2. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde 1939
yılında kaleme alınıp savaşın başlamasıyla ilk gösterimini kendi toprakları
dışında (Zürih’te) yapmış bir oyundur Cesaret Ana ve Çocukları. Brecht, 21. yüzyılın en yenilikçi
yazarlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Kuşkusuz bu yenilikler içinde
adeta adıyla özdeşleşmiş “epik tiyatro”, klasik dramın ötesine geçebilmiş en
önemli yeniliklerin başında gelmektedir.
Açıkçası epik tiyatroyu siyaset ve
ideoloji bağlamından koparmak mümkün değildir. Dolayısıyla hem bu anlayışın
yaratıcıları hem de izleyicilerini belirleyen en önemli unsurun esasen bir
ideolojik kimlik, toplumsal eleştiri gibi noktalar olduğunu belirtmek gerekir.
Bu ideolojik şekillenişin de vazgeçilmez ögesi de kuşkusuz Marksizmdir. Başka
bir deyişle Marksist olmayan bir epik tiyatrodan bahsedilemez.
Brecht, Cesaret Ana adlı oyununda,
evrensel bir konu olan savaşı ele alır. Oyun, aslında milli unsurlar ifade eden
“Otuz Yıl Savaşları” dönemine ışık tutarak esasen evrensel bir konu olan savaş
ve onun yarattığı yıkıma odaklanır. Tüm anlatısını da merkezdeki “Cesaret Ana”
kişisi üzerinden kurar. Oyundaki eylem için Otuz Yıl Savaşları’nı (1618-1648)
seçen yazarın çıkış noktasının, bu savaşın İskandinav tarihi için de Alman
tarihi için de aynı değeri taşıması olduğu belirtilmiştir.[2]
Bana kalırsa oyunun anlattığı Otuz Yıl
Savaşları dönemi bilinçli bir tercihle ile yaklaşan İkinci Dünya Savaşı’nın
yakıcılığı metne yansıtmak ve oyuna temel çıkış noktaları yaratmak açısından
işlevli olarak görülmüş olsa gerek. Dolayısıyla Brecht, Avrupa’yı tahakkümü
altına alan Hitler’in faşist diktatörlüğüne karşı doğrudan bir cephe açmış
oluyor bu eseriyle. Bir taraftan savaş, yıkım, ölüm, din bezirganlığı
anlatılırken, diğer yandan savaştan beslenen iktidarların insanı / toplumları
nasıl felakete ve yoksulluğa sürüklediğini de doğrudan anlatmış olmaktadır.
Cesaret Ana oyunu genel olarak, anne
karakteri Anna Fierling’in Otuz Yıl Savaşları (1624-1636) döneminde hayatta
kalma çabasını ve savaşın onun gözünden ne anlam ifade ettiğini konu alır.
Kuşkusuz Cesaret Ana’nın gözünden çizilen bu tabloda zaman zaman diğer oyun
kişileri açısından da savaşın anlamı ve çelişkileri üzerine de geniş bir yorum
yapılır. Bu geniş çerçevenin bir sebebi de yazarın konuya objektif yaklaşma
çabası ve seyirciyi bunun üzerine düşünmeye sevk etme isteği olduğu
düşünülebilir.
Ana karakter Anna Fierling, savaşta
yiyecek, içki ve öteberi satarak kazanmaktadır. Brecht’in oyun için Otuz Yıl
Savaşlarını seçmesi de yine epik tiyatro yaklaşımına uygundur. Yaklaşmakta olan
bir savaşı konu almaktansa (ki yazar yaklaşan savaşın kapitalizmin Avrupa
üzerine getirdiği en büyük felaketlerden biri olduğuna inanmaktadır) üç yüzyıl
öncesindeki savaşı neden seçmiştir? Burada kuşkusuz izleyici ve okuyucunun
savaşa ve onun yarattığı yıkıma dair, savaşın esasen bir sınıf sorunu olduğuna
dair seyircisini düşündürme isteği olsa gerek.
Seyircinin yaşanan zaman dilimi içinde
yaşadıkları olaylar, yokluklar, çelişkiler aslında her zaman vardı, demek
istemektedir yazar. Öte yanda, böyle eski bir zaman kullanmasının da epik
tiyatronun bir başka özelliğinden kaynaklanmaktadır ki Brecht, oyunu
izleyenlerin gerçek yaşamla özdeşim kurmalarını, onu deneyimlediklerini
düşünmelerini istememiş olabilir. Seçilen coğrafyanın savaşın merkezi olacak
Almanya dışında bir yer olarak seçilmesi de aynı hissi güçlendirmekle ilgili
olduğunu belirtmek gerekir. Kısacası yazar coğrafi sınırların ötesinde
başlangıcı ve ne zaman biteceği belirsiz olan bir savaş sahnesi canlandırmayı
başarmıştır.
Epik tiyatro, temel olarak bilimsel ve
planlanmış bir tiyatro türü olarak değerlendirilmektedir. Bu oyunda
görebildiğim kadarıyla bir iki istisna dışında epik tiyatronun öne çıkan bütün
özellikleri kullanılmıştır. Epik tiyatronun temel amacı ise toplumsal eleştiri
olarak ifade edilebilir. Bu anlamda epik tiyatro, eleştirirken de seyircisinde
olumlu bir farklılık yaratmayı öne çıkarır. Brecht de hedefini bu doğrultuda
çizer. Bunlar da tiyatro yoluyla seyircide adalet ve özgürlük duygularını
harekete geçirmek, seyirciye ideolojik mesajlar vermek vb. olarak
sıralanabilir. Bu amaçlar öne çıktığında tiyatronun didaktik yönünün öne
çıkması haliyle kaçınılmaz olmaktadır. Bu da oyun kişilerinin konuşmalarının
veya diyaloglarının fazlasıyla uzamasını zorunlu kılmaktadır. Cesaret Ana’da da
bu özellikler, özellikle savaşa ilişkin kanı ve yargıların uzun uzun ifade
edildiği diyaloglar ve tartışmalarda karşımıza çıkmaktadır.
Cesaret Ana, doğrudan savaş karşıtı bir
oyun olarak değerlendirilebilir. Cesaret Ana gibi savaşı bir çıkar aracı gibi
gören karakterde bile ne büyük kırılmalar yaratabileceğini, savaşın, çocuk
yaşlı demeden insanları kırıp geçtiğini ve temelde sınıfsal çelişkilerin en
derin kırılmalarının yaşandığı bir panorama şeklinde yansıtır. “Brecht, küçük insanların savaştan
umacakları bir şey yoktur (güçlülerin tersine). Küçük insanlar zaferlerin ve
yenilgilerin bedelim öderler." düşüncesini öne çıkarır, bu düşüncenin
altım çizer.”[3]
Epik tiyatronun diğer önemli bir özelliği
ise yabancılaştırmadır. Bu yolla seyirci oyun boyunca gerçeklik etkisini
yitirmez. Başka bir değişle seyirci oyun izlediğinin farkındadır, seyirciye bir
oyun izlediği sürekli hatırlatılır. Bu durumun en önemli sonucunun seyircinin
sahnedeki kişilerle özdeşim kurmasının engellenmişi olduğu savunulmaktadır. Bu
durumun dramatik ortamda daha nesnel bir zemin yarattığı söylenebilir. Zaten
epik tiyatro da temelde nesnelliği ve karakterle aktörün duygusal anlamda
ayrışmasını hedefler. Bu teknik oyunlarda kullanılan koro, şarkılar, halk
türküleri ve danslarla gerçekleştirilmektedir. Cesaret Ana ve Çocukları’nda
neredeyse tüm sahnelerde bu tip şarkılara rastlayabiliyoruz. Kimi zaman bir
durumu tasvir eden kimi zaman anlatıyı besleyen kimi zaman da sahne
geçişlerinde araç haline gelen bu unsurlarla özdeşim kırılmaktadır. “Wulbern, şarkıların kullanımı için şöyle
der: ‘Bu tarz şarkılar, izleyicinin dengesini değiştirerek, onları
yabancılaştırarak eleştirecek olmalarını sağlayarak dramatik sürekliliğe engel
olur.’ ”[4]
Seyirciye yabancılaştırma yoluyla sahnede
gerçek bir savaş değil, savaşın bir temsilini izlediği anımsatılmaktadır. Bu
şarkılarla anlatılan olay (Cesaret Ana’da anlatılan savaştır) ne denli dehşetli bir olay
olursa olsun, bir temsildir diye fısıldar gibidir. Bunun doğal bir sonucu
olarak da seyirci ile oyun arasına bir mesafe ortaya çıkmaktadır.
Diğer bir yorumla bu teknikle muradın
başta söylediğim temel amaç olan toplumsal eleştirel yaklaşımın geliştirilmesi
olduğunu belirtelim. Bu bağlamda düşünüldüğünde adeta seyirciye nesnel bir
gözle bakıp olgu ya da olayı sorgulamayı, verileni olduğu gibi kabul etmemeyi
öğütlemektedir. Sanki seyirci, gerçek dünyada yaşananların bir karikatürüne
(nesnel bir yansımasına) bakmaktadır. Epik tiyatro bize bunu, yani nerede
olduğumuzu bir an bile unutturmaz.
Okuduğum çeviride oyunun yazılış süreci ve
reji üzerine yazılan notlarda belirtildiği gibi, bir aktörün birden fazla
karakter oynadığı görülmektedir. Diğer yandan oyun epizodiktir. Sahneler
birbirinden bağımsız bölümler gibidir. Birbirini takip etmez, zaten aralarında mutlak
bir bağlantı olmasına da gerek yoktur. Cesaret Ana’da bütün sahnelerde yıllara
yayılan zamansal sıçramalar vardır. Örneğin, ikinci sahne birinci sahneden iki
yıl sonra gerçekleşirken üçüncü sahnedeki olay üç yıl aradan sonra
gerçekleşmiştir. Zamansal atlamalar, aralıklar olayın aksettirilmesi ya da
seyircilere aktarılmasında bir engel teşkil etmemiştir.
Sahneler tek tek incelendiğinde her
birinin adeta birer bağımsız anlatı olduğu görülmektedir. Bütün bunlar da
rastlantısal değil, epik tiyatronun önemli özelliklerinden biridir. Yanı
başında bir dünya savaşı iyiden iyiye kendini hissettirirken Brecht’in Nazi
Almanya’sı yerine uzak bir tarihsel dönemi anlatmayı tercih etmesi de yine
yukarıda bahsettiğimiz yabancılaştırma bağlamında okunmalıdır. Bu durum farklı
yorumlanabileceği gibi epik tiyatro bağlamında düşünüldüğünde seyircinin
özdeşim kurmasına engel olacak bir zaman bariyeri olarak değerlendirilmelidir.
Aksi halde Alman izleyici içinde bulunduğu zamanı anlatan bir eserle, anlatıyla
daha kolay özdeşim kurabilirdi. Böylece oyundaki zaman ve mekanı seyirciye
yabancılaştırılarak onun nesnelliği yakalaması ve duygulardan arınarak
eleştirel bir yaklaşım geliştirmesi desteklenmiş olur.
Oyunun klasik tiyatro anlayışından ayrılan
bir diğer yanı da karakterlerin günlük hayattan ya da tarihten kişiler olarak
değerlendirilmesinin mümkün olmamasıdır. Oyun kişileri, diyaloglardan
anlaşılabileceği kadarıyla gerçekçi bir eğilim taşısalar da bir taraftan bu
gerçeklikten adeta kaçış içindedirler. Bunun en tipik örneklerinden biri, ilk
sahnede, Cesaret Ana’nın kendini ve mesleğini tanıttığı şarkısıdır. Cesaret
Ana’nın şarkısı yabancılaştırma etkisini güçlendirir. Çünkü bu teknikle sahnede
şarkıyı söyleyen oyuncunun Cesaret Ana rolünde olan karakterden farklı olduğu
seyirciye açıkça ifade edilmiş olur. Brecht’in bu tekniğini birçok oyunda
görebilmekteyiz. Özellikle şarkılar yoluyla (aktörlerin sahnede şarkı
söylemeleri sırasında) aktörle canlandırılan karakter keskin bir biçimde farklı
olduklarını ifade etmiş olurlar.
Epik tiyatronun eleştirel bir yaklaşımı
olduğundan hareketle tüm karakterlerin bir biçimde savaşı eleştirmek üzere
konumlandırıldığını belirtebiliriz. Bu eleştirilen merkezinde kuşkusuz her şeye
azami kar ve egemenlik hırsıyla bakan kapitalizme yönelik eleştiriler söz
konusudur. Öyle ki kapitalizmin yarattığı tüm değer yargıları da
sorgulanmaktadır oyunda. Ahlak, onur, namus, erdem hepsi bir terazi kefesinde
yeniden değer biçilmek üzere sorgulanmakta ve aslında kapitalizmin en çıplak
yüzü olan savaşta tüm bu değer yargılarının aslında birer yanılsama olduğunu
göstermektedir. Çünkü savaş öncesinde el üstünde tutulan tüm değer
yargılarının, ahlaki yasaların yerini tek bir yasa almıştır: Hayatta kalmak ve
yaşamını sürdürmek!
***
Oyunun son sahnesinde ciddi bir değişim
olmaz. Cesaret Ana büyük kayıplar ve yıkımlar yaşamıştır. Evlatlarını
kaybetmiştir ancak ciddi bir değişim gözlenmez. Adeta akan bir hayatın içinde
zorunlu bir yolculuktadır ve bu yolun tek anlamı yürümek gibidir. Mesela
özellikle zaman zaman kendisine acıdığını da düşündüğüm dilsiz kızı Kattrin’in
ölümü karşısında dahi oldukça soğukkanlıdır. Zaten oyun boyunca hiçbir zaman bu
soğukkanlılığı kaybetmemiştir. Yaşanan her şey adeta yaşanması gereken gibidir.
Bu konuda aslında Bertolt Brecht oldukça gerçekçi ve tutarlı
değerlendirilebilir. Kaldı ki “Tiyatro
İçin Küçük Organon” adlı yapıtında:
“İnsanlar
bir zamanlar önceden kestirilemeyen doğa afetlerinin karşısında ne durumda
idiyseler, bugün de kendi girişimlerinin karşısında öyle duruyorlar”[5]
derken tam da bu durumu anlatır gibidir.
Oyunun sonunda Cesaret Ana’nın yaptıkları
ve yaşadıkları sonucu klasik tragedyada gördüğümüz bir anagnorisis, (hatasının
farkına varma, aydınlanma) yaşamadığı görülür. Daha önce de başka evlatlarını
yitirdiğinde ya da elindeki her şeyden olduğunda bile büyük bir dönüşüm
yaşamamıştır. Diğer yandan bir pişmanlık belirtisi de göstermemektedir. Bu
durumda epik tiyatronun zaten gerçekçi olma kaygısı taşımadığına gönderme
yapabiliriz. Brecht, Cesaret Ana’nın bu durumu için: “Cesaret Ana trajik tecrübesinden, bir kobay faresinin, alet olduğu bir
deneyden öğrendiğinden daha fazla bir şey öğrenmez.” der.
Oyunda bana kalırsa en güçlü mesajlar aşçı
yoluyla verilmiş gibidir. Aşçı’nın “Büyük Ruhların Şarkısı”nı söylediği sahnede
(s.62-64) bu durum somutlaşır. Bu şarkı
ile en erdemli tarihsel karakterlerin bile erdemlerinin mutlu olmaya yetmediği
anlatılmış gibidir. Dolayısıyla sıradan insanların bu erdemlere sarılmaları da
aptallıktır. Zaten en sonunda da Aşçı bütün erdemleri lanetleyip hatta bu
erdemlerin kendilerini yokluğa ifade ettiğini savunarak “[…] Ama hırsız ve katil olsaydık belki de doyardık. Ahlaksızlık karın
doyurur, erdem değil. Dünya böyle, ama Öyle olmak zorunda değil?” (Cesaret Ana,
s. 64) der. Dünya böyle olabilir; ama bu bir yazgı değil, der gibidir.
Belki de bu sözlerde başka bir dünya düşüne çağıran yazarın mesajı gizlidir.
[1] Bu
çalışmada “Bertolt Brecht, Bütün Oyunları, Çev. A.Cemal vd., Mitos Boytut Yay.
İstanbul, 1997” çevirisi dikkate
alınmıştır.
[2] Bertolt
Brecht, Bütün Oyunları, Çev. A.Cemal vd., Mitos Boytut Yay. İstanbul, 1997,
s.252
[3] Bertolt
Brecht, Bütün Oyunları, Çev. A.Cemal vd., Mitos Boytut Yay. İstanbul, 1997,
s.250
[4] Özlem
Özmen, Epik Tiyatro’nun Öncüsü: Bertolt Brecht ve Cesaret Ana, (http://www.tiyatrodunyasi.com)
[5] B.
Brecht, Tiyatro İçin Küçük Organon, Çev.A. Cemal, Mitos Boyut Yay. s. 44
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz için teşekkürler