Yaklaşık bin yıllık bir süreci kapsayan
Ortaçağ, Roma İmparatorluğu’nun çöküşüyle başlayan ve Rönesans’a kadar olan
süreci ifade eder. Bu zaman dilimi özellikle Doğu ve Batı’da siyasal, sosyal ve
ekonomik anlamda büsbütün farklı bir seyirde ilerlemiştir. Hıristiyanlığın
egemen olduğu Avrupa’da yeni bir değerler sistemi ve bununla paralel olarak yeni
bir ekonomik siyasal sistem olan feodalite (derebeylik) sistemi öngören bu
dönemin değerler sistemini de yepyeni normlar ve kurumlar şekillendirmiştir.
Toplumun tepeden tırnağa yeniden biçimlendirildiği bu sürecin çok yönlü mimarı
ve mutlak belirleyicisi Hıristiyanlık ve kilisedir.
“Ortaçağ
tiyatrosu” kavramı ise yine Batı Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden
Rönesans’a kadar geçen süreçte ortaya çıkan Avrupa tiyatrosunu ifade eder.
İnsanların okuma yazma düşüklüğü ve başta kilise olmak üzere siyasi ve dini
otoritelerin sanata karşı tutumları nedeniyle Ortaçağ tiyatrosunun yeterince
belgelenemediği söylenmektedir.
Ortaçağın başlarında, Katolik Kilisesi,
doğal bir eğilim olarak kendisine yabancı gördüğü tiyatroyu yasakladı. Ancak
bunun bir çözüm olmadığını anlayan Kilise daha sonra bu işe farklı bakmaya
başladı. Birbirine tamamen zıt
şekillenen Doğu’da Ortaçağda yönetici-sanatçı ilişkisi dikkate alındığında,
bilim ve sanatı koruma ve destekleme noktasında yöneticilere çok büyük görevler
düştüğü görülmektedir. Denebilir ki yönetici olmanın en önemli vasıflarından
biri, sanatı ve sanatçıyı korumaktır. Ama aynı Osmanlı, çok geçmeden, siyasal
alanda özellikle iktidarın yaşadığı sarsıntılar temelinde sanatı sınırlama
baskılama yoluna gitmiştir. (DURMUŞ, 2014: 65)
Ortaçağ Avrupa’sında durum tersine
işlemiştir. Mesela Hıristiyanlık,
başlangıçta Yahudiliğin tasvir yasağını benimsemiş olsa da 3. Yüzyıldan
itibaren dinsel resim örneklerine rastlanmaktadır. Bu resimler genellikle çok
basit ve şematiktir. Cahil kitlelerin dinsel olayları hikâyeleri zihinlerinde
canlandırabilmeleri açısından işlevli görülmüştür. Bu resimler birer sembol
olarak da değerlendirilebilir.
Tiyatroda da aynı tablo karşımıza
çıkmıştır. Toplumsal bir karşılığı olan bu sanatı yasaklamaktansa “değerlendirmeyi”
daha işlevsel görmeye başlamıştır. Diğer sanatlarda olduğu gibi, pragmatik bir
anlayışla, özellikle tiyatronun gücünü keşfeden Kilise tarafından kitleleri yönelten, yönlendiren, eğiten
bir enstrüman olarak ilerlendirilmiştir.
Ortaçağ tiyatrosu, kilise tiyatrosunun
yanı sıra akrobatların, soytarıların, hokkabazların tek kişilik veya grup
halinde yaptıkları gösterilerle, hem halk arasında hem de sarayda ilgi
görüyordu. Ama tiyatroyu yeniden kurallı bir oyuna, yani sanata dönüştüren,
oyunun yazılı öğesini vurgulayan kilise oldu. Bunun ilk örnekleri, İncil’den
belli bölümlerin sahne etkileri de gözetilerek seslendirilmesiymiş.
Ortaçağ kalıplaşmış bilgiler ekseninde
tamamen “karanlık” bir çağ olarak bilinse de tiyatro alanında bu durum çeşitli
bakımlardan farklı bir tabloyla karşılaşmaktayız. Bu dönem, tiyatronun sınırlı
bir izleyici kitlesinin önüne geçerek yığınlar halinde izlendiği bir çağ olarak
ifade edilmektedir. Bu noktada sanatın ve tiyatronun bağımsız ve özgürlükçü
gelişim dinamiklerini baskılayan bir siyasal sitemin egemen olduğunu belirmek
de gerekir. Tarih boyunca siyasal iktidar kadar kültürel iktidarı da ellerinde
bulundurmak istemişlerdir. Egemenlik sorunu ortaya çıktığında ilk elde
“yasaklamalar” söz konusu olsa da zaman içerisinde “ehlileştirilen”, “uygun
hale getirilen” bir sanat ve kültürden her dönemde bahsetmek mümkündür.
“Tiyatro,
başlangıcından günümüze kadar zaman zaman devletin egemen düşüncesinin
yayılması açısından da etkin bir araç olarak değerlendirilir. Roma
İmparatorluğu döneminde, askerlerden ve savaş tutsaklarından oluşan geçit
alayları, devletin gücünün gösterilmesi amacıyla, görkemli tiyatro yapılarında
halka sergilenmiştir. Ortaçağda kilise, önceleri pagan kültürün bir ürünü
saydığı ve yasakladığı tiyatroyu sonradan ‘uyanarak’, Hıristiyan inancını
yaymak ve pekiştirmek üzere, önemli bir araç olarak değerlendirmiş ve bu yolda
kullanmıştır.”[1]
Avrupa’da Ortaçağ’a kadar birçok din dışı
şenlik yapıldığı bilinmektedir. Bu şenlikler oldukça kapsayıcı ve dışardan
gelen katılımcılara da açıktı. Özellikle gezgin sanatçılar, hokkabazlar,
şairler bunların birer parçasıydı. Kuşkusuz bu etkinlikler pagan ayinlerine
dayanmaktaydı.
Bu ayinler sonradan Hristiyan törenlerine
de dâhil edilmiş ya da törenler bütünüyle Kilisenin yönlendirmelerine terk
edilmiştir. Kilise bu adımıyla, özellikle Avrupa’nın kalan kısımlarını
Hıristiyanlaştırmak amacını gerçekleştiriyordu.
Kilise tiyatrosunun gelişimi bu temel
ihtiyaç ekseninde şekillenmiştir. Örneğin, Kilise tiyatrosunda, inanca ait her
şey halkın algılaması doğrultusunda mekâna etki eder. İnanca dair birtakım
temel unsurlar mekânda belli bir düzende yerleştirilir. Bu yerleştirme simgesel
olarak önemli dinsel figürleri ve olayları temsil eder.
Kilise oyunlarının başında “Litürjik
ayinler” gelmektedir. Litürjik, Hıristiyanlıkta dini ibadetlerin ve ayinlerin
nasıl yapılacağını belirleyen kural ve yöntemleri ifade eder. Bu temsiller
esnasında yapılan geçit törenleri, tiyatro yoluyla dinsel fügürleri duygusal
bir formda canlandırma yoluna gidiyordu. Litürjik
ayinlerin en göze çarpan, duygusal açıdan en güçlü gösteri benzeri nitelikleri,
özellikle Paskalya dönemindeki Kutsal hafta ayinlerinde, İsa’nın Çilesi, Ölümü
ve Dirilişi’nin canlandırılmasıyla sergileniyordu.
Bunun dışında Hıristiyan Cemaatlerin
Paskalya için hazırladıkları dini tiyatro gösterileri, önce manastır
çalışanlarına ve rahip olmayan keşişlere, sonra da müminlere açılır. Bu sırada
meleğe sorulan sorulara ve meleğin İsa’nın dirildiği duyurusuna bu anın
görselleştirilmesini kolaylaştıran tiyatroya özgü basit unsurlar eklenir. Bu
törensel tiyatro gösterilerinde genellikle bir mezar, bir kefen bir de haç
kullanılır. İsa’yı ararken, meleklere soru sorarken, koro halinde cevaplar
verirken tiyatroya özgü diyalog biçimleri kullanılır ve bu diyaloglar kutsal
metinlerden parçalarla desteklenir.
…
Kilise Tiyatrosu alanında, ayinlerle
bağlantılı gösterilerin yanı sıra, sahte İncillerden ve azizlerin hayat
öykülerinden alınma konuyla ilgili icatların, süslemelerin ve yenilikçi
özelliklerin katıldığı metinler de üretilmiştir. Bu oyunlarda genelde halk
kesiminden izleyicileri etkilemek amaçlanırdı. Ortaçağ boyunca dini oyunlar
genellikle kilise içinde sergilenmiştir. Ancak yeniliklerin ve bilimsel
buluşların etkisiyle gösteriler giderek ayrıntılı hale gelmiş, icracıları daha özenli
davranmaya zorlamıştır. Bu süreçte gösterimlerin birkaç gün sürdüğü, bunlara
halkın da önemli desteği olduğu bilinmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz için teşekkürler