Önsözden
yapılan bu alıntı bugün okunduğunda bile bize tanıdık gelmekte, günümüzde de
aynı sorunların belki katlanarak devam ettiğini göstermektedir.
Eserden yola çıkılarak hazırlanan bu çalışmada ilk olarak Tanilli’nin tarihi perspektifini ve anayasal değerlendirmeler yöntemini, ardından kitabın temelini oluşturan özellikle demokrasi kavramını ve ardından da Tanilli’nin Türkiye Anayasa tarihi ele alınacaktır.
Devlet
ve Demokrasi adlı yapıt her şeyden önce bir tarihsel gelişim kesiti
sunmaktadır. Adından da anlaşılacağı üzere devletin, demokrasinin kökenleri ve
çeşitli siyasal kavramları kendi tarihsel gelişimleri içinde sorgulayıcı ve
özetler biçimde sunmakta, sorfuğu sorularla okuyucuyu bu sorgulama sürecinin
bir öznesi haline getirmektedir. Kitap temelde kapitalist demokrasi anlayışına
derin eleştiriler getirmektedir. Liberal demokrasinin açmazlarını örneklerken
bana kalırsa bunu hedeflemiştir. Bunu tarihi gelişim içinde gösterirken
okuyucuya diyalektik bir bakış açısı sunmakta ama bir taraftan da önümüzdeki
olanın mutlak ve “en mükemmel” olduğu yanılgısına kapılmamamız gerektiğini
savlar gibidir.
Diğer
taraftan Devlet ve Demokrasi yapıtıyla Tanilli, toplumsal konsensüse dayanan
bir uzlaşı metni Anayasa’nın salt bir hukuk metni olmadığını, dolayısıyla
Anayasaların yaşanılan toplumun siyasi ekonomik, sosyal koşullarına göre
biçimlenen ve buradan okunması gereken metinler olduğunu ifade etmektedir.
Dolayısıyla Anayasaları salt hukuki bir metin olarak ele almanın büyük bir
yanılgı olacağını da açıkça ifade etmiştir. Dolayısıyla “Devlet ve Demokrasi” temel
olarak, Anayasanın ve hukukun nasıl algılanması ve okunması gerektiği üzerinde
durmaktadır. Diğer yandan da Tanilli’nin “dengeye
dayalı uzlaşmacı demokrasi” anlayışını ortaya koyarken, ülkemizde 1924
Anayasasının uygulandığı dönemlerden süregelen tartışmaları da merkeze alıp
buna ilişkin yol ve yöntemler sunmaktadır.
ANAYASA OKUMALARI
Server
Tanilli’ye göre, Anayasa okumalarında çok yönlü bir yol izlenmeli. Bu anlamda
okuma süreci onun bilhassa üzerinde durduğu bir meseledir.[2] Zaten buna verdiği önem
kitaptaki bölümlemeden de rahatça anlaşılabilir. On iki bölümden oluşan kitabın
büyük bölümünde, Anayasa hukuku konuları, liberal anayasacılık ve Marksist
anayasacılık hareketlerine göre ayrı ayrı tartışılmıştır. Bu yolla Tanilli, iki
anayasacı anlayış arasındaki bağlantı noktalarını ve farklılıkları ortaya
koymuştur. Özellikle klasik liberal anayasa anlayışın gelişmesinde liberal
ideolojilerin gözden ırak tutmaya çalıştıkları sınıf vurgusunu belirgin biçimde
öne çıkarır. Emekçi sınıfların dönüştürücü gücünü ve tarihsel devrimciliğini
vurgular.
Bu
anlamda Devlet ve Demokrasi’nin genel oy hakkının elde edilmesinde işçi sınıfının
rolünü açıklayan bölümleri[3], siyasi partilerin doğuşu
(Burada özellikle İngiliz işçi sınıfı hareketleri ve İngiliz parlamentarizmi
öne çıkar)[4] ve parlamentarizmin
gelişimi ve değişimi[5] gibi bölümler bir arada
değerlendirilebilir.
Devlet
ve Demokrasi, ilk bakışta klasik bir Anayasa hukuku kitabı izlenimi
vermektedir. Ancak bunlardan farklı olarak Anayasa hukukunun teorik temellerine
ve Türkiye’deki Anayasa hukuku uygulamalarına yer vermesi bakımından önemli
oranda farklılaşmaktadır.
Kitapta
pratik olarak yani uygulama örneklemelerinde çoğunlukla kitabın yazıldığı dönemin
Anayasası olan 1961 metni esas alınmaktadır. Ancak bu Anayasa metni de tarihsel
bağlama göre değerlendirilmektedir. Bunlarla birlikte Osmanlı’nın anayasacılık
hareketleri ve Cumhuriyet Anayasaları karşılaştırılmaktadır.[6]
Server
Tanilli Anayasa hukukunu ele alırken bunun çok disiplinli bir okuma gerektirdiğini
sık sık vurgulamaktadır.[7] Çünkü anayasal kurumların sosyo-kültürel,
ekonomik ve tarihsel bağlamlarıyla daha net biçimde anlaşılabileceği
kanaatindedir. Bu yaklaşımla oluşturulan eserin “Türkiye’de Demokratik Gelişim:
Sorunları ve Geleceği”[8] bölümü Türkiye’de Anayasal
hareketlerin ve Anayasanın ortaya çıktığı süreçleri çok yönlü biçimde ele
almakta ve açıkçası bugün yaşadığımız hukuki krizlere onlarca yıl öncesinden
ışık tutmaktadır.
Türkiye’de
bugün yaşanılan demokrasi krizleri, hukuksal güvencelerin yoksunluğu, adalet
mekanizmasındaki keyfiyet gibi sorunları düşündüğümüzde onun vurguladığı gibi
liberal demokrasi her an, kendi ihtiyaçları çevresinde toplumsal sözleşmeleri
yok sayabilir. ABD’de Trump’ın seçim sonuçlarını tanımayan tavırlarını ve
nihayetinde senato baskınlarını bile bu bağlamda okumak mümkündür. Dolayısıyla
yapıt aslında liberalizmin bugün yaşanan yönetim ve demokrasi krizinin
kaçınılmazlarını sergilemiş gibidir.
DEMOKRASİ NEDİR? NASIL BİR DEMOKRASİ İSTİYORUZ?
Devlet
ve Demokrasi yapıtında demokrasi için farklı tanımlar ileri sürülse de esas
olarak demokrasi, farklı görüşler arasında “uzlaşma”[9] ve farklı toplum kesimleri
arasındaki bir “denge”yi[10] ifade etmektedir.
Tanilli, Türkiye’de demokratikleşme süreci ve Türkiye’nin demokrasi sorunlarını
değerlendirdiği bölümde ise Türkiye demokrasisinin 1945’lerden sonra tüm
olumsuzluklar bir yana gelişim kaydettiğini ancak 1961 Anayasasının
uygulanamamasının bazı problemler yarattığını ifade etmektedir. Özelikle 12
Mart rejimiyle 61 Anayasası’nda yapılan değişikliklerin sivil yapı ve çoğulculuk
noktasında ciddi tahrifatlar yarattığını ileri sürmüştür.
Sonraki bölümde ülkenin 70’li yılları ve Türkiye’yi 12 Eylül’e götüren sürecin üzerinde durmuştur. Bu bölümdeki en vurucu sorgulamalardan biri ise Anayasal düzen ve demokrasinin ortadan kaldırılmasından sonra ne yapılması gerektiği sorusudur? Böylece yazar aslında yaşanılan sistemin son ve nihai bir sistem olmadığının ipuçlarını vererek okura yeni ufuklar açmaktadır. Tanilli burada sorduğu soruya bir de kendi cephesinden yanıt vermektedir.[11] Ona göre esas gereklilik demokrasiyi daha kurumsal ve gerçek anlamda işlevsel bir biçimde kurmaktan geçmektedir.
Tanilli’ye
göre demokrasi öyle bir biçimde kurulmalıdır ki öncelikle bütün
mekanizmalarıyla işlemesi sağlanmalı daha da önemlisi kendini koruyabilmelidir.
(Burada güncel olması bakımından akla ABD başkanı Trump’ın uygulamaları
getirilebilir. Trump, temel bir toplum sözleşmesi olan seçimleri tanımadığını
savunmakta ve kitle desteğine dayanarak iktidarını korumaya hatta şiddet
kullanmayı göze alacak bir noktaya gelmiştir. Kuşkusuz benzer örneklere ülkemiz
de yabancı değil. Ancak bizde seçimler iptal edilebilirken ABD kurumları
Trump’ın önünü kesmiştir. Elbette burada ABD demokrasisinin gerçekten ne kadar
demokrasi olduğu tartışmasını saklı tutuyorum.)
Kendi
kurumsal varlığını tesis edip bunları korumaya alan bir demokrasi öncelikle düşünce
özgürlüğünü her yönüyle gerçekleştirmek zorundadır. Bu noktada Tanilli, Batı
demokrasisini bir ideal olarak öne çıkarmıştır. Burada vurgulanan nokta ise
sınırsız bir düşünce özgürlüğü ve bununla atbaşı giden bir örgütlenme özgürlüğüdür.
Yazara göre şiddet ve terörü yok edecek olan da budur; çünkü düşünce özgürlüğü
ile bunun devamı ve olmazsa olmazı olan örgütlenme özgürlüğünün gerçekleşmediği
bir toplumda şiddet ve terör durmaz. Bu noktada Tanilli demokrasinin gerçek
anlamını da açıklar:
“Demokrasi, her toplumda var olmasından
daha doğal bir şey bulunmayan sosyal ve siyasal çelişkileri en üst düzeydeki
yepyeni sentez potalarında eritebilmenin yoludur.”[12]
Dolayısıyla
birbirine ne kadar zıt olursa olsun demokrasi temelde bir uzlaşma rejimidir. Ve
demokrasi farklı düşünceleri bir arada barındırma becerisi ve potansiyeline
sahiptir.
Kuşkusuz
kitap önemli bir noktanın daha, demokrasinin yukarıdan alınan kararlarla işletilecek,
biçimlendirilebilecek bir şey olmadığının da altını çizmiştir.
Tanilli’ye
göre demokrasi sadece seçim demek değildir. Bu temel sayıltıyı es geçmemekle
birlikte demokrasinin toplumsal bir boyutu da vardır. Yani halksız bir
demokrasi olamaz, tek adamın çizip biçimlendirdiği bir formda demokrasiden bahsedilemez.
Bu toplumsal ifadede “denge” kavramı ön plana çıkar. Ki yazara göre “Demokrasi, kapitalist üretim ilişkilerine
dokunmaksızın egemen sınıfla halk kitleleri arasındaki çatışmanın yumuşatıldığı
bir denge rejimidir”.[13] Dolayısıyla kapitalist
demokrasi ne kadar ileri ve özgürlükçü görünürse görünsün temel sınıf
çelişkilerini ortadan kaldıramayacağı için burada gerçek bir eşitlikten
bahsetmemiz mümkün olmayacaktır.
Ancak
sınıflar arası bu keskinlik kapitalist demokrasilerde her şeyden önce bir
uzlaşı ya da “yumuşama” ile kendini gösterir. Kuşkusuz bunun ilk aracı da siyasi
partilerdir. İşçi sınıfının örgütlediği partilerin ortaya çıkışı bu anlamda
özel bir tarihsel öneme sahiptir. Zaten siyasi partilerden yoksun bir demokrasinin
var olması da yaşaması da mümkün değildir.[14]
“Denge”ye
hizmet eden başka bir unsur ise “sosyal devlet” anlayışıdır. Sınıfsal
bölünmelerin olduğu yerde sosyal devlet, anayasaya, sosyal sınıflar arasında
dengeyi sağlar. Sosyal devlet adalete ilişkin normlar ile iktidarı meşru kılar.
Tanilli, sosyal devlete büyük bir önem atfeder. Bu önem, planlamayla ilgili
bölümün, kitabın en ayrıntılı bölümlerinden biri olmasından da anlaşılabilir.
Ancak Tanilli her ne kadar sosyal demokrasiyi öne çıkarsa da Türkiye Anayasa
tarihine ilişkin şöyle bir saptama da yapar:
“Plancılık ona sahip çıkabilecek
güçlerin bekçiliğinden yoksun kalmıştır. İleriye dönük olarak yakın tarihten
alınabilecek en önemli ders budur. İlkeler, Mümtaz Soysal’ın yerinde deyişiyle
onlara gerçekten sahip çıkabilecek güçler bulunduğu zaman ayakta kalabiliyor.
Yeni ilkeler koyarken ya da devrilmiş ilkeleri yeniden doğrulturken, onlara gerçekten
payandalık edecek sosyal güçlerin neler olacağını da iyi düşünmek gerekir.”[15]
Buradan
anlaşılacağı gibi Anayasa hükümleri, ancak belli bir durumda hayat bulabiliyor.
Anayasa hükümlerinin de uygulanabilmesi için öncelikle bunu uygulamaya dönük
bir siyasal ve toplumsal iradenin var olması gerekmektedir. Aksi halde
elimizdeki Anayasa ne denli özgürlükçü olursa olsun ne denli demokratik olursa
olsun hayata geçmeyeceği için daha baştan ölü doğmuştur!
ANAYASA BİR KURTARICI DEĞİLDİR
Yukarıda
kısmen değindiğim gibi Tanilli, kitabında 1961 Anayasasının oluşturulma ve
uygulanma biçimine eleştirel bir süzgeçten geçirmiştir. Aynı şekilde 1982
Anayasasının hazırlanma biçimine ve kabul sürecine de ciddi eleştiriler
getirmiştir. Bu örneklerden hareket ederek Anayasa yapım süreçlerinde neler
yapılması ve neler yapılmaması gerektiğini de bir bir açıklamıştır. Bunları
açıklarken de ülkenin içinden geçtiği pek çok tarihsel olay ve gelişmeye atıfta
bulunmuştur. Kaldı ki bana göre o gün tartıştığı konular günümüzde de
güncelliğini korumaktadır. Mesela hükümet biçimi tartışmaları bunların en
dikkat çekici olanlarındandır.
“Lideri yücelten bir siyasal
kültürümüz var. Bu nedenle, devletin tüm yürütme gücünü bir tek kişinin eline
vermenin doğurabileceği olası sonuçlar üzerinde dikkatle durmalıyız.
Demokrasiyi güçlü liderlere değil, güçlü kurumlara emanet etmek çok daha
güvenilir bir yol olsa gerek. (…) Başkanlık sistemi bugün olduğundan çok daha
güçlü ve kesin bir güçler ayrılığını gerekli kılar. Böyle bir sistemin iyi
işleyebilmesi ise, farklı güçlerin birbirini aynı anda hem denetlemesine hem de
aralarında iş- birliği yapabilmesine bağlıdır. “Cepheleşmeye”, “engellemeye”,
“kulüpleşmeye” pek yatkın olan; “uzlaşma” ve “işbirliğini” bir çeşit ihanet, “denetimi”
hakaret sayan siyasal kültürümüzün çatışmaya böylesine açık başkanlık rejimini
sorunsuz ve arızasız yürütmesini beklemek biraz fazla iyimserlik olmaz mı?
Uzlaşmayı siyasal yaşamın en temel eğilimlerinden biri olarak gören Amerika
Birleşik Devletlerinde bile güçler ayrılığı, sık sık güçler çatışmasına
dönebilmektedir. Bu eğilimin bizde çok daha güçlü ve bunalımlara yol açıcı
olmasından korkulur.”[16]
Görüleceği
gibi hocanın dikkatini çektiği tehlike ne yazık ki bugün yaşadığımız
gerçekliğin ta kendisidir. Hem toplumsal yapımız hem de mevcut rejimin yapısı
özellikle işaret edilen tehlikenin güncelliğini göstermektedir. Adeta günümüzde
yaşadığımız rejim krizinin fotoğrafını çekmiş gibidir bu alıntıda.
Bilindiği
gibi 1982 Anayasası bir darbe ürünüdür. Dolayısıyla toplumdaki farklı
görüşlerin beklenti ve isteklerini dikkate almamıştır. Dengeli ve uzlaşmacı bir
metnin hazırlanmamış olması nedeniyle de ülkemizde Anayasa değişiklikleri her
dönemin temel bir tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Tanilli’ye göre bu
noktadaki bir diğer mesele de Türkiye’deki anayasa algısıdır. Bu noktada da
kitapta Batı demokrasileriyle bir karşılaştırma yapılmıştır.
Avrupa’da
Anayasalar, temel olarak yönetici bireylerin asli ilkelere uyup uymadığını gözetecek
biçimde saygın ve üstün metinler olarak görülür. Kaldı ki anayasaya aykırı
davranışlar şiddetli demokratik tepkilerle karşılaşır ve engellenir. Tanilli
bunu; “Anayasalar yaratmaz sadecesaptar” şeklindeki söze atıfta bulunarak
özetler. Dolayısıyla “her şeyi anayasadan uman, ona bir çeşit mistik varlık
olarak bakan anlayışın gülünçlüğüne” göndermede bulunur. Dikkat edilirse burada
Anayasa yönetici erki sınırlayan, frenleyen bir öğe olarak öne çıkarken diğer
yandan da amacı devlet iktidarını sınırlandırmak olduğu kadar, bireylerin kendilerini
hukuki güvenceye almalarıdır.
KAYNAKÇA
Devlet
ve Demokrasi (Anayasa Hukukuna Giriş). 3. Basım. İstanbul: Adam yay., 2002.
İlk basım: Devlet ve Demokrasi. İstanbul: İÜHF Yayını, No: 637, 1981.
Son
basım: Devlet ve Demokrasi. İstanbul: Alkım Kitabevi, 2007.
[1] Server
Tanilli, Devlet ve Demokrasi (Anayasa Hukukuna Giriş), Adam yay., 3. Bası, 2002
[2] Server
Tanilli, Devlet ve Demokrasi (Anayasa Hukukuna Giriş), Adam yay., 3. Bası, 2002,
s. 24.
[3] A.g.e.,
s. 38-39
[4] A.g.e.,
s. 46
[5] A.g.e.,
s. 263.
[6] A.g.e.,
s. 83-110, 143-149, 174-194.
[7] A.g.e., s. 640
[8] A.g.e.,
s. 83-110.
[9] A.g.e.,
s. 110.
[10] A.g.e.,
s. 221 ve 263.
[11] A.g.e.,
s. 109-110.
[12] A.g.e., s. 110.
[13] A.g.e.,
s. 29.
[14] A.g.e., s. 221.
[15] A.g.e.,
s. 541.
[16] A.g.e., s. 367-368.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz için teşekkürler