29 Nisan 2017 Cumartesi

VANYA DAYI IŞIĞINDA ANTON ÇEHOV TİYATROSUNA BAKMAK

Rus gerçekçiliğinin öncü yazarlarından olan Çehov’u kendinden önceki yazarlardan ayıran en önemli etkenlerden biri, hayata geniş bir pencere açmasıdır. Özellikle oyunlarında sıradan ya da gülünç görünen; ancak tipik ve göz ardı edilemeyecek “önemsiz şey” ve durumları kapsama alanına alır. Kendisine gelinceye kadar edebiyatın dışında görülen, hayatın “ilk göze çarpan” önemsiz unsurlarını edebiyata sokmuştur. Öyle ki bu yaklaşımı kendi döneminde oldukça yadırganmıştır. Bu durum, birçok eleştirmene göre toplumsal ilgisizliğin ve kayıtsızlığın ifadesi olarak görülmüştür. Şengunov bunu şöyle ifade etmiştir: “Artık Rusya o kadar boşaldı ki düşünen kişinin, bütün Rusya’da anlatmak ve açıklamak istediği hiçbir şey yoktu.”[1]

Elbette işin doğrusu farklıydı. Çehov, katmanlı hikâye ve oyunlarında yaşamın olanca gerçekliğini yansıtırken toplumsal değişim ve dönüşümü de sanatsal bir biçimde ve hiçbir zorlamaya başvurmadan başarıyla yansıtmıştır. Hikâye ve oyunları derinlemesine incelenip çözümlendiğinde bu yargıyı destekleyen açık önermelere ulaşmak hiç de zor değildir.

Çehov’un oyunları konusunda da birtakım belirgin yargılar söz konusudur. Özellikle harekete dayanmayan ve ruhsal tasvirlerin ağır bastığı bir yaklaşımla yazdığı söylenegelmiştir. Anlatılarındaki bu özelliklere rağmen oyunlarında hissedilen lirizmin ve dramatik hareketin temel kaynağını “gizli cereyan”[2] adı verilen bir duygusal akıntının sağladığı söylenebilir.

Oyunlarında da hikâyelerinde olduğu gibi gündelik hayatın tüm alelade görünümlerine rastlamak mümkündür. Ancak bu aleladelik ile sanatkârane anlatım arasında hassas bir denge kurduğu söylenebilir. Özellikle 19. yüzyılın sonlarına doğru egemen Rus tiyatro geleneği sınırlarını zorlayarak yeni biçimler deneme yoluna gitmiştir. Bu denemelerde en dikkat çekici öğelerden biri oyun kişileri arasındaki hiyerarşiyi yıkmış olması denilebilir. Kaldı ki Çehov’un oyunlarında birinci ya da ikinci derecede önemli kişiler şeklinde belirgin bir ayırım yoktur. Ayrıca hikâyelerinde olduğu gibi oyunlarında da heyecan verici herhangi özel veya önemli olayı değil, rastgele ele aldığı “önemsiz” bir zaman diliminde bütün hayatı, başı ve sonu olmayan bir süreç olarak göstermektedir. Oyun bittiğinde okurun üzerinde bıraktığı “bitmemişlik hissi” ya da hayatın devam ettiğine işaret eden göstergeler bu yorumu destekler.

Çehov’un tiyatroya getirdiği bir diğer önemli yenilik de kişilerle ilgilidir. Oyun kişilerini sahnede parlatma, olağandışı davranışlar sergiletme ya da oyun kişilerinin sanatkârane bir üslupla konuşturulması yaklaşımlarını ortadan kaldırmıştır. Gerçekçi anlayışıyla paralel olarak oyun kişileri sıradan insanlar olduğu gibi sıradan davranışlar sergilerler. Tıpkı gerçek hayattaki insanlar gibi yer içer, sarhoş olurlar; önemsiz şeyler hakkında konuşur, tartışırlar. Bunu da yazarın kendisi böyle istediği için değil hayatın olağan akışı böyle olduğu için yaparlar.

Çehov’a göre gerçekçi oyun yazarı, kişinin duygularını ve derin düşüncelerini sahnede göstermelidir. Ancak bunu sadece sözler aracılığıyla değil farklı anlatım yollarıyla gerçekleştirmelidir. Bunu yapmanın bir yolu olarak da bizzat oyun kişilerini kullandığını görebiliriz. Çehov’un kahramanları söylediklerini sık sık ifade edemezler. Günlük hayatta olduğu gibi insanlar diyalog kurarken her zaman en doğru sözcüğü ve ifadeyi bulamayabilirler. Martı’da, Nina’nın Treplev’le yaptığı konuşmada: “Bense bir martıyım… Yok, değil”[3] demesi, ya da Vanya Dayı’nın 3. perdesinde Sonya, dayısıyla ne kadar güç zamanlar geçirdiğini anlatırken: “… böyle konuşmam doğru değil ama sen de anlamalısın bizi baba.”[4] derken aynı tereddütü yaşar. Bu bahsettiğimiz yaklaşım esasen oyun kişilerinin iç dünyalarına dair derinliği gösterme çabasına örneklerdir.

Sözcükler dışında nedir oyunu etkili kılan? Çehov’a göre metnin kendisi kadar sahnede gösterimi de bu işte belirleyicidir. Ses tonu, değişik sesler ve gürültüler, konuyla ilişkili özel anlam yüklenmiş nesneler veya mekânlar (Martı, yurtluk, Vişne Bahçesi vb.), sıklıkla karşılaştığımız susmalar…[5] Vanya Dayı’daki son sahne: Maria Vasilevna yazı yazıyor,  Marina örgü örüyor… gibi özellikle bazı sessiz sahneler vardır. Bütün bunlar Çehov’un yeni anlam arayışı kadar yeni bir anlatım arayışını ve inşasını da somut olarak gösterir.

Vanya Dayı Oyununun Özeti
Emekli bir Profesör olan Serebriyakov ile genç ve güzel karısı Yelena dinlenmek üzere, müteveffa karısından miras kalan çiftlik evlerine gelirler. Onların gelişiyle birlikte çiftlik hayatı bütünüyle sarsılır. İşler aksar, kişiler temel uğraşlarını yapmaktan vazgeçer. Herkes gelen misafirlerin etkisiyle bir atalete, tembelliğe ve hareketsizliğe sürüklenir. Serebriyakov, yaşlanmıştır. Hastalığın ve yaşlılığın da etkisiyle yaşamdan iyice kopmuş, çevresiyle iletişim kurmaz hale gelmiştir. Aynı zamanda yaşamının son demlerini yaşadığını ve başarısız bir hayat geçirdiğini düşünmektedir. 

Oyuna adını veren Vanya Dayı profesörün ölmüş karısının erkek kardeşidir. Bu çiftlikte, annesi Mariya, yeğeni Sonya ve yaşlı dadıları Marina ve yoksullaşmış bir toprak ağası olan Telyegin ile birlikte yaşamaktadır. Vanya ve Sonya, hayatlarını çiftliğin idaresine adamışlardır. Büyük bir fedakârlıkla çiftliğin gelirinin büyük bölümünü profesörün kariyeri için harcamışlardır. Vanya, çiftliği ayakta tutmak ideali yüzünden kendine bir yaşam kurmamış, adeta profesörün kariyerini tek gaye olarak edinmiştir. Bu nedenle de tüm yaşamı köyde adeta bir serf olarak geçmiştir. Vanya, profesörün genç ve güzel karısı Yelena’ya umutsuz bir aşkla tutkundur. Yelena ise huysuz ve ilgisiz kocası ile oldukça mutsuzdur. Bu yüzünden de çiftliğin müdavimlerinden ailenin yakın dostu çevreci, idealist Doktor Astrov’a ilgi duymaktadır. Ancak Vanya Dayı’yla çiftlikte yaşayan profesörün ilk karısından olan kızı Sonya da Astrov’a âşıktır. Profesör ve karısının çiftliğe gelmesiyle birlikte ilişkiler ve gündelik hayat alt üst olur. Beklentiler ve umutlar dönüşüme uğrar. Kişiler hem yaşamlarını, hem ideallerini sorgulamaya başlarlar. İyice beliren ekonomik darboğaz profesörü arayışlara itmiştir. Bunun sonucunda profesör çiftliği satmaya karar verir. Bunu duyan Vanya kendini kaybeder ve profesörü öldürmeye kalkışır; ama başaramaz. Artık aynı çatı altında yaşamaları mümkün olmaz. Çatışmaların bu noktaya gelmesi ve kişiler arasında cereyan eden farklı gerilimler Profesör ve karısını çiftlikten ayrılmaya mecbur kılar. Oyunun sonunda çiftlikten ayrılırlar. Çiftlikte kalanlar eski yaşamlarına geri dönerler.

Olay Örgüsü
Profesör Serebriyakov’un vefat etmiş karısından kalan yurtluğun geliri kentteki masraflarını karşılayamaz hale gelince, genç karısıyla birlikte çiftliğe geri döner. Onların gelişiyle yurtlukta kalanların yaşam düzenleri ve alışkanlıkları bozulur.  Kişiler bu durumdan şikâyet etmekle birlikte yeni duruma kendilerini kaptırırlar. Hayatlarını profesöre para göndermeye adamış çiftlik sakinleri, profesörün kendilerinin sandığından çok farklı biri olduğunun ayırdına varırlar. Bunun üzerine, yitip giden yıllarını ve geçmişlerini sorgulamaya başlarlar.

Ortaya çıkan yeni ilişkilenmeler, çeşitli çatışmalara neden olur.  Aynı zamanda Taşraya uyum sağlayamayan profesör, çiftliği satma teklifinde bulununca çatışma doruğa çıkar. Bu noktada ortaya çıkan fiili durumlar yüzünden konuklar evden ayrılırlar. Kalanlarsa eski hayatlarına ve alışkanlıklarına geri dönerler.

Oyunun Teması
Çehov’un oyunlarını incelerken, özellikle Vişne Bahçesi, İvanov, Martı, Vanya… gibi öne çıkan oyunlarında ortak tematik öğeler olduğu rahatlıkla söylenebilir. Seçtiği temalar 1880-1905 yıllarını, yani Ekim Devrimi’nin hemen öncesi yıllara tekabül eden bir geçiş sürecine denk düşer. Bu anlamıyla toplumsal çalkantılar, kırılmalar, değişimler, çelişkiler yaygın temalardandır. Bu dönem, toplumsal kutuplaşmaların arttığı, toplumsal ilişkilerin alt üst olduğu, sınıflar ve kuşaklar arasındaki çelişkilerin iyice belirginleştiği bir dönemdir. Böylesi derin değişimleri de bir gerçekçi olan Çehov’un oyunlarında derin yapıda rahatlıkla görebiliyoruz. Öyle ki Rus toplumunun çeşitli sınıf ve tabakalarından, farklı kuşaklardan tiplere rastlarız oyunlarında.

Çehov’un oyunlarında dramtik yapı ve kurgu, belli bir dinamik eylem döngüsü yerine oyun kişilerinin çatışmaları ve ilişkileri üzerinden şekillenir. Bu kişilerin birbirleriyle olan ilişkileri, çatışmaları, birbirlerine uzaklıkları dramatik kurgunun da bel kemiğini oluşturur diyebiliriz.

Bütün bu saydıklarımızdan hareketle Vanya Dayı oyunun temasını Aydın-köylü çatışması olarak ele alabiliriz. Bununla birlikte ön planda aydın sınıfın köylüye yabancılaşması, köylü sınıfın aydınlara bakışı irdelenirken, arka planda da Rusya’daki kapitalistleşme sürecinin taşra yaşamında ve dolayısıyla aydın, aristokrat ya da orta sınıfta yarattığı derin kırılmalar da işlenmiştir.

“Vanya Dayı” Oyununun Yazıldığı Dönem
19. yüzyıl Rus toplumunda önemli siyasi, sosyal ve kültürel değişimler sürecine tekabül eder. Büyük bir toplumsal değişimin eşiği, Ekim Devrimi’nin hemen öncesi sürece denk düşer. Bu anlamıyla Rus toplumunun içinden geçtiği bu kaotik dönemin bütün karmaşasının sanat ve kültür ortamını derinden etkilediği bir süreçtir. Bu karmaşa Vanya Dayı’da apaçık okunur. Giderek daralan bir ekonomide artık tarımsal üretim iyice çıkmaza girmiştir. Tek çözüm olarak yurtluğun satılması gündemdedir. Taşra yaşamını yansıtan bir kesit içerisinde devrim arifesindeki Rusya’nın değişen siyasal ve sınıfsal değişimlerin yarattığı uzlaşmaz çelişki ve çatışmalar, özellikle aydın-köylü çatışması bu köy yaşantısı içerisinde somut hale getirilir.

Öte yandan oyun kişilerinin sergiledikleri davranışlar, yaşama ilişkin beklenti, özlem ve hayalleri, aslında bir bütün olarak Rus toplumunda o dönemde gelişen ve en güçlü dönemini yaşayan köylü “Narodnik” hareketin etkilerini ve o hareketin başarısız devrim girişiminin ardında Lenin’in önderliğinde gelişecek Bolşevik Devrimin müjdecisi olarak da değerlendirilebilir. Köy yaşamında Doktor Astrov üzerinden yansıtılan, doğal dengelerin bozulması, kuraklık, olumsuz değişimler vb. sorunlar; yaşamdaki durağanlık, alışkanlıklara saplanma, değişime direnme yönleriyle de köylülüğe dönük bir eleştiri olarak da okunabilir.

“Aydınların/yarı aydınların köy yaşamının tekdüzeliğine sıkışmış dayanılmaz yaşamları, monotonluk, tembellik, umutsuzluk ve mutsuzlukla kuşatılmışlıkları, Vanya’nın öyküsünü oluşturur.”[6]

Ekim Devrimi’nin hemen öncesinde Rus toplumunda yaşanan değişim ve dönüşümün tüm sancılarını Rus entelektüellerinin sanat yapıtlarında okumak mümkündür. Edebi yapıtlarda, gerçekçiliğin de bir sonucu olarak, dönemin atmosferini, çelişkilerini, çatışmalarını; siyasi, sosyal ve kültürel dönüşüm dinamiklerini görmek mümkündür.

Çehov’un yaşadığı dönemde birtakım ekonomik, sosyal ve kültürel değişimlerin temelinde yaşanan sınıfsal değişikliklerin temelinde, gerçekleşen toprak reformu ile bu değişimden doğrudan etkilenen köylü sınıfın aydınlanması ve bununla beraber, aristokrat ve orta sınıfın sarsılan yaşam gerçekliğiyle karşılaşırız. 

Toprağa dayalı serfliğin izlerini taşıyan Rusya’nın değişim sancılarının en ücra köye kadar ulaştığını da anlayabiliyoruz oyundan. Ancak bu değişime paralel olarak oyun kişilerinin davranışlarında da belirgin bir değişimi gözlemliyoruz. Ki oyun kişilerinin davranışları, ölçülü ve yüksek davranış modelleri olmaktan hayli uzak, hatta toplumsal ve sınıfsal konumları gereği çelişik örneklerle doludur. Özellikle Serebryakov ve genç eşi Yelena’nın köye gelişleriyle bozulan düzen, günlük hayatın olağan akışının bozuma uğraması, oyun kişilerinin çalışmak ve disiplini bırakarak hızlıca atalete sürüklenmeleri, yaşama ilişkin beklentisiz, umutsuz ve kaderci durumları bunu somutlar.

Çehov’un oyunları genel olarak her şeyin düğümlendiği bir merkez yaratmaz. Her olay ya da kişi oyunun bütünsel atmosferi içerisinde erir. Oyunu dinamize eden temel itici güç ayrı ayrı her bir kişi üzerinde hissedilir.

Oyun belli bir eksende ilerlemez. Her kişinin kendine özgü hayatı, kaygıları ve beklentileri oyunun eksenini de çok boyutlu kılar. Diğer oyunlarında gördüğümüz oyun kişileri arasındaki iletişimsizlik burada da karşımıza çıkmaktadır. Mesela Yelene 3. perdenin sonunda bunalmış bir halde burayı terk etmeyi isterken bile kimse ona yanıt dahi vermez. Bunu defalarca tekrarlaması da aynı iletişimsizliği güçlü biçimde yansıtır.

Bu dünya içerisinde her oyun kişisi, kendine has küçük rolü oynamaktadır. Bu insanlar için hayat, herhangi özel bir olayı değil, sıradan, basmakalıp bir sıkıcılığı kapsamaktadır. Gelişen talihsiz olaylarda da bu sıradanlık içerisinde biçimlenmektedir. Dolayısıyla karşılıksız aşkta, entellektüel başarısızlıkta hatta taban tabana zıt dünya algılarında bile sorumlu yok gibidir. Her şey o hayatın olağan akışının olağan sonuçları gibi şekillenmektedir. 

Eserde Zaman ve Perde Geçişleri
Oyunun perdesi açıldığında öğleden sonra üç sıralarıdır. Hava kapalıdır. Serebriyakov ile karısı Yelena yurtluğa geleli, kısa bir zaman geçmiştir. Ancak Vanya’ya göre “yüz yıl”[7] kalacaklardır. Oyunun ilk sahnesinde yaz mevsiminde olduğumuzu anlarız. Ki ilk diyalog, kavak ağaçlarının altında bahçede bir çay masasında geçer.

Daha sonra Vanya bunu “hava sıcak ve boğucu” diyerek açıkça da ifade eder. Aynı sahnede Yelena’dan, kendileri geldikten sonra, Doktor Astrov’un “üçüncü keredir” geldiğini öğreniriz. Burada Profesörün hastalığı kadar Yelena’nın vurgusu da sonraki yakınlaşma açısından bir önseme olarak düşünülebilir. Çünkü açık bir önerme olarak Astrov’un ancak ayda bir geldiğini de öğreniriz.
Sonya: “Bize ne zaman geleceksiniz bir daha? Yine bir ay sonra mı yoksa?”[8]

Yazın sıcak günlerinde Astrov’un üçüncü gelişi olduğuna göre profesör ve karısı yurtluğa mayıs ya da haziran ayında gelip yerleşmiş olabilirler. Bütün yazı da burada geçirmiş olmalılar. Bunu, Astrov’un son perdede söyleyeceği: “Burada çalışan, çabalayan, bir şeyler yaratmaya uğraşan kim varsa, işlerimizi bırakıp bütün yaz kocanızın damla illeti ve sizinle uğraşmak zorunda kaldık. Kendimi size kaptırdım ve bütün bir ay boyunca elimi işe sürmedim.”[9] sözleri de doğrular.

Buradan hareketle birinci perdenin haziran sonu veya temmuz ayında geçtiği varsayılabilir. Bir öğleden sonra başlayan birinci perdeden sonra, ikinci perde de gece saatlerini kapsamaktadır. Astrov’un fabrikadan çağrılmasıyla evden ayrılmak zorunda kalırken Sonya’nın: “Fabrikadan yemeğe gelirsiniz artık.” Dedikten sonra  “Yok, çok geç olur.” demesi devamında zamanın geceye evrildiğini göstermektedir. Herkes uyurken Vanya ile Astrov’un içmeleri öğleden sonra saat üç sıralarında başlamış olan birinci perdenin, aynı günün gecesinde sona erdiğini göstermektedir.

Üçüncü ve dördüncü perdeler de zaman olarak birbirine bağlıdır; üçüncü perde gündüz bire çeyrek kala başlar. Dördüncü perdede zaman gündüz vaktidir ve yaz bitmiş güz gelmiştir. Aradan bir, bir buçuk aylık bir süre geçmiştir. Aylardan “eylül”dür.

Oyun Kişileri
Bana göre oyun kişilerini en yalın sözcük, “ziyan” sözcüğüdür. Kişiler, kayıp geçmişleri ile geleceğin belirsizliği arasında sıkışıp kalmışlardır. Bu durum, her birinde tam anlamıyla bir umutsuzluk, karamsarlık, mutsuzluk ve kabulleniş yaratmıştır. Kabullenişin içerisinde bir Hristiyan tevekkülü de okunmaktadır. Cennette mutluluk vaat edilmiş insanlar, çektikleri tüm sıkıntıları, acıları, sıkılganlıkları ölümle gelecek o sonsuz huzur içerisinde avutacaklardır. Bu anlamıyla ziyan olan geçici yaşamın bunlatısı içinde kabulleniş, mutlak bir huzuru ve düzeni ifade etmektedir. Ancak bu durum çok kırılgandır. Kaldı ki taşradaki hayata en küçük bir müdahale bile (profesörle karısının ziyaretleri) İnandıkları ve ömrünü adadıkları değerlerin alt üst olmasına yetmiştir. Bu yıkıma tanık olan oyun kişileri, yaşadıkları duygusal gerilim içerisinden sıyrılmak için tek bir yol bulurlar. O da durağan yaşamlarına, alışkanlıklarına yeniden tutunmak, salt var olabilmek ve kaçınılmaz ölümün ardından gelecek huzur için acı çekerek de olsa sabretmek!..

Oyundaki Kişiler:
Aleksandr Vladimiroviç Serebriyakov: Emekli profesör
Yelena Andreyevna: Profesörün karısı, yirmi yedi yaşında
Sofya Aleksandrovna (Sonya): Profesörün ilk karısından olan kızı
Mariya Vasilyevna Voynitski: Profesörün ilk karısının annesi- bir müsteşarın dul hanımı
İvan Petroviç Voynitski: Mariya Vasilyevna’nın oğlu- kırk yedi yaşında
Mihail Lvoviç Astrov: Doktor
İlya İlyiç Telegin: Tüm varlığını yitirmiş bir toprak ağası
Marina Timofeyevna: Yaşlı dadı
Uşak
Bunlar dışında oyunda adı anılan ancak diyaloglara dâhil olmayan bakkal, köylüler gibi unsurlar da vardır.

SEREBRİYAKOV: Bir kilise zangocunun oğludur. Papaz okulu eğitimi almıştır. Daha sonra ise eğitimini sürdürerek profesör olmuştur. Oyunda yaşı belirsiz olsa da altmışlı yaşlarda olduğu ortaya çıkıyor. Dış görünüşe önem veren profesör, giyimi konusunda oldukça özenli davranıyor. Yaşamını sanat üzerine çalışarak geçiriyor. Ancak oyundaki diyaloglardan da anlaşılacağı üzere akademik anlamda büyük bir hayal kırıklığından öteye geçemiyor. Kendisi için yapılan fedakârlıklar karşılığını bulmuyor.   Kent yaşamını tercih etse de ekonomik darboğaz yüzünden vefat etmiş karısından kalan yurtluğa dönüyor. Şimdiki karısı Yelena ile aralarında neredeyse ciddi bir yaş farkı bulunmaktadır. Zaten oyun boyunca bu karı koca arasında evliliğe dair sözlü ifadelerden başka bir şeye rastlamıyoruz. Dolayısıyla her iki taraf için de pragmatik bir birliktelik olan bu evliliğin reel hiçbir karşılığı bulunmuyor. Profesör damla hastalığından muzdarip olmakla birlikte, romatizma, migren gibi hastalıklarında da sürekli yakınıyor. Öyle ki etrafındaki herkesi bu yüzden bezdirmiş durumdadır. Hastalığını abartma, doktorun bütün yaklaşımlarını terslemesi, etrafındaki herkesin özenine rağmen huysuzluğu hayli abartılı görünüyor. Profil olarak tam bir düzenbaz. Sürekli kendini acındırmakta, ilgi çekmeye çalışmakta; ataletini, bezginliğini ve işlevsizliğini bu yolla gölgelemeye çalışmaktadır. İşler ciddileştiğinde ya da bir kavgaya tutuşmak zorunda kaldığında korkakça bir tavır içine girmektedir. Emekli olunca taşraya dönen profesör, hayattaki başarısızlığının acısını burada yaşayan insanlara ve genç karısına yüklemiştir. Oysa akademik anlamda olduğu gibi taşra yaşamına uyum sağlama konusunda da yetersizdir. İnsanlara karşı kaba ve benci olan bu kişinin etrafındaki herkes onun için pervanedir. Evdeki düzen bile onun keyfine göre düzenlenmiştir. Profesör sevmediği için evde erişte bile pişirilmez. Evdekiler, geceleri uyumazlar, onun hastalığı ve kaprisleri ile uğraşırlar, yine de yaranamazlar. Öylesine bencildir ki; hayatını onun için çalışmaya adamış onca insanı düşünmeksizin, çiftliği satma kararı alır. Hayata sadece kendi şahsi çıkarları penceresinden bakan, bencil, nankör biridir Serebriyakov. Oyunda Rus toplumundaki küçük burjuva aydın tipini temsil etmektedir.

Oyundaki motivasyonu: refaha kavuşup, eski konforlu şehir yaşantısına dönmek.

Amacı: çiftliği satıp hayal ettiği şehir hayatına ulaşmak.

YELENA: Serebriyakov’un genç ve güzel eşi. Petersburg doğumlu, konservatuvar eğitimli bir kent soylu. Güzelliği ile herkesi etkilemekten hoşlanan, ama bunu büyük bir incelikle belli etmeyen bir kadın. Kocası gibi dış görünüşe büyük bir önem vermekle birlikte bazı kararlarda dış görünü ikinci plana itebilmektedir. (Sonya, ne kadar çirkin olsa da onu doktorla, mantıksal olarak, bir araya getirme düşüncesi akla yatkındır onun için, kaldı ki kendisi de böyle bir yaklaşımla evlenmiştir.)
 Yelena düş yoksunu, beklentisiz ve asalak bir kişiliktir. Eşi ile aralarında neredeyse kırk aş fark vardır. Herkes bu durumdan oldukça rahatsızken (Doktor da Vanya da bunu açıkça dile getirirler) kendisi bu durumu kabullenmiş gibidir. Aslında profesörle sevdiği içinde değil ünü için evlenmiştir. Bu anlamıyla yaşama tamamen pragmatik bakan, bencil bir kişidir. Öyle ki kendi duyguarını bile bu noktada feda etmekten geri durmaz. Kendi deyimiyle Profesörle yaşadığı şeye “aşk denemez”.

Mutsuzluğa batmış bu kadın, hayatı boyunca hiç aşk yaşamamıştır. Astrov’la yakınlaşsa da ona farklı duygular hissetse de, bunları açığa vurmama konusunda çok titizdir. Kimi zaman aşk adına her şeyi bırakıp gitmeyi düşünse de böylesi bir cesareti yoktur. Kendisiyle ilgili özyargısı, ahlaklı ve erdemli olduğuna olan inancı, onu bu tip eylemleri gerçekleştirmekten alıkoyar. İnsanların da onu daima böyle hatırlamasını ister. Bu yüzden de yurtluktan ayrılırken Doktor’dan tek isteği “saygıyla hatırlanmak” olacaktır. 

İçten pazarlıklı bir tip olarak da değerlendirilebilir. İçindeki duyguları dizginlemek ya da örtbas etmek için Sonya ile Astrov’un arasını yapmaya çalışır gibi görünür. Astrov’u Sonya ile ilgili sorgularken aslında, doktorun kendisi hakkındaki düşüncelerini de açığa çıkarmak ister.
Bu kadının aylak, tembel, kararsız ve zayıf bir kişiliğe sahip olduğu oyundaki diyaloglarından da rahatça çıkarsanabiliyor. Öyle ki bu aylaklığını tüm çevresine bulaştıracak denli aylaktır.

Temel motivasyonu: Aşkı yaşama isteği gibi görünüyor. Sürekli mutsuzluktan yakınması da bir mutluluk arayışına işaret ediyor olabilir.

Amacı: Düzeni korumaktır. Ancak aşk arzusunu da Astrov’la flört ederek gerçekleştirmeyi amaçlıyor.

SONYA: Serebriyakov‟un ilk evliliğinden olan kızı, annesinin ölümünün ardından dayısı ve anneannesi ile yurtlukta yaşamış ve yurtluğun işlerini dayısıyla birlikte yürütmüştür.
Son dönemlerde o da dayısı gibi işeleri boşlamıştır. Ancak misafirler geldikten sonra yurtluğun sorumluluğu büyük oranda ona kalmıştır. Astrov’a aşıktır ama bunu ona ifade edememektedir. Çünkü kendini çirkin olarak görmektedir. İyi yürekli, sorumluluk sahibi, becerikli, saf bir insandır. İnançlı ve kaderci bir kişiliği vardır. O da dayısı gibi çalışmak konusunda çok özenlidir. Çalışarak ve sabrederek yaşama tutunmaya çalışır. En büyük isteği ve motivasyonu, Astrov’la aşk yaşamak ya da onunla evlenmektir.

MARİYA: Vanya’nın annesi, Sonya’nın anneannesi, merhum bir “devlet danışmanının dul eşi.” Olarak tanıtılıyor oyunda. Sanat ve edebiyatla oldukça ilgili bir kişilik olarak dikkat çekiyor. Ağırlıklı olarak Serebryakov’un çalışmalarını izliyor. Diyaloglardan anladığımız kadarıyla Vanya ve Sonya ile birlikte profesör için çeviriler yapıyor, yazılarını temize çekiyor.Yine diyaloglardan anladığımız kadarıyla yirmi beş yıldır oğlu Vanya’yla birlikte yurtlukta yaşıyor. Vanya ve Sonya’dan farklı olarak Yurtluk işlerine pek karışmıyor. Kriz durumlarında sakinleştirici, aklıselim yaklaşımlarıyla ortamı yumuşatıyor. Oğlu ile sürekli çatışma   halinde. Profesör’ün gelişinin Vanya’da yarattığı hayal kırıklığını kendisi yaşamıyor. Onun yazılarına ve kitaplarına duyduğu büyük hayranlık Bu nedenle Profesöre hayranlığı hayli büyük. Gerçi Serebriyakov’un çiftliği satma fikrinden kendisi de hoşlanmıyor; ama Vanya kadar şiddeti bir karşı koyuş da sergilemiyor. Erkek işi gibi gördüğü konular olduğu için sadece seyirci kalıyor olanlara.
Profesörün yazıları, kitapları onun için adeta birer hayat kaynağı. Serebriyakov’un çiftliğe taşınmasıyla onun değerli bir yazar olmadığını anlasa da yaklaşımlarında Vanya kadar büyük bir kırılma yaşanmıyor.
Eserde Mariya ile ilgili derinlemesine bilgiler yok. Ancak eğitimli ve entelektüel olduğu profesöre yaptığı çevirilerden ve sürekli kitap okuyuşundan anlaşılıyor.
Motivasyonu: Profesörle ilişkilerini ve mevcut düzeni sürdürmek.
Amacı: Serebriyakov’un çalışmalarıyla ilgilenmeye devam etmek.

VANYA: Oyuna adını veren karakter. “Vanya Dayı” ifadesi aslında sadece Sonya tarafından kullanılan bir ifade. Diğerleri ona resmi adıyla hitap ediyorlar. İyi yürekli, fedakâr, çalışkan ve samimi bir insan. Yeğeni Sonya ile birlikte, Sonya’nın annesinden kalan çiftliği yönetiyor. Durmadan nefes almadan çalışıyor. Hayattaki en büyük motivasyonu çalışmak. Bunu adeta bir huşu içinde gerçekleştiriyor. Vanya’nın ablası, Sonya’nın annesi, Serebriakov’un ölen ilk karısıdır. Profesöre önceleri büyük bir hayranlık duyuyor, ama nedense Profesör ve eşi çiftliğe taşınınca bu yargıları değişiyor. Yaşamı boyunca, kayını olan profesöre kendini adamış olan Vanya, bu adamın aslında hiç e kafasında büyüttüğü bir kişilik olmadığını, hatta kendisini ondan üstün görmeye başlıyor. Onun bu asalak kişiliğini fark eden Vanya, tam bir hayal kırıklığı yaşayıp önceki duygularının tam tersini hissetmeye başlıyor. Profesöre öfke ve nefret duymaya, ondan kaçınmaya başlıyor.
Dahası bu misafirlerin gelişi onların çiftlikteki hayatlarını ve temel motivasyonlarını sekteye uğratıyor. İşleri asıyorlar, tamamen bir atalete sürükleniyorlar.  Profesörü belki de sadece kadınlar konusunda başarılı buluyor, öyle ki adeta onu bu konuda kıskanıyor.
Profesörün eşi Yelena’ya gönlünü kaptırmakla kalmıyor. Bunu açıkça da ifade ediyor. Onu çok önceleri, daha gençken tanıdığını belirtiyor. Hatta o zamanlar onunla evlenmediği için hayıflanıyor. Profesörün çevirilerine yardım ettiğine göre onun da iyi bir eğitim aldığı söylenebilir.
Sonya’ya da oldukça düşkün olan Vanya, yeğeninde ölen kardeşinin anısını yaşatıyor gibidir. Ayrıca kader ortaklığı yaptıklarını da düşünmektedir. Birisi yaşlı öteki genç olsa da her ikisi de yaşamı ıskalamış ve sınırsız bir mutsuzluğa gark olmuş gibilerdir. Yaşamını beyhude bir hayale havale etmiş, mutsuz, amacını yitirmiş, adeta geçmişi olmayan biridir. Yaşamak onun için de Sonya için de adeta bir zorunluluktur. Çekilmek zorunda olan bir çiledir. Bu çileyi doldurmanın da en olası yolu çalışmak, çalışmak ve yine çalışmaktır.
Motivasyonu: Yiten, ziyan olan hayatında yarın kalan ya da hiç yaşayamadığı duyguları tatmak istiyor.
Amacı: Yelena’ya olan âşkını gerçek kılmak istiyor.

ASTROV: Doktor. Bu mesleği dışında insanlığın geleceğine yönelik kaygıları ve beklentileri bulunan idealist, insancıl, doğa dostu bir kişilik olarak öne çıkıyor. Doğal çevre için duyguduğu kaygılar geleceğin insanı adına duyulan kaygılar gibi görünüyor. Yurtluğun yakınlarında yaşıyor. Metinden anladığımız kadarıyla yaşamını insanların yararına vakfetmiş biridir. Çok yorulsa da bu özelliğini koruyor. Zaman zaman ümitsizliğe kapılsa da insanlık için sergiliyor tüm çabasını. Ve sonuç ne olursa olsun o da Yelena gibi iyi anılmak istiyor insanlar tarafından. Ama Yelena’dan farklı olarak sadece şimdiki insanlarca değil gelecek kuşaklarca da iyi yad edilmeyi arzuluyor. Devlet ormanlığının yanında bir çiftliği ve fidanlığı bulunan Doktor, Profesörlerin gelişinden sonra çiftliğe gelişlerini sıklaştırıyor. O da Vanya gibi Yelena’dan hoşlanıyor… Ancak ne bağlılığa ne de aşka inanıyor. Kadınlara daha çok cinsel açıdan bakıyor. İçki içmeyi seviyor. Vanya’yı kendine yakın bulsa da büyük bir yalnızlık içinde. Çünkü bu çiftlikteki insanlar dışında bir ilişkisi görünmüyor.
Motivasyonu: İnsanlığa faydalı olmak, gelecek kuşaklar için daha yaşanılır bir dünya bırakmak. Toplum yararı için yaptığı alışmaları ve planları gerçek kılmak en büyük amacı. Bu açıdan bakılınca oyundaki en devrimci kişilik olarak değerlendirilebilir.

TELYEGİN: Her Şeyini yitirmiş eski bir toprak ağası olarak tarif ediliyor. Çiftliğin sığıntısı gibidir. Ancak burada adeta çiftliğin bir unsuru gibi algılanıyor. Ahali dalga geçse de çiftliktekiler onu kesinlikle yadırgamıyorlar. Sonya’nın vaftiz babasıdır aynı zamanda. Trajik bir biçimde evlendikten hemen sonra karısı tarafından terkediliyor. Buna rağmen, kutsal evlilik yeminini bozmayarak karısına sadık kalmış. Hatta işi aptallık derekesine vardırarak karısına ve üvey çocuklarına para bile gönderiyor. Evdeki kişiler onu yadırgamasa da kendisine pek de saygı duymuyorlar. Hatta “çopur surat”  lakabıyla sesleniyorlar. Çiftlikte pek dişe dokunur işer yapmaz elindeki gitarlar zaman öldüren bir asalak kişiliktir.
Oyundaki en gamsız dertsiz kişidir. Yaşamı sorgulamayan, derinliği olmayan bir kişidir.
Motivasyonu: Mevcut durumunu korumak ve yurtluktaki kişilerle ilişkilerini sürdürmek. Bunu ortama fazlasıyla uyum sağlayarak, olabildiğince varlık göstermeyerek sağlamaya çalışıyor.

MARİNA: Sonya’nın dadısıdır. Yirmi yıldan fazladır bu çiftliktedir. Sonya’nın annesi ölmeden önce de bu çiftlikte yaşamış. Vera’yla ilişkileri deoldukça iyidir. Ve nu daima iyilikle ve sevecenlikle anmaktadır. İnançlı, eğlenceli, görev bilinci yüksek ve tam manasıyla bir düzen insanıdır. Misafirlerin gelişiyle bozulan düzen onun için büyük bir rahatsızlık kaynağıdır. Evdeki gerilimlerde teskin edici bir rolü var. Herkesçe büyük saygı görüyor.
Motivasyonu: Evde bozulan düzenin tekrar sağlanmasını istiyor. Bunun içinde durmadan çalışıp didiniyor.

Oyun büyük bir aydınlanma ya da farkındalık ile sona eriyor. Herkes değişmiş olarak eski yaşamına dönse de artık hiçbir şey eski gibi olmayacak hissi uyanıyor insanda. En önemli farkındalık oyundaki merkez kişilerin hayatlarını başkalarının mutluluğuna adamış olmalarını ayırt etmiş olmalarıdır. Bunun ne kadar manasız olduğunu yaşayarak görseler de gündelik yaşamlarında dikkate değer bir değişme olmuyor. Bu bozgun hali, bu tatminsizlik bu bitmemişlik hissi oyun kşileri kadar okurları ve izleyicileri de bırakmayacaktır.
Oyun genç ve coşkun Sonya’nın, ölümü tarifleyen; dine, tevekküle ve teslimiyete dayalı sinir bozucu sözleriyle son bulur: “Huzur içinde dinleneceğiz. Meleklerin sesini duyacağız… çektiğimiz acılar Ulu Tanrının baştanbaşa her yeri kaplayan rahmetinde boğulup yok olacak. Yaşamımız dinginliğe erecek... İnanıyorum buna, yürekten inanıyorum.”

KAYNAKÇA
1.     Anton Pavloviç Çehov, Büyük Oyunlar, çev. Ataol Behramoğlu, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2016

2.     Elif Tüfekçi, Anton Çehov’un Martı Oyununda Yapısalcı Yöntem Açısından Bir Gösterge Olarak “Tekrarlar”

3.     Mimesis Dergi, (http://mimesis-dergi.org/), Birgül Yeşiloğlu Güler, “Bir ‘Martı’ Kanadından Çehov’a Uzanmak”, Mart 2014

4.     Burç Güray Dinçol, “Anton Çehov’un ‘Martı’ oyununda karakter çözümlemesi”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2009

5.     Dr. Tüten ÖZKAYA, Rus Edebiyatı Üzerine Yazılar, San Matbaası, Ankara, 1977

6.     Ataol Behramoğlu, Rus Edebiyatının Öğrettiği, Evrensel Basım Yayın, 1. Basım, İstanbul, 2008





[1] Dr. Tüten ÖZKAYA, Rus Edebiyatı Üzerine Yazılar, San Matbaası, Ankara, 1977, s. 164
[2] A.g.e. s. 183
[3] Anton Pavloviç Çehov, Büyük Oyunlar, çev. Ataol Behramoğlu, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2016, s. 304
[4] A.g.e., s. 226
[5] Çehov’un oyunlarında, oyun kişilerinin sık sık sustuğu görülür. Bunlar, üç nokta (…) ile gösterilir. Bu anlatım şeklinin oyuna bir derinlik kattığı, gerçeklik duygusunu güçlendirdiği ve okuyucunun düş gücünü de harekete geçirdiği söylenebilir.
[6] Üstün Akmen, “Yaşayacağız Uzun Geceler Boyunca: Vanya Dayı, (www.mimesis-dergi.org
[7] Anton Pavloviç Çehov, Büyük Oyunlar, çev. Ataol Behramoğlu, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2016, s. 182
[8] Anton Pavloviç Çehov, Büyük Oyunlar, çev. Ataol Behramoğlu, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2016, s. 192
[9] A.g.e., s. 235

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkürler

NAZIM HİKMET'İN KAYIP ŞİİRLERİ 2: "UNUTULAN"

Nazım Hikmet'in kayıp ikinci şiiridir "Unutulan" ... Aslında eski baskı kitaplarında bulunan; ancak son yıllarda yapılan bası...