Şiirden, tiyatro ve öykülere kadar Alman edebiyatının önemli ve üretken yazarlarından olan Bertolt Brecht, sanat anlayışını politik temeller üzerine inşa etmiştir. Kuşkusuz bu temel de Maksizm ve materyalist diyalektik yönteme dayanmaktaydı.
Brecht bu bakış açısını sanat eserlerine de yansıtmış, fikri temellerini oluşturduğu sanat anlayışının pratiklerini de bu çerçeve de geliştirmiştir. Kaldı ki onun kuramsal ve pratik alt yapısını kurduğu epik tiyatronun olmazsa olmaz özelliği de politik bir tiyatro anlayışına dayanıyor olmasıdır.
Brecht, oyunlarında diyalektiği işletirken olgu ve olayları karşıtlık niteliğiyle birlikte ele almıştır. Oyunlarında işlediği her olgunun kendi içinde bulunan tez - antitez karşıtlığını gözler önüne sermeye gayret etmiştir. Burada temel ülküsü toplumsal gerçekliğin doğal ya da tanrı vergisi katı ve değişmez olmadığını aksine yaşamın sonsuz bir değişim döngüsü içinde olduğunu ve hatta sanatın da bu değişimin bir manivelası olması gerektiğini savlamıştır.
Oyun ve şiirlerinin yanı sıra kuramsal
metinleri ve tiyatroya getirdiği yeniliklerle günümüzde de etkisini sürdüren
Brecht’in ismi ağırlıklı olarak tiyatro ile anılsa yazdığı öykülerinde de
insana, doğaya dair sorgulamalar içeren, hayatı anlamlandırmaya dönük
derinlikli mesajlar verdiği görülüyor.
BAY KEUNER'İN ÖYKÜLERİ'NDE DİYALEKTİK
Oyun ve şiirlerinin yanı sıra kuramsal metinleri ve tiyatroya getirdiği yeniliklerle günümüzde de etkisini sürdüren Brecht’in ismi ağırlıklı olarak tiyatro ile anılsa yazdığı öykülerinde de insana, doğaya, hayatı sorgulayıp anlamlandırmaya dönük derinlikli mesajlar içerdiği görülüyor.
Brecht’in tüm sanat yapıtlarında diyalektiği kullanmasını bir tavır olarak da görmek gerekir. Dolayısıyla öykülerinde de aynı anlayışı sürdürmesi bu tavrın devamı olarak değerlendirilebilir. İnsan ilişkilerinin açıklanmasında, diyalektiğin anlaşılmasında öyküden yararlanılır.
Her şey öyküye bağlıdır; öykü tiyatronun
odak noktasıdır. Çünkü tartışılabilir, eleştirilebilir, değiştirilebilir
olanların tümünün kaynağı, insanlar arasında olup bitenlerdir. ( Şener, 1982:
245)
Yeniden görüşme
Adamın biri Bay Keuner’i uzun zamandır görmemişti, selamladı: "Hiç değişmemişsiniz," diyerek. "Gerçek mi!" deyip, sarardı Bay Keuner.
Bu öyküde diyalektiğin temel sayıltılarından olan değişim vurgusu öne çıkar. Bay Keuner’in sararması aslında karşısındaki kişinin ona hiç değişmemişsiniz demesine bir cevaptır. Çünkü Her şey değişir. Hiç değişmemiş gibi görünen şeylerde bile özsel bir değişim kaçınılmazdır.
“Diyalektik, metafiziğin tersine, doğanın, dingin ve durağan, durgun ve değişmez bir durumda değil, kimi şeylerin doğduğu ve geliştiği, kimi şeylerin dağıldığı ve yok olduğu, sürekli hareket ve değişme, kesintisiz yenilenme ve gelişme durumunda olduğunu kabul eder.”[1]
Dolayısıyla burada Bay Keuner, dışsal anlamda bir değişim görünmese de aslında içsel bir değişimin kaçınılmaz olduğuna işaret eder. Öyle ki sararmasıyla birlikte de aslında bu değişim o ana özgü bile olsa sarsıcı bir biçimde açığa çıkmıştır.
Diyalektik Materyalizm doğaya bir bütün olarak bakar. Kuşkusuz bu bir araya gelen unsurlar rastlantısal, ilişkisiz ve birbirinden bağımsız unsurlar değildir. “Maddelerin ve olayların birbiriyle organik olarak ilişkili bulunduğu, birbirine dayandığı ve birbiriyle belirlendiği tam ve bağımlı bir bütün gözüyle bakar.”[2]
Aynı şekilde “Yıldız Falı” hikâyesinde de Bay Keuner’in yıldız falının salt insanlar içinmiş gibi algılanmasını yanlış bulması bundandır. Bütün yaratıklardan salt insanların yıldızlardan etkilenmesini reddeder. Burada doğaya bütünsel bir varlık olarak bakıldığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bir varlığı etkileyebilecek bir olayın başka bir varlığı etkilememesi mümkün değildir. Nehirde boğulan adamın üstündeki pirenin bu adamla birlikte boğulması “kaderinin” kesişmesi gibi sunulsa da kendisi bir taraftan yıldız falının anlamsızlığını, idealist yaklaşıma karşıtlığını da ifade eder.
“Sistemler Üzerine” öyküsünde de yanlışların kaynağına dair bir çıkarsama yapar yazar. “Sistemler Üzerine” öyküsü de bu bütünlük konusuna güçlü göndermeler yapar. Bir bütün, onu oluşturan parçaların toplamının ötesinde ifade edilir. Bu yüzden karşımızdaki bütünlük bazen doğru gibi görünse de onun parçaları analiz edildiğinde farklı sonuçlara varabiliriz. “yanlışlarının çoğunun kaynağının konuşanın sözünün hiç kesilmemesi” olduğunu iddia etmesi de bundandır.
“Acıkmak” öyküsünde aslında yazarın açlığın egemenliği karşısında bir tutumla karşılaşırız. Öyle bir tutum ki kendisi için kötü bir şey olsa bile açlığın olduğu yerde yaşamayı bir duruş olarak ifade eder. Dolayısıyla burada kendisinin açlığın egemenliğine karşıt bir yerde durmasını önemser.
“Büyük Kentlerin Gelişimi Üstüne” hikâyesini okuyunca aklımda gelen ilk fikir “fil fildir” önermesi oldu, kent de kenttir. Dolayısıyla bir varlığın kendi tarifini, kendisi ötesinde bir var oluşla tanımlamak beyhude bir çabadır. Bir varlığın özelliklerini hem tarihsel hem toplumsal ilişkiler hem de içsel dinamikler açısından değerlendirmek gerekir. Dolayısıyla kent ve fabrikaların sonsuz bir büyüme ekseninde düşünülmemesi gerektiğini salık vermiş olması bundan olsa gerek. Ayrıca bugünün penceresinden geleceğin kentlerinin, fabrikalarının boyutlarını anlamlandırmaya çalışmak da beyhude bir çaba olarak görünüyor. Çünkü zaman geçtikçe insanın algısı da gözlemleri de farklılaşacaktır.
"Diyalektik, metafiziğin tersine, doğaya, birbirinden kopuk, tek başına ve birbirinden bağımsız ayrı ayrı nesnelerin ve görüngülerin rasgele bir araya toplanmış bir yığını olarak değil, nesnelerin ve görüngülerin organik olarak birbirlerine bağlı bulundukları, birbirlerine bağımlı oldukları ve karşılıklı olarak birbirlerini koşullandırdıkları bağlantılı tam bir bütün olarak bakar.”[3]
Dolayısıyla şimdi “şehir” dediğimiz şey, belli ölçütlerin ötesine geçtiğinde belki de başka bir şeyle tanımlanıp tarif edilmeye başlayacaktır. Diğer yandan aynı “şeye” bakarken kimilerinin korku kimilerinin umut duyması diyalektik olarak karşıtların birliği ve savaşımı açısından bir örnek olarak değerlendirilebilir.
“Bay Keuner’in Öyküleri”nde diyalektik sürecin nasıl işlediğine dair bir başka öykü de “Bay Keuner ve Bayan Tiyatro Oyuncusu” adlı öyküdür. Zenginlere dair iki farklı bakış açısı sunan bu öyküde “Bayan Tiyatro Oyuncusu” zenginlerden hediyeler aldığı için zenginlerin hepsinin kötü olamayacağını savunurken Bay Keuner bu yaklaşıma inanmamaktadır. Hatta kadının bile buna inanmadığını savunur. Karşıtların birliği açısından ele aldığımızda aynı şeylere farklı bakan iki yaklaşım görürüz. Kuşkusuz bu farklı bakışın ardında farklı deneyimler ve farklı birikimler yatmaktadır. Birisi için iyi olan bir başkası için kötü olabilir. Bu öyküde kuşkusuz zenginliğin kaynaklarına dair bir gönderme de var. Burjuvazinin çalışanların artı değerini çalarak zenginleştiklerine dair yarı açık göndermede tiyatro oyuncusunu (belki de burjuva sanatını da) yargılamış olmaktadır. Müstehzi bir edayla “İyi” bir oyuncu olmanın yolunun paradan geçtiğinde ısrarı da burjuva sanat anlayışının yine bu para meta ilişkilerinden bağımsız olamayacağının iddiası içinde gibidir.
Var olan karşıtlıkları niteliğiyle birlikte ele alıp, her olgunun kendi içinde barındırdığı karşıtlığını gözler önüne sermek hikayenenin ana vurgusudur. Amaç ise; toplumsal gerçekliğin doğal ya da tanrı vergisi bir süreç değil, bunun egemenler tarafında yaratılmış suni bir düzen olduğunu göstermektir.
Brecht’in tiyatroda izleyicinin sahnede olanlar karşısında, aklını ve duygularını harekete geçirme isteğinde olduğu gibi bu öykülerde de okuyucunun olgu ve olaylar karşısında duygu ve düşüncelerini açığa çıkarıp bunları harekete geçirme amacındadır.
Sanayileşmiş, nesnelleşmiş burjuva dünyası, içinde yaşayan insanlara yabancılaşmış, toplumsal gerçekler anlaşılmaz olmuştur. Gerçekliklerin bayağılığı aşırı boyutlar kazanmıştır. Bu nedenle yazarlar ve sanatçılar her şeyin dış kabuklarını kırabilmek için her olanağı kullanmak durumundadırlar. Öyküdeki sanatçı hediye kabuğunun ardına gizlenmiş iyilik karşısında bir yanılgıya düşmüştür. Ama yazar bize bu yanılgıyı kolay verme niyetinde değildir. Üzerine düşünmemizi ister, bir takım sözcüklerle (çaldılar gibi) bize bir tarihsel gerçekliğe ve sınıfsal ayrışmaya gönderme yapmıştır. Gerçekliği yalınlaştırma, onu temel özüne indirgeme isteği bir yandan da insanların maddi değil de, temel insan ilişkileriyle bağlıymış gibi gösterme isteği sanatta mitleri, efsaneyi yaratmıştır. O halde Brecht de bu “yalın gerçekliği” parçalayarak, görünenin ötesinde bir gerçekliğe ve çelişkiye işaret etme gayreti taşıyor gibidir.
Klasik edebiyat, yazgısal bir anlayışla,
insanı değişim olanaklarının dışında ele alarak, onu kaderi ile baş başa
bırakmıştır. Brecht, bunun aksine toplumsal ilişkileri bir süreç olarak
değerlendirip, olay ve olguları tarihsel gelişimleri açısından ele almıştır.
Karakterlerini gelişen süreç içindeki toplumsal konumlarını dikkate alarak
“tanrısal yazgının” kalıplarını kırmaya çalışmıştır. Bu da sanata diyalektik ve
tarihsel bir bakış açısı getirmekle mümkün olmuştur.
KAYNAKÇA
B.
Brecht, Bay Keuner’in Öyküleri, Çev. Anna – Murat Çelikel, Boyut yay. İstanbul,
1987
Aristoteles,
Poetika, çev: İsmail Tunalı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1993
B.
Brecht, Epik Tiyatro, çev: Kamuran Şipal, Cem yay., İstanbul, 1990
E.
Fischer, Sanatın Gerekliliği, Çev; Cevat
Çapan, Payel Yay., İstanbul, 1995
Sevda
Şener, Dünden Bugüne Tiyatro Düşüncesi, Adam yayınları, Ankara, 1992
Georges
Politzer, Felsefenin Temel İlkeleri, Sol Yayınları, 1998
J.
Stalin, Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm, Bilim ve Sosyalizm Yay. 1993
[1] Georges
Politzer, Felsefenin Temel İlkeleri, Sol Yayınları, 1998, s. 69
[2] J.
Stalin, Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm, Bilim ve Sosyalizm Yay. 1993, s. 11
[3] Georges
Politzer, Felsefenin Temel İlkeleri, Sol Yayınları, 1998, s. 58
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz için teşekkürler