6 Temmuz 2020 Pazartesi

HALDUN TANER'DE BRECHT ETKİSİ

Farklı toplumsal kesimlerin farkındalık ve bilinç düzeylerini etkilemek amacıyla 20. yüzyılın başlarında tiyatroda başlayan yeni arayışların en önemlilerinden biri ve belki de en önemlilerinin başında Bertolt Brecht ve onun “epik tiyatrosu” gelmektedir. Brecht’e göre epik tiyatronun temeli insanın etrafında cereyan eden tüm olaylara eleştirel bir gözle bakabilmesiydi. Bunun içinde Brecht çeşitli teknikler kullanmıştır.

Brecht’in tiyatroda kullandığı yöntemlerin başında da yabancılaştırma gelmektedir. Brecht'in birçok oyununda kullandığı bu yöntemle insanların üzerine pek düşünmediği, adeta yanından geçip gittiği birçok olay ya da duruma farklı gözle bakması gerektiğini savlıyordu. Sıradanlıktan ve ataletten uzaklaşarak yeni bir bakış, yeni bir anlam, yeni bir sorgulama ve eleştirme öngören bu teknik, “duygulara esir olmadan, aklı bir kenara itmeden bir çıkarım yaparak” tiyatroyu sadece iyi zaman geçirilen bir zaman diliminden öte eğitici bir saha haline getiriyordu. Kuşkusuz burada bir düzen eleştirisi de vardır. Zaten siyasi eleştiri içermeyen bir Brecht tiyatrosundan da bahsetmek mümkün değildir.


1915 yılında İstanbul’da doğan Haldun Taner’i de derinden etkilemiştir bu sanat anlayışı. 1960’lı yıllarda, Türkiye’ye epik tiyatroyu getirerek, daha sonra da kabare türünün gelişmesine önayak olan Taner, Türk tiyatrosuna bu yönüyle yeni ve güçlü bir soluk getirmiştir.

Haldun Taner de Brecht gibi toplumcu ve iletisi olan oyunlar kaleme aldı. Bu oyunlarda önemli toplumsal eleştiriler yaptı. Ülkedeki çarpıklıkları konu aldı. Her oyununda farklı bir konuyu tartışmaya, izleyiciyi / okuyucuyu bu konu üzerine daha derin düşünmeye sevk etmeye çalıştı. Bunu yaparken de genellikle karşıt düşünce ve anlayışları yansıtacak farklı tiplemelere başvurdu.

“Bazı oyunlarında tiplemeleri grotesk denebilecek kadar uçtaki öğeler ile besler, bazı oyunlarında da olayın kendisini grotesk hale getirir. Bütün bu birikimini dönüp aktardığı yer ise, son derece bizden insanları anlattığı, çok yenilikçi ama hep de bu toprakların geleneğinden beslenen, müthiş sade ve güzel bir Türkçeyle yazılmış, su gibi akıp giden öyküler ve tiyatro oyunları olmuştur.”[1]


HALDUN TANER’İN HAYATININ ANA HATLARI

1960’lar ve 1970’li yıllarda ülkede yaşanan ekonomik darboğaz, kriz, darbeler ve yoksullaşmayla birlikte siyasi hareketlerin de güç ve taraftar kazanmaya başladığına tanık oluyoruz. Sanayi ve imalat sektörlerinin gelişmesi, köyden kente göç olgusu ve bunlarla beraber bir gecekondulaşma süreci…

Haldun Taner bu geçiş süreçlerinde ailesinin de sunduğu imkanların etkisiyle iyi bir eğitim almıştır.  Aile efradının büyük kısmı nitelikli anlamda eğitimli bireylerden oluştuğu ve bunların da doğruda Taner’e etki ettiği söylenebilir. Ancak Haldun Taner’in hayatında en önemli yeri annesi işgal eder.

Eğitim için 1935 yılında gittiği Almanya’da Heidelberg Üniversitesi’nde üç yıl kadar ekonomi ve siyasal bilgiler öğrenimine devam eder. Tam da Avrupa eğitimi sürecinde hayatında bir dönüm noktası yaşanır ve verem hastalığına yakalanır.

Uzun yıllar eve kapanmak zorunda kalır bu hastalık yüzünden. Hayatının bu en zor dönemlerinde edebiyata ve sanata yönelir. Sağlığına kavuştuktan sonra da bu ilgi devam ederek eğilimlerinin yönünü değiştirir. 1943 yılında Edebiyat Fakültesi’ne girer. Bir yandan Alman filolojisi diğer yandan Sanat Tarihi ve Türkoloji bölümlerinden sertifika alır. Hastalık dönemi boyunca skeçler, radyo oyunları ve hikâyeler yazan Taner’in ilk oyunu olan Günün Adamı olarak karşımıza çıkar.

1953 yılında Şehir Tiyatrosu’na da bu oyunu teklif eder. Ancak Adnan Menderes Hükümeti tarafından hoş karşılanmayacağı gerekçesiyle reddedilir. Bu durum (sansür) adeta ünlenmesine vesile olur.

1955 yılında Viyana’ya giderek tiyatro incelemeleri yapar. Özellikle klasik tiyatro ve epik tiyatro ile ilgilenir. Bu alanlarda 700’den fazla oyunu seyrettiği ve tanıma fırsatı buluğu söylenmektedir.


HALDUN TANER VE EPİK TİYATRO

Öncelikle Haldun Taner’in Türk Tiyatro geleneğini iyi anladığını ve bunun üzerine derin araştırma ve okumalar yapmış olduğunu belirtmek gerekiyor. Geleneksel Türk tiyatrosunun kendine özgü birtakım özellikleri itibariyle epik tiyatroyla benzeştiği de bilinen bir gerçektir. Her ikisinin göstermeci bir anlayışa sahip olması, sahnenin yanılsamadan kurtarılması, oyuncu ile seyircilerin iletişim halinde olmaları bu benzerliklerin başında sayılabilir.
Diğer yandan epik tiyatronun politik ve eleştirel yanını denk düşen geleneksel Türk tiyatrosu örnekleri de az değildir. Karagöz’de bunlara fazlasıyla rastlarız.

Geleneksel Türk Tiyatrosu da, epik tiyatroda olduğu gibi parçalı, bölümlerden oluşan bir oyun yapısına sahiptir. Kesintisiz bir zaman akışı ve olay örgüsü yoktur. Tipleştirme ön plandadır, bu da epik tiyatronun gerektirdiği, karakter ile bütünleşmeme, karaktere dışarıdan bakabilme anlayışına hizmet eder. Epik tiyatrodaki anlatıcının varlığı, geleneksel Türk tiyatrosunda köklerini meddahlıkta bulur.

***


GÖZLERİMİ KAPARIM VAZİFEMİ YAPARIM

OYUN KİŞİLERİ
Anlatan
Sütçü
Tabelaları Takan
Gazeteci
Hoca
Efruz
Cemalifer
Vicdani
Polis
Müdür
Refet Paşa
Rejisör
Necla
Meralifer
Çinli
Ali Çetinkaya
Perizat
Baş Gedikli
Asker
Asker
Paşa
33
Sebati Yılmaz
Şemsi Cihan
Daktilo
Lalifer
Hademe
Çarşaflı
Sözcü
Amerikan Patron
Yazı İşleri Müdürü
Gazeteci
Gazeteci
Nilüfer
Memur
Müfettiş Komiser
Arama Subayı
Hikmet
Memur
Bekçi
Sarhoş
Profesör
Asistan




OYUNUN ÖZETİ

Haldun Taner oyununu kısaca şu şekilde özetlemiştir: “Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım’ın ana teması bir yanlış koşullandırma. Oyunun ekseni küçük ezik bir adam. Kapsadığı süre, yakın tarihimizin yetmiş yılı. Dekoru, Türkiye ve Yakındoğu haritası. 12 Mart’tan 31 Mart’a kadar oynanan siyasi oyunların zengin arka fonu önünde, çeşitli dönemlerin, çeşitli koşullandırma evrelerinin kurbanı bir küçük, bir ezik adamın acı komedyasını izliyoruz. On beş tablo boyunca. Oyun, ilk kez 1964-1965 yılları tiyatro sezonunda şuanda İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun oyunlarını da oynadığı İstanbul Taksim’deki Küçük Sahne'de Ulvi Uraz Tiyatrosu tarafından Ulvi Uraz yönetmenliğinde sahnelenmiştir. Gerek biçim ve gerek teknik olarak ele alındığında, geleneksel Türk seyirlik oyunları ile benzerlikler gösteren Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım’ın ilk sahneye konulduktan on yıl sonra Taner, oyun üzerinde tarihsel-toplumsal değişiklikler yaparak yapıtını bir kez daha gözden geçirmiş ve Vicdani’nin serüvenini 12 Mart olaylarına kadar getirmiş, oyuna ilk oynanışta olmayan yeni tablolar katmıştır.” (Taner 2015, s,18)

Oyun, toplumsal çıkarları kendi menfaatleri üzerinde çıkaramayan farklı kesimlerden insanları sade ve abartısız bir biçimde eleştirmektedir. Başka bir deyişle devletin imkânlarını sömürenler ve devlete koşulsuz itaat edenler arasındaki dengesizliği konu alır.

Diğer yandan özellikle ülkenin toplumsal gelişimine Meşrutiyet’ten 60’lı yıllara kadar ışık tutar. Göstermeci bir üslupla kaleme alınan oyunda oyunculuklar olabildiğince abartılıdır. Bu anlamda oyun kişileri sıradan ve basit özellikler taşımazlar. Her oyun kişisi farklı bir anlayışı temsil eder.

Yazarın asıl amacının kişilerin çatışmasından öte anlayışların çatışması şeklinde formüle edilebilir. Bu anlamıyla oyun kişilerinin karikatürize edilip bahsi geçen anlayışlara vurgu yapıldığı söylenebilir.
Oyunda önemli iki karakter olarak Vicdani ile Efruz karşımıza çıkar. Aslında oyun bu iki çocukluk arkadaşının hikâyesi üzerinden şekillenir. Birbirine zıt bu tiplerden Vicdani, ne kadar iyi niyetli, iyi kalpli, kötülük düşünmeyen ve safsa, Efruz da bir o kadar avanta peşinde koşan, laf cambazı, yalancı ve riyakâr bir kurnazdır. Oyun boyunca Vicdani ve Efruz toplumun iyi ve kötü yanlarını yansıtacak biçimde konumlandırılırlar.

SONUÇ
Bu oyun, toplumsal mesajları etkili bir dil ve anlatımla, okuyucuyu sıkmayacak ve hatta eğlendirecek biçimde sunan bir oyundur. 
Dozunda bir mizahla örülen bu oyun aynı zamanda yakın tarihimize de kara mizahla ışık tutuyor. Yakın siyasi tarihte yaşananlara ışık tutarken bir yandan da Türkiye toplumundaki kemikleşmiş önyargılara, kusurlara ve bozukluklara eleştiri getiren sarsıcı bir oyun. Yazar anlatım tarzından seçtiği konuya kadar her dönemde ve her toplumda yaşanabilecek bir gerçeğe işaret ederken bunu öyle etkili bir dille kurmuş ki hangi dönemde okunur ya da sergilenirse etkisinden bir şey kaybetmeyecek gibidir. Kuşkusuz oyunlaştırmada ortaya çıkan zaafları bu açıklamanın dışında bırakmak gerekiyor.


[1] Sinan GÜNDOĞDU, Brehct’in Epik Tiyatrosu ve Haldun Taner Tiyatrosu, YL Tezi, İstanbul, 2017, s. 5.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkürler

NAZIM HİKMET'İN KAYIP ŞİİRLERİ 2: "UNUTULAN"

Nazım Hikmet'in kayıp ikinci şiiridir "Unutulan" ... Aslında eski baskı kitaplarında bulunan; ancak son yıllarda yapılan bası...