2 Nisan 2018 Pazartesi

GELENEKSEL TÜRK TİYATROSUNUN GELECEĞİ



Her toplum tarihsel ve kültürel birikimini sanat üretimine yansıtır. Bir boyutu, insanın kendini anlamlandırma ve ifade etme çabası olan sanat, bu birikime göre de şekillenir. “Türk tiyatrosu” olarak ifade edilen Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan geniş coğrafya içerisinde, çok sayıda halkın ve kültürün etkileşimi olarak gelişen geleneksel Türk tiyatrosunun en önemli boyutunu “gelenek” ifadesi oluşturuyor diyebiliriz.

Özellikle halkbilimini yakından ilgilendiren bu gelenek kavramı durağan ya da “değişmez olanı” değil geçmişi referans alarak geleceğin yaratılması olarak da değerlendirilebilir. Bu anlamıyla gelenek düşünülenin aksine dinamik bir kavram olarak değerlendirilmelidir. Çünkü hiçbir gelenek oluştuğu koşulları stabilize etmemekte, toplumsal, tarihsel değişim ve ihtiyaçlar ekseninde biçimlenmekte, zamana uyum sağlamaktadır. Aksi halde geleneğin sürekli değişim halinde olan insanın ve toplumların ihtiyaçlarına yanıt vermesi mümkün olmaz.


Değişim, olgu ve etkinliklere yaratıcı bir özgürlük alanı açarken işlevsizleşen, atıl duruma düşen, anlamını kaybeden öğelerin de arındırılmasına yardımcı olur. Gelenekler, sürekli değişim halindedir. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki gelenek sadece geçmişe özgü bir kavram değildir. Bugün de insanlar birtakım gelenekler yaratmakta, var olan gelenekleri değiştirmekte, dönüştürmekte ya da tamamen ortadan kaldırmaktadırlar. Kimi gelenekler de bugün yeniden yorumlanarak yeniden üretilebilmektedirler.

Geleneksel Türk tiyatrosunun bugününe dair yorum yapmadan önce tiyatronun kaynağına ve işlevlerine değinmemiz gerekir. Nutku’ya göre: “Tiyatronun kaynağı, yaşamsal gereksinimlerini sağlayan ilkel insanların, onları yaşatan, üreten ve geliştiren eylemlere, duygulara ve düşüncelere karşı takındıkları tavırdadır.”[1] O halde bugün geleneksel Türk tiyatrosunun varoluş sorunlarına ya da durumuna dair yorum yapmaya kalkıştığımızda, bu tiyatronun ortaya çıktığı koşulları, o dönemde hangi ihtiyaçlara karşılık geldiğini ve geçmişteki insanlar açısından işlevselliğini tartışılmamız gerekir ki bugün bu tiyatronun geleceğine dair bir çıkarım yapılabilelim.

Türk Tiyatrosunun gelişimi Osmanlı siyasal değişimleri ile paralel yürümüştür dersek yanlış olmaz. Bu anlamıyla Türk tiyatrosunun Batı’ya yüzünü dönmesi ya da Batılı tarzda tiyatro eserleri yazılmaya, sahnelenmeye başlanması Tanzimat Dönemi’ne denk düşer. Bu tarihten sonra Osmanlı aydınları, geleneksel tiyatronun ögelerini büsbütün reddetmeseler de giderek atıl hale getirmiş ya da ikinci plana düşmüşlerdir. Geleneksel tiyatro ile bağımıza belki de ilk büyük darbe bu dönemde inmiştir denilebilir. Osmanlının sonu yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması da bu kopuş sürecini hızlandırmıştır. Osmanlı mirasını reddeden genç Cumhuriyet muhtemelen “Osmanlı’ya ait” olan her şeyi reddeden bir anlayış üzerinden şekillenmiştir. Kuşkusuz bu dönemde Türkiye’de özellikle Batı Tiyatrosu alanında önemli adımlar atılmış ancak gelenekle olan bağın giderek zayıfladığına tanık olunmuştur.
Geleneksel Türk tiyatrosu kavramı, Batılı tarzda tiyatrodan farklılığı belirtmek için kullanılmaktadır. Tiyatromuz Tanzimat’tan sonra her ne kadar Batıdan önemli ölçüde etkilenmişse Türk Tiyatrosunu etkileyen ve besleyen diğer iki önemli kaynak da köy seyirlik oyunları ve halk tiyatrosu geleneğidir.

Geleneksel Türk tiyatrosunun birçok özelliği ve unsuru ritüellere dayanmaktadır. Halen varlığını sürdüren çeşitli köy seyirlik oyunlarında bu ritüellere ilişkin ögeleri görebilmekteyiz. Her toplumda olduğu gibi doğa ile mücadele ve ona egemenlik kurma çabasıyla gelişen ritülleri zaman içerisinde dönüşerek bugünkü seyirlik oyunların temelini oluşturmuştur. “İlkel insan ya da topluluklar, yaşamlarını daha iyi sürdürebilmek ve güçlükleri yenmek için büyü tören gibi çeşitli yollara başvurmuşlardır (Artun, 2004: 197–201).”

Günümüze kadar gelmiş olan, Türkiye köylüsünün bu dramatik gösterilerinin kaynaklarına inildiğinde; tarih öncesi zamanların bolluk törenlerine, eski inançların tapınma törenlerine ulaşılır.[2] Ritüel törenlere dayanan seyirlik oyunlar toplumsal ihtiyaçlar temelinde dönüşerek farklı konuları işleyen oyunlar haline dönüşmüştür. Bu noktada daha önce törenlerde olmayan eğlendirme, eğitme ve güldürme özellikleri de oyunlara katılmıştır.
İnsanın doğaya egemen olması ve teknoloji alanındaki gelişmeler ritüellere özgü “büyü” ihtiyacını ortadan kaldırmış dolayısıyla oyunların günlük hayattaki işlevi de azalmıştır.

Köy seyirlik oyunlarında inanç kaynaklı ihtiyaçlardan eğlenceye doğru bir evrim söz konusudur. Günümüzde her nekadar ritüel özellikleri kaybolmamış olsa da bu oyunların sosyal, siyasal ve iktisadi hayattaki gelişmeler ışığında eski işlevlerini yitirerek eğlenceğe yönelik işlevlerinin öne çıktığı söylenebilir.

Bilimin gelişmesiyle birlikte, kut-törenlerin inanç boyutunda çözülmeler de meydana gelmeye başlamıştır. Önceki dönemlerde verimliliğin artırılması, bolluğun sağlanması için başvurulan ritüeller, günümüzde yerlerini yeni ve farklı disiplinlere ve uygulamalara bırakmak zorunda kalmıştır. Yılın değişmesiyle ilgili oyunlar, genel olarak evren, özel olarak dünyanın düzeni ve işleyişi hakkındaki yeterli bilgi birikiminin oluşturulamadığı ya da insanların belirli bir bilinç düzeyine ulaştırılamadığı dönemlerin eseridir.[3]

Mesela özellikle Osmanlı’nın merkez kentlerinde gelişen meddah, karagöz ve ortaoyunlarındaki temel amacın güldürme olduğu söylenebilir. Her bir oyun türünde güldürme farklı bir boyutta oluşur.

Geleneksel tiyatromuzun bugünü ve geleceğine dair öngörü ve yönelimler saptarken aslında bunların hangi ihtiyacın ürünü olduğunu ve bugüne, özellikle geçmişte kullanılmış halleriyle yanıt verip veremeyeceği sorusu sorulmalıdır.

19. yüzyıldan itibaren geleneksel tiyatronun revaçtan düşmesi ve Batılı tiyatro tarzının öne çıkması aslında tam da değişen ihtiyaçlara mevcut sanatsal üretimin yanıt verememesinden kaynaklanmaktır. Bu durum karşısında zor durumda kalan geleneksel Türk tiyatrosu Avrupa tiyatrosu ile geleneksel Türk tiyatrosunun sentezini yapmış, yeni biçimler ortaya çıkarmıştır. Batı tiyatrosunun temel nitelikleri olan olan sahne, dekor vb. ortaoyununa uyarlanarak tuluat tiyatrsosunu ortaya çıkardı. Ancak bu tür de uzun soluklu olamadı ancak belki de bugün tiyatromuzun ihmal ettiği bir yolu göstermesi bakımından önemli bir adımdı. Çünkü bana göre Türk tiyatrosunun özgün bir karakter kazanmasının yegane yolu geleneksel tiyatromuzdan beslenen bir sentezden meydana gelecektir. Aynı şeyi özellikle tiyatro alanındaki çalışmalarıyla bilinen İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu da savunur. Ona göre Türk tiyatrosu, Batı taklitçiliği yerine, geleneksel halk tiyatrosu ve köy seyirlik oyunları gibi kaynaklardan beslenmelidir. (Erkoç, 2003: 13).

Aslında bu alanda çalışma yürüten birçok araştırmacının ortak kanısı da bu yöndedir. Geleneksel tiyatromuzun içerik, biçim, üslup gibi özellikleriyle Batılı tiyatro tekniğinin sentezlenmesi amacı sıklıkla işlenegelmiştir. Ancak bunun nasıl olacağına dair açılımlar ne yazık ki yetersiz kalmıştır. Özellikle bugün yine batı kaynaklı çok sayıda tür ve tekniğin yaygın olmamakla birlikte geçmişe nazaran daha sık kullanıldığı düşünüldüğünde geleneksel tiyatrodan kaynaklanan yeni denemelere girişilmesi için fazlasıyla cesarete ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.  

Çağdaş tiyatromuzun geleneksel tiyatromuzun temelleri üzerinde gelişeceği tezi çokça işlense de ülkemizde bu yönde pek de örneğe rastlayamıyoruz. Bu işin en önemli boyutunu denemeler oluşturmaktadır. Ancak geçmişin ihtiyaçları ekseninde şekillenen bu oyunlarımız hangi boyutuyla bugüne taşınacaktır? Bana kalırsa içeriği ne kadar güncellersek güncelleyelim biçimsel olarak oyunları olduğu gibi bugüne taşımak romantik bir nostaljik girişimden öteye geçmeyecektir. Kuşkusuz kendi öz temelleriyle bağı olmayan bir “modern” tiyatronun da taklitçilikten öteye geçemeyeceği de bir gerçektir. O halde bu ikisi arasındaki denge nasıl gözetilecektir? Bir yandan Batı’da gelişen yeni biçim ve türlere sırtını dönmeyen öte yandan da gelenekleriyle bir biçimde ilişkilenmiş ve bunun içerisinden de kendi özgün sesini yakalamış bir tiyatro arayışıdır esas olan.

Köksüz bir ağacın meyve vermeyeceği gibi kendi kaynaklarından ilhamını, gücünü almayan bir kültürün de geleceğe taşınması gelecekteki sanata yön vermesi olası görünmüyor. Cumhuriyetten bu yana tiyatro alanında geldiğimiz nokta bu durumun açık göstergesi olsa gerek. Türkiye’de kendine has bir tiyatro oluşturmak her şeyden önce bu sanatı seçkinci bir anlayışın dışına çıkarmaktan geçiyor. Şu unutulmamalıdır: İster taşrada ister büyük kentlerde olsun Türkiye toplumu göstermeci sanatlara yabancı değildir. Bu sanatın halka yeni bir buluş gibi sunulması sanıyorum sorunun temelini oluşturmaktadır. İkincisi geleneksel Türk tiyatro türlerini olduğu gibi bugüne uyarlayan, biçime, yapıya dokunmayan romantik anlayış da terk edilmelidir. Yine işin çözüm noktasında bu alanda hem düşünsel hem de pratik çaba içinde olanlar durmaktadır.

Evrensel bir tiyatro anlayışı geliştirmek için kendi kaynaklarımıza yönelmek durumundayız. Bu işi de sadece sanat boyutuyla değil bir kültür hamlesi olarak ele almalı ve birçoğu sözlü gelenekte yaşarken yitip giden birikimin planlı ve programlı bir biçimde kayıt altına alınması sağlanmalıdır.

Bu gün geleneksel seyirlik sanatlarımız yok olmakla karşı karşıyadır. Bunlar artık az sayıda sanatçı tarafından icra edilmekte o da ancak özel zamanlara sıkıştırılmaktadır. Sanatçısı da izleyicisi de tükenen bir sanatı yaşatmaya çalışmak zamanı gelmiş bir ölümü zorla ertelemeye benziyor bana göre. “Tiyatroyu ölümsüz yapan hiç yaşlanmayan, hiç bitmeyen büyüsüdür.”der Özdemir Nutku. O halde bu konuda kaygısı olanların her şeyden önce bu geleneksel formlar içinde bulunan “büyü”yü bulup çıkarmak zorundadır. Bu sanatların yol olup gitmesine müsaade etmeden ancak bu işe akademik bir misyon kazandırarak ve bunları günün ihtiyaçları ekseninde yeniden üreterek işe başlanabilir. Bunun için en önemli iş devlete ve dolayısıyla üniversitelere düşmektedir.

Halk tiyatrosu, köylü tiyatrosunu gözeten, girişimleri seyirciyle buluşturan sistemli ve bilimsel bir çabanın bu süreci tersine çevirebileceği kanısındayım. Geleneksel tiyatroya ilişkin belge ve bilgilerin toplanacağı merkezler kurulması, bu yönde usta çırak ilişkisiyle yetişen sanatçıların desteklenmesi, oyunların sadece belli zamanlarda hatırlanan nostaljik meşgaleler olmaktan kurtarılıp bilinçli ve tam zamanlı bir etkinliğe dönüştürülmesi, üniversitelerde bu alanda kürsülerin kurulması ve bu yönde planlı programlı bir araştırma, derleme ve deneme faaliyetine girişilmesi en azından bu yok oluş sürecini kesintiye uğratacaktır. Ortaya çıkan ürün ve sonuçlar ekseninde de zaten tiyatromuz yeni yollar, yeni söyleyişler bulma noktasında zorlanmayacaktır.

KAYNAKÇA
 And Metin, Geleneksel Türk Tiyatrosu, İnki1ap Yayınevi, İstanbul,1985.
And Metin, Türk Tiyatrosunun Evreleri, Turhan Kitabevi, Ankara 1983.
And Metin, Tanzimat ve lstibdad Döneminde Türk Tiyatrosu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınlan, Ankara 1972.
NUTKU, Özdemir, Dünya Tiyatro Tarihi, İstanbul, 1985
NUTKU, Özdemir, Dram Sanatı, kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2001




[1] Özdemir Nutku, Dram Sanatı, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2001, s.15
[2] Süreyya Karacabey, Gelenekselden Batı’ya Türk Tiyatrosu
[3] Erman Altun, Tarihsel Süreçte Değişen Geleneksel Tiyatromuz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkürler

NAZIM HİKMET'İN KAYIP ŞİİRLERİ 2: "UNUTULAN"

Nazım Hikmet'in kayıp ikinci şiiridir "Unutulan" ... Aslında eski baskı kitaplarında bulunan; ancak son yıllarda yapılan bası...