29 Nisan 2021 Perşembe

GÖSTERGEBİLİM NEDİR?

Göstergebilim (semiotics, semiology), genel olarak göstergeleri ve gösterge dizgelerini inceleyen bir bilim alanıdır. Kuşkusuz bu tanım, göstergebilimin ele aldığı konu ekseninde yapılmış bir tanımdır. Bu anlamda göstergebilimi kullandığı metoda göre de açıklayabiliriz. Buna göre göstergebilim, dilbilimsel metotları nesnelere uygulayan, dil dışı şeyleri (oyunlar, jestler, yüz ifadeleri, ayinler, edebi eserler, müzik vb.) dille yansıtmayı ve dilsel olmayan bütün olguları da “dil”e dönüştürerek açıklamaya çalışan bir disiplindir.

Göstergebilim anlamı, anlam üretimini ve bu süreci inceleyen bir araştırma alanı olarak değerlendirilmektedir. Bu konuyu açıklamadan önce “anlam” kavramı üzerinde durmak gerekiyor. Anlam herhangi bir sembol, metin, logo, bir fotoğraf, bir bina veya bir reklam bildirisi olabilir. Kısaca insanın algılama alanında yer edebilecek her türlü şey “anlam” konusunun kapsamındadır.

Göstergebilim, ağırlıklı olarak 1960’lı yıllardan sonra hızla gelişmeye başlamıştır. Özellikle sanat, iletişim, pazarlama ve reklamcılık alanlarında öne çıkan bu çalışma alanı, bir metindeki anlam birimlerini göstergeler kanalıyla okumak, metinde yer alan kodlara anlam vermek, metafor ve metinlerarası ilişkileri değerlendirmek, açık ya da ima edilen anlamları ortaya koyarak bunların altında yatan ideoloji ve göndermeleri keşfetmede önemli bir işleve sahiptir.

Göstergebilim, dilbilimin içinde doğan bir bilim alanıdır. Günümüzde medya, teknoloji ve yeni iletişim araçlarının gelişmesiyle hızlı bir gelişme kaydederek bağımsız bir bilim dalı haline gelmiştir. Öyle ki pek çok alanda bu kavrama rastlanır hale gelinmiştir. Müzik göstergebilimi, sinema göstergebilimi, mimari göstergebilim vb. İnsanın temel iletişim aracı olan doğal dillerin dışında farklı anlam üreten mekanizmalar da vardır. İnsanoğlunun anlam evrenini kapsayan inanışlar, töreler, davranışlar, reklamcılık, moda, mimarlık, televizyon, sinema, edebiyat, tiyatro, resim ve fotoğraf bunların ilk akla gelenleridir. Göstergebilimin amacı da, işte bu anlam ifade eden unsurları okuyup, yorumlamak ve çözümlemektir. Kuşkusuz bunun sonucunda da tüm bu anlam unsurlarını yeniden yapılandırmaktır.

Göstergebilim, insanın evreni anlamasını sağlayacak yeni kanallar geliştirir. Mehmet Rifat, bu konuda çevresini anlamaya çalışan herkes zaten bir ölçüde ‘gösterge avcısı’dır (1996:18) derken aslında bu yeni kanallara vurgu yapmaktadır.

Peki, insan etrafını nasıl anlamlandırır, anlamı nasıl gerçekleştirir? Kuşkusuz anlamın yorumlanması belli bir süreci zorunlu kılar. Elbette bu süreçte rol oynayan bir dizi etkenden bahsedebiliriz. İçsel süreçte, dış dünyadan edinilen deneyimler, gösterge sistemleri, bellekte oluşan anılar, bilme, kavrama ve idrak alanına toplanır ve bazı şeyleri ima edebilmek için karşıtlıkların belirlendiği alana gider. Bu alanda her şey zıddı ile anlam kazanarak, özel deneyimlerin yorumlanmaları haline dönüşmekte ve daha aşağıda anlam oluşmaktadır (Parsa ve Parsa, 2004: 82).

Hem dilsel hem de dil dışı göstergeleri inceleyen göstergebilimin, en bilinen kurucuları arasında ilk akla gelen ve bu alanın öncüsü sayılan isim Ferdinand de Saussure’dür (1857-1913). Saussure, göstergebilimin toplumsal işlevinine odaklanırken ondan bağımsız ve habersiz çalışmalar yürüten Charles Sanders Peirce (1839-1914) ise göstergebilimin mantıksal işlevine odaklanmıştır. Bu anlamda Saussure ve Sanders göstergebilimin iki öncüsü olarak biri Avrupa Okulu’nun, diğeri ise Amerikan Okulu’nun kurucusu kabul edilir.

Saussure, Genel Dilbilim Derslerinde dilin içkin gerçeğini kavramaya yönelerek onu kendisi olmayan şeylerden ayırmayı amaçlamıştır. Saussure dil yetisine ilişkin görüşlerini şöyle ifade eder: “Tümüyle ele alındığında dil yetisinin pek çok biçime büründüğü karmaşık bir olgular bütünü olduğu görülür. Dil yetisi bir çok alana açılır: Hem fiziksel, fizyolojik ve anlıksal niteliklidir, hem de bireysel ve toplumsal özelliklidir. İnsana ilişkin olguları kapsayan hiçbir bütüne yerleştiremeyiz onu. Çünkü dil yetisinin birliği nasıl ortaya çıkaracağımızı bilemeyiz.”[1]

Saussure, dile ilişkin yapısal çözümlemesi ile sözden yola çıkarak olayı biçimlendiren temel dizge olan dile varmayı amaçlar. Saussure'ün dil ve söz arasında yapmış olduğu ayrım kendinden sonraki dil araştırmalarını da etkilemiş ve dilbiliminin inceleme alanının dil ile sınırlandırılmasına yol açmıştır. Ona göre; “Dil, kavramları belirten bir göstergeler dizgesidir. Onun için de, yazıyla, sağır-dilsiz abecesiyle, simgesel nitelikli kutsal törenlerle, incelik belirtisi sayılan davranış biçimleriyle, askerlerin belirtkeleriyle, vb. karşılaştırabilir. Yalnız, dil bu dizgelerin en önemlisidir.”[2]

Bu anlamda dil ile sözü şu şekilde açıklayabiliriz. Dil belli kurallar çerçevesinde ortaya çıkan bir sistemdir. Mesela başka birinden bir talebimiz varsa dilin herkes için ortak olan kurallarına uymak zorundayız aksi halde bir ortak anlam evreni yaratamayacağımız ya da o evrende buluşamayacağımız için başkalarının bizi anlaması mümkün olmayacaktır. Bu noktada dizge olarak dilin, sözün anlamının olanağını oluşturduğunu ve dile içkin kurallara uyularak dilin anlam evreninde anlamlı dizgeler yakalanabildiği söylenebilir.

GÖSTEREN GÖSTERİLEN İLİŞKİSİ

Dilbilimciler sözcük ya da kelime kavramları yerine "gösterge" terimini kullanırlar. Bu anlamda insanlar kavramlarla düşünür, düşündüklerini de göstergelerle ifade ederler. Ancak, dil göstergeleri, nesne ve kavramların kendisi değillerdir. Dilin birimleri “gösterge”lerdir. Gösterge bir “gösteren”, bir de “gösterilen”den oluşur. Gösterge salt bir ses değil, “işitsel imge”dir. Gösteren fiziksel bir nesne değil, düşünsel-bilişsel bir nesnedir.

Dolayısıyla gösterme ilişkisi, bir işitsel imgeyi (yani göstereni) bir kavrama (yani gösterilene) bağlayan ilişki olarak özetlenebilir. Gösterge dış dünyada bir şeyin anlamlı olarak yerini tutar, ama bu o şeyin kendisi değildir. Yine de anlamı kendi içinde muhafaza eder. Bu noktada şu önemli çıkarıma işaret etmek gerekiyor. Dil için gösteren-gösterilen ilişkisi nedensizdir. Burada doğrudan ya da dolaylı bir bağıntıdan bahsetmek mümkün değildir. Burada anlamın kaynağı tamamen bilinçtir.

Sözgelişi "ELMA" sözcüğünün algıladığımız işitsel imgesi, aklımızda ELMA kavramını uyandırır, ancak gerçek bir ELMAYI değil. Nesnenin bu ilişkide yeri yoktur. Tüm ilişki iki imge arasındadır. Diğer yandan “ELMA” tek tek hiçbir şey ifade etmeyen “E”, “L”, “M” ve “A” harflerinden oluşur. Bu harflerin anlatılan gerçek elma nesnesiyle ilgisi yoktur. Öyle olsaydı her dilde aynı nesne farklı seslerle ifade edilmezdi.

Yapısalcılık bu ilişkiyi karşıtlıklar temelinde ele alır. Dil ve söz gibi karşıtlıklar buna örnek olarak verilebilir. Bu noktada Saussure açısında gösteren ve gösterilen karşıtlığı önemli bir ayrımdır.

Saussure'e göre dilsel yapıların temel öğesi göstergedir. Saussure dil göstergesini bir biçim olan işitim imgesi ile anlam belirleyen bir kavramın birlikte oluşturduğu karmaşık bir bütün olarak tanımlar. Dil göstergesi bir kavramla bir işitim imgesini birleştirir. Göstergeyi oluşturan iki unsurdan işitim imgesi gösteren; kavram ise, gösterilen olarak adlandırılır. Örneğin ağaç sözcüğü gösteren bu sözcüğün zihinde uyandırdığı ağaç kavramı ise gösterilendir; herhangi bir dilde söylenen ağaç sözcüğü ile anlıkta uyandırdığı ağaç kavramı, birlikte ağaç dediğimiz göstergeyi oluştururlar. Dil göstergesindeki zihinsel ve kendilik ilişkisi birbirine bağlıdır.

“Latince arbor sözcüğünün anlamını aradığımızda da, Latince’nin ‘ağaç’ kavramını belirtmek için kullandığı sözcüğü bulmaya çalıştığımızda da ancak dilin onayladığı yaklaştırmaların gerçekliğe uygun düştüğünü görür, tasarlanabilecek başka her türlü yaklaştırmayı bir yana iteriz.”[3]

 



[1] Saussure, Genel Dilbilim Dersleri, s.38

[2] Saussure, Genel Dilbilim Dersleri, s.33-35, 46.

[3] Saussure, Genel Dilbilim Dersleri, s.110 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkürler

NAZIM HİKMET'İN KAYIP ŞİİRLERİ 2: "UNUTULAN"

Nazım Hikmet'in kayıp ikinci şiiridir "Unutulan" ... Aslında eski baskı kitaplarında bulunan; ancak son yıllarda yapılan bası...