tiyatro etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tiyatro etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Ocak 2024 Salı

BİR DEVRİN ANLATISI: ANTON ÇEHOV'UN "VANYA DAYI" OYUNUNUN ANALİZİ VE ÇÖZÜMLEMESİ

Vanya Dayı, Çehov’un kişiliğini ve Rusya’nın o dönemki toplumsal yapısı ve geçirdiği derin değişimleri gerçekçi biçimde ortaya koyan bir oyundur. Bu yüzden oyunun temsili açısından güçlü seyircilerin gerçek biçimde oyunu anlamlandırabilmeleri için temsillerde yeni tekniklerin devreye sokulmasında yarar vardır.

Kuşkusuz bu güçlü eseri kavrayabilmek için 19. yüzyıl başından itibaren Rusya’nın edebi ve siyasal yaşamını da bilmek gerekmektedir. Özellikle halkın cehaleti, kilisenin baskısı, sefalet ve Çarların istibdadını anlatması açısından oyun güçlü simgelerle doludur. 

27 Şubat 2022 Pazar

KRAL LEAR OYUNUNUN ANALİZİ

Kral Lear, Shakespeare’in en ünlü tragedyalarındandır. Oyun kısaca yaşlandıktan sonra tahtını kızları arasında paylaştırıp kenara çekilmek; yaşamının son demlerini zevk ve sefa içinde geçirmek isteyen Kral Lear’ın tercihlerini yaparken düştüğü hataları ve bu hatalar sonucunda vardığı insani olgunluk düzeyini konu alır. Shakespeare bu oyun üzerinden, kusurlu olmanın farkındalığını ve bu yolda yaşanan serüvenleri, oyunun çok katmanlı dünyasından hareketle anlatmaya girişmiştir. Tabi bu yolda aile dinamikleri kadar güç ve iktidar ilişkilerini de sorgulamaya girişir. İlk defa 1606’da sahnelenen bu trajedi, genel olarak kasvetli bir atmosferde geçer. Özellikle oyunda özel ağırlığı olan bir fırtına sahnesi vardır ki anlatının bütünü ve iletisi açısından özel bir ağırlığa sahiptir.

Kral Lear, tahtını, üç kızı (Goneril, Regan ve Cordelia) arasında bölüştürecekken bunu bir kibir törenine dönüştürür. Karar verirken de kibrinin, parlayan duygularının etkisi altında kalan Kral Lear, iki kızına mirasta öncelik tanıyarak ilk trajik hatasını gerçekleştirir. Bundan sonra ise yaşadığı hayal kırıklıkları ve ihanetler ile deliliğe doğru kademeli olarak ilerler.

28 Nisan 2021 Çarşamba

ZAMANIN ÖTESİNDE SHAKESPEARE

Shakespeare’i öncelikle şairlik yönüyle tanıyan bir okur olarak, oyunlarıyla oldukça geç tanıştığımı belirtmeliyim. Ama Shakespeare oyunlarında da aynı şairane dili kullanmıştır çoğunlukla. Oyunlarının dili kadar biçimsel özellikleri bakımından da şiirsel yapıya uygun olması belki okuma kolaylığı açısından bir avantaj gibi görülebilir; ancak anlaşılması noktasında da zorluklar yaratıyor. Bu sadece okur açısından değil, yazar açısından da bir sorun olarak belirmektedir.

Shakespeare’in yazdıklarında tiyatroyla şiirin eşsiz bir uyum içinde bütünleştiğini savunan Mina Urgan da bu özelliğin metinlerine bir sınırlılık getirdiğine işaret eder: “Shakespeare herhangi başka bir dile çevrilince, değerinin en azından yarısını yitirir. Çünkü tiyatro yazarı Shakespeare başka bir dile aktarılabilir, ama şair Shakespeare'i başka bir dilde verebilmek pek olası değildir.”[1]

Bu çalışmada Shakespeare'in dört oyunundaki dört farklı karaktere dair birtakım değerlendirmeler yapmaya çalışacağım. Shakespeare’in kalabalık oyun kadrolarıyla sayısız karakter yarattığı biliniyor. Bu oyun kişilerinin, tarihsel kişilikleri yansıtabildiği gibi yazarın kendi kişiliğinden de izler taşıdığı savunulmuştur. Ancak bu kadar oyun kişisinin, Shakespeare’in kişiliğini, felsefesini, duygu ve düşüncelerini yansıttığını savunmak bana pek gerçekçi gelmiyor açıkçası. Bu konuda Urgan’ın bu tezi destekleyen görüşünü oldukça yerinde buluyorum: “Ve onlar konuşurken, onları yaratan Shakespeare susar.”[2]

25 Eylül 2020 Cuma

NECİP FAZIL KISAKÜREK'İN TİYATRO OYUNLARI

Necip Fazıl edebiyatımızda her ne kadar şair kimliği ile öne çıksa da fikri yönü ve tiyatrolarıyla da dikkat çekmiştir. Öteden beri İslamcılık düşüncesinin önemli taşıyıcılarından biri addedilen Kısakürek’e göre tiyatro, ideallerini anlatabileceği “üstün ve dokunaklı” bir araçtır. Bu sebeple, özellikle tiyatro eserlerinde felsefi yönün daha derinlikli ve açık biçimde ortaya çıktığı görülür. Bu düşünceler kimi zaman bir tirad havasında ifade edilirken, kimi zaman da karakterlerin şahsi özellikleri ve söylemleri üzerinden yükselir.

Ağırlıklı olarak, Allah ve buna bağlı olarak inanç, ruh, mânâ ve ahlâk konularına ağırlık verdiği eserlerinde bizim inceleme alanımıza giren Tohum ve Para’da da “ahlak” konusu öne çıkar. Ahlak konusundaki tezlerini, karakterler üzerinden anlatırken, kimi kavramların, vatan, millet vb. gibi kavramların nasıl suiistimal edildiğine de ibretle tanık oluruz.

2 Nisan 2018 Pazartesi

GELENEKSEL TÜRK TİYATROSUNUN GELECEĞİ



Her toplum tarihsel ve kültürel birikimini sanat üretimine yansıtır. Bir boyutu, insanın kendini anlamlandırma ve ifade etme çabası olan sanat, bu birikime göre de şekillenir. “Türk tiyatrosu” olarak ifade edilen Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan geniş coğrafya içerisinde, çok sayıda halkın ve kültürün etkileşimi olarak gelişen geleneksel Türk tiyatrosunun en önemli boyutunu “gelenek” ifadesi oluşturuyor diyebiliriz.

Özellikle halkbilimini yakından ilgilendiren bu gelenek kavramı durağan ya da “değişmez olanı” değil geçmişi referans alarak geleceğin yaratılması olarak da değerlendirilebilir. Bu anlamıyla gelenek düşünülenin aksine dinamik bir kavram olarak değerlendirilmelidir. Çünkü hiçbir gelenek oluştuğu koşulları stabilize etmemekte, toplumsal, tarihsel değişim ve ihtiyaçlar ekseninde biçimlenmekte, zamana uyum sağlamaktadır. Aksi halde geleneğin sürekli değişim halinde olan insanın ve toplumların ihtiyaçlarına yanıt vermesi mümkün olmaz.

26 Mart 2018 Pazartesi

DARİO FO - FRANCE RAME: Tek Kişilik Dialog


Dario Fo’nun Hayatı
 Dario Fo, 1926 yılında Varese’de doğmuştur. Milano’da mimarlık eğitimi alırken yazdığı siyasal güldürü niteliğindeki oyunlarıyla ustalığını ortaya koymuş, bu durum kısa zamanda tanınmasına vesile olmuştur.

Özellikle “kabare” tarzındaki gösterilerinin başarı kazanması üzerine radyolarda birtakım monologlar dizisi yayımlamıştır. Güldürülerinin güncel sorunları işlemesi, siyasileri hicvetmesi egemenleri rahatsız etmiş olmalı ki çok kez kovuşturmalara uğradı.
Metin Balay’ın Halk Tiyatrosu ve Dario Fo adlı eserinde Dario Fo’nun tiyatro yaşantısını dört bölümde ele alınmıştır:

“Birinci bölüm, Dario Fo’nun eşi Franca Rame ile birlikte kurduğu topluluğun öncesi yıllarını kapsamaktadır. Çocukluğundan 1958 yılına kadar olan bu dönem, Franco Parenti, Giustuno Durano gibi yazar ve oyuncularla oluşturduğu bir toplulukla çalışarak, Fo tiyatrosunun pek çok öğesini biriktirdiği ve bir araya getirdiği hazırlık dönemidir.

13 Aralık 2017 Çarşamba

Ortaçağ'da Din Dışı Oyunların Dinsel Oyunlara Dönüşümü

Yaklaşık bin yıllık bir süreci kapsayan Ortaçağ, Roma İmparatorluğu’nun çöküşüyle başlayan ve Rönesans’a kadar olan süreci ifade eder. Bu zaman dilimi özellikle Doğu ve Batı’da siyasal, sosyal ve ekonomik anlamda büsbütün farklı bir seyirde ilerlemiştir. Hıristiyanlığın egemen olduğu Avrupa’da yeni bir değerler sistemi ve bununla paralel olarak yeni bir ekonomik siyasal sistem olan feodalite (derebeylik) sistemi öngören bu dönemin değerler sistemini de yepyeni normlar ve kurumlar şekillendirmiştir. Toplumun tepeden tırnağa yeniden biçimlendirildiği bu sürecin çok yönlü mimarı ve mutlak belirleyicisi Hıristiyanlık ve kilisedir.

ÇEHOV'UN SESSİZLİĞİ

ANTON ÇEHOV’UN SESSİZLİĞİ

Çehov’un kendi döneminin bir yansıması olmakla birlikte aynı zamanda öncülerinden olduğu realist akımın önemli bir temsilcisidir. Ancak dönemin realist anlayışını savunan yazarlar ile çehov’un realist yaklaşımı arasında önemli bir farklılık vardır. Bu farklılığı yansıtan en belirgin yan ise karakterlerin iç dünyalarını yansıtan yeni yollar arayışına girmiş olmasıdır. Özellikle oyunlarında buna dair çok sayıda veriye rastlamak mümkündür. Bu yaklaşımda çok sayıda dikkat çekici özellik olmakla birlikte “Çehov’un ‘es’leri” ya da “sessizliği” olarak tarif edilebilecek dikkat çekici bir yönü vardır oyunlarının. Söylenmek istenenin tam olarak söze dökülemediği ya da bazı noktaların okuyucuya bırakıldığı bu sessizlikler, kesik cümleler ya da üç nokta (…) ile yansıtılmıştır. Bu yazıda anlatılan sessizlik tezi “Martı” oyunu ekseninde anlatılmıştır. Yer yer diğer oyunlara da göndermeler yapılmıştır.

20 Ekim 2017 Cuma

AİSKHYLOS: ZİNCİRE VURULMUŞ PROMETHEUS ÜZRİNE

Bilinç ver özgürlüğün simgesi olan Premetheus’u güçlü kılan bilinci ve bilgeliğidir. Bir taraftan Zeus’un öfkesinden sakınmamaktadır.

Zeus'a türlü biçimlerde meydan okumakta, bilicilik gücüyle de onu kaçınılmaz sonu karşısında telaşa düşürmektedir.

Bu güçlü mit, edebiyattan felsefeye kadar pek çok alanda derin etkiler yaratmış, sanatsal metaforların geliştirilmesinde dikkat çeken bir figür olmuştur.

ORTAÇAĞ TİYATROSU


Kostümler

Ortaçağ tiyatrosunda çoğu karakterin kostümleri gündelik hayatta kullanılan kostümlerdi. Örneğin Romalı askerleri oynayanların ortaçağ zırhlarıyla donatılması ya da Yahudileri oynayanların psikopos cüppeleri giymesi gibi işlevsel bir kostüm anlayışları var. Tanrı’nın canlandırılması var mesela… Tanrı, imparator ya da papa gibi giyiniyor. Bunlar arasında bağ kurulmasını daha önce görmüştük. Melekler, kilise giysilerine kanat takılarak canlandırılıyor. Kutsal ya da dünyevi her önemli karakter, kendini belirleyen bir simge taşıyor. Şeytanlar, yırtıcı kuşlara benzetiliyor. Başka yaratıklar var; hayvan kafalı canavarlar ya da pullu, kuyruklu, boynuzlu ya da pençeli yaratıklar.

29 Nisan 2017 Cumartesi

ANTON ÇEHOV VE MARTI OYUNU ANALİZİ

Rus gerçekçiliğinin öncü yazarlarından olan Çehov’u kendinden önceki yazarlardan ayıran en önemli etkenlerden biri, hayata geniş bir pencere açmasıdır. Özellikle oyunlarında sıradan ya da gülünç görünen; ancak tipik ve göz ardı edilemeyecek “önemsiz şey” ve durumları kapsama alanına alır. Kendisine gelinceye kadar edebiyatın dışında görülen, hayatın “ilk göze çarpan” önemsiz şeylerini edebiyata sokmuştur. Öyle ki bu yaklaşımı kendi döneminde oldukça yadırganmıştır. Bu durum, birçok eleştirmene göre toplumsal ilgisizliğin ve kayıtsızlığın ifadesi olarak görülmüştür. Şengunov bunu şöyle ifade etmiştir: “Artık Rusya o kadar boşaldı ki düşünen kişinin, bütün Rusya’da anlatmak ve açıklamak istediği hiçbir şey yoktu.”[1]

TİYATRONUN KAYNAKLARI 1


Tiyatronun kökenleri incelendiğinde ilkel toplumlara dayandırılan birtakım değerlendirmeler yapılır. Buna göre tiyatronun kökeni ilkel toplumların büyü törenlerine dayanmaktadır. İnsanların doğa ve doğa olayları karşısındaki aczi onları çeşitli eylemlere yöneltmiş, insanlar çeşitli etkinlikler ve büyü yoluyla bu doğa olaylarını etkileme ya da değiştirme çabası içine girmişlerdir. Yağmur duaları, bolluk ve bereket törenleri, ölme-dirilme törenleri bunlara örnek olarak verilebilir. Özellikle çeşitli av törenlerinde tiyatronun da temel öğeleri olan, taklit, devinim ve kolektif iş yapma unsurları ortaya çıkmaktaydı.

Başka bir deyişle tiyatronun esas kaynağı, ilkel insanların veya toplulukların doğayla, tanımlayamadıkları varlık veya durumlarla ilişki kurmak, onları değiştirmek, kendine uygun hale getirmek için giriştikleri mücadeleler vardır.

OYUN KURAMI: HOMO LUDENS VE OYUN ÜZERİNE


İnsanın, kendini toplumsal ilişkiler içerinde var etmeye başlamasıyla birlikte diğer canlılardan kendisini kalın bir çizgiyle ayırmaya başlamıştır. Bu evrimsel süreçteki sıçrama hem fizyolojik hem de doğa ile mücadele noktasında insanı diğer canlılar karşısında egemen bir konuma taşımıştır denilebilir. Bu kopuş insanın doğanın bir parçası olan varoluş sürecinden büsbütün bir kopuş anlamına gelmemektedir.

İnsan, ilksel dönemlerden bu yana, değiştirerek de olsa, taşıdığı birçok özü bağrında taşıyarak evrimleşegelmiştir. İlksel insana dair birçok bilinmezi bugünkü insanı anlama çabasında ortaya çıkarmaktayız. Bu anlamda insan, keşfedilmemiş sınırlarıyla kendisi için bir gizem olmayı sürdürmektedir.

Johan Huizinga’nın “Homo Ludens” adlı yapıtta, insana ilişkin temel varlık unsurlarının başına oyun kavramını yerleştirmiştir. Öncelikle oyunun sadece “insana özgü” olmadığını, çeşitli hayvanlardan örnekler vererek açıklamaya çalışmıştır. Ancak “kültürel oyunlar” diye tarif ettiği kategoriyi de oyunların bir üst aşaması olarak sınıflandırmıştır.

AZİZ NESİN TİYATROSU VE "ÇİÇU" OYUNU ANALİZİ

Türk tiyatrosunun Tanzimat’tan sonra belki de en parlak dönemi 1960 yılından sonraki siyasal koşullarda yaşanır. Şehir tiyatroları çoğalmış, Devlet Tiyatrosu başka illerde de yeni tiyatrolar açmıştır. Ancak siyasi-sosyal baskılar her dönemde tiyatronun karşısına çıkmayı sürdürmüştür. Gelişmelerin yaşanmasına rağmen aynı yıllarda tiyatro oyunları çeşitli bahanelerle yasaklanmış, hatta daha da fiili biçimlerde tiyatro salonları basılmış, oyunculara saldırılmıştır.

KÖY SEYİRLİK OYUNLARI VE RİTÜELİSTİK OYUNLAR


Toplumsal ilişkiler içerinde kendini var etmeye başlayan insanın bu gelişim evresi onu diğer canlılardan kalın bir çizgiyle ayırmaya vesile olmuştur. Bu evrimsel süreçteki sıçrama hem fizyolojik hem de doğa ile mücadele noktasında insanı diğer canlılar karşısında egemen bir konuma taşımıştır denilebilir. Bu kopuş insanın doğanın bir parçası olan varoluş sürecinden büsbütün bir kopuş anlamına gelmemektedir.

İnsan, ilksel dönemlerden bu yana, değiştirerek de olsa, taşıdığı birçok özü bağrında taşıyarak bugünlere gelmiştir. İnsanlığın ilk dönemlerine dair birçok bilinmezi bugünkü insanı anlama çabasında ortaya çıkarmaktayız. Bu anlamda insan, keşfedilmemiş sınırlarıyla kendisi için bir gizem olmayı sürdürmektedir.

NAZIM HİKMET TİYATROSU VE YUSUF İLE MENOFİS OYUNU ÜZERİNE

Olay MÖ. 1600 yıl önce Mısır’da yaşanan birtakım olaylar dizisine dayanmaktadır. Hikâye hepimizin yakından bildiği dini bir sembol olan Yusuf etrafında şekillenmiştir. Yusuf, peygamberlerden biri kabul edilmektedir. Özellikle güzelliği ve rüyaları tabi etme yeteneği ile bilinir. İsrail topraklarında doğup büyümüş olan Yusuf, kardeşlerinin ihanetine uğrayarak bir kuyuya atılır. Buradan geçen bir kafile onu fark edip kurtarır ve Mısır’da köle olarak satılır. Kuran’a göre Yusuf’un köle olarak satıldığı Mısır’daki efendisinin adı Aziz, Tevrat’a göreyse Potifar’dı. Nazım bu oyunda birçok bölümde doğrudan Tevrat’ı dayanak yapmıştır. Hikâyenin özü, kişileri, örgüsü Tevrat’ı temel alarak şekillendirilmiştir.

HALDUN TANER: KEŞANLI ALİ DESTANI

Keşanlı Ali’nin yaşadığı gecekondu mahallesinde bir cinayet işlenir. Öldürülen kişi, Ali'nin sevdiği Zilha'nın dayısıdır. Nasıl olduysa cinayet Alinin üstüne kalır. İşlemediği suçtan ötürü mahpushaneye düşer, burada da bazı olaylara karışır. Tüm bunlar Ali’yi iyice meşhur eder. Böylece gecekondularda yaşayanlar arasında, Ali'ye karşı, gittikçe büyüyen bir ilgi, sevgi ve korku oluşur. Nihayetinde Ali cezasını çekip gecekondu mahallesine döner. Tam döndüğü sıralarda da muhtar seçimleri gündemdedir. Mahpushane yaşantısı içerisinde kurnazlığı öğrenen Ali birtakım hilelerle başvurarak, rakiplerini bir bir ekarte ederek muhtarlık seçimlerini kazanır. Böylece mahalledeki hâkimiyeti ve etki gücü daha kurumsal bir hal alır.  Artık, gecekondu bölgesine dair her şey, iyisiyle kötüsüyle ondan sorulur. Bu süreçte Zilha’ya da yaklaşmaya çalışır. Ama Dayısının katiliyle birlikte olmayı kendine yediremeyen Zilha ondan iyice uzaklaşır. Ali’nin gerçeği anlatmasına rağmen bunu kabul etmez, gerçeği herkese ilan etmeden ona yaklaşmayacağını bildiri. Daha sonra Zilha, şehirde bir konağa yerleşir.

KLASİK TRAGEDYALAR İLE SENECA TRAGEDYALARININ KARŞILAŞTIRILMASI



Tragedyalar, yaşamın acıklı, ders niteliği taşıyan ve insanı ve onun duygu durumlarını etkilemek üzerine kurulmuş, kendine özgü kuralları olan oyunlardır. Esas olarak ahlaki bir sonuç ve ders çıkarmayı hedefleyen bu oyunlarda yüksek erdem örnekleri ortaya konulur.

Aristoteles’e göre tragedya: “Tragedya belirli bir uzunluğu olan, oyunun çeşitli bölümlerinde belirli biçimde süslü bir dilin kullanıldığı, anlatı yapmayan ancak sahneleyen insanlar tarafından gerçekleştirilen, acıma ve korku yoluyla bu gibi duyguların sağılımı [katharsis] gerçekleştiren, ciddi ve tamamlanmış  olaylar dizisinin [praxis] yeniden sunumudur [mimesis].”  şeklide tanımlanır.
Bu tanımdan hareketle tragedya, izleyicilerde güçlü duygusal reaksiyonlara neden olan olayların, şiirsel bir ifadesi olarak da değerlendirilebilir.

Yine aristoya göre tragedyanın başarısı izleyicide “acıma ve korku” duyguları uyandırmasıyla ölçülür. Çünkü ahlaki bir ders çıkarmak için güçlü bir duygusal sarsıntının ortaya çıkması gerekir. Bunu da güçlü oyun kişileri eliyle (Tanrılar, krallar, asiller vb.) gerçekleştirir. Kahramanların eylem ve durumlarının olumludan olumsuza taşınmasıyla yaratılan kırılma yoluyla da eylemsel bir forma dönüşür.

POETİKA IŞIĞINDA KRAL OİDİPUS OYUNUNA BAKMAK

Aristoteles’in 4. Yüzyılda kaleme aldığı Poetika adlı eser, şiir ve tiyatro hakkında kapsamlı ve derli toplu bilgi veren ilk eser olması hasebiyle önemli bir kaynak eser olarak kabul edilmektedir. Eserde “tiyatro” olarak değerlendirilen yegane tür “tragedya”dır.  Tragedya birçok yönden ele alınmış ve ayrıntılı olarak bir tragedyanın nasıl olması gerektiği üzerinde durulmuştur. Aristoteles, Poetika’da birçok defa Kral Oidipus’u ideal bir tragedya olarak nitelemiş ve tragedyayı açıklarken Kral Oidipus’a sık sık göndermeler yapmıştır. Buna göre Poetika’da adı geçen başlıca kavramlar şunlardır:

VANYA DAYI IŞIĞINDA ANTON ÇEHOV TİYATROSUNA BAKMAK

Rus gerçekçiliğinin öncü yazarlarından olan Çehov’u kendinden önceki yazarlardan ayıran en önemli etkenlerden biri, hayata geniş bir pencere açmasıdır. Özellikle oyunlarında sıradan ya da gülünç görünen; ancak tipik ve göz ardı edilemeyecek “önemsiz şey” ve durumları kapsama alanına alır. Kendisine gelinceye kadar edebiyatın dışında görülen, hayatın “ilk göze çarpan” önemsiz unsurlarını edebiyata sokmuştur. Öyle ki bu yaklaşımı kendi döneminde oldukça yadırganmıştır. Bu durum, birçok eleştirmene göre toplumsal ilgisizliğin ve kayıtsızlığın ifadesi olarak görülmüştür. Şengunov bunu şöyle ifade etmiştir: “Artık Rusya o kadar boşaldı ki düşünen kişinin, bütün Rusya’da anlatmak ve açıklamak istediği hiçbir şey yoktu.”[1]

NAZIM HİKMET'İN KAYIP ŞİİRLERİ 2: "UNUTULAN"

Nazım Hikmet'in kayıp ikinci şiiridir "Unutulan" ... Aslında eski baskı kitaplarında bulunan; ancak son yıllarda yapılan bası...