Brecht’in tiyatroda
kullandığı yöntemlerin başında da yabancılaştırma gelmektedir. Brecht'in birçok
oyununda kullandığı bu yöntemle insanların üzerine pek düşünmediği, adeta
yanından geçip gittiği birçok olay ya da duruma farklı gözle bakması
gerektiğini savlıyordu. Sıradanlıktan ve ataletten uzaklaşarak yeni bir bakış,
yeni bir anlam, yeni bir sorgulama ve eleştirme öngören bu teknik, “duygulara
esir olmadan, aklı bir kenara itmeden bir çıkarım yaparak” tiyatroyu sadece iyi
zaman geçirilen bir zaman diliminden öte eğitici bir saha haline getiriyordu.
Kuşkusuz burada bir düzen eleştirisi de vardır. Zaten siyasi eleştiri içermeyen
bir Brecht tiyatrosundan da bahsetmek mümkün değildir.
1915 yılında İstanbul’da doğan
Haldun Taner’i de derinden etkilemiştir bu sanat anlayışı. 1960’lı yıllarda,
Türkiye’ye epik tiyatroyu getirerek, daha sonra da kabare türünün gelişmesine
önayak olan Taner, Türk tiyatrosuna bu yönüyle yeni ve güçlü bir soluk
getirmiştir.
Haldun Taner de Brecht gibi toplumcu
ve iletisi olan oyunlar kaleme aldı. Bu oyunlarda önemli toplumsal eleştiriler
yaptı. Ülkedeki çarpıklıkları konu aldı. Her oyununda farklı bir konuyu
tartışmaya, izleyiciyi / okuyucuyu bu konu üzerine daha derin düşünmeye sevk
etmeye çalıştı. Bunu yaparken de genellikle karşıt düşünce ve anlayışları
yansıtacak farklı tiplemelere başvurdu.
“Bazı oyunlarında tiplemeleri grotesk denebilecek kadar uçtaki
öğeler ile besler, bazı oyunlarında da olayın kendisini grotesk hale getirir.
Bütün bu birikimini dönüp aktardığı yer ise, son derece bizden insanları anlattığı,
çok yenilikçi ama hep de bu toprakların geleneğinden beslenen, müthiş sade ve
güzel bir Türkçeyle yazılmış, su gibi akıp giden öyküler ve
tiyatro oyunları olmuştur.”[1]
HALDUN
TANER’İN HAYATININ ANA HATLARI
1960’lar
ve 1970’li yıllarda ülkede yaşanan ekonomik darboğaz, kriz, darbeler ve
yoksullaşmayla birlikte siyasi hareketlerin de güç ve taraftar kazanmaya
başladığına tanık oluyoruz. Sanayi ve imalat sektörlerinin gelişmesi, köyden
kente göç olgusu ve bunlarla beraber bir gecekondulaşma süreci…
Haldun
Taner bu geçiş süreçlerinde ailesinin de sunduğu imkanların etkisiyle iyi bir
eğitim almıştır. Aile efradının büyük
kısmı nitelikli anlamda eğitimli bireylerden oluştuğu ve bunların da doğruda
Taner’e etki ettiği söylenebilir. Ancak Haldun Taner’in hayatında en önemli
yeri annesi işgal eder.
Eğitim
için 1935 yılında gittiği Almanya’da Heidelberg Üniversitesi’nde üç yıl kadar
ekonomi ve siyasal bilgiler öğrenimine devam eder. Tam da Avrupa eğitimi
sürecinde hayatında bir dönüm noktası yaşanır ve verem hastalığına yakalanır.
Uzun
yıllar eve kapanmak zorunda kalır bu hastalık yüzünden. Hayatının bu en zor
dönemlerinde edebiyata ve sanata yönelir. Sağlığına kavuştuktan sonra da bu
ilgi devam ederek eğilimlerinin yönünü değiştirir. 1943 yılında Edebiyat Fakültesi’ne
girer. Bir yandan Alman filolojisi diğer yandan Sanat Tarihi ve Türkoloji bölümlerinden
sertifika alır. Hastalık dönemi boyunca skeçler, radyo oyunları ve hikâyeler
yazan Taner’in ilk oyunu olan Günün Adamı olarak karşımıza çıkar.
1953
yılında Şehir Tiyatrosu’na da bu oyunu teklif eder. Ancak Adnan Menderes
Hükümeti tarafından hoş karşılanmayacağı gerekçesiyle reddedilir. Bu durum
(sansür) adeta ünlenmesine vesile olur.
1955
yılında Viyana’ya giderek tiyatro incelemeleri yapar. Özellikle klasik tiyatro
ve epik tiyatro ile ilgilenir. Bu alanlarda 700’den fazla oyunu seyrettiği ve tanıma
fırsatı buluğu söylenmektedir.
HALDUN TANER VE EPİK TİYATRO
Öncelikle
Haldun Taner’in Türk Tiyatro geleneğini iyi anladığını ve bunun üzerine derin
araştırma ve okumalar yapmış olduğunu belirtmek gerekiyor. Geleneksel Türk tiyatrosunun
kendine özgü birtakım özellikleri itibariyle epik tiyatroyla benzeştiği de
bilinen bir gerçektir. Her ikisinin göstermeci bir anlayışa sahip olması,
sahnenin yanılsamadan kurtarılması, oyuncu ile seyircilerin iletişim halinde
olmaları bu benzerliklerin başında sayılabilir.
Diğer
yandan epik tiyatronun politik ve eleştirel yanını denk düşen geleneksel Türk
tiyatrosu örnekleri de az değildir. Karagöz’de bunlara fazlasıyla rastlarız.
Geleneksel
Türk Tiyatrosu da, epik tiyatroda olduğu gibi parçalı, bölümlerden oluşan bir
oyun yapısına sahiptir. Kesintisiz bir zaman akışı ve olay örgüsü yoktur.
Tipleştirme ön plandadır, bu da epik tiyatronun gerektirdiği, karakter ile
bütünleşmeme, karaktere dışarıdan bakabilme anlayışına hizmet eder. Epik tiyatrodaki
anlatıcının varlığı, geleneksel Türk tiyatrosunda köklerini meddahlıkta bulur.
***
GÖZLERİMİ KAPARIM VAZİFEMİ YAPARIM
OYUN KİŞİLERİ
Anlatan
Sütçü
Tabelaları
Takan
Gazeteci
Hoca
Efruz
Cemalifer
Vicdani
Polis
Müdür
Refet
Paşa
Rejisör
Necla
Meralifer
Çinli
Ali
Çetinkaya
Perizat
Baş
Gedikli
Asker
Asker
Paşa
33
|
Sebati
Yılmaz
Şemsi
Cihan
Daktilo
Lalifer
Hademe
Çarşaflı
Sözcü
Amerikan
Patron
Yazı
İşleri Müdürü
Gazeteci
Gazeteci
Nilüfer
Memur
Müfettiş
Komiser
Arama
Subayı
Hikmet
Memur
Bekçi
Sarhoş
Profesör
Asistan
|
OYUNUN
ÖZETİ
Haldun
Taner oyununu kısaca şu şekilde özetlemiştir: “Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım’ın
ana teması bir yanlış koşullandırma. Oyunun ekseni küçük ezik bir adam. Kapsadığı
süre, yakın tarihimizin yetmiş yılı. Dekoru, Türkiye ve Yakındoğu haritası. 12
Mart’tan 31 Mart’a kadar oynanan siyasi oyunların zengin arka fonu önünde,
çeşitli dönemlerin, çeşitli koşullandırma evrelerinin kurbanı bir küçük, bir
ezik adamın acı komedyasını izliyoruz. On beş tablo boyunca. Oyun, ilk kez
1964-1965 yılları tiyatro sezonunda şuanda İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun oyunlarını
da oynadığı İstanbul Taksim’deki Küçük Sahne'de Ulvi Uraz Tiyatrosu tarafından
Ulvi Uraz yönetmenliğinde sahnelenmiştir. Gerek biçim ve gerek teknik olarak
ele alındığında, geleneksel Türk seyirlik oyunları ile benzerlikler gösteren Gözlerimi
Kaparım Vazifemi Yaparım’ın ilk sahneye konulduktan on yıl sonra Taner, oyun
üzerinde tarihsel-toplumsal değişiklikler yaparak yapıtını bir kez daha gözden geçirmiş
ve Vicdani’nin serüvenini 12 Mart olaylarına kadar getirmiş, oyuna ilk oynanışta
olmayan yeni tablolar katmıştır.” (Taner 2015, s,18)
Oyun,
toplumsal çıkarları kendi menfaatleri üzerinde çıkaramayan farklı kesimlerden
insanları sade ve abartısız bir biçimde eleştirmektedir. Başka bir deyişle
devletin imkânlarını sömürenler ve devlete koşulsuz itaat edenler arasındaki
dengesizliği konu alır.
Diğer
yandan özellikle ülkenin toplumsal gelişimine Meşrutiyet’ten 60’lı yıllara
kadar ışık tutar. Göstermeci bir üslupla kaleme alınan oyunda oyunculuklar
olabildiğince abartılıdır. Bu anlamda oyun kişileri sıradan ve basit özellikler
taşımazlar. Her oyun kişisi farklı bir anlayışı temsil eder.
Yazarın
asıl amacının kişilerin çatışmasından öte anlayışların çatışması şeklinde
formüle edilebilir. Bu anlamıyla oyun kişilerinin karikatürize edilip bahsi
geçen anlayışlara vurgu yapıldığı söylenebilir.
Oyunda
önemli iki karakter olarak Vicdani ile Efruz karşımıza çıkar. Aslında oyun bu iki
çocukluk arkadaşının hikâyesi üzerinden şekillenir. Birbirine zıt bu tiplerden Vicdani,
ne kadar iyi niyetli, iyi kalpli, kötülük düşünmeyen ve safsa, Efruz da bir o
kadar avanta peşinde koşan, laf cambazı, yalancı ve riyakâr bir kurnazdır. Oyun
boyunca Vicdani ve Efruz toplumun iyi ve kötü yanlarını yansıtacak biçimde
konumlandırılırlar.
SONUÇ
Bu oyun, toplumsal
mesajları etkili bir dil ve anlatımla, okuyucuyu sıkmayacak ve hatta
eğlendirecek biçimde sunan bir oyundur.
Dozunda bir
mizahla örülen bu oyun aynı zamanda yakın tarihimize de kara mizahla ışık tutuyor.
Yakın siyasi tarihte yaşananlara ışık tutarken bir yandan da
Türkiye toplumundaki kemikleşmiş önyargılara, kusurlara ve bozukluklara
eleştiri getiren sarsıcı bir oyun. Yazar anlatım tarzından seçtiği konuya kadar
her dönemde ve her toplumda yaşanabilecek bir gerçeğe işaret ederken bunu öyle
etkili bir dille kurmuş ki hangi dönemde okunur ya da sergilenirse etkisinden
bir şey kaybetmeyecek gibidir. Kuşkusuz oyunlaştırmada ortaya çıkan zaafları bu
açıklamanın dışında bırakmak gerekiyor.
[1] Sinan
GÜNDOĞDU, Brehct’in Epik Tiyatrosu ve Haldun Taner Tiyatrosu, YL Tezi,
İstanbul, 2017, s. 5.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz için teşekkürler