29 Nisan 2021 Perşembe

İSPANYOL TİYATROSU VE LOPE DE VEGA

 
LOPE DE VEGA'NIN TİYATRO KURAMINA GETİRDİĞİ YENİLİKLER

DÖNEM İSPANYASI

Antik Yunan ve Roma, Rönesans’ı doğrudan etkilemiştir. Önce Roma kaynakları ardından da Yınan eserlerine dönüşle Rönesans’ın temelleri atılmıştır. Bu döneme kaynaklık eden ve günümüze ulaşabilen en önemli eserler Ars Poetica (Horatius) ve Poetika (Aristoteles)’dır. Kuşkusuz Platon’un sanata ve sanatçıya ilişkin görüşleri bu dönemde önemli ölçüde etkili olmuştur.

“Rönesans tiyatro düşünürleri Diomedes, Donatus gibi ortaçağ yazarlarının; Aristoteles, Theophrastus, Horatius, Cicero, Quintilian gibi Antikçağ düşünürlerinin görüşlerini açıklamakla ve savunmakla yetinmişlerdir. İngiliz, Fransız, İspanyol yazarlarının öncelikle İtalyan kuramcılarından etkilendikleri, onların aracılığı ile antik yazarları tanıdıkları görülür.”

İngiltere ve İspanya gibi, ekonomik olarak görece gelişkin ülkelerde canlı bir tiyatro ortamı oluşmuş, bu ülkelerdeki sanatçı ve kuramcılar, antik yazarlar dışında yerli yazarları da dikkate alarak çağdaş oyunlardan etkilenmişlerdir. Önceleri ilkel ve sıradan olmakla yaftalanan ulusal tiyatrolar giderek daha çok merkeze kaymış ve antik tiyatro eserleri ile karşılaştırılmıştır.

Ortaçağda Kilise, tiyatronun karşısında konumlanmıştır. Kilisenin ileri gelenleri, tiyatroyu kaba, bayağı, ayartıcı ve dengesiz olarak görmekteydiler. Bu yaklaşım XVII. yüzyıla kadar ağırlıklı olarak etkisini gösterir. Bu dönemde bir halk sanatı ve orta sınıfın malı olarak görülen tiyatro, İngiltere ve İspanya gibi ülkelerde, yönetici erk, tiyatro çalışmalarını kontrol altında tutabilmek adına kiliseden yana taraf tutmuşlardır (ŞENER, 2001: 77)

“Bu dönemde kilisenin tiyatroyla ilişkisi çok çelişkilidir. Tiyatro oyuncularını, dini bayramların kutlamalarında ve dini ayinlerde azizleri canlandırmaları için ödünç alan, tiyatroya Tirso de Molina, Calderón, Lope de Vega gibi en yetenekli yazarlarını sunan kilise, avlularını da tiyatro oyunlarına açarak ekonomik olarak büyür.”

Lope De Vega’nın yaşadığı çağ, İspanyol İmparatorluğu çağıdır (1492–1898). Bu dönem İspanyolların beş kıtada egemenlik alanları oluşturduğu, sömürgeci bir imparatorluk devrine tekabül eder. Hatta bu anlamda İspanya, dünyanın ilk sömürgeci devletlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla Vega’nın kaleme aldığı oyunlar imparatorluğun bu kendine has durumundan, İspanya’nın siyasi- sosyo-kültürel ve ekonomik koşullarından bağımsız olarak değerlendirilemez.

Bahsi geçen dönemde İspanya, monarşi ile yönetilmekte, Hıristiyanlık resmi dindir. Diğer yandan oldukça güçlü bir orduya da sahiptir. Sahip olduğu güçlü ordu sayesinde deniz aşırı ülkelere açılmış, önemli keşiflerde bulunmuştur. Hem keşifler hem fetihlerle zenginleşen İspanya için bu dönem “Altın Çağ” ya da “İspanyol Rönesans”ı olarak adlandırılmıştır.

“Altın Çağ, İspanyol kültürünün klasik olarak adlandırılan sürecinin başladığı ve sanatın zirveye çıktığı dönemin adıdır. Sadece sanatta değil, ülke dışındaki zaferleri ile zenginliğinin en parlak dönemini yaşayan İspanya, Asya’dan yeni Dünya’ya uzanan, Avrupa’da İtalya’nın ve Hollanda’nın bir kısmını, Portekiz krallığını elinde bulundurduğu bu dönemde politik ve ekonomik başarının doruğundadır.”

İspanya’nın gelişen ekonomisi ve yaşanan savaşların da etkisiyle sanatta barok denilen bir üslubun gelişimi dikkat çeker. Ortaçağ genel olarak “karanlık bir dönem” olarak tasvir edilse de İspanya’ya özgü ayırt edici özellikler oluşturmaktadır. Sömürgecilikle büyüyen zenginlik  ve bunun sanata yansımaları, farklı kültürlerin bir arada yaşayışı, kilisenin ağır baskısına rağmen yenilik arayışındaki sanatçı ve aydınların Altın Çağ’ın en ayıt edici özellikleri olarak sıralanabilir. Ekonomik ve siyasi başarılar, sanata ve dolayısıyla tiyatroya da yansımış, sanatın ve Lope De Vega gibi sanatçıların yetişmesinde etkili olmuştur.

 

LOPE DE VEGA (d. 1562 — ö. 1635)

Lope, İspanya’nın “Altın Çağı tiyatrosu” olarak adlandırılan dönemin en üretken yazarlarından biri olarak değerlendirilmektedir. Kimi kaynaklara göre sayıları bin sekiz yüzleri bulan komedya ve 400 sacramental yazdığı söylense de bunların sayısal değer dışında nitelik bakımından yetersiz olduğu yönünde eleştirilere maruz kalmıştır. Lope’nin günümüze ulaşan eser sayısı 200’ü aşkındır. (Bunlara el yazmaları dahil değil.) Buna rağmen Lope’nin kendi tarzını oluşturması ve İspanyol tiyatrosuna kattıkları tartışmasızdır. Zaten bu çalışmamızda da Lope’nin özelde İspanyol tiyatrosu genelde ise dünya tiyatrosu bakımından değerlendirip çıkarımlar yapmaya çalışacağız

“Sağlam bir dini geleneği olan İspanyol tiyatrosunda dindışı konuların tiyatroya girmesi 1490’larda Fernando de Rojas’ın La Celestina: Tragicomedia de Calisto y Melibea (Celestina Calisto ve Melibea’nın Trajikomedyası) adlı oyunu ve Juan del Encina’nın autoları, farsları ve eglog olarak anılan kısa oyunlarıyla başlamıştır.”

Dolaysıyla Lope De Vega, kendinden önce temelleri atılmış bir tiyatro dünyasına adım atar. Lope De Rueda ve Alfonso De La Vega gibi isimlerle, İspanyol tiyatro geleneği önemli ölçüde temellenmiştir. Kaldı ki Rueda ve Alfonso sayesinde kumpanyalar kurulmuş ve İspanya’nın bütün önemli şehirlerinde tiyatro geleneği yaygınlaşmaya başlamıştır. Kuşkusuz dönem tiyatrosunun İtalyan Rönesans’ından etkilendiği bilinmektedir. Lope De Vega’nın yaşadığı dönem Rönesans etkilerinin sürdüğü ancak dinsel otoritenin de (Katolik inancın) etkisini arttırdığı bir dönemdir.

İspanyol Tiyatrosunun, diğer Avrupa tiyatrolarında da görüldüğü üzere din eksenli gelişen bir tiyatro olmuştur. Özellikle XVII. Yüzyıl İspanya’sında din faktörünün daha belirgin bir biçimde öne çıktığı görülür.  (KARACA, 2015: 138)

Açıkçası bu derse kadar benim de tanımadığım Lope, ülkemiz edebiyatında da pek az tanınmaktadır. Kendisiyle ilgili taramalarda sınırlı kaynağa ulaşılması ve dilimize çevrilen tek eserinin olması da bunun açık göstergesi. Ancak Lope de Vega, İspanyol Ulusal Tiyatrosunun kurucusu olarak kabul edilmektedir. Bu anlamda dünya edebiyatı açısından önemli bir isimdir.

Lope, katı kuralla oyun yazma anlayışını reddediyordu, belli bir sanat anlayışıyla oyun yazmadığını savunur. Çocukluğundan itibaren okullarda öğretilen sanat ilkelerine şüpheyle yaklaşır. Buradan hareketle kuralları bildiği ancak bunlara uymadığı sonucunu çıkarabiliriz.

Lope, sadece yazma işinde değil, sahneye çıkmasa da bir oyun yazarı olmanın yanında bir dramatug ve yönetmen olarak da görülür. Dolayısıyla oyunların sahnelenmesinden temsillerine dair fikirler de ortaya koyar. (Lope öncesi bu tip kuramsal eserler de bulunmaktadır. Mesela Cervantes.)

Lope, konu seçiminin önemine vurgu yapar. Mesela kralların konu edildiği metinlerde onların eleştirilmemesi gerektiği ve farklı sınıflara mensup olanların bir arada temsil edilmemesi gerektiğini söyler. Barok sanat gereği, üst sınıf ve yöneticilerin ahlaki değeri yüksek kişiler olarak temsil edilmesini, ahlaki değerleri öne çıkardığı (Onur, namus, adalet vb.), ancak namus, sadece soylulara ait bir kavram olarak görülmez. Halkın onurunu ve namusunu koruması gerektiği yönünde bir anlayış tesis eder. Bunun için de kişilerin mücadele etmesi gerektiğini salık verir.

Görüşleri şu şekilde özetlenebilir: “Bunun kaba olarak algılandığını da biliyorum, buna rağmen halkın isteklerine göre yazıyorum. Halkın beğenisini göze almazsanız, başarılı olmak imkânsızdır. Yansıtılması istenen gerçeklik her zaman çağın gerçekleriyle örtüşmeyebilir. Sanatçı, sanatın isterlerini göz önüne almalıdır ama halkın beğenisine ve kendi topraklarının kültürüne gözlerini kapamamalıdır.”

Lope, Shakespeare’in çağdaşıdır. Çok fırtınalı bir hayat sürmüş, o derece ki en sonunda rahip olmak zorunda kalmıştır! Entelektüel bilgisinin olduğu biliniyor. Lope, hiçbir zaman Shakespeare kadar derin bulunmadı, ama her ikisi de çok farklı kesimlerden karakterlere yer vermeleri ve kesin yargılara varmadan tüm karakterlerine sempatiyle yaklaşmaları bakımından benzer özelliklere sahiptirler. Dilleri canlı, akıcı, zengindir. İkisinde de aksiyon sürekli canlıdır ve hızlı bir gelişimle ilerler.

Oyunda Fabia karakteri üzerinden büyü, geleceği görme gibi mistik olaylardan söz ediliyor. Bu durum o zamanlarda büyü gibi mistik olaylara inancın ve ilginin devam ettiğini gösteriyor. Ortaçağın etkilerini görebiliyoruz.

Mayıs şenlikleri içinde gerçekleşen boğa güreşleri ve yüzük oyunu gibi kültürel faaliyetleri de oyunda görüyoruz. Bununla birlikte, Mayıs şenliklerine karşı bir takım yobaz insanların tepki gösterdiği de ifade ediliyor. Bu durum o dönem yaşanan bir çatışmayı ifade ediyor. Dolayısıyla dönemin içinde değişimin ayak sesleri de duyulmaktadır.

Kadın karakterler üzerinden kadına bakışı ve kadının toplumsal konumunu da okumak mümkündür (evlilik kurumu, kadının dinsel misyonları vs).

Siyasi açıdan Kastilya Krallığı’nın seçilmesi de dikkat çekicidir. Kaldı ki bu bölgede Yahudi ve Müslümanlara ciddi bir ayırımcılık uygulanmakta, bunlar Hıristiyanlardan ayrı tutulmaktadır. Diğer yandan dönemin keşiflerine dair ipuçları görmek de mümkündür. Kutuplar ve Hindistan gibi İspanya’ya uzak coğrafi bölgelerinin adının geçmesi bu anlamda okunabilir. Tüm bunlardan hareketle yazarın yaşadığı dönemi, toplumu oyunda yansıttığı yargısına varabiliriz.

 

 

KAYNAKÇA

Sevda ŞENER, Dünden Bugüne Tiyatro Düşüncesi, Dost Kitabevi Yay., Ankara, 2001

Ceren KARACA, İspanya Tiyatro Geleneğinin Oluşmasında Lope De Vega’nın Yeri, Atatürk Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı:30, 2015

ARİSTOTELES, Poetika. Çev. İsmail Tunalı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1998

Nazlı Karamehmet Elsner, Don Juan Kişiliğinin İspanyol Tiyatrosundaki Gelişimi, YL Tezi, İstanbul, 2007

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkürler

NAZIM HİKMET'İN KAYIP ŞİİRLERİ 2: "UNUTULAN"

Nazım Hikmet'in kayıp ikinci şiiridir "Unutulan" ... Aslında eski baskı kitaplarında bulunan; ancak son yıllarda yapılan bası...