Vahşet Tiyatrosu, ilk olarak Artaud tarafından ortaya atılan bir kavramdır. Artaud, bu kavramı "Tiyatro ve İkizi" adlı eserinde ayrıntılı biçimde açıklar.
Fransız
oyun yazarı ve şair Antonin Artaud avangart tiyatronun önde gelen kuramcılarından
kabul edilmektedir. Andre Breton, R.Vitrac ve Louis Aragon’la birlikte sürrealizm
hareketinin önemli temsilcilerindendir. 1927 yılında sürrealistlerle bağını
kopararak bağımsız çalışmalarını sürdüren Artaud, 1932 ve 1933 yıllarında “Vahşet tiyatrosu” bildirilerini kaleme
alır. Tiyatro görüşlerini ise “Tiyatro ve İkizi” (Le théâtre et son double) adlı yapıtında
anlatır.
Artaud’un tiyatro anlayışının temelinde “Yaşamla sanat arasındaki ayrımın ortadan kaldırılması” fikri yatar. Öyle ki Artaud’ya göre tiyatro, bir oyun olmanın ötesinde oyuncu ve seyirci açısından hakiki bir yaşantı ve kendini keşfetmenin bir aracı olmalıdır. Böyle bir anlayışla inşa edilen tiyatroda seyirci de hayata içkin olanı bulmalı, bir bakımı kendini keşfetmeli, kendi iç yolculuğuna çıkabilmelidir. Buradan hareketle de Artaud, Tiyatronun toplumu değiştirme gücüne inanmış, sanatın işlevselliğini merkeze alan toplumcu (toplumu iyileştirici) yanını öne çıkarmıştır.
İşte
tam da bu yüzden Artaud, psikolojik ve “konulu
tiyatroyu” yadsımış, Doğu tiyatrosundan ve Bali tiyatrosundan edindiği
etkileşimlerle, tiyatronun yeniden ilkel büyü törenlerindeki niteliklerine ve
bu törenlerdeki etki gücüne kavuşturulması gerektiğini savunmuştur. Tiyatronun,
özüne dönüş diye tabir edebileceğimiz bu anlayışla izleyicinin (pasif değil,
özne bir izleyiciden bahsediyoruz burada) bilinçaltını harekete geçirerek,
bastırılmış tutku ve heyecanları açığa çıkarmak ve bunları iyileştirmek
amaçlanır.
Sağaltım
diye tarif ettiği bu yaklaşım, tıpkı Aristoteles’in “Katharsis” kavramındaki gibi, “Korku
ve acıma duyguları uyandırarak ruhu tutkulardan temizleme” amacına hizmet
etmektedir. Ancak Artaud, Aristoteles’in aksine, “korku ve acıma” yerine “vahşet ve dehşeti” koyar.
Artaud'ya göre, etkili ve tam bir tiyatro oyunu, seyirciyi adeta hipnotize edip kendinden geçirir. Böyle bir oyunla dingin duyguları sarsmak ve bu yolla da bastırılmış bilinçaltını özgür kılmak amaçlanır.
“Tiyatro, seyircinin cinayete yatkın
eğilimlerini, erotik saplantılarını, yabanıllığını, karabasanlarını, yaşam ve
nesneler karsısında ütopik duyumunu, hatta kana susamışlığını içeren düşlerini
gerçekten sergileyemediği, onun düzmece ve aldatıcı bir düzlemde değil, içinden
geldiğince arınmasını sağlayamadığı sürece kendini bulamaz, yani, gerçek bir
yanılsama aracı olamaz.”[1]
Artaud’dan
yaptığımız bu alıntıdan hareketle tiyatronun sadece nesnel dünyaya değil,
aslında ve ağırlıklı olarak insanın iç dünyasını, metafizik boyutlarını kapsama
alanına almalıdır. Kuşkusuz bu yaklaşım tiyatronun imgeleme gücünü de
artıracaktır.
Artaud’ya
göre edebiyattan dile, sosyal kurumlardan bürokrasiye kadar her şey bizi biz
olmaktan alıkoymaktadır. (bireyi birey olmaktan... bn.) Aklın bile insana engel
olabildiği tezini savunan sanatçı; “İnsan
aklı, kavramların ortasında hastadır”[2] der. Dolayısıyla tiyatro
burada asi bir yan geliştirerek topluma ve düzene başkaldırı bayrağını
yükseltmelidir.
Onun
için insanın kendi bedeni bile bir tuzak olabilir. Dolayısıyla insanın ulaşmak
istediği gerçeklik için bu sınırı da parçalamak gereklidir: “Beden bedendir, kendine yeterlidir,
organlara gereksinmesi yoktur. Beden, organlardan oluşmuş bir yapı değildir.
Organik yapılar, bedenin yıkımıdır. Olan biten her şey, hiçbir organın
aracılığı olmadan gerçekleşir. Her organ bir asalaktır. Asalaklarla ilgili bir
işlevi vardır. Orada var olmaması gereken bir varlığı yaşatmak için.”[3]
Bildiğimiz
manadaki yaşamın ve aklın reddine dayanan bu yaklaşımlara, bedenin
alışılagelmiş tüm kalıplarını reddetmek de eklenir. Buradan hareketle de
sahnedeki beden diline dönük yıkıcı eleştiriler başlar:
“Ben, jest ve davranış dilinin,
dansın, müziğin bir kişiliği açımlamasının, bir oyuncunun insanlarla ilgili
düşünceleri anlatmasının, bilincin açık ve kesin durumlarını sergilemesinin
sözlü dile göre daha zor olduğunu elbette biliyorum, ama tiyatronun, bir
kişiliği açımlamak, insansal ve tutkusal, güncel ve ruhsal nitelikli sorunların
çözümü için varolduğunu söyleyen kim? Zaten günümüz tiyatrosu bu sorunlarla
doludur.”[4]
Döneminin
yerleşik tiyatro anlayışını reddeden Artaud, izleyip etkilendiği Bali
tiyatrosunun da etkisiyle büyülü, metafizik bir tiyatro anlayışı önermiştir.
Burada kuşkusuz tiyatronun kaynağındaki ritüellere bir gönderme olduğu kadar Bali
tiyatrosunun kodlarına da işaret etmektedir. Bahsedilen bu anlayışın ardında sözcüklerin
yerine göstergelerin öne çıktığı yepyeni bir beden dili oluşturma gayesi
yatmaktadır.
“Dans, şarkı, pandomim, müzik
niteliğinde olan, ama bizim burada, Avrupa’da anladığımız biçimiyle ruhbilimsel
tiyatroya son derece az benzeyen Bali tiyatrosunun ilk gösterisi, tiyatroyu
yeniden, sanrı ve korku yönüyle, özerk ve arı yaratma düzlemine taşır.”[5]
Vahşet
tiyatrosunu zor ve yabanıl bir tiyatro olarak ifade eden Artaud’un vahşetten
kastı fiziki bir şiddet biçiminden öte ahlaki ve ruhani bir biçimde seyirciyi
kendiyle yüzleşmeye zorlayan bir zorlama olarak düşünülmüştür. Bu yüzleşme
neticesinde bilincin özgürleşeme sürecinin aslında içinde insana, insanlık
durumlarına dair de bir öfke taşıdığı çıkarsanabilir. Maskeler takan insanlar
artık gerçek kendileriyle yüzleşmelidir. Düşen maskelerin ardında ortaya çıkan
yalan, riya, alçaklık, ikiyüzlülük vb. ne varsa aslında vahşetin kendisi
tiyatroda değil, onun ortaya çıkardığı tözdedir. Tabi Artaud bu yüzleşmeyi bir
bilinç edinimi değil, tam tersine aklın tahakkümünden kurtulan bir anlayışın
başarabileceğini vurgular. Bize maskeler taktıran zaten bu bilinç değil midir?!
Zaten seyirci de akıldan önce duygularıyla algılar
bu yüzden de önce onun duyguları hedef alınmalıdır. Epik tiyatronun aksine
seyircinin oyuna yabancılaştırılması yerine bir rüya halinde hatta bir
halüsinasyon yaratarak seyircinin heyecana kesmesi, düşünme edimini bırakması
ve adım adım oyunla özdeşim kurması amaçlanır.
Peki,
böylesi bir tiyatronun dili nasıl olmalıdır? Elbette tiyatronun dili de konuşma
dilinden bambaşka bir dil yakalamak zorundadır. Çünkü ona göre: “Karşılıklı konuşma (diyalog) -sözlü ya da
yazılı şey- özgül olarak sahneye ait değil, kitaba aittir.” Sözcüklere
yaslanan bir oyun, sahnenin fiziksel olanaklarına sırt çevirmiştir:
“Tiyatro, ... artık karşılıklı
konuşmaya dayalı olmayacak, ayrıca, karşılıklı konuşma, biraz kalmış olsa bile
kaleme alınmayacak, öyle önceden değil, sahnede belirlenecek; sahnede
gerçekleştirilecek, öbür dille bağıntılı olarak ve gereklilikleriyle,
davranışlarla, göstergelerle, hareketlerle ve nesnelerle sahnede yaratılacak.”
Sözcüklerle
araya koyulan bu mesafe onların kesin hatlarla çizilmiş sınırlarından ileri
gelir. Bu durumda da düşünce gelişimi kesintiye uğramaktadır. İşte tam da bu
yüzden vahşet tiyatrosunda, sözcüklerin anlam ve mantık yönü ihmal edilmiş,
sözcükler ağırlıklı olarak çığlık, ses taklitleri, titreşimler gibi fiziksel
özellikleriyle izleyicinin bilinçaltını hedefler biçimde organize edilmiştir.
Çünkü her şey “duyuların dinginliğini
sarsacak” şekilde düzenlenmelidir.
KAYNAKÇA
1- Antonin Artaud,
Tiyatro ve İkizi, çev: Bahadır Gülmez, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1993.
2- Antonin Artaud,
Yaşayan Mumya, çev: Yaşar Günenç, Yaba Yayınları, Ankara, 1995.
3- Yaratıcı Drama
Dergisi, Cilt 1, Sayı 2, 2006.
4- Nagihan GÜRKAN,
Sahnenin Seyircide Açtığı Alan Sorunsalı: Meyerhold, Grotowski ve Studio
Oyuncuları’nın Yöntemi Üzerinden Bir İnceleme, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul
Üniversitesi, İstanbul, 2011.
5- Kerem Karaboğa,
Oyunculuk Sanatında Yöntem ve Paradoks: Diderot, Stanislavski, Meyerhold,
Brecht ve Grotowski Üzerine Bir inceleme, İstanbul, Boğaziçi Üniversitesi
Yayınevi, İstabul, 2005.
6- Sevda Şener,
Dünden Bugüne Tiyatro Düşüncesi, Dost Kitabevi, Ankara, 2006.
7- Çiğdem Kılıç,
Antonin Artaud ve Şiddet, Yaşar Üniversitesi, İstanbul, 2008.
8- Christopher INNES,
Avant-Garde Tiyatro (1982-1992), çev: Beliz Güçbilmez, Aziz V. Kahraman, Dost Kitabevi,
Ankara, 2004.
[1] Antonin
Artaud, Tiyatro ve İkizi, çev: Bahadır Gülmez, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul,
1993, s. 28.
[2] Antonin
Artaud, Yaşayan Mumya, çev: Yaşar Günenç, Yaba Yayınları, Ankara, 1995, s. 17.
[3] Artaud,
Yaşayan Mumya, s. 14.
[4] Artaud,
Tiyatro ve İkizi, s. 37
[5] Artaud,
Tiyatro ve İkizi, s. 47.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz için teşekkürler