Ritüel Nedir?
İlksel insanlarda bu yana insan kendinden güçlü
olanla, doğayla mücadele etmektedir. Bu mücadele sürei tanımlanamayan,
anlaşılmayan varlıklara çeşitli mistik unsurlar atfedilmesi sonucunu
doğurmuştur. İnsan çaresiz kaldıkça ya da gücü yetmediği ölçüsünde “doğaüstü”
unsurlara başvurmuştur. Bu doğaüstü varlıklarla kurulan ilişkiler ise yeni
kavramları ve davranış örüntülerini oluşturmuştur. Zaman içinde belli bir form
kazanan bu eylemler bir silsile haline gelerek toplumsal bir forma bürünmüş, böylece
ritüellerin de temeli atılmıştır.
Ritüel, ayin, adet haline gelmiş anlamına gelir.[1] Ritüel, kişiler ve dünya arasında doğru bir dengenin yakalanabilmesi için
bir duyguyu oluşturan veya yeniden yaratan formel ve sembolik davranıştır.
Kavram köken itibarıyla rhyme (kafiye),
rhythm (ritim), river (ırmak) gibi kelimelerle
ortak bir köke sahiptir (Kutlu, 2013:64-65).
Ritüeller, birtakım inanç ya da tapınma eylemlerinin
yürütülmesinde izlenmesi gereken yolları ifade eder. Bu eylemler uzmanlık bilgisine
sahip yetkili kişilerce[2], Her toplum ilksel
zamanlarda, değişmez bir biçimde yerine getirilen bazı eylemler oluşturdular.
Ancak ritüel denilen tapınma biçimleri sadede eylemlerden değil; söz, şarkı,
büyü gibi unsurlardan da oluşmaktaydı.
Ritüeller, kutsalla
ilişkinin teorik boyutunun yani inancın sosyokültürel yaşam içinde
sindirilmesini ve kolektif bir paylaşımın konusu haline gelmesini
sağlamaktadır. Ancak şunu da belirtmek
gerekir ki kutsalla kurulan ilişkinin teorik boyutu kurumsal dinler söz konusu
olduğunda genel olarak “inanç”, pratik boyutu ise “ibadet” olarak
tanımlanırken, kurumsallaşmamış dinler söz konusu olduğunda teorik boyut “mit”
pratik boyut ise “ritüel” olarak kavramsallaştırmaktadır.[3]
Ritüeller, Yunanlıların dromenon[4] adını verdikleri "gerçekleştirilen",
“icra edilen” eylemler bölümüyle, muthos[5] olarak adlandırılan "seslendirilen,
söylenen" sözler bölümünden oluşan birimlerden meydana geliyordu. Bunlar
da mitosları meydana getiriyordu.
Mitos Nedir?
TDK’ya göre mitos (mit): “Geleneksel olarak yayılan
veya toplumun hayal gücü etkisiyle biçim değiştiren alegorik bir anlatımı olan
halk hikâyesi” olarak ifade edilir. Kuşkusuz bu tanım mitosları tanımlamak
açısından oldukça yetersizdir. Zaten birçok araştırmacı bu konuda farklı
tanımlamalar yapmışlardır. Bu da bize mitos kavramının tek ve kapsayıcı bir
tanımının yapılmasının güçlüğünü ortaya koymaktadır. “Tüm arkaik ve geleneksel toplumlardaki mitlerin bütün tür ve
işlevlerini içerebilecek tek bir tanım bulmak olanaklı mıdır?”[6]
sorusu da bu güçlüğün somut bir göstergesidir.
İlksel zamanlarda olup bitmiş olayları veya “dinsel”
bir öyküyü anlatan mit, bir şeyin nasıl var olmaya başladığını anlatır.(köken) Dolayısıyla
mitler, daima bir “yaratılışın” öyküsü olarak değerlendirilir. Olup bitmiş; gerçekleşmiş
inançsal olayları anlatır.
Mitler (veya "mitos"lar), Türkçede en yakın
"efsane" kelimesiyle karşılayabileceğimiz, eski ve geleneksel
hikâyelerdir. Mitler yoğun biçimde kültürel izler taşır. Belli bir kültürün
belirli bir çağdaki inanışlarını, törelerini, adetlerini getirdiği için de halk
efsanelerinden ve halk hikâyelerinden ayrılırlar. Mitler daha çok tarihsel bir
süreci, varlığı ya da doğayı açıklar, bunları açıklarken de bir inanç sistemine
dayanır. Eliade’ye göre, din ve mit arasında ayrılmaz bir bağ vardır ve
mitler, dinsel deneyimlerin ürünüdürler.
Mitosların tek bir tanımı kapsayıcı
ve yeterli değil demiştik. Türkiye’de bu alanda önemli çalışmalara imza atan
Azra Erhat da: “Mythos, söylenen veya
duyulan sözdür, masal, öykü, efsane anlamına gelir.”[7]
Demektedir mitoslar için. Ancak Erhat da mitleri bir bilimsel belge olarak
değerlendirmez. Bu noktada da ünlü tarihçi Heredot’tan alıntı yaparak “Tarihi değeri olmayan güvenilmez söylenti”
ifadesini de ekler, mit tanımına. Yine aynı eserinde (Mitoloji Sözlüğü)
Platon’dan alıntı yaparak “…Mythos
gerçeklerle ilişkisiz, uydurma, boş ve gülünç bir masal” diye de açıklar.
Mitos Türleri
Özellikle Orta ve Yakındoğu mitolojik kaynakları ile
bu malzemelerin işlevselliği dikkate alınarak mitoslarda bir sınıflandırmaya
gidilmiştir. Kuşkusuz bu sınıflandırmada doğruluk/yanlışlık tartışmasından çok
pratik anlamda amaçları, ne işe yaradıkları ve içerikleri gözetilmiştir. Mitos
türleri, çoğunlukla kutsalla ilişki içindedirler ve mistik-inançsal
dünyayı sembollerle, doğaüstü olay ve olgularla algılayıp tarif etmeye
yöneliktirler. Buna göre mitoslar; ritüel mitosları, orijin (köken) mitosları, kült
mitosları, prestij mitosları ve eskatologya mitosları olarak sınıflandırılmıştır.
Bu çalışmada Samuel Henry Hooke’ın “Ortadoğu
Mitolojisi”[8]
adlı eserindeki sınıflandırma esas alınmıştır.
1)
Ritüel
Mitosları:
En
eski ritüel türü olarak kabul edilmektedir. En eski uygarlıkların geliştiği Mezopotomya
ve Nil vadisinde, özellikle tarımsal temelli gelişen ritüellerdir.Bu ritüeller,
dinsel tapınaklarda, toplumların dini önderleri olarak kabul edilen rahipler
eliyle gerçekleştirilmiştir. Bu rahipler konusunda uzman kimseler olup, belirli
zamanlarda ve kalıplaşmış formlarda bu işleri icra etmekteydiler.
Ritüel
mitosları, kontrol edilemeyen ya da hakkında bilgi sahibi olunmayan güçleri
denetlemek, topluluğun varlığını ve esenliğini amaçlayan mitoslar olarak
değerlendirilmektedir. Bu ritüeller sadece eylemlere değil, sihir ve şarkı
unsurlarını da içinde barındırıyordu. Ritüelde
mitos, oynanmakta olan oyunun öyküsünü anlattı; belli bir durumu betimledi…
Mitosun şarkı biçimde okunması bir şeyler ‘yaratıyordu’.[9]
Bu
mitosların işlevi bilgiden öte eylemseldi. Amacı da topluluğun varlık
koşullarının yaratılmasına yardımcı olmaktı.
2)
Orijin
Mitosları: Bir etkinliğin neden yapıldığını ya da
yapılmadığını anlatan mitoslardır. Etiolojik ve nedenbilimsel mitos olarak da
adlandırılmaktadır.[10] Bazı kaynaklarda en eski
mitos türü olarak da değerlendirilmektedir. İşlevi bir geleneğin, göreneğin ya
da etkinliğin nasıl olduğunu nedensellik içinde yansıtmaktır. Temel olarak varlıkların
ve eşyaların kökenini açıklayan mitoslardır.
3)
Kült
Mitosları: Toplulukların tarihinde yer alan önemli
olay ve durumları şarkı şeklinde anlatmaya dayanan mitoslardır.
İsrail
dinine ve bu dinin gelişmesi sürecinde oluşmuş mitos şeklidir. Yahudi
inancındaki önemli tarihsel olayları konu alırlar. Özellikle İsrailoğullarının
Mısır tutsaklığından kurtuluşunun anılması söz konusudur. Halkın önünde şarkı biçiminde, okuyorlar, bu okuyuşlara, halkın,
rahiplerinin söylediklerine yanıt niteliğindeki birlikte okuyuşları eşlik
ediyordu. Mitos, bu biçimi ile de bir durumu betimlemekte, bu böylece söz
konusu durumun sürmesini sağlama işlevine sahip olmakla beraber; artık bu
işlevleri sihirsel bir güçle değil; fakat ahlak kurallarıyla yerine getirmeye
çalışmaktadır.[11]
4)
Prestij
Mitosları: Bu mitoslar halk kahramanının doğuşunu ve
yaptıklarını konu alan, anlattıkları olay ve durumları bir gizem havası içinde
aktaran mitoslardır.
Perslerin
kurucusu Kiros’tan Gılgamış’a, Hz Musa’dan Hz. İsa’ya uzanan toplumsal
kahramanların doğuşu ve yaşamlarındaki gizemler bu kapsamda
değerlendirilebilir. Musa’nın doğumundaki simgesel unsurlar bu mitosların tipik
özellikleridir.
Sepet
içine konularak suya bırakılma motifi, doğum olayının simgesel olarak açık bir
şekilde anlatımıdır. Sepet esasen ana rahmini, su ise ana rahmindeki varlık
koşullarını simgeler.
Troya’nın
Tanrıların eliyle kurulması, Dan oğullarının kahramanı Samson’un doğuşu ve
yaptıkları bu mitosların örnekleridir.
Eskatologya Mitosları: Temel
olarak dünyanın sonuyla ilgili mitoslardır. Eskatologya
Mitosları, dünya yaşamının sonu (mahşer) ve öte dünya yaşamı ile ilgili
konuların genel adıdır.[12]
Bu
mitosların tek tanrılı dinlerde “ölümden
sonra” sorusuna yanıt vermede ve “kıyamet” kavramlarını teşkil etmede
işlevsel oldukları düşünülebilir.
Günümüzde
edebiyattan sinemaya kadar birçok alanda bu mitosların izlerine rastlamak
mümkündür. İnsanlarda “belirsiz bir sona” inanma ya da mevcut durumdaki
çıkışsızlıkları nihayete erdirecek bir sona inanma eğilimleri güçlü olduğundan
günümüzde de karşımızda çıkabilmektedir.
Bu
mitoslar; insanın yeteneklerini, gücünü, sınırlarını, ortaya koyarak ve kendini
tanımayı ve arınmayı sağlar.
Eski Toplumlarda İnsan-Doğa İlişkisi Bağlamında Ritüellerdeki Taklitsel Süreçler
Bu bölümde ilksel çağlardan bu yana insanların doğa ile kurdukları ilişki üzerinden gerçekleştirdikleri ritüellerdeki taklit unsurları örnekler üzerinden anlatılacaktır.MÖ. 4. yüzyıla kadar Antik Yunan’da halk arasındaki en önemli törenlerden biridir. Mitolojide, Dionysos, şarabın, coşkunluğun ve bereketin Tanrısı olarak geçer. Dionysos adına düzenlenen iki dinsel bulunmaktadır: Yer altına gidişine yakılan ağıt ve yeniden doğuşunun şenliklerle karşılanması. Bu yer altına iniş/çıkış meselesi mevsimsel geçişlerle doğrudan ilintilidir. Çünkü Tanrının yer altına inmesi kışın gelişini, doğanın canlılığını ve bereketini kaybetmesi sonucunu doğuracak, tersi ise canlanmayı ve bereketi ifade edecektir. [13]
Tanrının yeraltına gidişi, bitiminde bereketi, sevinci doğuracak bir ayrılık olarak algılanır. Ürünler toplanmış ve bir dahaki bağbozumuna değin tanrı yeraltına çekilmiştir. Boşalan bağların ve yaklaşan uzun kış döneminin köylülerdeki imgesi tanrılarının ölümüdür.
Ritüeldeki temel öğelerde, doğa güçlerini simgeleyen ve Dionysos’un dostları olan satirleri (keçi) çağrıştıran hayvan postlarına bürünmüş bir koro temsil etmekteydi. Bu koro, dans ve müzik eşliğinde Dionysos’u anlatan hüzünlü şiirleri okurdu.
Zaten Aristo, Poetika adlı eserinde de Dythrambos adı verilen bu şiir türünü, tragedyanın kaynağı kabul etmektedir. Bu tören esnasında Dionysos müridi, şarabın da yardımıyla, kendinden geçerek Tanrı Dionysos’a ulaşır. Dionysos’a ulaştığını varsayan Dionysos müritler için günlük yaşamdaki ahlaki-davranışsal değer yargıları ikincil hale gelir. Her türlü “yasak” bu yolla icra edilir.
Bir diğer tören ise bağbozumunun öncesinde yapılan ritüellerdir tanrının yenide3n doğuşunun canlandırıldığı törenlerdir. Bu tören esasen ürünün bereketli olması için bir dilek, dua vb olarak da düşünülebilir. Kostüm olarak büyük birer phallus (erkek cinsel organı) takmış olan bir koro açık saçık ezgiler söyleyerek törene katılanların tanrının doğuşunun yarattığı sevince katılmasını hedefler.
Yine Poetika’da açık saçık ezgilere sahip phallus veya jambik şiirin, komedyanın kaynağı olduğu kabul edilir. Törende, halk çok büyük bir phallus heykelini ellerinde taşıyıp gezdirir ve bir yandan jambik şiirler okunur. Temel olarak, bu törenler aracılığıyla insanlar doğa olaylarını kendi istekleri doğrultusunda düzenlemeye ve bereketli bir dönem geçirmeye çalışırlar.
Aslında ilksel toplumlarda doğa karşısında
ritüellerdeki taklitsel süreçlere dair çok sayıda örnek verilebilir. Bu
taklitler başta bir tanımlama, anlatma ihtiyacından da doğmuş olabileceği gibi
doğa egemenliğini kırmanın bir yansıtımı olarak da değerlendirilmiş olabilir.
Bu etkinlikler nihayetinde, inançları, ritülleri ve kültürleri yaratmış
olabilir. Johan Huizinga, Homo Ludens adlı yapıtında kültürün kaynaklarına dair
çıkarımlar yaparken bu gerçekliği ortaya koyar:
Kültür
oyun biçiminde doğar, kültür başlangıçtan itibaren oynanan bir şeydir. Örneğin
av gibi doğrudan hayati ihtiyaçların giderilmesini hedefleyen faaliyetler bile,
arkaik toplulukta kolaylıkla oyun biçimine bürünmektedirler.[14]
Topluluk bu eylemleriyle oyunlarda, hayatı ve dünyayı yorumlama
biçimini ifade etmekteydi. Bu da çoğu kez taklitsel süreçlere dayanıyordu. Oyunları
da ritüel kapsamında değerlendirdiğimizde Anadolu'da bu konuda hayli zengin bir
birikim olduğu rahatlıkla söylenebilir. Bu konuda ülkemizde de öteden beri insan-doğa ilişkisini
yansıtan bir dizi tören, büyü ve oyuna rastlamak mümkündür. Kız isteme, çift
çıkarma, çift ekmeği gibi oyunlar bu bağlama örnek verilecek güzel örneklerdir.[15]
Çift çıkarma özellikle doğu bölgelerinde görülen
sabanın toprağa ilk vuruluşunu simgeler. Burada töreni düzenleyecek aile reisi
etkinliğin zamanını ve yerini tayin ederek üzerine ters bir kürk giyer. Bu
kürkün uçlarına da şeker bağlanır. Bele urgan veya ip geçirilir. Bütün bu eylem
ve taklitler çoğu kez simgesel anlamlar içerir. Oyunda her eylem bir simgeye
karşılık gelir ki temel ama o yılın ürünün bereketli olmasını ve esenliği
sağlamaktır.
Bir başka örnek özellikle Akdeniz bölgesi/Adana’da
görülen “yüz boyama” oyunudur. Temmuz ve Ağustos aylarına denk gelen bu
etkinliğin de amacı bolluk ve berekettir. Bu süreçte buğday pişirilip
dağıtılır. Buğday çok sayıda kişinin katkılarıyla hazırlanır. Buna katkı
sunanlar da yüzlerini karaya boyayarak bolluk ve esenlik dileğinde bulunurlar.
[2] Her
toplum kendi tapınma eylemlerini uzmanlar eliyle gerçekleştirmiştir. Eski Türk
geleneklerinde “şaman”, “kam” ya da “baksı” gibi adlar aldıkları görülmektedir.
[3] Ritüel
Kuramı, YL Tezi, Haz. Zeliha Sayılı, Karabük Üniversitesi, 2016
[4]
Bugünkünden farklı biçimler alsa da “dram” sözcüğünün kökenini oluşturmaktadır.
[5] Öykü
[6] Mircea
ELLIADE, Mitlerin Özellikleri, Çev. Sema Fırat, İstanbul, 1993, s.12
[7] Azra
Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2015
[8] Samuel
Henry Hooke, Ortadoğu Mitolojisi, Çev. Alaeddin Şenel, İmge Kitabevi, 5. Baskı,
Ankara, 2015
[9] Samuel
Henry Hooke, Ortadoğu Mitolojisi, Çev. Alaeddin Şenel, İmge Kitabevi, 5. Baskı,
Ankara, 2015
[10] A.g.e:
s. 16
[11] A.g.e:
s.16
[12] A.g.e:
s.19
[14] Johan Huizinga, Homo Ludens Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir Deneme, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, İstanbul, 2006, s.65
[15] Buradaki örnekler, Metin And’ın “Geleneksel Türk Tiyatrosu” adlı eserinde ayrıntılı olarak anlatılmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz için teşekkürler