Rus gerçekçiliğinin öncü yazarlarından
olan Çehov’u kendinden önceki yazarlardan ayıran en önemli etkenlerden biri,
hayata geniş bir pencere açmasıdır. Özellikle oyunlarında sıradan ya da gülünç görünen;
ancak tipik ve göz ardı edilemeyecek “önemsiz şey” ve durumları kapsama alanına
alır. Kendisine gelinceye kadar edebiyatın dışında görülen, hayatın “ilk göze çarpan” önemsiz unsurlarını
edebiyata sokmuştur. Öyle ki bu yaklaşımı kendi döneminde oldukça
yadırganmıştır. Bu durum, birçok eleştirmene göre toplumsal ilgisizliğin ve
kayıtsızlığın ifadesi olarak görülmüştür. Şengunov bunu şöyle ifade etmiştir: “Artık Rusya o kadar boşaldı ki düşünen
kişinin, bütün Rusya’da anlatmak ve açıklamak istediği hiçbir şey yoktu.”[1]
Elbette işin doğrusu farklıydı. Çehov,
katmanlı hikâye ve oyunlarında yaşamın olanca gerçekliğini yansıtırken
toplumsal değişim ve dönüşümü de sanatsal bir biçimde ve hiçbir zorlamaya
başvurmadan başarıyla yansıtmıştır. Hikâye ve oyunları derinlemesine incelenip
çözümlendiğinde bu yargıyı destekleyen açık önermelere ulaşmak hiç de zor
değildir.
Çehov’un oyunları konusunda da birtakım
belirgin yargılar söz konusudur. Özellikle harekete dayanmayan ve ruhsal
tasvirlerin ağır bastığı bir yaklaşımla yazdığı söylenegelmiştir.
Anlatılarındaki bu özelliklere rağmen oyunlarında hissedilen lirizmin ve
dramatik hareketin temel kaynağını “gizli
cereyan”[2]
adı verilen bir duygusal akıntının sağladığı söylenebilir.
Oyunlarında da hikâyelerinde olduğu gibi
gündelik hayatın tüm alelade görünümlerine rastlamak mümkündür. Ancak bu aleladelik
ile sanatkârane anlatım arasında hassas bir denge kurduğu söylenebilir.
Özellikle 19. yüzyılın sonlarına doğru egemen Rus tiyatro geleneği sınırlarını
zorlayarak yeni biçimler deneme yoluna gitmiştir. Bu denemelerde en dikkat
çekici öğelerden biri oyun kişileri arasındaki hiyerarşiyi yıkmış olması denilebilir.
Kaldı ki Çehov’un oyunlarında birinci
ya da ikinci derecede önemli kişiler
şeklinde belirgin bir ayırım yoktur. Ayrıca hikâyelerinde olduğu gibi
oyunlarında da heyecan verici herhangi özel veya önemli olayı değil, rastgele
ele aldığı “önemsiz” bir zaman
diliminde bütün hayatı, başı ve sonu olmayan bir süreç olarak göstermektedir.
Oyun bittiğinde okurun üzerinde bıraktığı “bitmemişlik
hissi” ya da hayatın devam ettiğine işaret eden göstergeler bu yorumu
destekler.
Çehov’un tiyatroya getirdiği bir diğer
önemli yenilik de kişilerle ilgilidir. Oyun kişilerini sahnede parlatma, olağandışı davranışlar sergiletme
ya da oyun kişilerinin sanatkârane bir üslupla konuşturulması yaklaşımlarını
ortadan kaldırmıştır. Gerçekçi anlayışıyla paralel olarak oyun kişileri sıradan
insanlar olduğu gibi sıradan davranışlar sergilerler. Tıpkı gerçek hayattaki
insanlar gibi yer içer, sarhoş olurlar; önemsiz şeyler hakkında konuşur,
tartışırlar. Bunu da yazarın kendisi böyle istediği için değil hayatın olağan
akışı böyle olduğu için yaparlar.
Çehov’a göre gerçekçi oyun yazarı, kişinin
duygularını ve derin düşüncelerini sahnede göstermelidir. Ancak bunu sadece
sözler aracılığıyla değil farklı anlatım yollarıyla gerçekleştirmelidir. Bunu
yapmanın bir yolu olarak da bizzat oyun kişilerini kullandığını görebiliriz. Çehov’un
kahramanları söylediklerini sık sık ifade edemezler. Günlük hayatta olduğu gibi
insanlar diyalog kurarken her zaman en doğru sözcüğü ve ifadeyi
bulamayabilirler. Martı’da, Nina’nın
Treplev’le yaptığı konuşmada: “Bense bir
martıyım… Yok, değil”[3]
demesi, ya da Vanya Dayı’nın 3. perdesinde Sonya, dayısıyla ne kadar güç
zamanlar geçirdiğini anlatırken: “… böyle
konuşmam doğru değil ama sen de anlamalısın bizi baba.”[4]
derken aynı tereddütü yaşar. Bu bahsettiğimiz yaklaşım esasen oyun kişilerinin iç
dünyalarına dair derinliği gösterme çabasına örneklerdir.
Sözcükler dışında nedir oyunu etkili
kılan? Çehov’a göre metnin kendisi kadar sahnede gösterimi de bu işte
belirleyicidir. Ses tonu, değişik sesler ve gürültüler, konuyla ilişkili özel
anlam yüklenmiş nesneler veya mekânlar (Martı, yurtluk, Vişne Bahçesi vb.), sıklıkla
karşılaştığımız susmalar…[5] Vanya Dayı’daki son sahne:
Maria Vasilevna yazı yazıyor, Marina
örgü örüyor… gibi özellikle bazı sessiz sahneler vardır. Bütün bunlar Çehov’un yeni
anlam arayışı kadar yeni bir anlatım arayışını ve inşasını da somut olarak
gösterir.
Vanya
Dayı Oyununun Özeti
Emekli bir Profesör olan Serebriyakov ile
genç ve güzel karısı Yelena dinlenmek üzere, müteveffa karısından miras kalan
çiftlik evlerine gelirler. Onların gelişiyle birlikte çiftlik hayatı bütünüyle
sarsılır. İşler aksar, kişiler temel uğraşlarını yapmaktan vazgeçer. Herkes
gelen misafirlerin etkisiyle bir atalete, tembelliğe ve hareketsizliğe
sürüklenir. Serebriyakov, yaşlanmıştır. Hastalığın ve yaşlılığın da etkisiyle
yaşamdan iyice kopmuş, çevresiyle iletişim kurmaz hale gelmiştir. Aynı zamanda
yaşamının son demlerini yaşadığını ve başarısız bir hayat geçirdiğini
düşünmektedir.
Oyuna adını veren Vanya Dayı profesörün ölmüş karısının erkek
kardeşidir. Bu çiftlikte, annesi Mariya, yeğeni Sonya ve yaşlı dadıları Marina ve
yoksullaşmış bir toprak ağası olan Telyegin ile birlikte yaşamaktadır. Vanya ve
Sonya, hayatlarını çiftliğin idaresine adamışlardır. Büyük bir fedakârlıkla
çiftliğin gelirinin büyük bölümünü profesörün kariyeri için harcamışlardır. Vanya,
çiftliği ayakta tutmak ideali yüzünden kendine bir yaşam kurmamış, adeta
profesörün kariyerini tek gaye olarak edinmiştir. Bu nedenle de tüm yaşamı köyde
adeta bir serf olarak geçmiştir. Vanya, profesörün genç ve güzel karısı Yelena’ya
umutsuz bir aşkla tutkundur. Yelena ise huysuz ve ilgisiz kocası ile oldukça
mutsuzdur. Bu yüzünden de çiftliğin müdavimlerinden ailenin yakın dostu çevreci,
idealist Doktor Astrov’a ilgi duymaktadır. Ancak Vanya Dayı’yla çiftlikte yaşayan
profesörün ilk karısından olan kızı Sonya da Astrov’a âşıktır. Profesör ve
karısının çiftliğe gelmesiyle birlikte ilişkiler ve gündelik hayat alt üst
olur. Beklentiler ve umutlar dönüşüme uğrar. Kişiler hem yaşamlarını, hem
ideallerini sorgulamaya başlarlar. İyice beliren ekonomik darboğaz profesörü
arayışlara itmiştir. Bunun sonucunda profesör çiftliği satmaya karar verir.
Bunu duyan Vanya kendini kaybeder ve profesörü öldürmeye kalkışır; ama başaramaz.
Artık aynı çatı altında yaşamaları mümkün olmaz. Çatışmaların bu noktaya
gelmesi ve kişiler arasında cereyan eden farklı gerilimler Profesör ve karısını
çiftlikten ayrılmaya mecbur kılar. Oyunun sonunda çiftlikten ayrılırlar. Çiftlikte
kalanlar eski yaşamlarına geri dönerler.
Olay
Örgüsü
Profesör Serebriyakov’un vefat etmiş
karısından kalan yurtluğun geliri kentteki masraflarını karşılayamaz hale
gelince, genç karısıyla birlikte çiftliğe geri döner. Onların gelişiyle yurtlukta kalanların
yaşam düzenleri ve alışkanlıkları bozulur.
Kişiler bu durumdan şikâyet etmekle birlikte yeni duruma kendilerini
kaptırırlar. Hayatlarını profesöre para göndermeye
adamış çiftlik sakinleri, profesörün kendilerinin sandığından çok farklı biri
olduğunun ayırdına varırlar. Bunun üzerine, yitip giden yıllarını ve
geçmişlerini sorgulamaya başlarlar.
Ortaya çıkan yeni ilişkilenmeler, çeşitli
çatışmalara neden olur. Aynı zamanda
Taşraya uyum sağlayamayan profesör, çiftliği satma teklifinde bulununca çatışma
doruğa çıkar. Bu noktada ortaya çıkan fiili durumlar yüzünden konuklar evden
ayrılırlar. Kalanlarsa eski hayatlarına ve alışkanlıklarına geri dönerler.
Oyunun
Teması
Çehov’un oyunlarını incelerken, özellikle
Vişne Bahçesi, İvanov, Martı, Vanya… gibi öne çıkan oyunlarında ortak tematik
öğeler olduğu rahatlıkla söylenebilir. Seçtiği temalar 1880-1905 yıllarını,
yani Ekim Devrimi’nin hemen öncesi yıllara tekabül eden bir geçiş sürecine denk
düşer. Bu anlamıyla toplumsal çalkantılar, kırılmalar, değişimler, çelişkiler
yaygın temalardandır. Bu dönem, toplumsal kutuplaşmaların arttığı, toplumsal
ilişkilerin alt üst olduğu, sınıflar ve kuşaklar arasındaki çelişkilerin iyice
belirginleştiği bir dönemdir. Böylesi derin değişimleri de bir gerçekçi olan Çehov’un
oyunlarında derin yapıda rahatlıkla görebiliyoruz. Öyle ki Rus toplumunun
çeşitli sınıf ve tabakalarından, farklı kuşaklardan tiplere rastlarız
oyunlarında.
Çehov’un oyunlarında dramtik yapı ve
kurgu, belli bir dinamik eylem döngüsü yerine oyun kişilerinin çatışmaları ve
ilişkileri üzerinden şekillenir. Bu kişilerin birbirleriyle olan ilişkileri,
çatışmaları, birbirlerine uzaklıkları dramatik kurgunun da bel kemiğini
oluşturur diyebiliriz.
Bütün bu saydıklarımızdan hareketle Vanya
Dayı oyunun temasını Aydın-köylü çatışması olarak ele alabiliriz. Bununla
birlikte ön planda aydın sınıfın köylüye yabancılaşması, köylü sınıfın
aydınlara bakışı irdelenirken, arka planda da Rusya’daki kapitalistleşme sürecinin
taşra yaşamında ve dolayısıyla aydın, aristokrat ya da orta sınıfta yarattığı
derin kırılmalar da işlenmiştir.
“Vanya Dayı” Oyununun Yazıldığı Dönem
19. yüzyıl Rus toplumunda önemli siyasi,
sosyal ve kültürel değişimler sürecine tekabül eder. Büyük bir toplumsal
değişimin eşiği, Ekim Devrimi’nin hemen öncesi sürece denk düşer. Bu anlamıyla
Rus toplumunun içinden geçtiği bu kaotik dönemin bütün karmaşasının sanat ve
kültür ortamını derinden etkilediği bir süreçtir. Bu karmaşa Vanya Dayı’da
apaçık okunur. Giderek daralan bir ekonomide artık tarımsal üretim iyice
çıkmaza girmiştir. Tek çözüm olarak yurtluğun satılması gündemdedir. Taşra
yaşamını yansıtan bir kesit içerisinde devrim arifesindeki Rusya’nın değişen
siyasal ve sınıfsal değişimlerin yarattığı uzlaşmaz çelişki ve çatışmalar,
özellikle aydın-köylü çatışması bu köy yaşantısı içerisinde somut hale
getirilir.
Öte yandan oyun kişilerinin sergiledikleri
davranışlar, yaşama ilişkin beklenti, özlem ve hayalleri, aslında bir bütün
olarak Rus toplumunda o dönemde gelişen ve en güçlü dönemini yaşayan köylü “Narodnik” hareketin etkilerini ve o
hareketin başarısız devrim girişiminin ardında Lenin’in önderliğinde gelişecek
Bolşevik Devrimin müjdecisi olarak da değerlendirilebilir. Köy yaşamında Doktor
Astrov üzerinden yansıtılan, doğal dengelerin bozulması, kuraklık, olumsuz
değişimler vb. sorunlar; yaşamdaki durağanlık, alışkanlıklara saplanma,
değişime direnme yönleriyle de köylülüğe dönük bir eleştiri olarak da
okunabilir.
“Aydınların/yarı
aydınların köy yaşamının tekdüzeliğine sıkışmış dayanılmaz yaşamları,
monotonluk, tembellik, umutsuzluk ve mutsuzlukla kuşatılmışlıkları, Vanya’nın
öyküsünü oluşturur.”[6]
Ekim Devrimi’nin hemen öncesinde Rus
toplumunda yaşanan değişim ve dönüşümün tüm sancılarını Rus entelektüellerinin
sanat yapıtlarında okumak mümkündür. Edebi yapıtlarda, gerçekçiliğin de bir
sonucu olarak, dönemin atmosferini, çelişkilerini, çatışmalarını; siyasi,
sosyal ve kültürel dönüşüm dinamiklerini görmek mümkündür.
Çehov’un yaşadığı dönemde birtakım
ekonomik, sosyal ve kültürel değişimlerin temelinde yaşanan sınıfsal
değişikliklerin temelinde, gerçekleşen toprak reformu ile bu değişimden
doğrudan etkilenen köylü sınıfın aydınlanması ve bununla beraber, aristokrat ve
orta sınıfın sarsılan yaşam gerçekliğiyle karşılaşırız.
Toprağa dayalı serfliğin izlerini taşıyan
Rusya’nın değişim sancılarının en ücra köye kadar ulaştığını da anlayabiliyoruz
oyundan. Ancak bu değişime paralel olarak oyun kişilerinin davranışlarında da
belirgin bir değişimi gözlemliyoruz. Ki oyun kişilerinin davranışları, ölçülü
ve yüksek davranış modelleri olmaktan hayli uzak, hatta toplumsal ve sınıfsal
konumları gereği çelişik örneklerle doludur. Özellikle Serebryakov ve genç eşi
Yelena’nın köye gelişleriyle bozulan düzen, günlük hayatın olağan akışının
bozuma uğraması, oyun kişilerinin çalışmak ve disiplini bırakarak hızlıca
atalete sürüklenmeleri, yaşama ilişkin beklentisiz, umutsuz ve kaderci
durumları bunu somutlar.
Çehov’un oyunları genel olarak her şeyin
düğümlendiği bir merkez yaratmaz. Her olay ya da kişi oyunun bütünsel atmosferi
içerisinde erir. Oyunu dinamize eden temel itici güç ayrı ayrı her bir kişi
üzerinde hissedilir.
Oyun belli bir eksende ilerlemez. Her
kişinin kendine özgü hayatı, kaygıları ve beklentileri oyunun eksenini de çok
boyutlu kılar. Diğer oyunlarında gördüğümüz oyun kişileri arasındaki
iletişimsizlik burada da karşımıza çıkmaktadır. Mesela Yelene 3. perdenin
sonunda bunalmış bir halde burayı terk etmeyi isterken bile kimse ona yanıt
dahi vermez. Bunu defalarca tekrarlaması da aynı iletişimsizliği güçlü biçimde
yansıtır.
Bu dünya içerisinde her oyun kişisi,
kendine has küçük rolü oynamaktadır. Bu insanlar için hayat, herhangi özel bir
olayı değil, sıradan, basmakalıp bir sıkıcılığı kapsamaktadır. Gelişen talihsiz
olaylarda da bu sıradanlık içerisinde biçimlenmektedir. Dolayısıyla karşılıksız
aşkta, entellektüel başarısızlıkta hatta taban tabana zıt dünya algılarında
bile sorumlu yok gibidir. Her şey o hayatın olağan akışının olağan sonuçları gibi
şekillenmektedir.
Eserde
Zaman ve Perde Geçişleri
Oyunun perdesi açıldığında öğleden sonra
üç sıralarıdır. Hava kapalıdır. Serebriyakov ile karısı Yelena yurtluğa geleli,
kısa bir zaman geçmiştir. Ancak Vanya’ya göre “yüz yıl”[7]
kalacaklardır. Oyunun ilk sahnesinde yaz mevsiminde olduğumuzu anlarız. Ki ilk
diyalog, kavak ağaçlarının altında bahçede bir çay masasında geçer.
Daha sonra Vanya bunu “hava sıcak ve boğucu” diyerek açıkça da ifade eder. Aynı sahnede
Yelena’dan, kendileri geldikten sonra, Doktor Astrov’un “üçüncü keredir” geldiğini öğreniriz. Burada Profesörün hastalığı
kadar Yelena’nın vurgusu da sonraki yakınlaşma açısından bir önseme olarak
düşünülebilir. Çünkü açık bir önerme olarak Astrov’un ancak ayda bir geldiğini
de öğreniriz.
Sonya:
“Bize ne zaman geleceksiniz bir daha? Yine bir ay sonra mı yoksa?”[8]
Yazın sıcak günlerinde Astrov’un üçüncü
gelişi olduğuna göre profesör ve karısı yurtluğa mayıs ya da haziran ayında
gelip yerleşmiş olabilirler. Bütün yazı da burada geçirmiş olmalılar. Bunu,
Astrov’un son perdede söyleyeceği: “Burada
çalışan, çabalayan, bir şeyler yaratmaya uğraşan kim varsa, işlerimizi bırakıp
bütün yaz kocanızın damla illeti ve sizinle uğraşmak zorunda kaldık. Kendimi
size kaptırdım ve bütün bir ay boyunca elimi işe sürmedim.”[9]
sözleri de doğrular.
Buradan hareketle birinci perdenin haziran
sonu veya temmuz ayında geçtiği varsayılabilir. Bir öğleden sonra başlayan
birinci perdeden sonra, ikinci perde de gece saatlerini kapsamaktadır. Astrov’un
fabrikadan çağrılmasıyla evden ayrılmak zorunda kalırken Sonya’nın: “Fabrikadan yemeğe gelirsiniz artık.” Dedikten
sonra “Yok, çok geç olur.” demesi devamında zamanın geceye evrildiğini
göstermektedir. Herkes uyurken Vanya ile Astrov’un içmeleri öğleden sonra saat
üç sıralarında başlamış olan birinci perdenin, aynı günün gecesinde sona
erdiğini göstermektedir.
Üçüncü ve dördüncü perdeler de zaman
olarak birbirine bağlıdır; üçüncü perde gündüz bire çeyrek kala başlar. Dördüncü
perdede zaman gündüz vaktidir ve yaz bitmiş güz gelmiştir. Aradan bir, bir
buçuk aylık bir süre geçmiştir. Aylardan “eylül”dür.
Oyun
Kişileri
Bana göre oyun kişilerini en yalın sözcük,
“ziyan” sözcüğüdür. Kişiler, kayıp
geçmişleri ile geleceğin belirsizliği arasında sıkışıp kalmışlardır. Bu durum,
her birinde tam anlamıyla bir umutsuzluk, karamsarlık, mutsuzluk ve kabulleniş
yaratmıştır. Kabullenişin içerisinde bir Hristiyan tevekkülü de okunmaktadır.
Cennette mutluluk vaat edilmiş insanlar, çektikleri tüm sıkıntıları, acıları,
sıkılganlıkları ölümle gelecek o sonsuz huzur içerisinde avutacaklardır. Bu
anlamıyla ziyan olan geçici yaşamın bunlatısı içinde kabulleniş, mutlak bir
huzuru ve düzeni ifade etmektedir. Ancak bu durum çok kırılgandır. Kaldı ki
taşradaki hayata en küçük bir müdahale bile (profesörle karısının ziyaretleri)
İnandıkları ve ömrünü adadıkları değerlerin alt üst olmasına yetmiştir. Bu
yıkıma tanık olan oyun kişileri, yaşadıkları duygusal gerilim içerisinden
sıyrılmak için tek bir yol bulurlar. O da durağan yaşamlarına, alışkanlıklarına
yeniden tutunmak, salt var olabilmek ve kaçınılmaz ölümün ardından gelecek
huzur için acı çekerek de olsa sabretmek!..
Oyundaki
Kişiler:
Aleksandr Vladimiroviç Serebriyakov:
Emekli profesör
Yelena Andreyevna: Profesörün karısı,
yirmi yedi yaşında
Sofya Aleksandrovna (Sonya): Profesörün
ilk karısından olan kızı
Mariya Vasilyevna Voynitski: Profesörün
ilk karısının annesi- bir müsteşarın dul hanımı
İvan Petroviç Voynitski: Mariya
Vasilyevna’nın oğlu- kırk yedi yaşında
Mihail Lvoviç Astrov: Doktor
İlya İlyiç Telegin: Tüm varlığını yitirmiş
bir toprak ağası
Marina Timofeyevna: Yaşlı dadı
Uşak
Bunlar dışında oyunda adı anılan ancak
diyaloglara dâhil olmayan bakkal, köylüler gibi unsurlar da vardır.
SEREBRİYAKOV:
Bir kilise zangocunun oğludur. Papaz okulu eğitimi almıştır. Daha sonra ise
eğitimini sürdürerek profesör olmuştur. Oyunda yaşı belirsiz olsa da altmışlı
yaşlarda olduğu ortaya çıkıyor. Dış görünüşe önem veren profesör, giyimi
konusunda oldukça özenli davranıyor. Yaşamını sanat üzerine çalışarak
geçiriyor. Ancak oyundaki diyaloglardan da anlaşılacağı üzere akademik anlamda
büyük bir hayal kırıklığından öteye geçemiyor. Kendisi için yapılan fedakârlıklar
karşılığını bulmuyor. Kent yaşamını tercih etse de ekonomik darboğaz
yüzünden vefat etmiş karısından kalan yurtluğa dönüyor. Şimdiki karısı Yelena
ile aralarında neredeyse ciddi bir yaş farkı bulunmaktadır. Zaten oyun boyunca
bu karı koca arasında evliliğe dair sözlü ifadelerden başka bir şeye
rastlamıyoruz. Dolayısıyla her iki taraf için de pragmatik bir birliktelik olan
bu evliliğin reel hiçbir karşılığı bulunmuyor. Profesör damla hastalığından
muzdarip olmakla birlikte, romatizma, migren gibi hastalıklarında da sürekli
yakınıyor. Öyle ki etrafındaki herkesi bu yüzden bezdirmiş durumdadır.
Hastalığını abartma, doktorun bütün yaklaşımlarını terslemesi, etrafındaki
herkesin özenine rağmen huysuzluğu hayli abartılı görünüyor. Profil olarak tam
bir düzenbaz. Sürekli kendini acındırmakta, ilgi çekmeye çalışmakta; ataletini,
bezginliğini ve işlevsizliğini bu yolla gölgelemeye çalışmaktadır. İşler
ciddileştiğinde ya da bir kavgaya tutuşmak zorunda kaldığında korkakça bir
tavır içine girmektedir. Emekli olunca taşraya dönen profesör, hayattaki
başarısızlığının acısını burada yaşayan insanlara ve genç karısına yüklemiştir.
Oysa akademik anlamda olduğu gibi taşra yaşamına uyum sağlama konusunda da
yetersizdir. İnsanlara karşı kaba ve benci olan bu kişinin etrafındaki herkes
onun için pervanedir. Evdeki düzen bile onun keyfine göre düzenlenmiştir.
Profesör sevmediği için evde erişte bile pişirilmez. Evdekiler, geceleri
uyumazlar, onun hastalığı ve kaprisleri ile uğraşırlar, yine de yaranamazlar.
Öylesine bencildir ki; hayatını onun için çalışmaya adamış onca insanı
düşünmeksizin, çiftliği satma kararı alır. Hayata sadece kendi şahsi çıkarları
penceresinden bakan, bencil, nankör biridir Serebriyakov. Oyunda Rus
toplumundaki küçük burjuva aydın tipini temsil etmektedir.
Oyundaki
motivasyonu: refaha kavuşup, eski konforlu şehir
yaşantısına dönmek.
Amacı:
çiftliği satıp hayal ettiği şehir hayatına ulaşmak.
YELENA:
Serebriyakov’un genç ve güzel eşi. Petersburg doğumlu, konservatuvar eğitimli bir
kent soylu. Güzelliği ile herkesi etkilemekten hoşlanan, ama bunu büyük bir
incelikle belli etmeyen bir kadın. Kocası gibi dış görünüşe büyük bir önem
vermekle birlikte bazı kararlarda dış görünü ikinci plana itebilmektedir.
(Sonya, ne kadar çirkin olsa da onu doktorla, mantıksal olarak, bir araya
getirme düşüncesi akla yatkındır onun için, kaldı ki kendisi de böyle bir
yaklaşımla evlenmiştir.)
Yelena
düş yoksunu, beklentisiz ve asalak bir kişiliktir. Eşi ile aralarında neredeyse
kırk aş fark vardır. Herkes bu durumdan oldukça rahatsızken (Doktor da Vanya da
bunu açıkça dile getirirler) kendisi bu durumu kabullenmiş gibidir. Aslında profesörle
sevdiği içinde değil ünü için evlenmiştir. Bu anlamıyla yaşama tamamen
pragmatik bakan, bencil bir kişidir. Öyle ki kendi duyguarını bile bu noktada
feda etmekten geri durmaz. Kendi deyimiyle Profesörle yaşadığı şeye “aşk
denemez”.
Mutsuzluğa batmış bu kadın, hayatı boyunca
hiç aşk yaşamamıştır. Astrov’la yakınlaşsa da ona farklı duygular hissetse de,
bunları açığa vurmama konusunda çok titizdir. Kimi zaman aşk adına her şeyi
bırakıp gitmeyi düşünse de böylesi bir cesareti yoktur. Kendisiyle ilgili
özyargısı, ahlaklı ve erdemli olduğuna olan inancı, onu bu tip eylemleri
gerçekleştirmekten alıkoyar. İnsanların da onu daima böyle hatırlamasını ister.
Bu yüzden de yurtluktan ayrılırken Doktor’dan tek isteği “saygıyla hatırlanmak”
olacaktır.
İçten pazarlıklı bir tip olarak da
değerlendirilebilir. İçindeki duyguları dizginlemek ya da örtbas etmek için Sonya
ile Astrov’un arasını yapmaya çalışır gibi görünür. Astrov’u Sonya ile ilgili
sorgularken aslında, doktorun kendisi hakkındaki düşüncelerini de açığa
çıkarmak ister.
Bu kadının aylak, tembel, kararsız ve
zayıf bir kişiliğe sahip olduğu oyundaki diyaloglarından da rahatça
çıkarsanabiliyor. Öyle ki bu aylaklığını tüm çevresine bulaştıracak denli
aylaktır.
Temel
motivasyonu: Aşkı yaşama isteği gibi görünüyor.
Sürekli mutsuzluktan yakınması da bir mutluluk arayışına işaret ediyor
olabilir.
Amacı:
Düzeni korumaktır. Ancak aşk arzusunu da Astrov’la flört ederek gerçekleştirmeyi
amaçlıyor.
SONYA:
Serebriyakov‟un ilk evliliğinden olan kızı, annesinin ölümünün ardından dayısı
ve anneannesi ile yurtlukta yaşamış ve yurtluğun işlerini dayısıyla birlikte yürütmüştür.
Son dönemlerde o da dayısı gibi işeleri
boşlamıştır. Ancak misafirler geldikten sonra yurtluğun sorumluluğu büyük
oranda ona kalmıştır. Astrov’a aşıktır ama bunu ona ifade edememektedir. Çünkü
kendini çirkin olarak görmektedir. İyi yürekli, sorumluluk sahibi, becerikli, saf
bir insandır. İnançlı ve kaderci bir kişiliği vardır. O da dayısı gibi çalışmak
konusunda çok özenlidir. Çalışarak ve sabrederek yaşama tutunmaya çalışır. En büyük
isteği ve motivasyonu, Astrov’la aşk yaşamak ya da onunla evlenmektir.
MARİYA: Vanya’nın annesi, Sonya’nın anneannesi, merhum bir “devlet danışmanının dul eşi.”
Olarak tanıtılıyor oyunda. Sanat ve edebiyatla oldukça ilgili bir kişilik
olarak dikkat çekiyor. Ağırlıklı olarak Serebryakov’un çalışmalarını izliyor.
Diyaloglardan anladığımız kadarıyla Vanya ve Sonya ile birlikte profesör için
çeviriler yapıyor, yazılarını temize çekiyor.Yine diyaloglardan anladığımız
kadarıyla yirmi beş yıldır oğlu Vanya’yla birlikte yurtlukta yaşıyor. Vanya ve
Sonya’dan farklı olarak Yurtluk işlerine pek karışmıyor. Kriz durumlarında
sakinleştirici, aklıselim yaklaşımlarıyla ortamı yumuşatıyor. Oğlu ile sürekli çatışma halinde. Profesör’ün gelişinin Vanya’da
yarattığı hayal kırıklığını kendisi yaşamıyor. Onun yazılarına ve kitaplarına
duyduğu büyük hayranlık Bu nedenle Profesöre hayranlığı hayli büyük. Gerçi
Serebriyakov’un çiftliği satma fikrinden kendisi de hoşlanmıyor; ama Vanya
kadar şiddeti bir karşı koyuş da sergilemiyor. Erkek işi gibi gördüğü konular
olduğu için sadece seyirci kalıyor olanlara.
Profesörün yazıları, kitapları onun için adeta
birer hayat kaynağı. Serebriyakov’un çiftliğe taşınmasıyla onun değerli bir
yazar olmadığını anlasa da yaklaşımlarında Vanya kadar büyük bir kırılma
yaşanmıyor.
Eserde Mariya ile ilgili derinlemesine
bilgiler yok. Ancak eğitimli ve entelektüel olduğu profesöre yaptığı
çevirilerden ve sürekli kitap okuyuşundan anlaşılıyor.
Motivasyonu:
Profesörle ilişkilerini ve mevcut düzeni sürdürmek.
Amacı:
Serebriyakov’un çalışmalarıyla ilgilenmeye devam etmek.
VANYA:
Oyuna adını veren karakter. “Vanya Dayı” ifadesi aslında sadece Sonya
tarafından kullanılan bir ifade. Diğerleri ona resmi adıyla hitap ediyorlar. İyi
yürekli, fedakâr, çalışkan ve samimi bir insan. Yeğeni Sonya ile birlikte,
Sonya’nın annesinden kalan çiftliği yönetiyor. Durmadan nefes almadan
çalışıyor. Hayattaki en büyük motivasyonu çalışmak. Bunu adeta bir huşu içinde
gerçekleştiriyor. Vanya’nın ablası, Sonya’nın annesi, Serebriakov’un ölen ilk
karısıdır. Profesöre önceleri büyük bir hayranlık duyuyor, ama nedense Profesör
ve eşi çiftliğe taşınınca bu yargıları değişiyor. Yaşamı boyunca, kayını olan profesöre
kendini adamış olan Vanya, bu adamın aslında hiç e kafasında büyüttüğü bir
kişilik olmadığını, hatta kendisini ondan üstün görmeye başlıyor. Onun bu
asalak kişiliğini fark eden Vanya, tam bir hayal kırıklığı yaşayıp önceki
duygularının tam tersini hissetmeye başlıyor. Profesöre öfke ve nefret duymaya,
ondan kaçınmaya başlıyor.
Dahası bu misafirlerin gelişi onların
çiftlikteki hayatlarını ve temel motivasyonlarını sekteye uğratıyor. İşleri
asıyorlar, tamamen bir atalete sürükleniyorlar. Profesörü belki de sadece kadınlar konusunda
başarılı buluyor, öyle ki adeta onu bu konuda kıskanıyor.
Profesörün eşi Yelena’ya gönlünü
kaptırmakla kalmıyor. Bunu açıkça da ifade ediyor. Onu çok önceleri, daha
gençken tanıdığını belirtiyor. Hatta o zamanlar onunla evlenmediği için hayıflanıyor.
Profesörün çevirilerine yardım ettiğine göre onun da iyi bir eğitim aldığı
söylenebilir.
Sonya’ya da oldukça düşkün olan Vanya, yeğeninde
ölen kardeşinin anısını yaşatıyor gibidir. Ayrıca kader ortaklığı yaptıklarını
da düşünmektedir. Birisi yaşlı öteki genç olsa da her ikisi de yaşamı ıskalamış
ve sınırsız bir mutsuzluğa gark olmuş gibilerdir. Yaşamını beyhude bir hayale
havale etmiş, mutsuz, amacını yitirmiş, adeta geçmişi olmayan biridir. Yaşamak
onun için de Sonya için de adeta bir zorunluluktur. Çekilmek zorunda olan bir
çiledir. Bu çileyi doldurmanın da en olası yolu çalışmak, çalışmak ve yine
çalışmaktır.
Motivasyonu:
Yiten, ziyan olan hayatında yarın kalan ya da hiç yaşayamadığı duyguları tatmak
istiyor.
Amacı:
Yelena’ya olan âşkını gerçek kılmak istiyor.
ASTROV:
Doktor.
Bu mesleği dışında insanlığın geleceğine yönelik kaygıları ve beklentileri
bulunan idealist, insancıl, doğa dostu bir kişilik olarak öne çıkıyor. Doğal
çevre için duyguduğu kaygılar geleceğin insanı adına duyulan kaygılar gibi
görünüyor. Yurtluğun yakınlarında yaşıyor. Metinden anladığımız kadarıyla
yaşamını insanların yararına vakfetmiş biridir. Çok yorulsa da bu özelliğini
koruyor. Zaman zaman ümitsizliğe kapılsa da insanlık için sergiliyor tüm
çabasını. Ve sonuç ne olursa olsun o da Yelena gibi iyi anılmak istiyor
insanlar tarafından. Ama Yelena’dan farklı olarak sadece şimdiki insanlarca
değil gelecek kuşaklarca da iyi yad edilmeyi arzuluyor. Devlet ormanlığının
yanında bir çiftliği ve fidanlığı bulunan Doktor, Profesörlerin gelişinden sonra
çiftliğe gelişlerini sıklaştırıyor. O da Vanya gibi Yelena’dan hoşlanıyor… Ancak
ne bağlılığa ne de aşka inanıyor. Kadınlara daha çok cinsel açıdan bakıyor.
İçki içmeyi seviyor. Vanya’yı kendine yakın bulsa da büyük bir yalnızlık
içinde. Çünkü bu çiftlikteki insanlar dışında bir ilişkisi görünmüyor.
Motivasyonu:
İnsanlığa faydalı olmak, gelecek kuşaklar için daha yaşanılır bir dünya
bırakmak. Toplum yararı için yaptığı alışmaları ve planları gerçek kılmak en
büyük amacı. Bu açıdan bakılınca oyundaki en devrimci kişilik olarak
değerlendirilebilir.
TELYEGİN:
Her Şeyini yitirmiş eski bir toprak ağası olarak tarif ediliyor. Çiftliğin
sığıntısı gibidir. Ancak burada adeta çiftliğin bir unsuru gibi algılanıyor.
Ahali dalga geçse de çiftliktekiler onu kesinlikle yadırgamıyorlar. Sonya’nın
vaftiz babasıdır aynı zamanda. Trajik bir biçimde evlendikten hemen sonra
karısı tarafından terkediliyor. Buna rağmen, kutsal evlilik yeminini bozmayarak
karısına sadık kalmış. Hatta işi aptallık derekesine vardırarak karısına ve
üvey çocuklarına para bile gönderiyor. Evdeki kişiler onu yadırgamasa da
kendisine pek de saygı duymuyorlar. Hatta “çopur surat” lakabıyla sesleniyorlar. Çiftlikte pek dişe
dokunur işer yapmaz elindeki gitarlar zaman öldüren bir asalak kişiliktir.
Oyundaki en gamsız dertsiz kişidir. Yaşamı
sorgulamayan, derinliği olmayan bir kişidir.
Motivasyonu:
Mevcut durumunu korumak ve yurtluktaki kişilerle ilişkilerini sürdürmek. Bunu
ortama fazlasıyla uyum sağlayarak, olabildiğince varlık göstermeyerek sağlamaya
çalışıyor.
MARİNA:
Sonya’nın dadısıdır. Yirmi yıldan fazladır bu çiftliktedir. Sonya’nın annesi
ölmeden önce de bu çiftlikte yaşamış. Vera’yla ilişkileri deoldukça iyidir. Ve
nu daima iyilikle ve sevecenlikle anmaktadır. İnançlı, eğlenceli, görev bilinci
yüksek ve tam manasıyla bir düzen insanıdır. Misafirlerin gelişiyle bozulan
düzen onun için büyük bir rahatsızlık kaynağıdır. Evdeki gerilimlerde teskin
edici bir rolü var. Herkesçe büyük saygı görüyor.
Motivasyonu:
Evde bozulan düzenin tekrar sağlanmasını istiyor. Bunun içinde durmadan çalışıp
didiniyor.
Oyun büyük bir aydınlanma ya da
farkındalık ile sona eriyor. Herkes değişmiş olarak eski yaşamına dönse de
artık hiçbir şey eski gibi olmayacak hissi uyanıyor insanda. En önemli
farkındalık oyundaki merkez kişilerin hayatlarını başkalarının mutluluğuna
adamış olmalarını ayırt etmiş olmalarıdır. Bunun ne kadar manasız olduğunu
yaşayarak görseler de gündelik yaşamlarında dikkate değer bir değişme olmuyor.
Bu bozgun hali, bu tatminsizlik bu bitmemişlik hissi oyun kşileri kadar
okurları ve izleyicileri de bırakmayacaktır.
Oyun genç ve coşkun Sonya’nın, ölümü
tarifleyen; dine, tevekküle ve teslimiyete dayalı sinir bozucu sözleriyle son
bulur: “Huzur içinde dinleneceğiz. Meleklerin sesini duyacağız… çektiğimiz
acılar Ulu Tanrının baştanbaşa her yeri kaplayan rahmetinde boğulup yok olacak.
Yaşamımız dinginliğe erecek... İnanıyorum buna, yürekten inanıyorum.”
KAYNAKÇA
1.
Anton Pavloviç Çehov, Büyük Oyunlar, çev.
Ataol Behramoğlu, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2016
2.
Elif Tüfekçi, Anton Çehov’un Martı Oyununda Yapısalcı Yöntem Açısından Bir Gösterge Olarak
“Tekrarlar”
3.
Mimesis Dergi, (http://mimesis-dergi.org/),
Birgül Yeşiloğlu Güler, “Bir ‘Martı’
Kanadından Çehov’a Uzanmak”, Mart 2014
4.
Burç Güray Dinçol, “Anton Çehov’un ‘Martı’
oyununda karakter çözümlemesi”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2009
5.
Dr. Tüten ÖZKAYA, Rus Edebiyatı Üzerine
Yazılar, San Matbaası, Ankara, 1977
6.
Ataol Behramoğlu, Rus Edebiyatının
Öğrettiği, Evrensel Basım Yayın, 1. Basım, İstanbul, 2008
[1] Dr.
Tüten ÖZKAYA, Rus Edebiyatı Üzerine Yazılar, San Matbaası, Ankara, 1977, s. 164
[2] A.g.e.
s. 183
[3] Anton
Pavloviç Çehov, Büyük Oyunlar, çev. Ataol Behramoğlu, Türkiye İş Bankası
Yayınları, İstanbul, 2016, s. 304
[4] A.g.e.,
s. 226
[5] Çehov’un
oyunlarında, oyun kişilerinin sık sık sustuğu görülür. Bunlar, üç nokta (…) ile
gösterilir. Bu anlatım şeklinin oyuna bir derinlik kattığı, gerçeklik duygusunu
güçlendirdiği ve okuyucunun düş gücünü de harekete geçirdiği söylenebilir.
[7] Anton
Pavloviç Çehov, Büyük Oyunlar, çev. Ataol Behramoğlu, Türkiye İş Bankası
Yayınları, İstanbul, 2016, s. 182
[8] Anton
Pavloviç Çehov, Büyük Oyunlar, çev. Ataol Behramoğlu, Türkiye İş Bankası
Yayınları, İstanbul, 2016, s. 192
[9] A.g.e.,
s. 235
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz için teşekkürler