18 Aralık 2017 Pazartesi

ACINASI BİR YETENEK



SATRANÇ USTASI DON SANDALİO'NUN ROMANI

Sevgili Felipe, sahilde sakin bir köşedeyim, denize bakan dağların eteğinde; hiç kimse tanımıyor beni burada ve şükür ki ben de kimseyi tanımıyorum. Buraya insanlardan kaçmak için geldim, doğayla arkadaşlık etmek için… Bir antropofobi (insanlardan korkma hastalığı) attı beni buralara; hayır ben insanlardan nefret etmiyorum, onlardan korkuyorum. Bazen Robenson Cruseu'ya ne kadar da benzetiyorum kendimi. O da ıssız adanın boş sahilinde dolaşırken çıplak bir ayak izi görmüştü. Donakalmıştı bu manzara karşısında, bir hayalet görmüşe döner Robinson şaşkın ve sıkıntılı bir halde barınağına yol alır, giderken iki üç adımda bir arkasına bakar; çevresindeki her harekette ürperir. Kuşkusuz benimki biraz farklı bir hissiyat, çıplak insan ayağı izleri görmekten değil, çılgın ruhların aptalca sözlerini duymaktan korkuyorum.

***
Dağda bir yürüyüşe çıktım, bir yandan da ağaçlarla sessizce konuşuyordum. Yaşlı bir meşeyle dost oldum. Koca bir meşe, yaşlı. Fırtınalarda insanı içine alabilir. Münzevi bir orman Diyojen'i sığınabilir ona. Nedenini bilmiyorum ama bu ihtiyar meşe ağacı beni insanlıkla barıştırıyor sanki. Uzun zamandır aptalca bir tek laf duymadım. Gene de uzun süre böyle yaşanmaz biliyorum. Teslim olacağım, korkum bu!
***
…Teslim oldum ve bir derneğe üye oldum. Buradaki insanlar bir garipler. Bütün gün kağıt oynayıp gevezelik ediyorlar. Schopenhauer'a göre koca aptallar, birbirlerine söyleyebilecekleri fikirleri olmadığından küçük, boyalı kartonları icat ettiler ve bunlar oyun kâğıtlarıdır. Okuma salonunda otururken, okumak yerine insanları izliyorum. Tam bir şamata, karışıklık…

***
Sanat, bir bakıma doğanın kurgusal ifadesidir. Ondan haz almamızı sağlayan şey aslolarak, kişisel yaratıcılıktan beslenen "estetik" ögelerdir. O halde sanatın, yaşamdaki kimi unsurları, bir "metafor"olarak sık sık ele alması şaşırtıcı değil; hatta aynı konuların farklı duyarlılıklarla defalarca ele alınması da bundandır diyebiliriz. Kurgunun yapılandırıldığı bu alan (metafor), aslında bize bir edebi eserin gizli dünyalarını açabilecek yegane anahtardır. Tabii elleriniz maharetli ise bunu kullanabilirsiniz ancak.

Yetenek mi, Talihsizlik mi?

Miguel De Unamo da otobiyografik türde yazdığı ve 1930'lu yıllarda yayınlanan mektup-romanını temel bir izlek üzerine inşa eder: "O zaman acınası bir yetenek gelişti zihinlerinde, aptallığı görmek ve tahammül edememek ona" (G. Flaubert). Bu düşüncenin de temel metaforu satrançtır. Oratadoğu kökenli satrancı diğer oyunlardan ayıran bazı temel ögeler vardır. Diğer oyunlarda, özellikle kâğıt oyunlarında, belirleyici olan şans faktörü satrançta sıfıra indirgenir. Dolayısıyla oyunu oynayanlar işin merkezinde yer alır. Ve kalabalık bir oyun olmadığı gibi, konsantre olmayı, oyun kurmayı ve stratejik düşünmeyi şart koşar. Kazanmak ya da kaybetmek tamamen sizinle, yeteneğinizle ilgilidir… Metafor satranç olunca, içekapanık bir karakter romanıyla yüz yüze gelebileceğimizi daha başından tahmin edebiliriz. Sözünü ettiğimiz roman da şaşırtmaz bizi bu bakımdan. Roman Felipe adlı bir şahsa (aslında okuyuculara) gönderilen mektuplardan ibarettir; karşılığı olmayan mektuplar, bunlar daha çok bir iç konuşmayı andırır.
Her şey bir adamın olağan yaşamından, kendisini çevreleyen ilişkilerden kaçarak bir sahil kasabasına yerleşmesiyle başlar. Gününü insanlardan uzakta, doğayla iç içe geçiren bu adam en sonunda dayanamaz ve kasabadaki bir derneğe gidip gelmeye başlar. Çünkü onun gücünü besleyen şeyin yine tahammül edemediği o insanların aptallıkları olduğunun ayırdına varır. Belki bu düşünüş kendisiyle "öteki"ler arasındaki farkı gözlemleme açısından bir olanak sunduğundan böyledir.
Gittiği dernekte de tıpkı kendisi gibi sessiz, suskun biriyle karşılaşır anlatıcı. Adı Don Sandalio olan bu kişi, satrancı adeta tapınır gibi, dinsel bir ritüeli yerine getirir gibi oynamaktadır.


Karşılaşma

Romanda anlatıcı konuşur hep, ama sadece çevresini betimleyip, kendisinde uyandırdığı izlenimleri aktarmakla yetinir. Klasik romanlarda bulunan yer ve zaman bağlamları burada yoktur. Hatta kişiler bile bir gölge gibidir, yaşamda olabildiğince edilgen, silik kişilerdir bunlar. İzlenimsel bir varoluş içinde romanda yer alırlar sadece. Anlatıcı, geldiği kasabada Don Sandalio adında bir satranç ustası ile tanışır ve roman birden yön değiştirip, Don Sandalio'nun hikâyesini okumaya başlarız satırlarda. Ama anlatıcı satranç karşılaşmalarında ortaya çıkan görüngülerden başka bir izlek sunmaz bizlere, bu da romandaki merak duygusunu sürekli diri tutmaya vesile olur.
Ara ara Don Sandalio'nun kim olduğuna dair anlatımlar olur. Ama bildik bir tarif değildir bu. Ona dair bir dizi soru vardır ortada; ama bu sorular yanıtsızdır ve romanın sonunda da okuyucuya bırakılacaktır bu soruların cevapları.
"Aslında satranç partileri daha çok ilgimi çekiyor. Ama bu dernekte satranç partileri de sessiz olmuyor. Burada gariban biri var ki şimdiye kadar beni en çok o ilgilendirdi. Çünkü onunla konuşan çok az insan var ve o da kimseyle konuşmuyor. Don Sandalio diye hitap ediyorlar ona, mesleği de büyük ihtimalle satranç oyunculuğu. Diğer oyunculardan farklı olarak o oynarken çevresine kimse toplanmıyor. Bundan rahatsız olduğunu biliyorlar ve saygı duyuyorlar ona."
Anlatıcı kendini (ve Don Sandalio'yu) tarif ederken, bilinen birçok "yalnızlık durumuna" atıfta bulunur. Bunların başında elbette Robinson Cruseu'un ada yalnızlığı gelir. Bir de sık sık adı geçen ve insanlardan kaçarak kendini bir fıçıya kapatan Diyojen'den de söz edilir. Anlatıcının, Don Sandalio dolayımıyla satranç üzerine düşüncelerini okurken de kendimizi Alice'in Harikalar Diyarı'nda buluruz. Çünkü burada da, satranç tahtasındaki kralın öfkeli sesleri ya da atın tırısa geçerken çıkardığı homurtular duyulur adeta.


"Sefil" Piyonlar

Don Sandalio, vezirin, kralın, atın ve hatta piyonların bile onları hareket ettiren insanlardan daha etkileyici bir ruh dünyasına sahip olduklarını düşünür, anlatıcı bu durumu da şöyle aktarır: "Sanıyorum Don Sandalio için satrançtaki kraliçe dışında bir kadın olmadı; doğuluların vezir dediği bu kraliçe, kale gibi beyaz kareden siyah kareye, siyah kareden beyaz kareye, doğru yönde gidebilir, ayrıca deli ve filvari bir piskopos gibi beyaz kareden beyaz kareye ya da siyah kareden siyah kareye, yana doğru gidebilir; satranç tahtasına egemen bir kraliçe bu ama onun o muhteşem soyluluğuna cinsiyet değiştiren sefil bir piyon ulaşabilir! Sanıyorum, bu onun düşüncelerinin biricik kraliçesiydi."
Yaşamın merkezindeymiş gibi duran kraliçeye karşılık sefil bir piyon! Artık o piyon sefil midir gerçekten? Gerçekten de yaşamın ereğine ve üretken emeğe işaret eden sıradışı bir yaklaşım, sizce de öyle değil mi?..

Dönem- Eser Bağlamı

Eseri yazıldığı dönemden bağımsız olarak değerlendirmeye kalkarsanız bir belirsizlik yumağından başka şey kalmayacaktır elinizde. Ancak onu yazıldığı dönem ve yer açısından ele aldığınızda flu da olsa bir resim belirecektir karşınızda. Aslında yazarın genel olarak tüm eserleri bilinemezci bir felsefe üzerine kurguladığı bilinen bir gerçek. Doğanın ve insan yaşamının bilinemeyeceği ve onun özüne inilemeyeceği düşüncesi, edebi bir dille yansır burada da.

Eser ilk kez yayımlandığında (1931) İspanya'da iç savaş sürüyordu. Eser bu bakımdan bir adamın, "insanların tahammül edemediği aptallıkları"ndan, bu aptallıkların gündelik yaşam içinde ortaya çıkan görüngülerinden ve bunun en kanlı biçimi olan savaşa kadar uzanan biçimlerine, hepsinden kaçışın hikayesi olarak da okunabilir. Dingin doğa bu anlamda bir sığınma alanı oluyor elbette, satranç da bu sığınılan münzevi dünyanın daha da inceltilmiş ifadesinden başka bir şey olmasa gerek Dolayısıyla Don Sandalio ve anlatıcı insanlardan ve onların eylemlerinden kaçarak kendi dünyalarına kapanırlar. Ama içten içe yakınmaya devam eder anlatıcı: "Ve yalnız olan herkes Felipe, Felipe'm, ne kadar özgür olursa olsun bir tutsak, bir tutukludur." Nihayetinde bu kaçış da kurtuluş olamayacaktır; çünkü büyük bir toplumsal "aptallık" olan savaş belası en ücra yerlere kadar ulaşacak ve bu en sonunda Don Sandalio'yu da vuracaktır! Oğlunun neden öldüğünü anlamadığımız Don Sandalio bu yetmezmiş gibi hapse de düşer (Bunun da nedeni belirsizdir!) Kısa bir zaman sonra, Don Sandalio hapiste ölür. Ardında yanıtlanmasını beklediğimiz sayısız soruyu cevapsız bırakarak ve okuyucuları hayal dünyalarını zorlamaya çağırarak…








SATRANÇ USTASI DON SANDALIO'NUN ROMANI, Miguel de Unamuno, Çeviren: İsmail Yerguz, Sel Yayıncılık, 2007


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkürler

NAZIM HİKMET'İN KAYIP ŞİİRLERİ 2: "UNUTULAN"

Nazım Hikmet'in kayıp ikinci şiiridir "Unutulan" ... Aslında eski baskı kitaplarında bulunan; ancak son yıllarda yapılan bası...