Antik
Yunan ve Roma, Rönesans’ı doğrudan etkilemiştir. Önce Roma kaynakları ardından
da Yınan eserlerine dönüşle Rönesans’ın temelleri atılmıştır. Bu döneme
kaynaklık eden ve günümüze ulaşabilen en önemli eserler Ars Poetica (Horatius)
ve Poetika (Aristoteles)’dır. Kuşkusuz Platon’un sanata ve sanatçıya ilişkin
görüşleri bu dönemde önemli ölçüde etkili olmuştur.
“Rönesans
tiyatro düşünürleri Diomedes, Donatus gibi ortaçağ yazarlarının; Aristoteles,
Theophrastus, Horatius, Cicero, Quintilian gibi Antikçağ düşünürlerinin
görüşlerini açıklamakla ve savunmakla yetinmişlerdir. İngiliz, Fransız,
İspanyol yazarlarının öncelikle İtalyan kuramcılarından etkilendikleri, onların
aracılığı ile antik yazarları tanıdıkları görülür.”
İngiltere
ve İspanya gibi, ekonomik olarak görece gelişkin ülkelerde canlı bir tiyatro
ortamı oluşmuş, bu ülkelerdeki sanatçı ve kuramcılar, antik yazarlar dışında
yerli yazarları da dikkate alarak çağdaş oyunlardan etkilenmişlerdir. Önceleri
ilkel ve sıradan olmakla yaftalanan ulusal tiyatrolar giderek daha çok merkeze
kaymış ve antik tiyatro eserleri ile karşılaştırılmıştır.
Ortaçağda
Kilise, tiyatronun karşısında konumlanmıştır. Kilisenin ileri gelenleri,
tiyatroyu kaba, bayağı, ayartıcı ve dengesiz olarak görmekteydiler. Bu yaklaşım
XVII. yüzyıla kadar ağırlıklı olarak etkisini gösterir. Bu dönemde bir halk
sanatı ve orta sınıfın malı olarak görülen tiyatro, İngiltere ve İspanya gibi
ülkelerde, yönetici erk, tiyatro çalışmalarını kontrol altında tutabilmek adına
kiliseden yana taraf tutmuşlardır (ŞENER, 2001: 77)
“Bu
dönemde kilisenin tiyatroyla ilişkisi çok çelişkilidir. Tiyatro oyuncularını,
dini bayramların kutlamalarında ve dini ayinlerde azizleri canlandırmaları için
ödünç alan, tiyatroya Tirso de Molina, Calderón, Lope de Vega gibi en yetenekli
yazarlarını sunan kilise, avlularını da tiyatro oyunlarına açarak ekonomik
olarak büyür.”
Lope De Vega’nın yaşadığı çağ, İspanyol İmparatorluğu çağıdır (1492–1898). Bu dönem İspanyolların beş kıtada egemenlik alanları oluşturduğu, sömürgeci bir imparatorluk devrine tekabül eder. Hatta bu anlamda İspanya, dünyanın ilk sömürgeci devletlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla Vega’nın kaleme aldığı oyunlar imparatorluğun bu kendine has durumundan, İspanya’nın siyasi- sosyo-kültürel ve ekonomik koşullarından bağımsız olarak değerlendirilemez.
Bahsi
geçen dönemde İspanya, monarşi ile yönetilmekte, Hıristiyanlık resmi dindir.
Diğer yandan oldukça güçlü bir orduya da sahiptir. Sahip olduğu güçlü ordu
sayesinde deniz aşırı ülkelere açılmış, önemli keşiflerde bulunmuştur. Hem
keşifler hem fetihlerle zenginleşen İspanya için bu dönem “Altın Çağ” ya da
“İspanyol Rönesans”ı olarak adlandırılmıştır.
“Altın
Çağ, İspanyol kültürünün klasik olarak adlandırılan sürecinin başladığı ve
sanatın zirveye çıktığı dönemin adıdır. Sadece sanatta değil, ülke dışındaki
zaferleri ile zenginliğinin en parlak dönemini yaşayan İspanya, Asya’dan yeni
Dünya’ya uzanan, Avrupa’da İtalya’nın ve Hollanda’nın bir kısmını, Portekiz
krallığını elinde bulundurduğu bu dönemde politik ve ekonomik başarının
doruğundadır.”
İspanya’nın
gelişen ekonomisi ve yaşanan savaşların da etkisiyle sanatta barok denilen bir
üslubun gelişimi dikkat çeker. Ortaçağ genel olarak “karanlık bir dönem” olarak
tasvir edilse de İspanya’ya özgü ayırt edici özellikler oluşturmaktadır.
Sömürgecilikle büyüyen zenginlik ve
bunun sanata yansımaları, farklı kültürlerin bir arada yaşayışı, kilisenin ağır
baskısına rağmen yenilik arayışındaki sanatçı ve aydınların Altın Çağ’ın en
ayıt edici özellikleri olarak sıralanabilir. Ekonomik ve siyasi başarılar,
sanata ve dolayısıyla tiyatroya da yansımış, sanatın ve Lope De Vega gibi
sanatçıların yetişmesinde etkili olmuştur.
LOPE DE VEGA (d. 1562 — ö. 1635)
Lope,
İspanya’nın “Altın Çağı tiyatrosu” olarak adlandırılan dönemin en üretken
yazarlarından biri olarak değerlendirilmektedir. Kimi kaynaklara göre sayıları
bin sekiz yüzleri bulan komedya ve 400 sacramental yazdığı söylense de bunların
sayısal değer dışında nitelik bakımından yetersiz olduğu yönünde eleştirilere
maruz kalmıştır. Lope’nin günümüze ulaşan eser sayısı 200’ü aşkındır. (Bunlara
el yazmaları dahil değil.) Buna rağmen Lope’nin kendi tarzını oluşturması ve
İspanyol tiyatrosuna kattıkları tartışmasızdır. Zaten bu çalışmamızda da
Lope’nin özelde İspanyol tiyatrosu genelde ise dünya tiyatrosu bakımından
değerlendirip çıkarımlar yapmaya çalışacağız
“Sağlam
bir dini geleneği olan İspanyol tiyatrosunda dindışı konuların tiyatroya
girmesi 1490’larda Fernando de Rojas’ın La Celestina: Tragicomedia de Calisto y
Melibea (Celestina Calisto ve Melibea’nın Trajikomedyası) adlı oyunu ve Juan
del Encina’nın autoları, farsları ve eglog olarak anılan kısa oyunlarıyla
başlamıştır.”
Dolaysıyla
Lope De Vega, kendinden önce temelleri atılmış bir tiyatro dünyasına adım atar.
Lope De Rueda ve Alfonso De La Vega gibi isimlerle, İspanyol tiyatro geleneği
önemli ölçüde temellenmiştir. Kaldı ki Rueda ve Alfonso sayesinde kumpanyalar
kurulmuş ve İspanya’nın bütün önemli şehirlerinde tiyatro geleneği
yaygınlaşmaya başlamıştır. Kuşkusuz dönem tiyatrosunun İtalyan Rönesans’ından
etkilendiği bilinmektedir. Lope De Vega’nın yaşadığı dönem Rönesans etkilerinin
sürdüğü ancak dinsel otoritenin de (Katolik inancın) etkisini arttırdığı bir
dönemdir.
İspanyol
Tiyatrosunun, diğer Avrupa tiyatrolarında da görüldüğü üzere din eksenli
gelişen bir tiyatro olmuştur. Özellikle XVII. Yüzyıl İspanya’sında din
faktörünün daha belirgin bir biçimde öne çıktığı görülür. (KARACA, 2015: 138)
Açıkçası
bu derse kadar benim de tanımadığım Lope, ülkemiz edebiyatında da pek az
tanınmaktadır. Kendisiyle ilgili taramalarda sınırlı kaynağa ulaşılması ve
dilimize çevrilen tek eserinin olması da bunun açık göstergesi. Ancak Lope de
Vega, İspanyol Ulusal Tiyatrosunun kurucusu olarak kabul edilmektedir. Bu
anlamda dünya edebiyatı açısından önemli bir isimdir.
Lope,
katı kuralla oyun yazma anlayışını reddediyordu, belli bir sanat anlayışıyla
oyun yazmadığını savunur. Çocukluğundan itibaren okullarda öğretilen sanat
ilkelerine şüpheyle yaklaşır. Buradan hareketle kuralları bildiği ancak bunlara
uymadığı sonucunu çıkarabiliriz.
Lope,
sadece yazma işinde değil, sahneye çıkmasa da bir oyun yazarı olmanın yanında
bir dramatug ve yönetmen olarak da görülür. Dolayısıyla oyunların
sahnelenmesinden temsillerine dair fikirler de ortaya koyar. (Lope öncesi bu
tip kuramsal eserler de bulunmaktadır. Mesela Cervantes.)
Lope,
konu seçiminin önemine vurgu yapar. Mesela kralların konu edildiği metinlerde
onların eleştirilmemesi gerektiği ve farklı sınıflara mensup olanların bir
arada temsil edilmemesi gerektiğini söyler. Barok sanat gereği, üst sınıf ve
yöneticilerin ahlaki değeri yüksek kişiler olarak temsil edilmesini, ahlaki
değerleri öne çıkardığı (Onur, namus, adalet vb.), ancak namus, sadece
soylulara ait bir kavram olarak görülmez. Halkın onurunu ve namusunu koruması
gerektiği yönünde bir anlayış tesis eder. Bunun için de kişilerin mücadele
etmesi gerektiğini salık verir.
Görüşleri
şu şekilde özetlenebilir: “Bunun kaba olarak algılandığını da biliyorum, buna
rağmen halkın isteklerine göre yazıyorum. Halkın beğenisini göze almazsanız,
başarılı olmak imkânsızdır. Yansıtılması istenen gerçeklik her zaman çağın
gerçekleriyle örtüşmeyebilir. Sanatçı, sanatın isterlerini göz önüne almalıdır
ama halkın beğenisine ve kendi topraklarının kültürüne gözlerini
kapamamalıdır.”
Lope,
Shakespeare’in çağdaşıdır. Çok fırtınalı bir hayat sürmüş, o derece ki en
sonunda rahip olmak zorunda kalmıştır! Entelektüel bilgisinin olduğu biliniyor.
Lope, hiçbir zaman Shakespeare kadar derin bulunmadı, ama her ikisi de çok
farklı kesimlerden karakterlere yer vermeleri ve kesin yargılara varmadan tüm
karakterlerine sempatiyle yaklaşmaları bakımından benzer özelliklere sahiptirler.
Dilleri canlı, akıcı, zengindir. İkisinde de aksiyon sürekli canlıdır ve hızlı
bir gelişimle ilerler.
Oyunda
Fabia karakteri üzerinden büyü, geleceği görme gibi mistik olaylardan söz
ediliyor. Bu durum o zamanlarda büyü gibi mistik olaylara inancın ve ilginin
devam ettiğini gösteriyor. Ortaçağın etkilerini görebiliyoruz.
Mayıs
şenlikleri içinde gerçekleşen boğa güreşleri ve yüzük oyunu gibi kültürel
faaliyetleri de oyunda görüyoruz. Bununla birlikte, Mayıs şenliklerine karşı
bir takım yobaz insanların tepki gösterdiği de ifade ediliyor. Bu durum o dönem
yaşanan bir çatışmayı ifade ediyor. Dolayısıyla dönemin içinde değişimin ayak
sesleri de duyulmaktadır.
Kadın karakterler üzerinden kadına bakışı ve kadının toplumsal konumunu da okumak mümkündür (evlilik kurumu, kadının dinsel misyonları vs).
Siyasi açıdan Kastilya Krallığı’nın seçilmesi de dikkat çekicidir. Kaldı ki bu bölgede Yahudi ve Müslümanlara ciddi bir ayırımcılık uygulanmakta, bunlar Hıristiyanlardan ayrı tutulmaktadır. Diğer yandan dönemin keşiflerine dair ipuçları görmek de mümkündür. Kutuplar ve Hindistan gibi İspanya’ya uzak coğrafi bölgelerinin adının geçmesi bu anlamda okunabilir. Tüm bunlardan hareketle yazarın yaşadığı dönemi, toplumu oyunda yansıttığı yargısına varabiliriz.
KAYNAKÇA
Sevda
ŞENER, Dünden Bugüne Tiyatro Düşüncesi, Dost Kitabevi Yay., Ankara, 2001
Ceren
KARACA, İspanya Tiyatro Geleneğinin Oluşmasında Lope De Vega’nın Yeri, Atatürk
Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı:30, 2015
ARİSTOTELES,
Poetika. Çev. İsmail Tunalı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1998
Nazlı
Karamehmet Elsner, Don Juan Kişiliğinin İspanyol Tiyatrosundaki Gelişimi, YL
Tezi, İstanbul, 2007
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz için teşekkürler