22 Aralık 2017 Cuma

DİRENİŞİN RUHU: FİLİSTİN ŞİİRİ*

Filistin... Kenanlılara vaat edilen topraklar... Üç dinin kutsal kenti. Kanın çığlık attığı coğrafya... Her dince yasaklanmış olduğu halde öldürmenin “rutin” ve “doğal” olduğu kanlı topraklar. Emperyalist hegamonyanın en dolaysız ve perdelenmeye bile hacet duyulmayan kanlı yüzünün sureti...

Şiirin gelişimi çoğunlukla insanın ve toplumların tarihi ve evrimiyle beraber ele alınmıştır. Zira şiir de yaşamdan fışkırır ve hayatın en has seslerinden, eylemlerinden, devinişlerinden beslenir. Şiir, kimi zaman söz ve büyü arasında bir yerde kimi zaman da doğrudan hayatın söze yansıması olagelmiştir. Nasıl ki “büyü”, gerçek tekniğin eksikliklerini tamamlayan aldatıcı bir teknik olarak ele alınır, şiir de gerçek hayatın eksik parçalarını ağırlıklı olarak duygulara seslenerek ifade eder. Bunu yaparken realiteye ters düştüğü de olur. Tıpkı kaçınılmaz bir ölümle pençeleşen şairin, denizin ortasında, gözlerini göğe dikip; “Parlak yıldız, ben de senin gibi değişmez olsam” (Keats) diyerek şiirin büyüsüne sığınması gibi.
Şiir için toplumsal gelişimin aynası demek abartılı bir ifade olmaz. Çünkü şiirin içeriğinden, yapısal özelliklerine kadar toplumsal gelişim ile şiirin gelişimi arasında bir koşutluk vardır. Her ülke edebiyatında bu ilişki farklı biçim ve içerikte, çeşitli yoğunluklarda, doğrudan ya da dolaylı olarak şiirde yansısını bulmuştur. Ülkelerde yaşanan olaylar, insana ilişkin tüm duygular, büyük ve sarsıcı değişimler, ihtilaller, felaketler... hepsi şiirin konusu olmuştur. 

Şiir, elbette hep dışarıya ayna tutmamıştır. Kimi dönemlerde (şimdilerde revaçta olduğu gibi) şairin iç dünyasını da yansıtmıştır ağırlıklı olarak. Başka bir deyişle dış dünyanın, şairin iç dünyasındaki yansımalarının dışavurumu olur şiir. Bu elbette sadece şiir için değil sanatın öteki tüm dalları için de geçerlidir. Bu “içe dönme” zaman zaman gerçek yaşamdan kopmaya kadar varan bir hastalık derekesine varabilir. Hatta kendini “toplumsal” bir bulamaç içinde servis edebilir. Böylesi “sanatsal” çalışmalar, bazen “ruha dokunan” sözcükleri yardıma çağırarak kendi ruhsal hiçliklerini gizlemeye çalışırlar. Ama bunu ne kadar örtbas etse de o “sanattan” yansıyan çoğunlukla intihar parodileri, ölümün kutsanışı, melankoli, karamsarlık, umutsuzluk ve geleceksizliktir. Biz bu çalışmamızda “hastalıklı” sanat icraatlarını bir yana bırakıp, sözü kırbaç altında inleyenlerin özgürlük çığlığı, direniş türküsü olagelen, yaşamın bağrında filizlenen ve kavganın ateşinde pişen şiire, Filistin şiirine bırakalım....

Direnişten Doğan Şiir

Filistin... Kenanlılara vaat edilen topraklar... Üç dinin kutsal kenti. Kanın çığlık attığı coğrafya... Her dince yasaklanmış olduğu halde öldürmenin “rutin” ve “doğal” olduğu kanlı topraklar. Emperyalist hegamonyanın en dolaysız ve perdelenmeye bile hacet duyulmayan kanlı yüzünün sureti... Geçtiğimiz günlerde bu kanlı sayfalara bir yenisi daha eklendi. 2008 yılının son günlerinde tarih bir kez daha tekerrür etti. Bu, adeta gelecek günlerin habercisi gibi oldu. “Medeni(!)” Batı ve ABD bu saldırganlığı “meşru savunma” olarak lanse etmeye çalıştıysa da İsrail saldırıları sonucunda öldürülen yüzlerce masum insan, gazetelerden ve TV ekranlarından yansıyan çocuk cesetleri onların riyakarlıklarını açıkça ortaya koyuyordu. Bu kıyımlar yeni değil elbette! Yıllardan beri Doğu halkları bir taraftan emperyalizm ve Siyonizmin saldırganlığına karşı savaşırken öte yandan da kendi aralarındaki gerilimler körüklenerek halklar birbirine kırdırılmakta. Tüm bu çatışmalar elbette şiirde de yansısını bulmuştur. Özellikle Filistin şiirinin direnişten doğduğunu söylersek hiç de abartmış olmayız. Bunda şaşıracak hiçbir şey yok. Tıpkı direnişin içinde yetişen bugünün çocuklarının yarının savaşçıları, ihtilalci sanatçıları olmaları gibi.

Filistin Şiirinin Künyesi

Filistinli şairler, sanatlarını kendi toplumlarının yaşamlarından ve Filistin davasından asla ayrı tutmazlar. Şiiri büyük bir ustalıkla bu davanın hizmetine koşmuşlardır. Filistinli ozanlar şiiri, sınıf dışı veya politika dışı ilan eden küçük burjuva aydın tavrıyla değil; halkçı, devrimci bir söylem ve ideolojik düzlem üzerinden şekillendirirler. İnsanı, insan yaşamını ve özgürlüğü her  şeyin üstünde tutma Filistin şiirinin temel özelliğidir. Mesajlar içerir. Her şeyden önce kendi insanına ve sonra da dünyanın tüm halklarına açık mesajlar verir. İşte bu yüzden de yalın ve açık seçik bir dili vardır.


“Ben aslında kendimi yazmak, çiçekleri yazmak böceklerden bahsetmek isterim. Ama bunlardan bahsedebilmek için öncelikle özgür olmam gerekir. Benim özgür olabilmem için de öncelikle ülkemin özgür olması gerekir” (Mahmud Derviş)  Bu aslında Filistin şiirini biçimlendiren temel anlayışın da en yalın ifadesidir.

Her şey gibi şiir de bir kimlik taşır, o şiir bazı hallderde sadece şairinin değil, halkının tarifidir de. Bugün sadece Filistin değil, tüm Arap toplumu bir “kimlik sorunu” yaşamaktadır. Belleksizleştirilen, duyarsızlaştırılan dünya karşısında kimliğini ortaya koymak her zamankinden elzem hale gelmektedir. Şiir burada devreye girer:

Yaz!/ Ben Bir Arabım/ Kimlik numaram 50.000/ çocuklarım sekiz tane/ Dokuzuncusu da sonbaharda gelecek!/ Bu Seni öfkelendiriyor mu?...

Yaz!/ Ben bir Arabım/ Yok benim lakabım, soyadım/ Öfkeyle dolup taşan bir ülkede/ Taşları çatlatır sabrım/ Dal budak salmıştı köklerim/ Daha Doğmadan zaman/ Açılmamışken henüz tarihin çağları/ Henüz yokken servi ve zeytin ağaçları/ Boy atmamışken çimenler./ Babam rençber bir ailedendir/ Aristokrat zümreden değil/ Dedem de bir çiftçiydi, sıradan/ Okumayı öğretmetmeden önce/ Güneşin büyüklüğünü bana öğreten...

Yaz!/ Ben bir Arabım./ Sen atalarımın bağlarını,/ Çocuklarımla ekip işlediğimiz/ Toprağımızı gasp ettin/ Bize ve bütün torunlarıma/ Bıraka bıraka bu kayaları bıraktın./ Hükümetiniz onları da alacakmış,/ Doğru mu?

Öyleyse yaz!/ İlk sayfanın başına yaz:/ Ben insanlardan nefret etmiyorum/ Kimseye de saldırmam/ Ama... Aç korlarsa beni/ Korlarsa çırılçıplak,/ Yerim etini beni soyanın/ Hem de yerim çiğ çiğ./ Açlığımı kolla benim/ Ve öfkemi/ Damarıma basma.
(Mahmud DERVİŞ, Kimlik Kartı)
Adeta Filistin'in sesidir Mahmud Derviş'in şiiri. Onun özellikle yukarıdaki “Kimlik Kartı”(Bitakat huvviyye) adlı şiiri ünlüdür. 1964'te yazılan şiir çok geçmeden şarkı sözü haline de getirilmiştir. Öyle ki Arap dünyasında hızla kabul görmüş ve özellikle Filistinliler arasında ezbere bilinir hale gelmiştir. Şiir, İsrailli bir memura hitaben, “seccil” (kaydet, yaz) fiiliyle başlar ve ilerleyen bölümlerde bu yer yer yinelenir. İsraillilerin gözünde çok farklı ve aşağılayıcı anlamları da ifade eden Araplık, şiirde bir kendine güveni ifade etmesiyle farklılaşır. Kendisini hor görene bir meydan okumaya dönüşür adeta. Ki şairin gözünde Arap olmak bir gururdur. Günlük yaşam koşulları bir Arap için her ne kadar zor olsa da şair, kendi kimliğinin onurunu, tarihsel kökenlerini ve özellikle sınıfsal kimliğini de vurgulayarak ortaya koyar.

“Tek kişilik bir hücredeyim şimdi,/ Nedenini mi soruyorsunuz bayım?/ Çünkü ben/ Ruhunu satmayı reddetmiş/ Özgürlüğü uğruna savaşmış bir Arabım.../ Çünkü ben halkının ezilmesine direnen/ Barışı yiğit bir dost gibi seven/ Her yanda pusu kurmuş ölümden korkmayan/ İnsanların kardeşçe yaşamasını isteyen bir Arabım/ İşte bayım, bu nedenle/ Bu tek kişilik hücredeyim şimdi...” (Mahmut Derviş, Arap Olduğum İçin)

Yine Derviş yukarıdaki şiirde Arap olmanın ne anlama geldiğini dile getirir. Ancak bu kimlik artık etnik bir anlamın ötesinde, özgürlük ve mücadeleyle yoğrulan direngen bir kimliğe tekabül eder.

Vatansız Filistinli

İsrail pazarlarında, ipe asılı Arapların oyuncaklarını satarlar. Kendi çocuklarına ipte sallanan bir ölünün oyuncağını tutuşturmak İsrail Siyonizminin nemenem bir ideoloji olduğunu anlamaya yeter de artar. Salim Jabran,“Ezilmek İstenen Halk” adlı şiirinde bu trajik manzarayı eleştirir. Bunu yaparken de Nazi Almanya'sında katledilen Yahudilere atıfta bulunur:

“Asılı bir adamı/ Oyuncak diye satıyorlar/ pazaryerinde./ Hayır, hiç koşma/ boşuna arama!/ Söyle yavruna/ satılıp bitti oyuncaklar./ Ah siz ölüler/ Nazi kamplarında ölenler/ Asılı olan Berlin'de bir Yahudi değil!/ Asılı olan/ bir Arap, halkımdan biri -benim gibi- /Sizin kardeşlerinizin astığı/Ah siz ölüler /Nazi kamplarında yatanlar/ Bir bilseydiniz/ Bir bilseydiniz...”
Sanıyorum vatan özlemini Filistin şiirinden daha güçlü bir biçimde dile getiren başka bir şiir yoktur! Filistin şiiri, bunu dünyanın gözleri önünde acımasızca yapılan katliamlara, yapayalnız bırakılmalara rağmen durmadan dile getirir. Tüm halklara tek bir çağrı içerir aslında: zulme boyun eğmeğin, direnin!

“Yurdumda ölmek bana yeter,/ Gömülmek yurdumun toprağına,/Toprakta dağılmak,/ Karışmak toprağa, yok olmak,/ Sonra dönmek bir gün yeryüzüne tekrar/ Bir yeşil ot olarak.../ Ülkemde büyüyen bir çocuğun elinde/ Bir demet çiçek olarak.” (Fedva TUKAN, Yeter Bana)

Filistin'de Kadın Olmak

Filistin mücadelesinde kadınların bambaşka bir yeri vardır. Onlar sadece direnişçi kocalarını destekleyen, kamplarda çocuk yetiştirip yemek pişiren silik kişiler değildir. Her biri yaşamın olanca rengini içinde taşır. Kendilerini dünya üzerinde çoğunlukla yapayalnız hissetseler de dünyanın tüm ezilmiş halklarıyla gönülbirliği içindedirler:

“Filistinli bir kadın olmanın daima özel bir anlamı olmuştur benim için. Bilir misiniz, bazen saydam bir varlık gibi hissederim kendimi... Bütün dünyayı içime alabilirim. Dünyanın bütün dertlerini acılarını... Bu, yaşadıklarım yani, bana tarifsiz bir bilinç kazandırır. Diğer insanların sorunlarına ve aşağılanmalarına karşı duyarlıyımdır. Kendi insanlarım için hissettiklerimi, dünyanın bütün ezilen halkları için de hissederim.” (Maj Sayyegh, şair)

Filistinli kadının metaneti ve cesareti birçok şiire konu olmuştur. Sabina adlı yaşlı bir kadının askerler tarafından işkence edilen oğlunu kurtarmaya çalışmasının hikaye edildiği şu şiir gibi:

Sabina yaşlı kadın/ Altmış yaşında... Kalbi yeşil yeşil/ sanki yaşlı bir ağaç gibi/ Dünya kadar yaşlı/ Oğlu, dokuz yaşına basacak yakında/ Fakat biliyor taşın nasıl fırlatılacağını/ Nasıl bağlanacağını da/ Ah Filistin.../ Düşman dövdükçe anne haykırdı/ Bırakın oğlumu/ Oğlumu bırakın/ Fakat şeytan sadece güldü/ Ve dedi ki:/ Dinle yaşlı kadın!/ Kim karşı çıkarsa, bil ki öldürülür/ Derken anne kaptı bıçağı/ Ve adam elini kaldıramadan/ Bıçağı şeytanın kalbine sapladı” (Ebu Sadık Hüseyni)

Tarihin Şiire Aksedişi

Filistin toprakları, yüz yıllardır bu bölgeye egemen olan devletlerce talan edilmiş. Kimi zaman ticari değeri, kimi zaman stratejik önemi, kimi zaman da din sebep olmuş buna. Bütün bu zor koşullar halkta dayanışma ve direnme koşullarını güçlendirir:

“Ne/ yok edebilir/ Savaşan halktaki/ dayanışmayı?/ Hangi savaş/ çalabilir/ Bir halkın vatanını/ Buradan/ -Unutmuşa benzerler-/ Bin işgalci geçti/ Eriyip giderek/ Kar gibi.” (Tevfik El ZEYYAT, Kar)

Filistinlilerin tarihten öğrendiği en önemli şey; en olanaksız koşullarda bile yaşamaktır. Ama bu yaşam, soluk almak adına, ne diz çöker egemenler ve işgalciler karşında ne de başka bir boyunduruğu kabul eder. Bu öyle bir anlayış ki tüm dünyayı kucaklar:

“Bizim doğduğumuz gün/ direniş de doğdu/ Sen sevin gökyüzü.../ Biz buradayız, için rahat olsun/ Sen sevin yeryüzü” (Semih El KASIM, Şafağı Beklerken)

En modern silahlarla donatılmış ordular karşısında diz çökmektense ölmeyi yeğleyen bir direnişin senfonisidir Filistin şiiri. O ki  umudunu, acılarından damıtmayı öğrenmiştir. Gelecek kuşaklar da ondan çok şey öğrenektir. Bu diyalektik bir yasa gibi işler ve tüm haksızlıklar karşısında bir gün mutlaka kazanılacağına olan bir inançla parıldar: 

“Yaramın üstünde yürümeyi öğretti/ bana celladın bıçağı./ Yürümeyi, hem de yorulmadan yürümeyi./ Direnmeyi öğretti/ direnmeyi...” 

İhanet!..

İsrail devletinin kuruluşu tüm Filistin halkı için tarifsiz acıların ve kıyımların başlangıcıdır. O tarihten itibaren artık hiçbir Filistinli güvenle başını yastığa koyamayacak, rahat uyku uyuyamayacak, geceler korkunç belirsizliklere açılacaktır. Düne kadar Nazi katliamlarında itlaf edilen Yahudiler misafir gibi karşılandıkları Filistin topraklarını daha birkaç yıl geçmeden işgale girişirler. Filistinliler öldürülür, zorla evlerinden, yurtlarından sürgün edilirler.  Fedva Tukan bu durumu şöyle dile getirecektir “Vatanıma Sesleniş” adlı şiirinde:

“Ölümü ve ihaneti gördüğümüz gün/ su çekilmeye başladı/ kapandı gökyüzü/ kent soluğunu tuttu.../ Çıktı ortaya çırılçıplak/ tüm üzüntüsü kentimin/ Yeşil adımlarla.../ Ah benim sessiz ve mahzun kentim...”

Aynı konuyu işleyen bir başka şiirde de bu durum şöyle anlatılır:

“Yüz yıllar boyu kapımı konuklara açık tutmuştum/ Ne ki gün gelip açınca gözlerimi/ Görünce yağma edilmiş tarlaları/ ve bir ağaca asılmış sevgili karımı/ kırbaç izleri oğlumun sırtındaki/ anladım konuklarımın ne olduklarını/ Eşiğime mayın gömdüm belime bıçak/ Yirminci yüzyılda kimse oradan geçemeyecek...” (Semih El KASIM, Yirminci Yüzyılda)

Ortaya çıkan manzara ne kadar yaralayıcı olursa olsun, umuda dokunamayacaktır hiçbir güç. Özgürlüğüne duyulan inanç ve arzu asla sarsılmayacaktır:

“Sevgili vatanım/ ne denli yuvarlasalar da/ yollarında senin/ acının ve eziyetin taşlarını/ Asla varamayacak elleri gözlerine senin/ Çünkü sizin ezilmek istenen umudunuzdan/ sizin saygın büyüklüğünüzden/ Sizin çalınmış gülücüklerinizden/ Sizin yavrularınızın gözlerinden/ Tüm yıkıntılar içinden/ Çektirilen işkencelerden/ Kana bulanmış duvarlardan/ Ölüm kalım arası beklemelerden/ Yepyeni bir yaşam doğacak!/ Vatanım, derin yaram, tek sevgim benim...”

Siyonistlerin, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, başta İngiltere, ABD ve kimi Avrupa devletlerinin de desteğini alarak giriştikleri bu işgal harekatını tüm dünya sesizce izler. İşgalden sonra Filistinliler uzun süre Arap ülkelerinin bu haksızlığa müdahale etmelerini umarlar, Arap ordularının gelip onları kurtaracaklarına inanırlar; ancak emperyalist devletlerin kuklası olan (ve hala da öyle olan) çoğu Arap devleti buna seyirci kalmayı yeğleyecek, hatta kendilerine sığınan Filistinli mültecileri tehlikeli unsurlar olarak algılayıp yalıtacak, daha sonra da onları kendi topraklarından kovacaklardır.

Kekik Dağı Sözlesin Sevdamızı

Yalnız kalan Filistin halkı ve onun direniş örgütleri kendi külllerinden anıtsal bir direniş yaratacaktır: İntifada... (1987) Filistin direnişinin adıdır İntifada. Yok edilmek istenen bir halkın, düşmanın tüm askeri, lojistik avantajlarına rağmen topyekün ayağa kalkışının adıdır. İntifada Filistin'in yeni umudunun adıdır... Belki de İntifada ruhunu en iyi anlatan şiirlerden biridir Mahmud Derviş'in “Ahmed Zaatar” adlı şiiri. Ahmet adı, yıllarca sürgüne gönderilen, öldürülen, Filistin'in sayısız direnişçisinin hayali bir sembolüdür. Tel Zaatar (Kekik Dağı), Beyrut'ta bulunan bir mülteci kampıdır. Lübnan iç savaşı sırasında iki ay kuşatma altında kalan kamp,  güç koşullara ve yokluklara rağmen direngenliği ile Filistinlilerin direniş sembolü haline gelmiştir. Şair söz konusu kampa bir kişilik kazandırmış ve onu temsili düzeyde, destansı bir söyleyişle dizelere dökmüştür:

Doğuyorum yine o eski yaralardan/ Sokuluyorum toprağa/ Bütün ayrıntılarını görünceye dek/ Doğuyorum yine/ Denizin taştığı yıl/ Kül olmuş kentlerden/ Kendimi yapayalnız bulduğum/ Ben Arap Ahmed./ Gelsin kuşatmacılar!/ Kaledir benim gövdem/ Gelsin kuşatmacılar!/ Ateş hattıyım ben/ Kuşatacağım onları/ Çünkü göğsüm sığınaktır halkıma/ Gelsin kuşatma!

Bir şair yaşadığı tüm coğrafyanın etki alanından çıkıp, başka bir yere, hayal aleminde şekillendirdiği düşsel bir kente sığınabilir mi?! Derviş, yaşadığı dehşet karşısında şiire sığınmaya çalışır, ama işgallerin hiçbir zaman sadece toprakla sınırlı kalmadığını, insanların ruhlarının hatta düşlerinin bile işgalden nasiplendiğini söylüyor:

Şiirlere sığınıyorum/ düşlere/ Anlıyorum çok geçmeden/ Düşlerime kadar girmiş bıçaklar./ Bir mum yakıyorum/ kapanmayan yaramdan./ Bu gece/ bütün çakıl taşları soluyor.

Her şey reddetmekle başlar! İnsanlar yaşadıkları haksızlıklara ses çıkarmaya başladıkları anda özgürlükleri için mücade etmeye başlamışlar demektir. İtiraz etmek, reddetmek, hayır demek.. Ahmet Zaatar, yani Filistin halkı, boyunduruğu, işgali reddettikçe güçlenmekte, onurunu yükselmektedir:

Kekikten ve taştan Ahmed/ Yükseleceksin/ Hayır! diyerek/ Derinden esvap yapacak/ Kırlardan gelen köylüler/ zalimleri ortadan kaldırmaya./ Bir çiçek olacak yumruğun/ Bir bomba/ her gün hayır! demek için kalkan./ Kılıçlardan kesik kesik gövden/ yeniden yapılacak/ doğacak güneşlerden/ ve dalgalarla nikâhlanacak/ giyotin altında./ Hayır! diyeceksin / Hayır!
Arap Ahmed, diren!/ Kuşatma altında ilerleceğiz/ Ulaşıncaya dek kıyısına
ekmeğin ve dalgaların./ Öleceğiz düşü uğruna/ Bir yurdun/ Ve bekleyen yaseminlerin.


Özellikle sürgün önemli bir yer tutar Filistin şiirinde. Ancak sürgüne gönderilen Filistinliler bir gün vatanlarına geri dönecekleri umudunu asla kaybetmezler ve bu inanç da şiirde ete kemiğe bürünür:

Gene geleceğiz/ Karşılaşmanın yollarında./ Bir bülbül kulağıma fısıldadı:/ Gene geleceğiz./ Bülbüller oralarda yaşarlar henüz./ Şakırlar yazılarımızda./ Gene geleceğiz/ Gölgeleri arasında özlemin,/ Yadırgamanın mezarlarında/ Bizim yerimiz de var, bu kesin./ Yorulma gönül,/ dönüşün yollarında, çökme sakın./ Gene geleceğiz, gene. (Abu SALMA, Gene Geleceğiz)

Kuşkusuz geri gelecekler, sürgünler eninde sonunda evlerine dönecek. Yalnız kalan, açık bir hapishaneye kapatılan Gazzelilerle ve diğer tüm Filistinlilerle buluştuğunda ellerimiz, artık daha güçlü olacağız ezenlerin karşısında, yıkılmaz bir ağaç gibi:

“Devrildi mi ağaç?/ Hoşgör bizi kızıl kaynak,/ Hoşgör bizi kalaydan şarapla sunulan kök,/ Kayalıklar gibi dimdik inen kök.../ Dikilecek ağaç yeniden!/ Ağaç dikilecek ve dalları güçlenip yeşillenecek,/ Bir kahkaha yollar gibi güneşe/ Yaprak verecek/ Ve kuşlar gerii gelecek/ Kuşlar geri gelecek...”

Doğunun Halleri

Sanırım kutsal sayılan kitaplarda da anlatılan en eski söylencelerden biri olan Habil ile Kabil'in kavgasının bir benzerinin 20. yüzyılda Filistin'in işgaliyle birlikte yeniden ve daha trajik biçimlerde tekrar ettiğini söylersek yanlış bir benzetme yapmış olmayız. Arap ülkelerinin içinde bulunduğu siyasal ve toplumsal durumu en iyi resmeden şair  Suriye'li Nizar Kabbani olsa gerek:

“Doğunun gecelerinde/ Eriyip de ay tamamına, olduğunda dolunay/ Soyunur Doğu, her türlü asaletten/ ve mücadele azminden.../ Çünkü milyonlar, yalınayak koşan/ ve dört karıya inanan/ Ve kıyamet gününe/ Ekmeği ancak düşünde gören milyonlar/ Geceleri öksürükten yapılmış evlerde oturan/ İlacın nasıl bir şey olduğunu hiç bilmeyen milyonlar/ Işığın altında dönüşüverirliler ölüye...” (Nizar KABBANİ, Ekmek Haşhaş ve Ay)

“Meta yu'linune vefate'l- 'Arab” (Arapların Ölüm Haberini Ne Zaman Duyuracaklar) adlı bir başka şiirinde bu tarifi daha da keskinleştirir. Düşlerde resmedilen, arzulanan birleşik “Arap ülkeleri” imgesi ile gerçek Ortadoğu coğrafyası arasındaki tezatlık bu şiirde açıkça ortaya çıkar:

“Çocukluğumdan beri çabalıyorum resmini çizmeye ülkelerin,
Adlandırılan Arap ülkeleri diye, mecazen
...

Ülkelerin resmini çizmeye çalışıyorum/ Bir aşk kentini resmetmeye çalışıyorum/ Bütün komplekslerden arınmış/ Orada ne dişiliği boğazlamak var/ Ne de cesetlere saldırmak.”


Bu şiirde Arap imgesinin kimi toplumlarda yer etmiş çeşitli olumsuz çağrışımlarını acı bir alayla eleştirir, aynı zamanda savaş karşıtlığını ve uğradığı baskıları da dillendirir:

“Çabalıyorum çocukluğumdan beri/ Açmaya yaseminden bir gökyüzü/ Ve sonunda kurdum ilk aşk otelini.../ Bütün Arapların tarihinde.../ Konuk etsin diye aşıkları.../ Ve bütün eski savaşları kaldırdım / Erkeklerle kadınlar arasındaki/ Güvercinle güvercini boğazlayanlar arasındaki/ Mermerle mermerin beyazlığını yaralayanlar arsındaki/ Ama onlar kapattılar otelimi.../ Dediler ki aşk yakışmaz Arapların geçmişine/ Arapların temizliğine/ Arapların mirasına.../ Hayret doğrusu!!!”

Şiirin önemli bir diğer yönü de güçlü bir tarih bilgisine ve keskin bir gözleme dayanıyor olmasıdır. Kör inançlara ve cehalete de vurur Kabbani! Bu vesileyle kendi toplumu adına bir öz eleştiri yapmayı da ihmal etmez:

"Elli yıldır ben/ Arapların halini izliyorum/ Gürlüyorlar ama yağmıyorlar/ Savaşlara giriyorlar ama çıkamıyorlar/ ... / Ordular gördüm orduya benzemez/ Fetihler gördüm fethe benzemez/ Ve izledim bütün savaşları televizyon ekranlarından/ Ölüler var televizyon ekranında.../ Yaralılar var televizyon ekranında.../ Ve Allah'ın yardımı geliyor bize.../ televizyon ekranında...

Ey vatanım korku filmi haline getirdiler seni / Akşamları izlediğimiz / Peki nasıl görürüz seni, keserlerse elektriği???”


Kabbani'nin bu şiiri doğrudan Filistin'i anlatmasa da, onu ve onun dolayımıyla ortaya çıkan sorunları, bölgede birbirine düşürülen halkları, iç savaşları anlatması bakımından önemli.

“Dostlarım/ Başkaldırmıyorsa, neye yarar şiir?/ Azgınları ve azgınlıkları yıkmıyorsa, neye yarar şiir?/Zamanı ve mekânı/ Sarsmıyorsa, neye yarar şiir?/ Satrapların başındaki tacı/Yere çalmıyorsa neye yarar şiir” (Nizar KABBANİ, Yasaklanmış Şiirler)

Şairin Yolu

Son olarak şunu belirtelim: Filistin şiiri, Filistin davasının sadece duygusal yönünü değil düşünsel yönünü de ifade eder. Hatta diyebiliriz ki teknolojik olanakların günümüzdeki kadar gelişkin olmadığı 19. yüzyılda Filistin sorununun dünya kamuoyuna anlatılmasında Filistinli şairlerin çok önemli katkıları olmuştur. Yine altını çizmek gerekirse, Filistinli şairler, mücadele için dışardan gazel okuyan seçkinler değillerdir. Her biri mücadele koşullarında yetişmiş ve neredeyse tamamı sürgün hayatı yaşamıştır. Onlar, hem gerçek savaşım cephesinde hem de sanat cephesinde Filistin bayrağını yükseltmişlerdir. Bütün dünyaya Ortadoğu'da oynanan kirli oyunları, siyonist zulmünü, sürgünleri, acıları, yıkımları, ölümleri ve elbette baş eğmez direngenliği, umudun ateşini, vazgeçmeyişi, inancı... şiirin diliyle anlatmayı başarmışlardır.

Ve ant içerim ki,
 bir mendil işleyeceğim yarına kadar,
 gözlerine sunduğum şiirlerle süslü
 ve bir tümceyle, baldan ve öpücüklerden tatlı:
'Bir Filistin vardı,
bir Filistin gene var!'”

* Bu Metin 27 Aralık 2008 - 18 Ocak 2009 tarihlerinde İsrail'in başlattığı Gazze Savaşı'ndan sonra kaleme alınmıştır. Bu satırlar yazıldığında İsrail'in soykırımı andıran katliamları TV'lerden canlı yayınlanmaya devam ediliyordu!

Kaynakça:
1. Rahmi Er, Çağdaş Arap Edebiyatı seçkisi, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara, 2004
2. Mim Kemal Öke, Filistin Şiiri, Evrensel Basım Yay. İstanbul, 2002
3. Gürhan Uçkan, Üç Kıtadan Sesler (şiir seçkisi), Yarın yay., Ankara, 1983
4. George Thomson, Şiir sanatı, Çev: Cevat Çapan, Üç Çiçek Yay., 1984
5. Alexander Flores, İntifada, Çev: Süleyman Çetinkaya, çizgi yay. İstanbul, 1991
6. Eric Rouleau, Vatansız Filistinli, çev: Aydın Emeç, Hür Yay., 1979
7. Ingels Bent – James Downing, Geri Döneceğiz: Mülteci Kamplarında Filistinli Kadınlar, Çev: Tunç Soyer, Kıyı yay., İstanbul, 1987

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkürler

NAZIM HİKMET'İN KAYIP ŞİİRLERİ 2: "UNUTULAN"

Nazım Hikmet'in kayıp ikinci şiiridir "Unutulan" ... Aslında eski baskı kitaplarında bulunan; ancak son yıllarda yapılan bası...