29 Nisan 2021 Perşembe

SERVER TANİLLİ: DEVLET VE DEMOKRASİ YAPITI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER


Devlet ve Demokrasi 29 Kasım 2011’de hayatını kaybeden Prof. Dr. Server Tanilli’nin en önemli eserlerinden biri olarak kabul edilmektedir. 1987 yılında ilk basımı yapılan bu kitabın önsözünde yazarın dönem hakkındaki düşünceleri özetlenmiştir:“Türkiye, tarihinde pek az görüldüğü derin bir bunalım yaşıyor; iktisadi, sosyal ve siyasal bir bunalımdır bu. Özellikle 12 Eylül 1980’den beri toplumun en karanlık güçleri iktidardadır. Gericilik, hemen bütün köşe başlarını tutmuştur. Ülkemizde 200 yılı aşkın Aydınlanma hareketimizin, başta laikleşme olmak üzere tüm kazanımlarına reddiye çıkarılmış, toplumun ileriye dönük yürüyüşünün önüne ağır barikatlar kurulmuştur. Devletin uluslararası saygınlığı ise hemen yok gibidir.”[1]

Önsözden yapılan bu alıntı bugün okunduğunda bile bize tanıdık gelmekte, günümüzde de aynı sorunların belki katlanarak devam ettiğini göstermektedir.

Eserden yola çıkılarak hazırlanan bu çalışmada ilk olarak Tanilli’nin tarihi perspektifini ve anayasal değerlendirmeler yöntemini, ardından kitabın temelini oluşturan özellikle demokrasi kavramını ve ardından da Tanilli’nin Türkiye Anayasa tarihi ele alınacaktır.

Devlet ve Demokrasi adlı yapıt her şeyden önce bir tarihsel gelişim kesiti sunmaktadır. Adından da anlaşılacağı üzere devletin, demokrasinin kökenleri ve çeşitli siyasal kavramları kendi tarihsel gelişimleri içinde sorgulayıcı ve özetler biçimde sunmakta, sorfuğu sorularla okuyucuyu bu sorgulama sürecinin bir öznesi haline getirmektedir. Kitap temelde kapitalist demokrasi anlayışına derin eleştiriler getirmektedir. Liberal demokrasinin açmazlarını örneklerken bana kalırsa bunu hedeflemiştir. Bunu tarihi gelişim içinde gösterirken okuyucuya diyalektik bir bakış açısı sunmakta ama bir taraftan da önümüzdeki olanın mutlak ve “en mükemmel” olduğu yanılgısına kapılmamamız gerektiğini savlar gibidir.

Diğer taraftan Devlet ve Demokrasi yapıtıyla Tanilli, toplumsal konsensüse dayanan bir uzlaşı metni Anayasa’nın salt bir hukuk metni olmadığını, dolayısıyla Anayasaların yaşanılan toplumun siyasi ekonomik, sosyal koşullarına göre biçimlenen ve buradan okunması gereken metinler olduğunu ifade etmektedir. Dolayısıyla Anayasaları salt hukuki bir metin olarak ele almanın büyük bir yanılgı olacağını da açıkça ifade etmiştir. Dolayısıyla “Devlet ve Demokrasi” temel olarak, Anayasanın ve hukukun nasıl algılanması ve okunması gerektiği üzerinde durmaktadır. Diğer yandan da Tanilli’nin “dengeye dayalı uzlaşmacı demokrasi” anlayışını ortaya koyarken, ülkemizde 1924 Anayasasının uygulandığı dönemlerden süregelen tartışmaları da merkeze alıp buna ilişkin yol ve yöntemler sunmaktadır.

 

ANAYASA OKUMALARI

Server Tanilli’ye göre, Anayasa okumalarında çok yönlü bir yol izlenmeli. Bu anlamda okuma süreci onun bilhassa üzerinde durduğu bir meseledir.[2] Zaten buna verdiği önem kitaptaki bölümlemeden de rahatça anlaşılabilir. On iki bölümden oluşan kitabın büyük bölümünde, Anayasa hukuku konuları, liberal anayasacılık ve Marksist anayasacılık hareketlerine göre ayrı ayrı tartışılmıştır. Bu yolla Tanilli, iki anayasacı anlayış arasındaki bağlantı noktalarını ve farklılıkları ortaya koymuştur. Özellikle klasik liberal anayasa anlayışın gelişmesinde liberal ideolojilerin gözden ırak tutmaya çalıştıkları sınıf vurgusunu belirgin biçimde öne çıkarır. Emekçi sınıfların dönüştürücü gücünü ve tarihsel devrimciliğini vurgular.

Bu anlamda Devlet ve Demokrasi’nin genel oy hakkının elde edilmesinde işçi sınıfının rolünü açıklayan bölümleri[3], siyasi partilerin doğuşu (Burada özellikle İngiliz işçi sınıfı hareketleri ve İngiliz parlamentarizmi öne çıkar)[4] ve parlamentarizmin gelişimi ve değişimi[5] gibi bölümler bir arada değerlendirilebilir.

Devlet ve Demokrasi, ilk bakışta klasik bir Anayasa hukuku kitabı izlenimi vermektedir. Ancak bunlardan farklı olarak Anayasa hukukunun teorik temellerine ve Türkiye’deki Anayasa hukuku uygulamalarına yer vermesi bakımından önemli oranda farklılaşmaktadır.

Kitapta pratik olarak yani uygulama örneklemelerinde çoğunlukla kitabın yazıldığı dönemin Anayasası olan 1961 metni esas alınmaktadır. Ancak bu Anayasa metni de tarihsel bağlama göre değerlendirilmektedir. Bunlarla birlikte Osmanlı’nın anayasacılık hareketleri ve Cumhuriyet Anayasaları karşılaştırılmaktadır.[6]

Server Tanilli Anayasa hukukunu ele alırken bunun çok disiplinli bir okuma gerektirdiğini sık sık vurgulamaktadır.[7] Çünkü anayasal kurumların sosyo-kültürel, ekonomik ve tarihsel bağlamlarıyla daha net biçimde anlaşılabileceği kanaatindedir. Bu yaklaşımla oluşturulan eserin “Türkiye’de Demokratik Gelişim: Sorunları ve Geleceği”[8] bölümü Türkiye’de Anayasal hareketlerin ve Anayasanın ortaya çıktığı süreçleri çok yönlü biçimde ele almakta ve açıkçası bugün yaşadığımız hukuki krizlere onlarca yıl öncesinden ışık tutmaktadır.

Türkiye’de bugün yaşanılan demokrasi krizleri, hukuksal güvencelerin yoksunluğu, adalet mekanizmasındaki keyfiyet gibi sorunları düşündüğümüzde onun vurguladığı gibi liberal demokrasi her an, kendi ihtiyaçları çevresinde toplumsal sözleşmeleri yok sayabilir. ABD’de Trump’ın seçim sonuçlarını tanımayan tavırlarını ve nihayetinde senato baskınlarını bile bu bağlamda okumak mümkündür. Dolayısıyla yapıt aslında liberalizmin bugün yaşanan yönetim ve demokrasi krizinin kaçınılmazlarını sergilemiş gibidir.

DEMOKRASİ NEDİR? NASIL BİR DEMOKRASİ İSTİYORUZ?

Devlet ve Demokrasi yapıtında demokrasi için farklı tanımlar ileri sürülse de esas olarak demokrasi, farklı görüşler arasında “uzlaşma”[9] ve farklı toplum kesimleri arasındaki bir “denge”yi[10] ifade etmektedir. Tanilli, Türkiye’de demokratikleşme süreci ve Türkiye’nin demokrasi sorunlarını değerlendirdiği bölümde ise Türkiye demokrasisinin 1945’lerden sonra tüm olumsuzluklar bir yana gelişim kaydettiğini ancak 1961 Anayasasının uygulanamamasının bazı problemler yarattığını ifade etmektedir. Özelikle 12 Mart rejimiyle 61 Anayasası’nda yapılan değişikliklerin sivil yapı ve çoğulculuk noktasında ciddi tahrifatlar yarattığını ileri sürmüştür.

Sonraki bölümde ülkenin 70’li yılları ve Türkiye’yi 12 Eylül’e götüren sürecin üzerinde durmuştur. Bu bölümdeki en vurucu sorgulamalardan biri ise Anayasal düzen ve demokrasinin ortadan kaldırılmasından sonra ne yapılması gerektiği sorusudur? Böylece yazar aslında yaşanılan sistemin son ve nihai bir sistem olmadığının ipuçlarını vererek okura yeni ufuklar açmaktadır. Tanilli burada sorduğu soruya bir de kendi cephesinden yanıt vermektedir.[11] Ona göre esas gereklilik demokrasiyi daha kurumsal ve gerçek anlamda işlevsel bir biçimde kurmaktan geçmektedir.

Tanilli’ye göre demokrasi öyle bir biçimde kurulmalıdır ki öncelikle bütün mekanizmalarıyla işlemesi sağlanmalı daha da önemlisi kendini koruyabilmelidir. (Burada güncel olması bakımından akla ABD başkanı Trump’ın uygulamaları getirilebilir. Trump, temel bir toplum sözleşmesi olan seçimleri tanımadığını savunmakta ve kitle desteğine dayanarak iktidarını korumaya hatta şiddet kullanmayı göze alacak bir noktaya gelmiştir. Kuşkusuz benzer örneklere ülkemiz de yabancı değil. Ancak bizde seçimler iptal edilebilirken ABD kurumları Trump’ın önünü kesmiştir. Elbette burada ABD demokrasisinin gerçekten ne kadar demokrasi olduğu tartışmasını saklı tutuyorum.)

Kendi kurumsal varlığını tesis edip bunları korumaya alan bir demokrasi öncelikle düşünce özgürlüğünü her yönüyle gerçekleştirmek zorundadır. Bu noktada Tanilli, Batı demokrasisini bir ideal olarak öne çıkarmıştır. Burada vurgulanan nokta ise sınırsız bir düşünce özgürlüğü ve bununla atbaşı giden bir örgütlenme özgürlüğüdür. Yazara göre şiddet ve terörü yok edecek olan da budur; çünkü düşünce özgürlüğü ile bunun devamı ve olmazsa olmazı olan örgütlenme özgürlüğünün gerçekleşmediği bir toplumda şiddet ve terör durmaz. Bu noktada Tanilli demokrasinin gerçek anlamını da açıklar:

“Demokrasi, her toplumda var olmasından daha doğal bir şey bulunmayan sosyal ve siyasal çelişkileri en üst düzeydeki yepyeni sentez potalarında eritebilmenin yoludur.”[12]

Dolayısıyla birbirine ne kadar zıt olursa olsun demokrasi temelde bir uzlaşma rejimidir. Ve demokrasi farklı düşünceleri bir arada barındırma becerisi ve potansiyeline sahiptir.

Kuşkusuz kitap önemli bir noktanın daha, demokrasinin yukarıdan alınan kararlarla işletilecek, biçimlendirilebilecek bir şey olmadığının da altını çizmiştir.

Tanilli’ye göre demokrasi sadece seçim demek değildir. Bu temel sayıltıyı es geçmemekle birlikte demokrasinin toplumsal bir boyutu da vardır. Yani halksız bir demokrasi olamaz, tek adamın çizip biçimlendirdiği bir formda demokrasiden bahsedilemez. Bu toplumsal ifadede “denge” kavramı ön plana çıkar. Ki yazara göre “Demokrasi, kapitalist üretim ilişkilerine dokunmaksızın egemen sınıfla halk kitleleri arasındaki çatışmanın yumuşatıldığı bir denge rejimidir”.[13] Dolayısıyla kapitalist demokrasi ne kadar ileri ve özgürlükçü görünürse görünsün temel sınıf çelişkilerini ortadan kaldıramayacağı için burada gerçek bir eşitlikten bahsetmemiz mümkün olmayacaktır.

Ancak sınıflar arası bu keskinlik kapitalist demokrasilerde her şeyden önce bir uzlaşı ya da “yumuşama” ile kendini gösterir. Kuşkusuz bunun ilk aracı da siyasi partilerdir. İşçi sınıfının örgütlediği partilerin ortaya çıkışı bu anlamda özel bir tarihsel öneme sahiptir. Zaten siyasi partilerden yoksun bir demokrasinin var olması da yaşaması da mümkün değildir.[14]

“Denge”ye hizmet eden başka bir unsur ise “sosyal devlet” anlayışıdır. Sınıfsal bölünmelerin olduğu yerde sosyal devlet, anayasaya, sosyal sınıflar arasında dengeyi sağlar. Sosyal devlet adalete ilişkin normlar ile iktidarı meşru kılar. Tanilli, sosyal devlete büyük bir önem atfeder. Bu önem, planlamayla ilgili bölümün, kitabın en ayrıntılı bölümlerinden biri olmasından da anlaşılabilir. Ancak Tanilli her ne kadar sosyal demokrasiyi öne çıkarsa da Türkiye Anayasa tarihine ilişkin şöyle bir saptama da yapar:

“Plancılık ona sahip çıkabilecek güçlerin bekçiliğinden yoksun kalmıştır. İleriye dönük olarak yakın tarihten alınabilecek en önemli ders budur. İlkeler, Mümtaz Soysal’ın yerinde deyişiyle onlara gerçekten sahip çıkabilecek güçler bulunduğu zaman ayakta kalabiliyor. Yeni ilkeler koyarken ya da devrilmiş ilkeleri yeniden doğrulturken, onlara gerçekten payandalık edecek sosyal güçlerin neler olacağını da iyi düşünmek gerekir.”[15]

Buradan anlaşılacağı gibi Anayasa hükümleri, ancak belli bir durumda hayat bulabiliyor. Anayasa hükümlerinin de uygulanabilmesi için öncelikle bunu uygulamaya dönük bir siyasal ve toplumsal iradenin var olması gerekmektedir. Aksi halde elimizdeki Anayasa ne denli özgürlükçü olursa olsun ne denli demokratik olursa olsun hayata geçmeyeceği için daha baştan ölü doğmuştur!

ANAYASA BİR KURTARICI DEĞİLDİR

Yukarıda kısmen değindiğim gibi Tanilli, kitabında 1961 Anayasasının oluşturulma ve uygulanma biçimine eleştirel bir süzgeçten geçirmiştir. Aynı şekilde 1982 Anayasasının hazırlanma biçimine ve kabul sürecine de ciddi eleştiriler getirmiştir. Bu örneklerden hareket ederek Anayasa yapım süreçlerinde neler yapılması ve neler yapılmaması gerektiğini de bir bir açıklamıştır. Bunları açıklarken de ülkenin içinden geçtiği pek çok tarihsel olay ve gelişmeye atıfta bulunmuştur. Kaldı ki bana göre o gün tartıştığı konular günümüzde de güncelliğini korumaktadır. Mesela hükümet biçimi tartışmaları bunların en dikkat çekici olanlarındandır.

“Lideri yücelten bir siyasal kültürümüz var. Bu nedenle, devletin tüm yürütme gücünü bir tek kişinin eline vermenin doğurabileceği olası sonuçlar üzerinde dikkatle durmalıyız. Demokrasiyi güçlü liderlere değil, güçlü kurumlara emanet etmek çok daha güvenilir bir yol olsa gerek. (…) Başkanlık sistemi bugün olduğundan çok daha güçlü ve kesin bir güçler ayrılığını gerekli kılar. Böyle bir sistemin iyi işleyebilmesi ise, farklı güçlerin birbirini aynı anda hem denetlemesine hem de aralarında iş- birliği yapabilmesine bağlıdır. “Cepheleşmeye”, “engellemeye”, “kulüpleşmeye” pek yatkın olan; “uzlaşma” ve “işbirliğini” bir çeşit ihanet, “denetimi” hakaret sayan siyasal kültürümüzün çatışmaya böylesine açık başkanlık rejimini sorunsuz ve arızasız yürütmesini beklemek biraz fazla iyimserlik olmaz mı? Uzlaşmayı siyasal yaşamın en temel eğilimlerinden biri olarak gören Amerika Birleşik Devletlerinde bile güçler ayrılığı, sık sık güçler çatışmasına dönebilmektedir. Bu eğilimin bizde çok daha güçlü ve bunalımlara yol açıcı olmasından korkulur.”[16]

Görüleceği gibi hocanın dikkatini çektiği tehlike ne yazık ki bugün yaşadığımız gerçekliğin ta kendisidir. Hem toplumsal yapımız hem de mevcut rejimin yapısı özellikle işaret edilen tehlikenin güncelliğini göstermektedir. Adeta günümüzde yaşadığımız rejim krizinin fotoğrafını çekmiş gibidir bu alıntıda.

Bilindiği gibi 1982 Anayasası bir darbe ürünüdür. Dolayısıyla toplumdaki farklı görüşlerin beklenti ve isteklerini dikkate almamıştır. Dengeli ve uzlaşmacı bir metnin hazırlanmamış olması nedeniyle de ülkemizde Anayasa değişiklikleri her dönemin temel bir tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Tanilli’ye göre bu noktadaki bir diğer mesele de Türkiye’deki anayasa algısıdır. Bu noktada da kitapta Batı demokrasileriyle bir karşılaştırma yapılmıştır.

Avrupa’da Anayasalar, temel olarak yönetici bireylerin asli ilkelere uyup uymadığını gözetecek biçimde saygın ve üstün metinler olarak görülür. Kaldı ki anayasaya aykırı davranışlar şiddetli demokratik tepkilerle karşılaşır ve engellenir. Tanilli bunu; “Anayasalar yaratmaz sadecesaptar” şeklindeki söze atıfta bulunarak özetler. Dolayısıyla “her şeyi anayasadan uman, ona bir çeşit mistik varlık olarak bakan anlayışın gülünçlüğüne” göndermede bulunur. Dikkat edilirse burada Anayasa yönetici erki sınırlayan, frenleyen bir öğe olarak öne çıkarken diğer yandan da amacı devlet iktidarını sınırlandırmak olduğu kadar, bireylerin kendilerini hukuki güvenceye almalarıdır.


KAYNAKÇA

Devlet ve Demokrasi (Anayasa Hukukuna Giriş). 3. Basım. İstanbul: Adam yay., 2002.

İlk basım: Devlet ve Demokrasi. İstanbul: İÜHF Yayını, No: 637, 1981.

Son basım: Devlet ve Demokrasi. İstanbul: Alkım Kitabevi, 2007.



[1] Server Tanilli, Devlet ve Demokrasi (Anayasa Hukukuna Giriş), Adam yay., 3. Bası, 2002

[2] Server Tanilli, Devlet ve Demokrasi (Anayasa Hukukuna Giriş), Adam yay., 3. Bası, 2002, s. 24.

[3] A.g.e., s. 38-39

[4] A.g.e., s. 46

[5] A.g.e., s. 263.

[6] A.g.e., s. 83-110, 143-149, 174-194.

[7] A.g.e., s. 640

[8] A.g.e., s. 83-110.

[9] A.g.e., s. 110.

[10] A.g.e., s. 221 ve 263.

[11] A.g.e., s. 109-110.

[12] A.g.e., s. 110.

[13] A.g.e., s. 29.

[14] A.g.e.,  s. 221.

[15] A.g.e., s. 541.

[16] A.g.e., s. 367-368.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkürler

NAZIM HİKMET'İN KAYIP ŞİİRLERİ 2: "UNUTULAN"

Nazım Hikmet'in kayıp ikinci şiiridir "Unutulan" ... Aslında eski baskı kitaplarında bulunan; ancak son yıllarda yapılan bası...