Şiirin gelişimi çoğunlukla insanın ve toplumların tarihi ve evrimiyle beraber ele alınmıştır. Zira şiir de yaşamdan fışkırır ve hayatın en has seslerinden, eylemlerinden, devinişlerinden beslenir. Şiir, kimi zaman söz ve büyü arasında bir yerde kimi zaman da doğrudan hayatın söze yansıması olagelmiştir. Nasıl ki “büyü”, gerçek tekniğin eksikliklerini tamamlayan aldatıcı bir teknik olarak ele alınır, şiir de gerçek hayatın eksik parçalarını ağırlıklı olarak duygulara seslenerek ifade eder. Bunu yaparken realiteye ters düştüğü de olur. Tıpkı kaçınılmaz bir ölümle pençeleşen şairin, denizin ortasında, gözlerini göğe dikip; “Parlak yıldız, ben de senin gibi değişmez olsam” (Keats) diyerek şiirin büyüsüne sığınması gibi.
Şiir, elbette hep dışarıya ayna
tutmamıştır. Kimi dönemlerde (şimdilerde revaçta olduğu gibi) şairin iç
dünyasını da yansıtmıştır ağırlıklı olarak. Başka bir deyişle dış dünyanın,
şairin iç dünyasındaki yansımalarının dışavurumu olur şiir. Bu elbette sadece
şiir için değil sanatın öteki tüm dalları için de geçerlidir. Bu “içe dönme”
zaman zaman gerçek yaşamdan kopmaya kadar varan bir hastalık derekesine
varabilir. Hatta kendini “toplumsal” bir bulamaç içinde servis edebilir.
Böylesi “sanatsal” çalışmalar, bazen “ruha dokunan” sözcükleri yardıma çağırarak
kendi ruhsal hiçliklerini gizlemeye çalışırlar. Ama bunu ne kadar örtbas etse
de o “sanattan” yansıyan çoğunlukla intihar parodileri, ölümün kutsanışı,
melankoli, karamsarlık, umutsuzluk ve geleceksizliktir. Biz bu çalışmamızda “hastalıklı”
sanat icraatlarını bir yana bırakıp, sözü kırbaç altında inleyenlerin özgürlük
çığlığı, direniş türküsü olagelen, yaşamın bağrında filizlenen ve kavganın
ateşinde pişen şiire, Filistin şiirine bırakalım....
Direnişten Doğan Şiir
Filistin...
Kenanlılara vaat edilen topraklar... Üç dinin kutsal kenti. Kanın çığlık attığı
coğrafya... Her dince yasaklanmış olduğu halde öldürmenin “rutin” ve “doğal”
olduğu kanlı topraklar. Emperyalist hegamonyanın en dolaysız ve perdelenmeye
bile hacet duyulmayan kanlı yüzünün sureti... Geçtiğimiz günlerde bu kanlı
sayfalara bir yenisi daha eklendi. 2008 yılının son günlerinde tarih bir kez daha tekerrür etti. Bu, adeta gelecek günlerin habercisi gibi oldu. “Medeni(!)” Batı
ve ABD bu saldırganlığı “meşru savunma” olarak lanse etmeye
çalıştıysa da İsrail saldırıları sonucunda öldürülen yüzlerce masum
insan, gazetelerden ve TV ekranlarından yansıyan çocuk cesetleri onların
riyakarlıklarını açıkça ortaya koyuyordu. Bu kıyımlar yeni değil elbette!
Yıllardan beri Doğu halkları bir taraftan emperyalizm ve Siyonizmin
saldırganlığına karşı savaşırken öte yandan da kendi aralarındaki gerilimler
körüklenerek halklar birbirine kırdırılmakta. Tüm bu çatışmalar elbette şiirde
de yansısını bulmuştur. Özellikle Filistin şiirinin direnişten doğduğunu
söylersek hiç de abartmış olmayız. Bunda şaşıracak hiçbir şey yok. Tıpkı
direnişin içinde yetişen bugünün çocuklarının yarının savaşçıları, ihtilalci
sanatçıları olmaları gibi.
Filistin Şiirinin Künyesi
Filistinli şairler, sanatlarını
kendi toplumlarının yaşamlarından ve Filistin davasından asla ayrı tutmazlar.
Şiiri büyük bir ustalıkla bu davanın hizmetine koşmuşlardır. Filistinli ozanlar
şiiri, sınıf dışı veya politika dışı ilan eden küçük burjuva aydın tavrıyla
değil; halkçı, devrimci bir söylem ve ideolojik düzlem üzerinden
şekillendirirler. İnsanı, insan yaşamını ve özgürlüğü her şeyin üstünde tutma Filistin şiirinin temel
özelliğidir. Mesajlar içerir. Her şeyden önce kendi insanına ve sonra da dünyanın
tüm halklarına açık mesajlar verir. İşte bu yüzden de yalın ve açık seçik bir
dili vardır.
“Ben aslında kendimi yazmak, çiçekleri yazmak böceklerden bahsetmek isterim. Ama bunlardan bahsedebilmek için öncelikle özgür olmam gerekir. Benim özgür olabilmem için de öncelikle ülkemin özgür olması gerekir” (Mahmud Derviş) Bu aslında Filistin şiirini biçimlendiren temel anlayışın da en yalın ifadesidir.
Her şey gibi şiir de bir kimlik taşır, o şiir bazı hallderde sadece şairinin değil, halkının tarifidir de. Bugün sadece Filistin değil, tüm Arap toplumu bir “kimlik sorunu” yaşamaktadır. Belleksizleştirilen, duyarsızlaştırılan dünya karşısında kimliğini ortaya koymak her zamankinden elzem hale gelmektedir. Şiir burada devreye girer:
Yaz!/ Ben Bir Arabım/ Kimlik numaram 50.000/ çocuklarım sekiz tane/ Dokuzuncusu da sonbaharda gelecek!/ Bu Seni öfkelendiriyor mu?...
Yaz!/ Ben bir Arabım/ Yok benim lakabım, soyadım/ Öfkeyle dolup taşan bir ülkede/ Taşları çatlatır sabrım/ Dal budak salmıştı köklerim/ Daha Doğmadan zaman/ Açılmamışken henüz tarihin çağları/ Henüz yokken servi ve zeytin ağaçları/ Boy atmamışken çimenler./ Babam rençber bir ailedendir/ Aristokrat zümreden değil/ Dedem de bir çiftçiydi, sıradan/ Okumayı öğretmetmeden önce/ Güneşin büyüklüğünü bana öğreten...
Yaz!/ Ben bir Arabım./ Sen atalarımın bağlarını,/ Çocuklarımla ekip işlediğimiz/ Toprağımızı gasp ettin/ Bize ve bütün torunlarıma/ Bıraka bıraka bu kayaları bıraktın./ Hükümetiniz onları da alacakmış,/ Doğru mu?
Öyleyse yaz!/ İlk sayfanın başına yaz:/ Ben insanlardan nefret etmiyorum/ Kimseye de saldırmam/ Ama... Aç korlarsa beni/ Korlarsa çırılçıplak,/ Yerim etini beni soyanın/ Hem de yerim çiğ çiğ./ Açlığımı kolla benim/ Ve öfkemi/ Damarıma basma. (Mahmud DERVİŞ, Kimlik Kartı)
Adeta Filistin'in sesidir Mahmud
Derviş'in şiiri. Onun özellikle yukarıdaki “Kimlik Kartı”(Bitakat huvviyye)
adlı şiiri ünlüdür. 1964'te yazılan şiir çok geçmeden şarkı sözü haline de
getirilmiştir. Öyle ki Arap dünyasında hızla kabul görmüş ve özellikle
Filistinliler arasında ezbere bilinir hale gelmiştir. Şiir, İsrailli bir memura
hitaben, “seccil” (kaydet, yaz) fiiliyle başlar ve ilerleyen bölümlerde bu yer
yer yinelenir. İsraillilerin gözünde çok farklı ve aşağılayıcı anlamları da
ifade eden Araplık, şiirde bir kendine güveni ifade etmesiyle farklılaşır.
Kendisini hor görene bir meydan okumaya dönüşür adeta. Ki şairin gözünde Arap
olmak bir gururdur. Günlük yaşam koşulları bir Arap için her ne kadar zor olsa
da şair, kendi kimliğinin onurunu, tarihsel kökenlerini ve özellikle sınıfsal
kimliğini de vurgulayarak ortaya koyar.
Yine Derviş yukarıdaki şiirde
Arap olmanın ne anlama geldiğini dile getirir. Ancak bu kimlik artık etnik bir
anlamın ötesinde, özgürlük ve mücadeleyle yoğrulan direngen bir kimliğe tekabül
eder.
Vatansız Filistinli
İsrail pazarlarında, ipe asılı
Arapların oyuncaklarını satarlar. Kendi çocuklarına ipte sallanan bir ölünün
oyuncağını tutuşturmak İsrail Siyonizminin nemenem bir ideoloji olduğunu
anlamaya yeter de artar. Salim Jabran,“Ezilmek İstenen Halk”
adlı şiirinde bu trajik manzarayı eleştirir. Bunu yaparken de Nazi
Almanya'sında katledilen Yahudilere atıfta bulunur:
Sanıyorum vatan özlemini Filistin
şiirinden daha güçlü bir biçimde dile getiren başka bir şiir yoktur! Filistin
şiiri, bunu dünyanın gözleri önünde acımasızca yapılan katliamlara, yapayalnız
bırakılmalara rağmen durmadan dile getirir. Tüm halklara tek bir çağrı içerir
aslında: zulme boyun eğmeğin, direnin!
Filistin'de Kadın Olmak
Filistin mücadelesinde kadınların
bambaşka bir yeri vardır. Onlar sadece direnişçi kocalarını destekleyen,
kamplarda çocuk yetiştirip yemek pişiren silik kişiler değildir. Her biri
yaşamın olanca rengini içinde taşır. Kendilerini dünya üzerinde çoğunlukla
yapayalnız hissetseler de dünyanın tüm ezilmiş halklarıyla gönülbirliği içindedirler:
Filistinli kadının metaneti ve
cesareti birçok şiire konu olmuştur. Sabina adlı yaşlı bir kadının
askerler tarafından işkence edilen oğlunu kurtarmaya çalışmasının hikaye
edildiği şu şiir gibi:
Sabina yaşlı kadın/ Altmış
yaşında... Kalbi yeşil yeşil/ sanki yaşlı bir ağaç gibi/ Dünya kadar yaşlı/ Oğlu,
dokuz yaşına basacak yakında/ Fakat biliyor taşın nasıl fırlatılacağını/ Nasıl
bağlanacağını da/ Ah Filistin.../ Düşman dövdükçe anne haykırdı/ Bırakın
oğlumu/ Oğlumu bırakın/ Fakat şeytan sadece güldü/ Ve dedi ki:/ Dinle yaşlı
kadın!/ Kim karşı çıkarsa, bil ki öldürülür/ Derken anne kaptı bıçağı/ Ve adam
elini kaldıramadan/ Bıçağı şeytanın kalbine sapladı” (Ebu Sadık Hüseyni)
Tarihin Şiire Aksedişi
Filistin toprakları, yüz
yıllardır bu bölgeye egemen olan devletlerce talan edilmiş. Kimi zaman ticari değeri,
kimi zaman stratejik önemi, kimi zaman da din sebep olmuş buna. Bütün bu zor
koşullar halkta dayanışma ve direnme koşullarını güçlendirir:
Filistinlilerin tarihten
öğrendiği en önemli şey; en olanaksız koşullarda bile yaşamaktır. Ama bu yaşam,
soluk almak adına, ne diz çöker egemenler ve işgalciler karşında ne de başka
bir boyunduruğu kabul eder. Bu öyle bir anlayış ki tüm dünyayı kucaklar:
En modern silahlarla donatılmış
ordular karşısında diz çökmektense ölmeyi yeğleyen bir direnişin senfonisidir
Filistin şiiri. O ki umudunu,
acılarından damıtmayı öğrenmiştir. Gelecek kuşaklar da ondan çok şey
öğrenektir. Bu diyalektik bir yasa gibi işler ve tüm haksızlıklar karşısında
bir gün mutlaka kazanılacağına olan bir inançla parıldar:
“Yaramın üstünde yürümeyi öğretti/ bana celladın bıçağı./ Yürümeyi, hem de yorulmadan yürümeyi./ Direnmeyi öğretti/ direnmeyi...”
İhanet!..
İsrail devletinin kuruluşu tüm
Filistin halkı için tarifsiz acıların ve kıyımların başlangıcıdır. O tarihten
itibaren artık hiçbir Filistinli güvenle başını yastığa koyamayacak, rahat uyku
uyuyamayacak, geceler korkunç belirsizliklere açılacaktır. Düne kadar Nazi
katliamlarında itlaf edilen Yahudiler misafir gibi karşılandıkları
Filistin topraklarını daha birkaç yıl geçmeden işgale girişirler. Filistinliler
öldürülür, zorla evlerinden, yurtlarından sürgün edilirler. Fedva Tukan bu durumu şöyle dile
getirecektir “Vatanıma Sesleniş” adlı şiirinde:
Aynı konuyu işleyen bir başka
şiirde de bu durum şöyle anlatılır:
Ortaya çıkan manzara ne kadar
yaralayıcı olursa olsun, umuda dokunamayacaktır hiçbir güç. Özgürlüğüne duyulan
inanç ve arzu asla sarsılmayacaktır:
Siyonistlerin, İkinci Dünya
Savaşı'ndan sonra, başta İngiltere, ABD ve kimi Avrupa
devletlerinin de desteğini alarak giriştikleri bu işgal harekatını tüm dünya
sesizce izler. İşgalden sonra Filistinliler uzun süre Arap ülkelerinin bu
haksızlığa müdahale etmelerini umarlar, Arap ordularının gelip onları
kurtaracaklarına inanırlar; ancak emperyalist devletlerin kuklası olan (ve hala
da öyle olan) çoğu Arap devleti buna seyirci kalmayı yeğleyecek, hatta
kendilerine sığınan Filistinli mültecileri tehlikeli unsurlar olarak algılayıp
yalıtacak, daha sonra da onları kendi topraklarından kovacaklardır.
Kekik Dağı Sözlesin Sevdamızı
Yalnız kalan Filistin halkı ve
onun direniş örgütleri kendi külllerinden anıtsal bir direniş yaratacaktır: İntifada...
(1987) Filistin direnişinin adıdır İntifada. Yok edilmek istenen bir halkın,
düşmanın tüm askeri, lojistik avantajlarına rağmen topyekün ayağa kalkışının
adıdır. İntifada Filistin'in yeni umudunun adıdır... Belki de İntifada ruhunu
en iyi anlatan şiirlerden biridir Mahmud Derviş'in “Ahmed Zaatar”
adlı şiiri. Ahmet adı, yıllarca sürgüne gönderilen, öldürülen,
Filistin'in sayısız direnişçisinin hayali bir sembolüdür. Tel Zaatar
(Kekik Dağı), Beyrut'ta bulunan bir mülteci kampıdır. Lübnan iç savaşı
sırasında iki ay kuşatma altında kalan kamp,
güç koşullara ve yokluklara rağmen direngenliği ile Filistinlilerin
direniş sembolü haline gelmiştir. Şair söz konusu kampa bir kişilik kazandırmış
ve onu temsili düzeyde, destansı bir söyleyişle dizelere dökmüştür:
Bir şair yaşadığı tüm coğrafyanın etki alanından
çıkıp, başka bir yere, hayal aleminde şekillendirdiği düşsel bir kente
sığınabilir mi?! Derviş, yaşadığı dehşet
karşısında şiire sığınmaya çalışır, ama işgallerin hiçbir zaman sadece toprakla
sınırlı kalmadığını, insanların ruhlarının hatta düşlerinin bile işgalden
nasiplendiğini söylüyor:
Her şey reddetmekle başlar! İnsanlar yaşadıkları haksızlıklara
ses çıkarmaya başladıkları anda özgürlükleri için mücade etmeye başlamışlar
demektir. İtiraz etmek, reddetmek, hayır demek.. Ahmet Zaatar, yani Filistin
halkı, boyunduruğu, işgali reddettikçe güçlenmekte, onurunu yükselmektedir:
Arap Ahmed, diren!/ Kuşatma altında ilerleceğiz/ Ulaşıncaya dek kıyısına
ekmeğin ve dalgaların./ Öleceğiz düşü uğruna/ Bir yurdun/ Ve bekleyen yaseminlerin.
Özellikle sürgün önemli bir yer
tutar Filistin şiirinde. Ancak sürgüne gönderilen Filistinliler bir gün
vatanlarına geri dönecekleri umudunu asla kaybetmezler ve bu inanç da şiirde
ete kemiğe bürünür:
Gene geleceğiz/ Karşılaşmanın yollarında./ Bir bülbül kulağıma fısıldadı:/ Gene geleceğiz./ Bülbüller oralarda yaşarlar henüz./ Şakırlar yazılarımızda./ Gene geleceğiz/ Gölgeleri arasında özlemin,/ Yadırgamanın mezarlarında/ Bizim yerimiz de var, bu kesin./ Yorulma gönül,/ dönüşün yollarında, çökme sakın./ Gene geleceğiz, gene. (Abu SALMA, Gene Geleceğiz)
Kuşkusuz geri gelecekler,
sürgünler eninde sonunda evlerine dönecek. Yalnız kalan, açık bir hapishaneye
kapatılan Gazzelilerle ve diğer tüm Filistinlilerle buluştuğunda ellerimiz,
artık daha güçlü olacağız ezenlerin karşısında, yıkılmaz bir ağaç gibi:
Doğunun Halleri
Sanırım kutsal sayılan kitaplarda
da anlatılan en eski söylencelerden biri olan Habil ile Kabil'in
kavgasının bir benzerinin 20. yüzyılda Filistin'in işgaliyle birlikte yeniden
ve daha trajik biçimlerde tekrar ettiğini söylersek yanlış bir benzetme yapmış
olmayız. Arap ülkelerinin içinde bulunduğu siyasal ve toplumsal durumu en iyi
resmeden şair Suriye'li Nizar Kabbani
olsa gerek:
“Doğunun gecelerinde/ Eriyip
de ay tamamına, olduğunda dolunay/ Soyunur Doğu, her türlü asaletten/ ve
mücadele azminden.../ Çünkü milyonlar, yalınayak koşan/ ve dört karıya inanan/
Ve kıyamet gününe/ Ekmeği ancak düşünde gören milyonlar/ Geceleri öksürükten
yapılmış evlerde oturan/ İlacın nasıl bir şey olduğunu hiç bilmeyen milyonlar/
Işığın altında dönüşüverirliler ölüye...” (Nizar KABBANİ, Ekmek
Haşhaş ve Ay)
“Meta yu'linune vefate'l- 'Arab”
(Arapların Ölüm Haberini Ne Zaman Duyuracaklar) adlı bir başka şiirinde bu
tarifi daha da keskinleştirir. Düşlerde resmedilen, arzulanan birleşik “Arap
ülkeleri” imgesi ile gerçek Ortadoğu coğrafyası arasındaki tezatlık bu şiirde
açıkça ortaya çıkar:
Adlandırılan Arap ülkeleri diye, mecazen
...
Ülkelerin resmini çizmeye çalışıyorum/ Bir aşk kentini resmetmeye çalışıyorum/ Bütün komplekslerden arınmış/ Orada ne dişiliği boğazlamak var/ Ne de cesetlere saldırmak.”
Bu şiirde Arap imgesinin kimi
toplumlarda yer etmiş çeşitli olumsuz çağrışımlarını acı bir alayla eleştirir,
aynı zamanda savaş karşıtlığını ve uğradığı baskıları da dillendirir:
Şiirin önemli bir diğer yönü de
güçlü bir tarih bilgisine ve keskin bir gözleme dayanıyor olmasıdır. Kör
inançlara ve cehalete de vurur Kabbani! Bu vesileyle kendi toplumu adına bir öz
eleştiri yapmayı da ihmal etmez:
Ey vatanım korku filmi haline getirdiler seni / Akşamları izlediğimiz / Peki nasıl görürüz seni, keserlerse elektriği???”
Kabbani'nin bu şiiri doğrudan Filistin'i anlatmasa da, onu ve onun dolayımıyla ortaya çıkan sorunları, bölgede birbirine düşürülen halkları, iç savaşları anlatması bakımından önemli.
Şairin Yolu
Son olarak şunu belirtelim:
Filistin şiiri, Filistin davasının sadece duygusal yönünü değil düşünsel yönünü
de ifade eder. Hatta diyebiliriz ki teknolojik olanakların günümüzdeki kadar
gelişkin olmadığı 19. yüzyılda Filistin sorununun dünya kamuoyuna
anlatılmasında Filistinli şairlerin çok önemli katkıları olmuştur. Yine altını
çizmek gerekirse, Filistinli şairler, mücadele için dışardan gazel okuyan
seçkinler değillerdir. Her biri mücadele koşullarında yetişmiş ve neredeyse
tamamı sürgün hayatı yaşamıştır. Onlar, hem gerçek savaşım cephesinde hem de
sanat cephesinde Filistin bayrağını yükseltmişlerdir. Bütün dünyaya Ortadoğu'da
oynanan kirli oyunları, siyonist zulmünü, sürgünleri, acıları, yıkımları,
ölümleri ve elbette baş eğmez direngenliği, umudun ateşini, vazgeçmeyişi,
inancı... şiirin diliyle anlatmayı başarmışlardır.
“Ve ant içerim ki,bir mendil işleyeceğim yarına kadar,gözlerine sunduğum şiirlerle süslüve bir tümceyle, baldan ve öpücüklerden tatlı:'Bir Filistin vardı,bir Filistin gene var!'”
* Bu Metin 27 Aralık 2008 - 18 Ocak 2009 tarihlerinde İsrail'in başlattığı Gazze Savaşı'ndan sonra kaleme alınmıştır. Bu satırlar yazıldığında İsrail'in soykırımı andıran katliamları TV'lerden canlı yayınlanmaya devam ediliyordu!
Kaynakça:
1. Rahmi Er, Çağdaş Arap Edebiyatı seçkisi,
Kültür Bakanlığı Yay., Ankara, 2004
2. Mim Kemal
Öke, Filistin Şiiri, Evrensel Basım Yay. İstanbul,
2002
3. Gürhan Uçkan, Üç Kıtadan Sesler (şiir
seçkisi), Yarın yay., Ankara, 1983
4. George Thomson, Şiir sanatı, Çev: Cevat
Çapan, Üç Çiçek Yay., 1984
5. Alexander Flores, İntifada, Çev: Süleyman
Çetinkaya, çizgi yay. İstanbul, 1991
6. Eric Rouleau, Vatansız Filistinli, çev:
Aydın Emeç, Hür Yay., 1979
7. Ingels Bent – James Downing, Geri
Döneceğiz: Mülteci Kamplarında Filistinli Kadınlar, Çev: Tunç Soyer, Kıyı yay.,
İstanbul, 1987
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz için teşekkürler