga vuran ve bugüne de ışık tutan oyunları, bu oyunların hazırlık süreçleri, dekorları, kısacası dönemin tiyatro dünyasına açılan bir kapı niteliğinde görülebilir.

 Eserlerinde döneminin güncel politik olaylarını da sahneye yansıtan ve bunu gerçekleştirmek için modern teknolojinin tüm olanaklarından yararlanan Piscator, 1920’lerin sonlarında Aslan Asker Şvayk'la dikkatleri üzerine çeker. Ancak bu süreçte yalnız değildir. Epik tiyatronun kurucu ismi Brecht’ten;  Toller, Tucholsky, Mehring, Gropius ve George Grosz’a kadar önemli isimlerle çalışmış, birlikte projeler üretmiştir. Piscator, tiyatroya saydam projeksiyonu, film ve çizgi film kullanımı gibi yenilikleri getirerek teknolojiyi işe koşmuş bununla beraber de yeni ve ileri sahne mimarisi tekniği geliştirmiştir.

ANTİK YUNAN’DAN BERTOLT BRECHT’E İLLÜZYON KAVRAMI

Sahne, yönetmenin temel anlatım alanlarından biridir. Oyuncunun evrenini ortaya koyabilen bu alan yönetmenin tasarım algısıyla zengin anlatım olanakları sunar. Elbette sahne, salt metinsel boyutta değil, dış mekânda da var olabilen bir anlatım aracıdır. 

Tiyatro tarihi, sürekli değişen anlatım ve ifade biçimlerine uyarak, çağların ihtiyaçları çerçevesinde dinamik bir değişim göstermiştir. Tiyatro ve onun anlatım araçları, her toplumun düşünce ve yaşam biçimi, anlatım, ifade ve dil kalıpları, dini, siyasi ve toplumsal yapısından bağımsız ele alınamaz. Çağımızda da, ulusların sanatsal etkinlikleri dönemin düşünsel, siyasal ve toplumsal gelişmelerinden bağımsız açıklanamaz.

Tiyatronun Antik Roma döneminde, seyircinin duygularını harekete geçirmek için başlıca ve olmazsa olmaz şart, bu duyguların öncelikle oyuncu tarafından hissedilmesi gerekliliği düşüncesi egemendi. Bu dönemde yanılsama seyirci ile izleyici arasında tam bir duygu geçişine dayanıyordu. Bu yaklaşım Horatius’un, eğer bir oyuncu seyirciyi ağlatacaksa, öncelikle kendi de kederi hissetmelidir, düşüncesiyle özetlenebilir (Carlson, 2008:25).

VAHŞET TİYATROSU

Vahşet Tiyatrosu, ilk olarak Artaud tarafından ortaya atılan bir kavramdır. Artaud, bu kavramı "Tiyatro ve İkizi" adlı eserinde ayrıntılı biçimde açıklar.

Fransız oyun yazarı ve şair Antonin Artaud avangart tiyatronun önde gelen kuramcılarından kabul edilmektedir. Andre Breton, R.Vitrac ve Louis Aragon’la birlikte sürrealizm hareketinin önemli temsilcilerindendir. 1927 yılında sürrealistlerle bağını kopararak bağımsız çalışmalarını sürdüren Artaud, 1932 ve 1933 yıllarında “Vahşet tiyatrosu” bildirilerini kaleme alır. Tiyatro görüşlerini ise “Tiyatro  ve İkizi” (Le théâtre et son double) adlı yapıtında anlatır.

Artaud’un tiyatro anlayışının temelinde “Yaşamla sanat arasındaki ayrımın ortadan kaldırılması” fikri yatar. Öyle ki Artaud’ya göre tiyatro, bir oyun olmanın ötesinde oyuncu ve seyirci açısından hakiki bir yaşantı ve kendini keşfetmenin bir aracı olmalıdır. Böyle bir anlayışla inşa edilen tiyatroda seyirci de hayata içkin olanı bulmalı, bir bakımı kendini keşfetmeli, kendi iç yolculuğuna çıkabilmelidir. Buradan hareketle de Artaud, Tiyatronun toplumu değiştirme gücüne inanmış, sanatın işlevselliğini merkeze alan toplumcu (toplumu iyileştirici) yanını öne çıkarmıştır.

BERTOLT BRECHT VE DİYALEKTİK

Şiirden, tiyatro ve öykülere kadar Alman edebiyatının önemli ve üretken yazarlarından olan Bertolt Brecht, sanat anlayışını politik temeller üzerine inşa etmiştir. Kuşkusuz bu temel de Maksizm ve materyalist diyalektik yönteme dayanmaktaydı. 

Brecht bu bakış açısını sanat eserlerine de yansıtmış, fikri temellerini oluşturduğu sanat anlayışının pratiklerini de bu çerçeve de geliştirmiştir. Kaldı ki onun kuramsal ve pratik alt yapısını kurduğu epik tiyatronun olmazsa olmaz özelliği de politik bir tiyatro anlayışına dayanıyor olmasıdır.

SERVER TANİLLİ: DEVLET VE DEMOKRASİ YAPITI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER


Devlet ve Demokrasi 29 Kasım 2011’de hayatını kaybeden Prof. Dr. Server Tanilli’nin en önemli eserlerinden biri olarak kabul edilmektedir. 1987 yılında ilk basımı yapılan bu kitabın önsözünde yazarın dönem hakkındaki düşünceleri özetlenmiştir:“Türkiye, tarihinde pek az görüldüğü derin bir bunalım yaşıyor; iktisadi, sosyal ve siyasal bir bunalımdır bu. Özellikle 12 Eylül 1980’den beri toplumun en karanlık güçleri iktidardadır. Gericilik, hemen bütün köşe başlarını tutmuştur. Ülkemizde 200 yılı aşkın Aydınlanma hareketimizin, başta laikleşme olmak üzere tüm kazanımlarına reddiye çıkarılmış, toplumun ileriye dönük yürüyüşünün önüne ağır barikatlar kurulmuştur. Devletin uluslararası saygınlığı ise hemen yok gibidir.”[1]

Önsözden yapılan bu alıntı bugün okunduğunda bile bize tanıdık gelmekte, günümüzde de aynı sorunların belki katlanarak devam ettiğini göstermektedir.

Eserden yola çıkılarak hazırlanan bu çalışmada ilk olarak Tanilli’nin tarihi perspektifini ve anayasal değerlendirmeler yöntemini, ardından kitabın temelini oluşturan özellikle demokrasi kavramını ve ardından da Tanilli’nin Türkiye Anayasa tarihi ele alınacaktır.

İSPANYOL TİYATROSU VE LOPE DE VEGA

 
LOPE DE VEGA'NIN TİYATRO KURAMINA GETİRDİĞİ YENİLİKLER

DÖNEM İSPANYASI

Antik Yunan ve Roma, Rönesans’ı doğrudan etkilemiştir. Önce Roma kaynakları ardından da Yınan eserlerine dönüşle Rönesans’ın temelleri atılmıştır. Bu döneme kaynaklık eden ve günümüze ulaşabilen en önemli eserler Ars Poetica (Horatius) ve Poetika (Aristoteles)’dır. Kuşkusuz Platon’un sanata ve sanatçıya ilişkin görüşleri bu dönemde önemli ölçüde etkili olmuştur.

“Rönesans tiyatro düşünürleri Diomedes, Donatus gibi ortaçağ yazarlarının; Aristoteles, Theophrastus, Horatius, Cicero, Quintilian gibi Antikçağ düşünürlerinin görüşlerini açıklamakla ve savunmakla yetinmişlerdir. İngiliz, Fransız, İspanyol yazarlarının öncelikle İtalyan kuramcılarından etkilendikleri, onların aracılığı ile antik yazarları tanıdıkları görülür.”

İngiltere ve İspanya gibi, ekonomik olarak görece gelişkin ülkelerde canlı bir tiyatro ortamı oluşmuş, bu ülkelerdeki sanatçı ve kuramcılar, antik yazarlar dışında yerli yazarları da dikkate alarak çağdaş oyunlardan etkilenmişlerdir. Önceleri ilkel ve sıradan olmakla yaftalanan ulusal tiyatrolar giderek daha çok merkeze kaymış ve antik tiyatro eserleri ile karşılaştırılmıştır.

Ortaçağda Kilise, tiyatronun karşısında konumlanmıştır. Kilisenin ileri gelenleri, tiyatroyu kaba, bayağı, ayartıcı ve dengesiz olarak görmekteydiler. Bu yaklaşım XVII. yüzyıla kadar ağırlıklı olarak etkisini gösterir. Bu dönemde bir halk sanatı ve orta sınıfın malı olarak görülen tiyatro, İngiltere ve İspanya gibi ülkelerde, yönetici erk, tiyatro çalışmalarını kontrol altında tutabilmek adına kiliseden yana taraf tutmuşlardır (ŞENER, 2001: 77)

“Bu dönemde kilisenin tiyatroyla ilişkisi çok çelişkilidir. Tiyatro oyuncularını, dini bayramların kutlamalarında ve dini ayinlerde azizleri canlandırmaları için ödünç alan, tiyatroya Tirso de Molina, Calderón, Lope de Vega gibi en yetenekli yazarlarını sunan kilise, avlularını da tiyatro oyunlarına açarak ekonomik olarak büyür.”

Lope De Vega’nın yaşadığı çağ, İspanyol İmparatorluğu çağıdır (1492–1898). Bu dönem İspanyolların beş kıtada egemenlik alanları oluşturduğu, sömürgeci bir imparatorluk devrine tekabül eder. Hatta bu anlamda İspanya, dünyanın ilk sömürgeci devletlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla Vega’nın kaleme aldığı oyunlar imparatorluğun bu kendine has durumundan, İspanya’nın siyasi- sosyo-kültürel ve ekonomik koşullarından bağımsız olarak değerlendirilemez.

NEİL SİMON VE THE ODD COUPLE (AYKIRI İKİLİ)

      

Tam adı Marvin Neil Simon olan oyun yazarı, 1927 Amerika, Bronx’ta doğmuştur. Otuzdan fazla tiyatro oyunu ve yine onlarca TV senaryosu kaleme almıştır. Simon’un ilk oyunu 1961 yılında kaleme almış ve bu oyun aynı yıl sahnelenmiştir. Oyun o denli popüler olmuştur ki 678 kez sahnelenmiştir. Yine 1965'te kaleme aldığı ve bizim konumuz olan “The Odd Couple” oyunu ile Tony ödülünü kazanmıştır. 1991'de ise Lost in Yonkers oyunuyla Pulitzer drama ödülünü almaya hak kazanmıştır.

Oyunlarında sıradan insanların, gündelik sıkıntılarını anlatan Simon, ele aldığı konuları, derinlemesine, karmaşık ve evrensel boyutta sorgulayarak yansıtmaya özen göstermiştir.

Oyunlarında, ikili ilişkileri, evlilik yaşamındaki sorun ve çatışmaları, yaşlanma korkusu, sadakatsizlik, rekabet, hırs ve ergenlik problemleri gibi konuları anlatır. Karakterleri genellikle New Yorklu ve Yahudi’dir (kendisi gibi) 4 evlilik yapmış olan yazarın biri evlatlık olmak üzere üç çocuğu vardır. Ayrıca New York’ta kendi adına bir de tiyatro kurmuştur.

 

DİYALEKTİKTE ÖZGÜRLÜK VE ZORUNLULUK

Özgürlük ve zorunluluk, insan - doğa ilişkisini tarif etmede kullanabileceğimiz kavramlardır. Bu kavramların ilişkisini ele almadan önce özgürlük kavramı üzerinde durmak gerekiyor. En geniş anlamda özgürlük, bireyin (ya da toplumun), herhangi bir engelleme ya da kısıtlama olmaksızın düşünme, hareket etme; şartlara ya da dış etkenlere bağlı olmama durumu olarak açıklanmaktadır.[1] Peki, böyle bir özgürlük mümkün müdür? Yani şartlardan ya da dış etkenlerden yalıtık olmak mümkün müdür? İnsan, toplumsal ilişkiler içinde tarif edilen bir varlık olduğuna göre “şartlardan” ve “dış etkenlerden yalıtık” olma durumunun ne denli gerçeğe uygun olduğu tartışmalıdır..

GÖSTERGEBİLİM NEDİR?

Göstergebilim (semiotics, semiology), genel olarak göstergeleri ve gösterge dizgelerini inceleyen bir bilim alanıdır. Kuşkusuz bu tanım, göstergebilimin ele aldığı konu ekseninde yapılmış bir tanımdır. Bu anlamda göstergebilimi kullandığı metoda göre de açıklayabiliriz. Buna göre göstergebilim, dilbilimsel metotları nesnelere uygulayan, dil dışı şeyleri (oyunlar, jestler, yüz ifadeleri, ayinler, edebi eserler, müzik vb.) dille yansıtmayı ve dilsel olmayan bütün olguları da “dil”e dönüştürerek açıklamaya çalışan bir disiplindir.

Göstergebilim anlamı, anlam üretimini ve bu süreci inceleyen bir araştırma alanı olarak değerlendirilmektedir. Bu konuyu açıklamadan önce “anlam” kavramı üzerinde durmak gerekiyor. Anlam herhangi bir sembol, metin, logo, bir fotoğraf, bir bina veya bir reklam bildirisi olabilir. Kısaca insanın algılama alanında yer edebilecek her türlü şey “anlam” konusunun kapsamındadır.

KURTULUŞ KAYALI’NIN TÜRK DÜŞÜNCE DÜNYASINDA YOL İZLERİ ADLI YAPITI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

DTCF’de Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü eğitimim sırasında (1999-2004) tanıma şansı bulduğum ve iki ayrı dersini aldığım değerli bir hocam Kurtuluş Kayalı. Derslerinde daima sorgulatan, şaşırtan ve esprili bir anlatıma sahip olduğu için genel olarak derslerinden büyük keyif alırdık. Aynı zamanda ufuk açıcı ve sorgulatan yaklaşımlarıyla bakış açımızın gelişmesine de büyük katkıları olduğu inancımı daima korudum. Sorulara ve tartışmaya açık yaklaşımıyla, entelektüel derinliği ile DTCF’nin genel akademik ortamından farklı bir kişilik çizen Kayalı’nın aynı yıllarda Doğu Batı dergisinde yayınlanan yazılarını da takip ettim. Bu çalışmada ilk basımı 1994 yılında yayımlanan “Türk Düşünce Dünyasında Yol izleri” adlı yapıtı okumaları üzerine düşündürdüklerini özetlemeye çalışacağım.

28 Nisan 2021 Çarşamba

ZAMANIN ÖTESİNDE SHAKESPEARE

Shakespeare’i öncelikle şairlik yönüyle tanıyan bir okur olarak, oyunlarıyla oldukça geç tanıştığımı belirtmeliyim. Ama Shakespeare oyunlarında da aynı şairane dili kullanmıştır çoğunlukla. Oyunlarının dili kadar biçimsel özellikleri bakımından da şiirsel yapıya uygun olması belki okuma kolaylığı açısından bir avantaj gibi görülebilir; ancak anlaşılması noktasında da zorluklar yaratıyor. Bu sadece okur açısından değil, yazar açısından da bir sorun olarak belirmektedir.

Shakespeare’in yazdıklarında tiyatroyla şiirin eşsiz bir uyum içinde bütünleştiğini savunan Mina Urgan da bu özelliğin metinlerine bir sınırlılık getirdiğine işaret eder: “Shakespeare herhangi başka bir dile çevrilince, değerinin en azından yarısını yitirir. Çünkü tiyatro yazarı Shakespeare başka bir dile aktarılabilir, ama şair Shakespeare'i başka bir dilde verebilmek pek olası değildir.”[1]

Bu çalışmada Shakespeare'in dört oyunundaki dört farklı karaktere dair birtakım değerlendirmeler yapmaya çalışacağım. Shakespeare’in kalabalık oyun kadrolarıyla sayısız karakter yarattığı biliniyor. Bu oyun kişilerinin, tarihsel kişilikleri yansıtabildiği gibi yazarın kendi kişiliğinden de izler taşıdığı savunulmuştur. Ancak bu kadar oyun kişisinin, Shakespeare’in kişiliğini, felsefesini, duygu ve düşüncelerini yansıttığını savunmak bana pek gerçekçi gelmiyor açıkçası. Bu konuda Urgan’ın bu tezi destekleyen görüşünü oldukça yerinde buluyorum: “Ve onlar konuşurken, onları yaratan Shakespeare susar.”[2]

LORCA'NIN DUENDE KURAMI VE TÜRK EDEBİYATINDA DUENDENİN İZLERİ


DUENDE NEDİR?

Sanatta duende, içsel bir enerji ve bunun yapıta yansıması olarak ifade edilebilir. Lorca da konuya dair bildirisinde bunu şöyle ifade eder: “Demek ki duende bir arzudur eylem değil, bir mücadeledir düşünce değil.”[1]

Lorca’ya göre insanın içinde vardır ve bunu hareketlendirmek gerekir. Bir metotla ya da çalışmayla elde edilecek bir şeyden öte hisse dayalı bir kavram olarak karşımıza çıkıyor. Sahne üzerinde gösterilen performans açısından değerlendirdiğimizde kişinin iç dinamiklerinden çıkış alan “doğal bir yetenek” ya da içsel bir enerji olarak da yorumlanabilir.

20 Nisan 2021 Salı

GUERNİCA YANIYOR: BİR KATLİAMIN TABLOSU

İspanya iç savaşının simgesi haline gelen Pablo Picasso’nun Guernica’sı, İspanya’nın Bask bölgesinde küçük bir kasabanın adıdır.

İspanya’da iç savaşın tüm acımasızlığıyla hüküm sürdüğü yıllardır ve Bask bölgesi Franco faşizmine geçit vermez. Bask direnir, Guernica direnir ve faşizm kendisine teslim olmayan halkı katletmek için Hitler Almanya’sından imdat dilenir. Kasaba pazarının kurulduğu ve binlerce insanın toplandığı bir sabah aylarca sürecek hava saldırısını başlatırlar. Katliam aynı zamanda dünya tarihine ilk hava bombardımanı olarak geçer. Günlerce yanar Guernica.  Binlerce insanın ölümüne sebep olan katliamın bilançosu, küçük kasabanın nüfusunun yarısını öldürmüş ve yaralı olarak kayıtlara geçirmiştir.

14 Nisan 2021 Çarşamba

HALA UMUT VAR... ÖYLEYSE HAYIR!

NO! (HAYIR)! FİLMİ ÜZERİNE 

Yönetmeni Pablo Larraín olan “No” (Hayır) filmi Şili askeri darbe dönemini anlatan ve bir üçleme niteliğinde olan film serisinin devam filmlerinden sonuncusudur. Üçlemenin son filmi olan “No” dışında serinin ilk filmi “Tony Manero”(2008) adlı filmde Şili’de gerçekleşen darbenin en şiddetli ve kanlı zamanları konu edinilirken, bu serinin ikinci filmi olan “Post Mortem”de (2010) ise darbenin meydana geliş süreci, darbeyi hazırlayan gelişmeler konu edinilir. Serinin son filmi ve konumuz olan “No”da ise darbenin ezici havasının dağılmaya başladığı ve darbecilerin zorunlu bir neoliberal dönüşüme zorlandığı süreçte toplumda biriken öfke ve değişim arzusunun bir halk oylaması üzerinden dile getirilişi konu edilir. Biraz abartılı bir ifade olabilir ama “No” filminde bir halk oylamasının dikta rejimini nasıl yenilgiye uğrattığı ve kapitalist neoliberal dönüşümün eseri olan darbenin yine kapitalizmin silahlarıyla (özellikle reklam ve iletişim araçlarıyla) nasıl yenildiğini konu alır.

NAZIM HİKMET'İN KAYIP ŞİİRLERİ 2: "UNUTULAN"

Nazım Hikmet'in kayıp ikinci şiiridir "Unutulan" ... Aslında eski baskı kitaplarında bulunan; ancak son yıllarda yapılan bası...