13 Aralık 2017 Çarşamba

Ortaçağ'da Din Dışı Oyunların Dinsel Oyunlara Dönüşümü

Yaklaşık bin yıllık bir süreci kapsayan Ortaçağ, Roma İmparatorluğu’nun çöküşüyle başlayan ve Rönesans’a kadar olan süreci ifade eder. Bu zaman dilimi özellikle Doğu ve Batı’da siyasal, sosyal ve ekonomik anlamda büsbütün farklı bir seyirde ilerlemiştir. Hıristiyanlığın egemen olduğu Avrupa’da yeni bir değerler sistemi ve bununla paralel olarak yeni bir ekonomik siyasal sistem olan feodalite (derebeylik) sistemi öngören bu dönemin değerler sistemini de yepyeni normlar ve kurumlar şekillendirmiştir. Toplumun tepeden tırnağa yeniden biçimlendirildiği bu sürecin çok yönlü mimarı ve mutlak belirleyicisi Hıristiyanlık ve kilisedir.

“Ortaçağ  tiyatrosu” kavramı ise yine Batı Roma  İmparatorluğu’nun çöküşünden Rönesans’a kadar geçen süreçte ortaya çıkan Avrupa tiyatrosunu ifade eder. İnsanların okuma yazma düşüklüğü ve başta kilise olmak üzere siyasi ve dini otoritelerin sanata karşı tutumları nedeniyle Ortaçağ tiyatrosunun yeterince belgelenemediği söylenmektedir.

Ortaçağın başlarında, Katolik Kilisesi, doğal bir eğilim olarak kendisine yabancı gördüğü tiyatroyu yasakladı. Ancak bunun bir çözüm olmadığını anlayan Kilise daha sonra bu işe farklı bakmaya başladı.  Birbirine tamamen zıt şekillenen Doğu’da Ortaçağda yönetici-sanatçı ilişkisi dikkate alındığında, bilim ve sanatı koruma ve destekleme noktasında yöneticilere çok büyük görevler düştüğü görülmektedir. Denebilir ki yönetici olmanın en önemli vasıflarından biri, sanatı ve sanatçıyı korumaktır. Ama aynı Osmanlı, çok geçmeden, siyasal alanda özellikle iktidarın yaşadığı sarsıntılar temelinde sanatı sınırlama baskılama yoluna gitmiştir. (DURMUŞ, 2014: 65)

Ortaçağ Avrupa’sında durum tersine işlemiştir. Mesela Hıristiyanlık, başlangıçta Yahudiliğin tasvir yasağını benimsemiş olsa da 3. Yüzyıldan itibaren dinsel resim örneklerine rastlanmaktadır. Bu resimler genellikle çok basit ve şematiktir. Cahil kitlelerin dinsel olayları hikâyeleri zihinlerinde canlandırabilmeleri açısından işlevli görülmüştür. Bu resimler birer sembol olarak da değerlendirilebilir.

Tiyatroda da aynı tablo karşımıza çıkmıştır. Toplumsal bir karşılığı olan bu sanatı yasaklamaktansa “değerlendirmeyi” daha işlevsel görmeye başlamıştır. Diğer sanatlarda olduğu gibi, pragmatik bir anlayışla, özellikle tiyatronun gücünü keşfeden Kilise tarafından kitleleri yönelten, yönlendiren, eğiten bir enstrüman olarak ilerlendirilmiştir.
Ortaçağ tiyatrosu, kilise tiyatrosunun yanı sıra akrobatların, soytarıların, hokkabazların tek kişilik veya grup halinde yaptıkları gösterilerle, hem halk arasında hem de sarayda ilgi görüyordu. Ama tiyatroyu yeniden kurallı bir oyuna, yani sanata dönüştüren, oyunun yazılı öğesini vurgulayan kilise oldu. Bunun ilk örnekleri, İncil’den belli bölümlerin sahne etkileri de gözetilerek seslendirilmesiymiş.

Ortaçağ kalıplaşmış bilgiler ekseninde tamamen “karanlık” bir çağ olarak bilinse de tiyatro alanında bu durum çeşitli bakımlardan farklı bir tabloyla karşılaşmaktayız. Bu dönem, tiyatronun sınırlı bir izleyici kitlesinin önüne geçerek yığınlar halinde izlendiği bir çağ olarak ifade edilmektedir. Bu noktada sanatın ve tiyatronun bağımsız ve özgürlükçü gelişim dinamiklerini baskılayan bir siyasal sitemin egemen olduğunu belirmek de gerekir. Tarih boyunca siyasal iktidar kadar kültürel iktidarı da ellerinde bulundurmak istemişlerdir. Egemenlik sorunu ortaya çıktığında ilk elde “yasaklamalar” söz konusu olsa da zaman içerisinde “ehlileştirilen”, “uygun hale getirilen” bir sanat ve kültürden her dönemde bahsetmek mümkündür.

“Tiyatro, başlangıcından günümüze kadar zaman zaman devletin egemen düşüncesinin yayılması açısından da etkin bir araç olarak değerlendirilir. Roma İmparatorluğu döneminde, askerlerden ve savaş tutsaklarından oluşan geçit alayları, devletin gücünün gösterilmesi amacıyla, görkemli tiyatro yapılarında halka sergilenmiştir. Ortaçağda kilise, önceleri pagan kültürün bir ürünü saydığı ve yasakladığı tiyatroyu sonradan ‘uyanarak’, Hıristiyan inancını yaymak ve pekiştirmek üzere, önemli bir araç olarak değerlendirmiş ve bu yolda kullanmıştır.”[1]

Avrupa’da Ortaçağ’a kadar birçok din dışı şenlik yapıldığı bilinmektedir. Bu şenlikler oldukça kapsayıcı ve dışardan gelen katılımcılara da açıktı. Özellikle gezgin sanatçılar, hokkabazlar, şairler bunların birer parçasıydı. Kuşkusuz bu etkinlikler pagan ayinlerine dayanmaktaydı.
Bu ayinler sonradan Hristiyan törenlerine de dâhil edilmiş ya da törenler bütünüyle Kilisenin yönlendirmelerine terk edilmiştir. Kilise bu adımıyla, özellikle Avrupa’nın kalan kısımlarını Hıristiyanlaştırmak amacını gerçekleştiriyordu.


Kilise tiyatrosunun gelişimi bu temel ihtiyaç ekseninde şekillenmiştir. Örneğin, Kilise tiyatrosunda, inanca ait her şey halkın algılaması doğrultusunda mekâna etki eder. İnanca dair birtakım temel unsurlar mekânda belli bir düzende yerleştirilir. Bu yerleştirme simgesel olarak önemli dinsel figürleri ve olayları temsil eder.

Kilise oyunlarının başında “Litürjik ayinler” gelmektedir. Litürjik, Hıristiyanlıkta dini ibadetlerin ve ayinlerin nasıl yapılacağını belirleyen kural ve yöntemleri ifade eder. Bu temsiller esnasında yapılan geçit törenleri, tiyatro yoluyla dinsel fügürleri duygusal bir formda canlandırma yoluna gidiyordu. Litürjik ayinlerin en göze çarpan, duygusal açıdan en güçlü gösteri benzeri nitelikleri, özellikle Paskalya dönemindeki Kutsal hafta ayinlerinde, İsa’nın Çilesi, Ölümü ve Dirilişi’nin canlandırılmasıyla sergileniyordu. 

Bunun dışında Hıristiyan Cemaatlerin Paskalya için hazırladıkları dini tiyatro gösterileri, önce manastır çalışanlarına ve rahip olmayan keşişlere, sonra da müminlere açılır. Bu sırada meleğe sorulan sorulara ve meleğin İsa’nın dirildiği duyurusuna bu anın görselleştirilmesini kolaylaştıran tiyatroya özgü basit unsurlar eklenir. Bu törensel tiyatro gösterilerinde genellikle bir mezar, bir kefen bir de haç kullanılır. İsa’yı ararken, meleklere soru sorarken, koro halinde cevaplar verirken tiyatroya özgü diyalog biçimleri kullanılır ve bu diyaloglar kutsal metinlerden parçalarla desteklenir.
Kilise Tiyatrosu alanında, ayinlerle bağlantılı gösterilerin yanı sıra, sahte İncillerden ve azizlerin hayat öykülerinden alınma konuyla ilgili icatların, süslemelerin ve yenilikçi özelliklerin katıldığı metinler de üretilmiştir. Bu oyunlarda genelde halk kesiminden izleyicileri etkilemek amaçlanırdı. Ortaçağ boyunca dini oyunlar genellikle kilise içinde sergilenmiştir. Ancak yeniliklerin ve bilimsel buluşların etkisiyle gösteriler giderek ayrıntılı hale gelmiş, icracıları daha özenli davranmaya zorlamıştır. Bu süreçte gösterimlerin birkaç gün sürdüğü, bunlara halkın da önemli desteği olduğu bilinmektedir.


[1] İsmihan Yorgancı, Tarih Boyunca Devlet-Tiyatro İlişkisinin Gelişim Süreci, Lisans Tezi, s. 3

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkürler

NAZIM HİKMET'İN KAYIP ŞİİRLERİ 2: "UNUTULAN"

Nazım Hikmet'in kayıp ikinci şiiridir "Unutulan" ... Aslında eski baskı kitaplarında bulunan; ancak son yıllarda yapılan bası...