![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEie2leHhigKHJD_EnA9cy-_zFQ-hxwkk5m7SLy7lOJzz-13gwCf-Klb0rSsJ93QhwsMVEwKIEd1NuFBYz3AOz_NJfICK0LGUF4Wy4g0zQ3z6NC3x7r6BtUfZy_8Jniq6dMy1nMT_0fZjxLG/s640/delacroix_1024-7683.jpg)
Burjuvazi tarih sahnesine çıkarken salt ekonomik ve siyasal üstünlüğünü ilan etmiyor aynı zamanda kültürel ve sanatsal atılımını da gerçekleştiriyordu. Marks'ın basit “Maddi üretim araçlarını elinde bulunduran sınıf, aynı zamanda, entelektüel üretimin araçlarını da emrinde bulundurur.” önermesiyle somutlanan şudur: Her sınıf türlü araçlarla egemenliğini geniş kitlelere duyurmak ve meşrulaştırmak için adımlar atar. Bunlar kimi zaman şiddet ve zora dayalı aygıtlar olduğu gibi kimi zaman da kültürel ve manüplatif aygıtlar devreye sokulur.
Burjuva Edebiyat Yükseliyor
18. yüzyıl bu bakımdan burjuvazinin birçok aygıtla harekete geçtiği bir dönemdir. Siyasal ve ekonomik göstergelerden bağımsız olmayarak, burjuvazi, ilk adımını eski olanı yıkma, yok sayma saldırılarıyla gerçekleştirdi. Alegorik bir anlatımla, eski olanı, aristokrasiyi temsil eden sınıfın karşısına burjuvazi onun temsiliyetini içeren bir simgeye saldırarak çıktı.Şövalyelik kurumu, Avrupa da asil sınıfın, feodal gericiliğin temel simgelerinden biriydi. İşte bu simgelerin diliyle konuşulan bir başka alan da kuşkusuz edebiyattı. Şöyle ki, Burjuvazi önce o kurumu temsil eden bir prototip seçti. Bunun adı Don Kişot’tu.
Soylu Sınıfın Nafile Direnişi
Don Kişot romanı yüzyıllarca bir klasik olma özelliğini korudu. Bunun en temel nedeni aslında tarihsel bir geçiş dönemine ışık tutmasıydı. Öte yandan çeşitli yazın türlerinden müteşekkil oluşu ve o güne değin alışılagelmiş biçimsel edebi türlerinden farklı oluşuydu. Bu anlamda roman türünün de modern anlamda ilk örneğini oluşturuyordu.
Don Kişot’ta olaylar kapitalizmin egemenlik aygıtlarıyla giderek güçlü bir hâkimiyet ve yayılma dönemine denk düşer. Olaylar, Avrupa’nın bu anlamda en gelişmiş ülkesinde geçer. Sömürgeciliğin yaygınlaştığı ve sömürgelerden gelen malların Avrupa’da yeni bir sınıfın doğuşuna hizmet ettiği bir döneme tekabül eder. Özellikle geçiş konumundaki İspanya bu yönden özel bir konuma sahiptir. Çünkü sömürgelerden toplanan mallar bu ülke üzerinden Avrupa’nın dört bir yanına dağılmaktadır. Bu dönemde Krallıklar askeri ve siyasi üstünlüğü ele geçiriyor öte yandan feodal beylikler de giderek güçten düşüyordu. Zaten bu askeri ve siyasal güç yeni bir sınıfın, burjuva sınıfının, yegâne güvencesidir de. Askeri ve siyasal sarsıntılar doğal olarak geçmiş sistemin değerler dünyasının topraklarına da mayınlar döşüyordu. Mesela o güne değin pek gözde şövalyelik kurumu eski saygınlığını yitiriyor, kapitalist sistem her şeyi metaya çevirirken her şeye de bir paha biçiyordu. Yani her şeyi alınır satılır bir mal haline getiriyordu. Dolayısıyla artık saygınlığın ölçüsünü de bu değerler sistemi belirleyecekti. İşte Don Kişot da bu eski şövalyelik bayrağının müridsiz bir ahir zaman peygamberi gibi ironik bir “deli” vakıasını çağrıştırıyordu. Buradaki esas trajikomik olan şey de öznel gerçekliğin nesnel gerçeklik karşısında duvara toslamasından başka bir şey değildir.
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEil8qzgzm1YkeT4XEV1BILPeYwLn1l1Lce2CV5dlwiWU6N5nR27HsueN6Phfk67E3rJwy0ITqlosTwEPXluRsF0irzLfJBpkGx2K8dNEjJJjn7rLawxGAb_n-erlLZVlmVwxKbE5fCC7aUe/s640/donk.jpg)
Genel kanının aksine ülkemizde “kahraman” sıfatlarıyla anılagelmiş Donkişot aslında dönemin başındaki burjuvazinin gelişimi karşısında tam da “gericiliğin” geçmiş dönemin ve aristokrasinin sembolüydü. Cervantes, roman kahramanını yaratırken aslında için için ağlıyor, bir döneme veda ediyor ve ona mersiyeler diziyordu. Öte yandan, “yeni”yi temsil eden “yeldeğirmenleri” karşısındaki çaresizliğine, hodbinliğine bakarak için için de güldürüyordu bizi. Neden gülmeyelim ki tarihin akışını değiştirme çabasının zavallı bir simgesi Donkişot elbette sana kahkalarla gülecektik.
Özellikle antik ve klasik dönem Avrupa edebiyatında belirgin bir şekilde simgesel anlatımlara başvurulur. Gerçeklikle düşsel olanın iç içe geçtiği, kaynağını mitoloji ve masaldan da alan bu anlatımlar yazarlarının birikimini ve anlatım yeteneklerini sergilemesi bakımından da hayli değerlidir. Günümüz dünyasında okumanın değil “göz atmanın”, “göz gezdirmenin" revaçta olduğunu düşündüğümüzde hayli seçkin ve “ulaşılmaz” örnekler gibi duruyorlar önümüzde.
Burjuvazi elbette sadece tenkit etmeyecek; aynı zamanda kendi kültürünü ve kendi sisteminin alacağı biçimleri ve anlayışını da edebiyatın dilinde ilan edecekti.
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEghozUi_ixcZSJKajQJpwn9KJmGezDaGIDWWqOpj73chIrCYro1YcuO0DZF1pspcLs9ClBDxVMiuJqY9xQ0iXsLeiAtAnfiFWBT40mBe3Qn4jdiQG8jQQLtHz-vbfJ9cJFpw11FZZEVmE9Q/s640/robinson_crusoe_1050x700.jpg)
İşte “Robenson Cruse”, bu anlamda bir edebi manifesto özelliği taşır burjuvazi için. Bu eserde özetle bir adaya düşmüş Robenson’un altın biriktirdiğini görürüz. Hem de işine hiç yaramayacağı halde! Öte yandan da rengiyle, diliyle Robenson’dan farklı olan bir Cuma vardır ki o da kuşkusuz ücretli (değer yasaları bir adada bile geçerli oluyor!) kölelik kurumunun ilk meczubuydu. Koşulları aynı olmasına rağmen birinin ötekini egemenliği altına alıp, onu köleleştirmenin hikâyesini okuruz.
Burjuvazi bu eserle kendi sistemini dünyaya ilan ediyor ve ücretli kölelik düzeninin emperyalist kapitalist hegamonyanın ereğini daha ilk adımda cisimleşmiş bir şekilde duyuruyordu.
Komünistlerin tüm dünya ölçeğinde görüşlerini amaçlarını eğilimlerini yazılı olarak açıkça ortaya koymaları ve burjuvazinin tüm karaçalmalarına bir manifesto ile yanıt vermelerinin zamanı gelip çattığında büyük komünist önderler Karl Marks ve Friedrich Engels bir tarihsel yapıt vücuda getirdiler:: Komünist Manifesto
Kapitalizmin Romanda Tezahürü
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEghozUi_ixcZSJKajQJpwn9KJmGezDaGIDWWqOpj73chIrCYro1YcuO0DZF1pspcLs9ClBDxVMiuJqY9xQ0iXsLeiAtAnfiFWBT40mBe3Qn4jdiQG8jQQLtHz-vbfJ9cJFpw11FZZEVmE9Q/s640/robinson_crusoe_1050x700.jpg)
İşte “Robenson Cruse”, bu anlamda bir edebi manifesto özelliği taşır burjuvazi için. Bu eserde özetle bir adaya düşmüş Robenson’un altın biriktirdiğini görürüz. Hem de işine hiç yaramayacağı halde! Öte yandan da rengiyle, diliyle Robenson’dan farklı olan bir Cuma vardır ki o da kuşkusuz ücretli (değer yasaları bir adada bile geçerli oluyor!) kölelik kurumunun ilk meczubuydu. Koşulları aynı olmasına rağmen birinin ötekini egemenliği altına alıp, onu köleleştirmenin hikâyesini okuruz.
Burjuvazi bu eserle kendi sistemini dünyaya ilan ediyor ve ücretli kölelik düzeninin emperyalist kapitalist hegamonyanın ereğini daha ilk adımda cisimleşmiş bir şekilde duyuruyordu.
Şimdinin ve Geleceğin Fanusu
Komünist Manifesto’ya doğru uzanalım 19. yüzyıl burjuvazinin, sistemini kurduğu ve tüm egemenlik aygıtlarıyla bunu güçlendirdiği bir döneme rast gelir. Burjuvazi ile proletarya arasındaki karşıtlığın gelişimi gericileşen kapiştalist sistem karşısında yeni bir sınıfın doğuşunu da muştuluyordu. Bu gelişime denk düşecek şekilde yeni bir ekonomik, siyasal, sosyal sistem ihtiyacının da ilk nüveleri atılıyordu. Paris Komünü bu düşün ilk atılımıydı. 1871’de gözüpek komünarların geleceğe ışık düşüren eylemi, 1917’de Sovyet Ekim Devrimi’yle tüm dünyayı saracak bir ateşe dönüşecekti. İşte bu tarihsel eşiklerin öngününde proletaryanın öncü komünist saflarında bir savaşım öğretisi serpilip gelişiyordu. Maddi bir savaşım öğretisi olmasının yanında dahi bir sanatsal yaratıcılık örneği olan Komünist Manifesto...Komünistlerin tüm dünya ölçeğinde görüşlerini amaçlarını eğilimlerini yazılı olarak açıkça ortaya koymaları ve burjuvazinin tüm karaçalmalarına bir manifesto ile yanıt vermelerinin zamanı gelip çattığında büyük komünist önderler Karl Marks ve Friedrich Engels bir tarihsel yapıt vücuda getirdiler:: Komünist Manifesto
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz için teşekkürler