14 Nisan 2021 Çarşamba

HALA UMUT VAR... ÖYLEYSE HAYIR!

NO! (HAYIR)! FİLMİ ÜZERİNE 

Yönetmeni Pablo Larraín olan “No” (Hayır) filmi Şili askeri darbe dönemini anlatan ve bir üçleme niteliğinde olan film serisinin devam filmlerinden sonuncusudur. Üçlemenin son filmi olan “No” dışında serinin ilk filmi “Tony Manero”(2008) adlı filmde Şili’de gerçekleşen darbenin en şiddetli ve kanlı zamanları konu edinilirken, bu serinin ikinci filmi olan “Post Mortem”de (2010) ise darbenin meydana geliş süreci, darbeyi hazırlayan gelişmeler konu edinilir. Serinin son filmi ve konumuz olan “No”da ise darbenin ezici havasının dağılmaya başladığı ve darbecilerin zorunlu bir neoliberal dönüşüme zorlandığı süreçte toplumda biriken öfke ve değişim arzusunun bir halk oylaması üzerinden dile getirilişi konu edilir. Biraz abartılı bir ifade olabilir ama “No” filminde bir halk oylamasının dikta rejimini nasıl yenilgiye uğrattığı ve kapitalist neoliberal dönüşümün eseri olan darbenin yine kapitalizmin silahlarıyla (özellikle reklam ve iletişim araçlarıyla) nasıl yenildiğini konu alır.

Dünyada gelişen 68 halk hareketleri Şili’de de etkisini gösterir. Bir taraftan dünyanın dört bir yanında halkçı iktidarlar yönetime gelirken bir yanda da darbelere sahne olan, emperyalist kapitalizmin gelişen ve genişleyen sosyalist bloka karşı yeşil kuşak projelerinden darbelere kadar bir dizi set çekmeye çalıştığı dönemdir bu dönem. Şili de bu dalgana nasibini alır ve 1970’te sosyalistlerin oluşturduğu blok (Unidad Popular) ülkede seçim yoluyla iktidara gelmeyi başarır. Bu hareketin başında sosyalist Salvador Allende vardır, Allende de başkan seçilir. Birkaç yıl içinde (1973 yılında) Amerika destekli bir darbeyle sahne olur Şili. Ordu, yönetimi şiddet yoluyla ele geçirir. Darbeci Augusto Pinochet devlet başkanı ilan edilir. Allende, darbenin ilk günü darbeye karşı direnirken öldürülür. Sonradan otopsisi sonucunda bildik senaryo devreye sokularak intihar ettiği öne sürülür; ancak ölümünden hemen önce radyodan halkı darbeye karşı direnmeye çağırması ve yine darbenin ilk saatlerinde elinde makineli tüfekle çekilmiş fotoğrafının ortaya çıkması, esasen çatışırken öldüğü gerçeğine daha yakın durmaktadır. Kuşkusuz darbecilerin Allende gibi simgesel bir ismi hayatta tutmaları beklenemezdi. Onlar da Birçokları gibi onu da infaz etmiş olmalılar.

Aynı şeyin Şili’nin ve dünyanın yakından tanıdığı müzisyenlerinden Victor Jara’ya yapıldığı da bilinmektedir. Darbeciler Jara’yı önce tutuklar ve onu binlerce kişiyle birlikte bir spor salonuna kapatırlar. Ama bu tutuklama onları rahatlatmaz, müzikten korkmaktadırlar, Jara’nın tutulduğu spor salonunda gitar çalmaması parmakları kırılır ve ardından yine Allendenin hazin sonuyla karşı karşıya kalır. Bu dünyaca ünlü müzisyen de katledilir. Sonraki yıllarda Pinochet’nin faşist diktatörlüğüne dair hazırlanan iddianamede resmi rakamlara göre bu dönemde hayatını kaybedenlerin sayısı 3 bin 172 olarak kayıtlara geçer.

Kuşkusuz her darbe gibi bu darbe de büyük bir yıkım yaratırken, bir yandan da kendine has bir nesil yaratır. Aslında bizdeki 1980 sonrası nesil neyse Şili’de de benzer bir kültürel-siyasal formatta benzer niteliklere sahip bir kuşağın şekillendiğini, şekillendirildiğini söyleyebiliriz. Kuşkusuz her ülkenin hissettiği darbenin ağırlığı farklı ve ortaya çıkan yıkımlar da karşılaştırılamayacak kadar trajiktir. Lakin bilindiği kadarıyla Şili birçok açıdan darbeyi daha ağır yaşar. Bir taraftan bunlar yaşanırken bir yandan da Şili’nin ekonomisi kapitalist-emperyalist dünyaya uydurulmaya çalışılmaktadır. Şili’nin Neolibaralizme geçiş sürecinde yüzlerce CIA uzmanı, ABD’li akademisyenler, ekonomistler  Pinochet’ye yardım etmek için kolları sıvamıştır. Cunta rejimi, Chicago Üniversitesi’nden ekonomistlerin gözetiminde radikal bir özelleştirme programını hayata geçirmektedir. Bunda da hayli başarılıdır.

 Bir İtiraz ve Reddediş Biçimi Olarak: “Hayır”ın filmi

“No” filmi işte yukarıda anlattığım faşist rejime karşı yürütülen bir “Hayır” kampanyasını konu almaktadır. Filmin baş karakteri René Saavedra (Gael García Bernal) çocukluk yıllarında cuntanın vahşi ve faşist yüzünü görmüş, sonrasında kapitalist dönüşümün içerisinde ve bundan büyük ölçüde etkilenerek bireyci toplum anlayışıyla büyümüş ve ünlü bir reklamcı olmuştur.

15 yıldır Şili’yi diktatörlükle yöneten Pinochet de emperyalist kapitalist hegamonyanın etkisiyle, uluslararası baskılara boyun eğip Şili’yi başkanlık sürecine götürecek bir halk oylaması yapmaya zorlanmıştır. Süreç bu halk oylaması sürecinde “evet” ya da “hayır” ekseninde şekillenen bu gerilimli seçim sürecini konu eder. Oylama sonucuna göre Pinochet 8 yıl daha iktidarda kalacak ya da görevi bırakmak zorunda kalacaktır. Öğrenilmiş çaresizlikle ezilmiş milyonlar, seçimin bir düzmece olduğunu ve Pinochet’nin kaybedeceği bir seçime asla girmeyeceğini savunurlar. Zaten cunta yönetimi de sandıktan “hayır” çıkacağına ihtimal dahi vermez. En nihayetinde tüm kitle iletişim araçları, yayın organları cuntanın denetimindedir ve halk korku yoluyla iyiden iyiye sindirilmiştir. Buna paralel olarak devlet televizyonlarından her gün 15 dakika “hayır”, 15 dakika “evet” propagandası yapılmasına izin verilecektir. İşte bunun üzerine de “Hayır”ı savunan muhalefet liderleri seçim kampanyasını yönetmek üzere reklamcı olan René’i ile anlaşırlar, Rene’nin ikna edilmesi de kolay olmaz!

“Daha umutlu bir şeyler yok mu?”

“Hayır”cı Muhalefetin ilk kampanya filmi darbenin yıkımını anlatır. Özellikle işkence ve katliam görüntülerinden oluşan bu kampanya filmi karşısında René, “Başka bir şey yok mu?” diye sorar, “Daha umutlu bir şeyler…” gerektiği yönünde bir yaklaşım sergiler.

René, şiddet yoluyla sindirilmiş halka geçmişteki kötü hatıraları tekrar tekrar yaşatmanın anlamsız olacağını savunur. Bunun yerine umut söylemini geliştirmek gerektiği düşüncesindedir. Bizde son yerel seçimlerde iktidarın bütün kara çalmalarına “Her şey çok güzel olacak” sloganıyla yanıt verilmesini andırır aslında bu süreç. René’in umut söylemi 15 yıldır darbeyle yönetilen bir ülkenin muhalefeti tarafından başlangıçta oldukça küçümsenir; ama Rene, umudun ve zaferin kaynağını burada görür. Başlangıçlar oldukça zorludur, ancak birkaç kişinin René’ye güvenmesi sonucunda o umudun simgesi haline gelecek neşeli bir şarkı Şili’nin dört bir yanına yayılmaya başlar. İlk olarak olumsuz bir sözcük olan “Hayır”a olumlu anlamlar yüklenmeye çalışılır. Bunun için de hayır sözcüğü gökkuşağının renkleriyle sempati uyandıracak bir simgeye dönüştürülür. Rene, darbe rejiminin baskısını göstermek yerine özgür bir ülke tablosunu halka göstermenin daha etkili olacağı inancıyla kolları sıvar ve bir reklam kampanyası hazırlanmaya başlar. İşin içine olmazsa olmaz mizah da girer. Kampanya bu olumlu simgeler ve umutlu bir şarkı eşliğinde devam eder, kısa sürede kampanya beklenmedik bir başarı kazanır. Cunta yönetimi bütün devlet gücüne ve baskı araçlarını devreye sokmasına rağmen referandumda yenilir.

Neoliberalizmin Ürünü Darbeyi Kendi Silahlarıyla Vurmak

Kuşkusuz bu film ülkemizdeki 2010 referandum süreci ve ‘Gezi Olayları’nı da akla getirmektedir. Zamanlar, mekânlar, kişiler çok farklı olsa da diktatörlük heveslilerinin kullandıkları araçlar ve yöntemler neredeyse aynı gibidir! İnsanoğlu, tarihte diktatörlerin çeşitli şekillerde yıkılmasına defalarca tanıklık etmiştir. Ama Pinochet, referandum sonucuyla yıkılan ilk diktatör olarak tarihe geçmiştir. Bu yüzden Şili deneyimi, referandum süreci ve bu süreçte gerçekleştirilen kampanya “Hayır”daki umudu, bugünün Türkiye’sine ve Türkiye gibi baskıyla ve demokrasiden uzak yönetilen ülkelere dahi mesajını ulaştırabiliyor.

Larrain, filmde kampanyaya yönelik eleştirel tavırlar da sergiler. Mesela filmde referandum sonucunun bir zafer olarak görülmesini istemez. Zaten Pablo Larraín bunu bir röportajında açıkça dile getirir: “René Saavedra, Pinochet’nin bu ülkeye yerleştirdiği neoliberal sistemin çocuğu. İşte bu yüzden, diktatörlükle beraber gelen ideolojik araçların, Pinochet’yi devirmede kullanılması çok ilginç. Benim için ‘Hayır’ kampanyası, Şili’deki tek geçerli sistem olan kapitalizmin yerleştirilmesi için ilk adımdı. Bir metafor değildi, doğrudan kapitalist bir hareketti. Siyasete alet edilen reklamın saf ve gerçek ürünüydü.”

İşte bu açıklama ve yaklaşımla birlikte düşünüldüğünde herkes referandum sonucunu coşkuyla kutlarken René’nin neden ifadesiz bir yüzle oğluyla beraber oradan ayrıldığı daha da açıklık kazanır. Böylelikle René’yi izleyen seyirci de referandumun coşkusunu sonuna kadar yaşayamadan buruk bir biçimde oradan ayrılmak zorunda kalır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkürler

NAZIM HİKMET'İN KAYIP ŞİİRLERİ 2: "UNUTULAN"

Nazım Hikmet'in kayıp ikinci şiiridir "Unutulan" ... Aslında eski baskı kitaplarında bulunan; ancak son yıllarda yapılan bası...