“Ve Sara dedi: Allah beni güldürdü, her işiten benimle beraber gülecektir”[1]
Eski Ahit’ten bu yana gülme bir biçimde
sözün ya da metnin konusu olagelmiştir. Bunun en eski örneği Tevrat’ta
anlatılan ve İshak’ın doğumunu anlatan hikayede karşımıza çıkmaktadır. Sara’nın
oğlu İshak, döllenmeden doğmamıştır. Tanrı, Sara’ya dokunmuş ve bu aşkın
dokunuştan İshak doğmuştur. Bunun karşısında Sara, duygusunu gülme ile açığa
vurur. Bu yaratımdan duyulan büyük kıvancın yansımasıdır aslında. Öte yandan
Sara, burada gülmenin belki de en önemli boyutuna vurgu yapar. Gülmenin
toplumsallığı ve bulaşıcılığına...
İnsanın düşünmesi, alet yapması nasıl ki
onu diğer canlılardan ayıran özelliklerdense en az bunlar kadar önemli bir
başka özelliği daha vardır: gülmek. Gülmek,
İnsanın, hoşuna giden ya da tuhaf bulduğu olaylar, durumlar karşısında açığa
vurduğu duygu olarak tarif edilmektedir.[2]
Kuşkusuz gülmenin
olmadığı bir toplumsal yaşamdan bahsedilemez. İnsan olumlu bulduğu, hoşuna
giden ya da kendisini sevindiren durumlarda çoğu kez tepkisini gülümseme ile
ortaya koyar. İnsan kimi zaman sevinçten, kimi zaman sinirden gülebilir. Öyle
ki bazen korkumuzu bastırmak adına güleriz. Dolayısıyla gülme sağlıklı bir
insan tepkisi olarak çeşitli durumlara gösterilen bir tepki, cevap ya da tutum
olarak da görülebilir.
Gülmenin tarihi incelendiğinde bize kaynaklık edecek
en eski metinler arasında kuşkusuz dinsel metinler gelmektedir. Bu metinlerde gülmenin anlamı ve işlevi kuşkusuz
farklılık arz etmektedir. Bu gülmeye insanoğlunun atfettiği anlam
farklılıklarıyla ilişkilidir.
Çalışmamızın birinci bölümünde Eski Ahit (Tevrat) ve
Yeni Ahit’te gülmenin örnekleri üzerinden bu eylemin nasıl oluştuğuna ve
işlevine dair çıkarsamalar yapmaya çalıştım. Aynı şekilde 2. Bölümde de Kuranı
Kerim’de gülmeyi analiz ettikten
sonra bu eylemin farklı inanışlarda farklılıklar arz edip etmediğini,
işlevselliği üzerinden irdelemeye çalıştım.
BÖLÜM
-1:
ESKİ AHİT’TE “GÜLME”
“‘Karın
Sara nerede?’ diye sordular. İbrahim ‘Çadırda’ diye cevap verdi. Onlardan biri,
‘Gelecek yıl bu vakit geri geldiğimde karın Sara’nın bir oğlu olacak!’ dedi. O
sırada Sara, adamın arkasında bulunan çadırın girişinde onları dinliyordu.
İbrahim ve Sara yaşça ilerlemiş, ihtiyarlamışlardı. Sara âdetten kesilmişti. Bu
nedenle Sara için için gülerek, “Bu yaştan sonra, üstelik efendim de böylesine
yaşlanmışken, bu sevinci nasıl tadarım?” diye düşündü. O zaman Yehova İbrahim’e
şunu söyledi: “Sara ‘Bu yaştan sonra çocuk doğurmam olacak şey mi?’ diyerek
neden güldü? Yehova için imkânsız bir şey var mı? Belirlenen vakitte, gelecek
yıl bu zamanda yanına döndüğümde Sara’nın bir oğlu olacak.” Fakat Sara
“Gülmedim!” diyerek inkâr etti, çünkü korkuyordu. O ise “Hayır, güldün!” dedi.[3]
Anlam bağlamı daha iyi anlaşılsın diye
yaptığımız bu uzun alıntı, Eski Ahit’te (Tevrat) gülmeye ilişkin ilk örneği
ifade etmektedir. Kutsal metinlerin dikkate alınırsa tarihte ilk gülen bireyin
bir kadın olduğu görünüyor. Hem de ilahi bir irade karşısında ve onu alaya
alırcasına!.. Bu cüretkar gülüş, gerçeği ters yüz eden ilahi elin altında
parçalanıp kontrol altına alınsa da ontolojik varlığı dahi bizlere kadının
toplumsal rolüne ve gülmeye dair önemli çıkarımlar yapabilme imkanı
sunmaktadır.
En eski kutsal metinlerden olan Tevrat’ta geçen
“Sara” sözcüğü “prenses” anlamına gelmekle birlikte İbrani dilindeki “gülmek”
mastarından türetildiğini ifade edilmektedir. Anlatıya göre Sara’nın oğlu ve
İsrailoğulları’nın atası kabul edilen İshak peygamberin adının anlamının da
“güler” olması etimolojik kaynakların da bizlere bu konuda çok sayıda veri sunabileceğine
işaret etmektedir.[4]
GÜLME
VE EGEMENLİK
İncelediğimiz metinlerde “gülme”,
çoğunlukla bir iktidar aracı olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada gülen gülünen
karşısında mutlak bir egemenlik kurmuş gibidir. Ancak bazı durumlarda gülen
taraf bir farkındalık içinde olmadığı için ya da Tanrısal bilgelikten uzak
olduğun için zaaflı tasvir edilmiştir.
Bazen de gülme – özellikle alay yollu
gülme- mutlak egemenlik karşısında bir başkaldırı gibi de konumlanabilmektedir.
Kitabı Mukaddes’in bir başka bölümünde tam da bu biçimde bir gülmeye
rastlıyoruz.
Yaşlılığının verdiği özgüven ve aynı
zamanda geçkin yaşına rağmen, ilahi bir elin yardımıyla çocuk sahibi olan Sara,
eşi İbrahim’in bir diğer cariyesi olan Hacer’le aynı evde yaşamaktadır.
Hacer’in de İbrahim’den bir çocuğu vardır. Ama bilindiği üzere bu iki kadın
arasında amansız bir rekabet vardır. Bu kadınlar türlü yollarla birbirlerine
karşı egemenlik kurmak isterler. Sara, hem “ilahi güçlerin yardımı” hem de “yaşının
verdiği olgunlukla daha güçlü görünmektedir.
Ancak bu güce karşı Hacer’in gülüşü bu iktidarı parçalamaya bu egemenlik
ilişkisini tersine çevirmeye yeter. Kuşkusuz yaşça Sara’dan daha genç ve
muhtemelen güzel olan Hacer’in bu güç denemesi yine bir gülüşle karşımıza
çıkar. Bunu sezen Sara bahsi geçen gülüş karşısında harekete geçerek,
egemenliğini tesis etmeyi hedefler:
“İshak’ın
(Sara’nın oğlu- bn-) sütten kesildiği günde, İbrahim büyük bir ziyafet yaptı.
Ve Sara Mısırlı Hacar’ın İbrahim’e doğurmuş olduğu oğlunun güldüğünü gördü. Ve
İbrahim’e dedi: Bu cariyeyi ve oğlunu dışarı at; çünkü bu cariyenin oğlu benim
oğlumla, İshak’la, beraber mirasçı olmayacaktır.”[5]
Burada gülme eylemini her ne kadar bir
çocuk (Hacer’in oğlu) gerçekleştirmiş olsa da bu eylem Hacer’e atfedilmiş
gibidir. Gülme eyleminden dolayı kadın ve çocuğun cezalandırılması bunu
kanıtlar niteliktedir. Bunun için de karşılık (ceza) her ikisine birden
verilecektir. Ve zaten anlatıya göre de Hacer ile oğlu bu olaydan sonra adeta
sürgün edileceklerdir. Hem de İbrahim’in eliyle!
***
“Yahuda ile Tamar” hikâyesinin anlatıldığı
bir başka bölümde ise gülme şu biçimde karşımıza çıkar. Farkında olmadan dul
geliniyle birlikte olan Yahuda, birlikte olduğu (ve fahişe sandığı) kadını aramaya
girişir ama sonuç alamaz. Bunun üzerine: "Varsın
eşyalar onun olsun, dedi, kimseyi kendimize güldürmeyelim. Ben oğlağı
gönderdim, ama sen kadını bulamadın."[6]
Tevrat’ın “Tarihler” bölümünde “Fısıh
Bayramı”nın anlatıldığı bir bölümde gülme şu şekilde ortaya çıkar: “Ulaklar Efrayim ve Manaşşe bölgelerinde
Zevulun'a dek kent kent dolaştılar. Ne var ki, halk gülerek onlarla alay etti.”[7]
Aynı şekilde “Eyüp Kitabı” bölümünde de büyük felaketler yaşayan bir adam (Eyüp)
ve onun çektiği ıstırablar anlatır. Kitap’ta her şeyini yitiren ve üstüne
üstlük amansız bir hastalığa yakalanan Eyüp felaketlere karşı duruşu, üç
arkadaşıyla (üç dostu -Temanlı Elifaz, Şuahlı Bildat, Naamalı Sofar) karşılıklı
konuşmasıyla anlatılır. Burada gülmenin farklı biçimleriyle karşılaşırız.
(Elifaz
-bn-): “Yıkım gelince
korkmayacaksın. Yıkıma, açlığa gülüp geçecek, Yabanıl hayvanlardan
ürkmeyeceksin.”[8]
Görüldüğü üzere burada gülme, krizler karşısında bir sakin ruh halini ifade
etmektedir. Dikkat edilirse bu gülme, bir kişiye karşı değil, olay karşısında
takınılan bir tutum olarak ortaya çıkmıştır. İlk bölümde her ne kadar gülmeyi
bir toplumsal etkinlik olarak nitelesek de burada toplumsal bir bireyin
yaşadıklarını gülme yoluyla içsel bir dönüşüme uğratma çabası bu gülüşü daha
özel kılmaktadır.
Aynı bölümde görülen bir başka örnek ise
şöyledir:
(Bildat –bn-) “Tanrı kusursuz insanı reddetmez, Kötülük edenlerin
elinden tutmaz. O senin ağzını yine gülüşle, Dudaklarını sevinç haykırışıyla
dolduracaktır.”[9]
Bu
örnekte ise “gülme” sabır ve tevekkül sonucu verilen tanrısal bir ödül olarak
görülmektedir.
Aynı bölümün bir başka örneğinde gülmenin
bildik bir anlamıyla “alaya alma” manasıyla karşılaşıyoruz. (Eyüp –bn-) "Gülünç oldum dostlarıma, Ben ki, Tanrı 'ya yakarırdım, yanıtlardı
beni. Doğru ve kusursuz adam gülünç oldu.”[10]
TANRI
GÜLÜŞÜ
Mezmurlar Kitabı’nda ise “Tanrı gülüşü” ile karşı karşıya
geliyoruz. İlginç olan mutlak egemenlik gücüne sahip bir varlığın, Tanrının,
gülmeyi araçsallaştırılması ilginç bir örnek olarak ortaya çıkmaktadır.
“Göklerde
oturan Rab gülüyor, Onlarla eğleniyor. Sonra öfkeyle uyarıyor onları, Gazabıyla
dehşete düşürüyor ve ‘Ben kralımı Kutsal dağım Siyon'a oturttum’ diyor.”[11]
Burada
gülme tanrının egemenliğini kurmasında bir araç olurken bu gücü öfke ile
perçinlemektedir. Önce alay sonra korku, ortaya Tanrısal vasfın tezat ama
birbirini destekleyen boyutları çıkıyor. Kuşkusuz gücü sonsuz olan bir varlığın
gülmeyi bir araç olarak seçip, egemenliği altındakilere bu yolla tahhakküm
kurmaya çalışması, Tanrısallığa insani bir vasıf (gülme) atfedilmesi anlamına
geldiği için, bir zaaf olarak da değerlendirilebilir. Lakin bu zaaf öfkeyle
birlikte hemen ortadan kaldırılmış görünüyor.
Aynı bölümün devamında benzer bir gülme
biçimi daha görülür: “Ama Rab kötüye
güler, Çünkü bilir onun sonunun geldiğini.”[12]
İfadesiyle de yukarıdaki yargımız desteklenir. Burada Tanrı bilmenin verdiği
güç avantajıyla “egemenliği altındaki” insanlara gülerek onlardan daha
yukarıda, hâkimiyet alanı bakımından daha güçlü konumda olduğunu ispat eder
gibidir. Devamında benzer bir ifadeyle daha karşılaşırız: “Ama sen onlara gülersin, ya Rab, Bütün uluslarla eğlenirsin.” Bir
önceki örnekte sadece “kötüler” üzerinde egemenlik kurma aracına dönüşen
gülmenin kapsama alanının genişleyerek “bütün
ulusları” etkisi altına alan bir araca dönüştüğü, hatta cezalandırma
aracından çok biraz daha aşağılayıcı bir form aldığı görünmektedir.
GÜLMENİN
KARŞITI
Gülmenin karşıtı nedir? Öfke mi, acı mı,
üzüntü mü? Kuşkusuz gülme, bağlamları değiştikçe farklı anlamlar kazandığına
göre gülmenin karşıtı da o anlam bağlamına göre farklılık arz edecektir. Bu
yönüyle gülme, incelediğimiz dinsel metinlerde çok sayıda anlam bağlamında
çıkmaktadır karşımıza. Ancak ilerleyen bölümlerde inceleyeceğimiz Kuran’dan
farklı olarak sadece insana özgü bir davranış ya da eylem olarak değil, kimi
zamanda ilahi güce, Tanrı’ya ait bir davranış biçimi olarak da gülme ile
karşılaşıyoruz.
Tevrat’ın Süleyman’nın Özdeyişleri bölümünde bu
bakımdan gülmenin farklı bir boyutunu görürüz. Burada karşıtlık içinde sunulan
gülme, “mutluluk” anlamında kullanılmıştır.
Dolayısıyla karşıtı da acı ve mutsuzluk
biçiminde yorumlanabilir. Hatta gülme ile yürek sızısının iç içe oluşu, bize
duygusal yoğunluklar arasındaki geçişkenliğe dair ipuçları sunuyor gibidir:
“Gülerken
bile yürek sızlayabilir, Sevinç bitince acı yine görünebilir.”[13]
Belki de gülmenin işlevine bakmak da bize
bu konuda yol gösterici olabilir. Yine Süleyman’nın
Özdeyişleri kitabının bir başka yerinde gülmenin işlevine dair bir ifade
vardır: “Gülen gözler yüreği sevindirir,
İyi haber bedeni ferahlatır.”[14]
Gülmenin, iyileştiren ve sağaltan işlevine dair açık bir örnek gibi
görünüyor bu ifade.
Başka bir bölümde gülmenin sağaltıcı yönü
daha da ileriye taşınır:“Kralın yüzü
gülüyorsa, yaşam demektir. Lütfu son yağmuru getiren bulut gibidir.”[15]
İfadesinde gülümseme ile yaşam arasında bir özdeşlik kurulur. Bu da
sonradan gülmeye atfedilen delilik sıfatını bozuma uğratıyor gibidir. Çünkü
gülme bir hastalık haline değil “yaşama”
işaret etmektedir.
Dinsel metinlerdeki karşıtlıklar ve
tutarsızlıklar aslında gülme bağlamıyla ele alındığında elimizde hayli bir
malzeme olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü aynı bölümün içinde bu sefer gülme tam
karşıt bir manada ifade edilmiştir:
“Göz
kırpmak düzenbazlığa, Sinsi gülücükler kötülüğe işarettir.”[16]
Biraz önce yaşama, esenliğe işaret eden
gülme birden boyut değiştirip hastalıklı bir anlayışa bürünmüştür. Yukarda
verdiğimiz örnekte de, “tanrısal gülüş” aslında bilmekten ileri gelen, bilmenin
övüncüne denk düşen bir “sinsiliğe”,
yani tam da burada tarif edilen bir gülmeye denk gelmektedir. Öyleyse bu sinsice gülüşün sahibi de kötü değil
midir?
GÜLME
VE DELİLİK
Gülmenin bulaşıcı olduğu söylenir. Çok
tezat hallerde, olmadık yer veya durumlarda insanların kahkaha tufanına
tutulduğuna hepimiz tanık olmuşuzdur. Hatta bu kahkahaların bulaşıcı bir
biçimde etraftaki insanları da etkileyip bu akışa kattığı görülür. İnsanlar bu
durumu çoğu kez “sinirlerim bozuldu” şeklinde tarif ederler. Ama çoğunlukla bir
dengesizlik hali olarak görülen bu durumun tarihte de pek çok örneği vardır.
Abderalılar, çok sevdikleri halde tuhaf
davranışlar sergileyen ve sürekli gülen filozofları Demokritos’u gördükçe,
hasta olduğunu, hatta delirdiğini düşünüp onun bu derdine çare aramaya
girişirler. Her ne kadar bugün böyle durumlarda gülenler deli damgası yemese de
pek de hoş karşılandıkları söylenemez.
Olumsuz bir durumda bir kahkaha atmak pek
de alışıldık olamayan bir durum değildir. “Gerçek bilgelik, deliliktir. Öteki
görüşe göre ise kendini bilge sanmak, gerçek deliliktir.” Diyen Erasmus’un
Deliliğe Övgü yapıtında, gülmece türündeki yapıtlara egemen olan görüşleri
açıklarken öncelikle bilgelikle deliliğe vurgu yapması da bundan ileri geliyor
olsa gerek![17]
Eski Ahit’in “Vaiz” adlı bölümünde bu sefer bir vaizin algı dünyasından gülmeye
ilişkin böylesine bir tarifle karşılaşırız. Gülme ile delilik arasında bir bağ
kurar Vaiz: “Kendi
kendime, ‘Gel, zevki tat. İyi mi, değil mi, gör’ dedim. Ama gördüm ki, o da
boş. Gülmeye, ‘Delilik’, zevke, ‘Ne işe yarar?’ dedim”[18]
Hippokrates, “Gülmeye ve Deliliğe Dair”
adlı yapıtında “Gülme” ile “delilik”i reddeden bugünkü toplum anlayışının
karşısına “bilgeliğin taşıyıcısı olan bir gülüşü” koyar. Aslında Hippokrates, bilge
insanın kahkahasından yayılan felsefi derinleğe işaret etmiştir. “Felsefece
gülüş” olarak tariflediği nbu özellik insanın düşünsel anlamda arınmasını ve
yaratıcılığını kışkırtan bir yan taşımaktadır.
Kutsal kitaplarda insan ruhunu ve
duygularını prangaya vuran şu söz ibret vericidir:
“Üzüntü
gülmekten iyidir, Çünkü yüz mahzun olunca yürek sevinir.”[19]
Tevrat ve İncil’de gülme ağırlıklı olarak
gülünçlük üzerinden ele alınmıştır. Bu durum bazen aşağılama bazen alaya alma,
bazen küçümseme biçiminde tezahür etmektedir. Ayrıca özellikle Tanrısal bir
eylem haline büründüğünde tüm bunlara ek olarak bir cezalandırma formu olarak
karşımıza çıkmaktadır.
Şunu da vurgulamamız gerekir ki “gülme”
Tevrat’ta sıklıkla kullanılan bir kavram olduğu halde İncil’de, en azından
elimdeki çeviride sadece iki defa kullanılmıştır. Kullanıldığı yerler de zaten
20 ve 21 nolu alıntılarda verilmiştir.
Bunlara sırasıyla bakarsak ilk örnekte
gülme gülünçlük ve alay bağlamıyla ele alınır İncil’de:
“Kutsal
Yasa'yla ilgili konularda adam kayırdınız. Bu yüzden ben de bütün halkın önünde
sizi aşağılayıp gülünç duruma düşürdüm.”[20]
Burada görüldüğü gibi insanları gülünç
duruma düşüren Tanrı’nın ta kendisidir. Ve bu durum da aslında bir cezalandırma
şeklidir. Diğer örnekte ise “iman etmeyen insanlar” gülmektedir:
“Vay
halinize, ey şimdi gülenler, Çünkü yas tutup ağlayacaksınız!”[21]
alıntısında görülebileceği gibi insan eylemi olarak Tanrı karşısında “gülme”
bir “isyan” ya da Tanrısal egemenliği reddetme biçimine bürünmüştür. Tanrısal
hegemonyaya karşı üretilen başkaldırı tamda gülmenin asi köklerinden yol
bularak dünyevi bir forma bürünerek Tanrı’nın egemenliğini sarsmıştır.
BÖLÜM
2
KURANI
KERİM’DE GÜLME
“Gülme”
ontolojik olarak ciddiyetle bağdaştırılmamaktadır. Gülme üzerine yazılan
felsefi metinlerde de tiyatro tarihi araştırmalarında da komediye atfedilen
anlamlar bağlamında düşünüldüğünde aynı sonuçla karşılaşıyoruz.[22] Dolayısıyla insanların
daha da “hassas” olduğu din ve inanç
bağlamında düşünüldüğünde “gülme” inancın
ciddiyetine de pek uymuyor görünmektedir.
Tevrat’ta gülmeye ilişkin çok sayıda örnek
bulmamıza rağmen sonradan ortaya çıkan Hıristiyanlık ve İslam’ın dinsel
metinlerinde “gülme” kavramı çok daha
az kullanılmıştır. Kuşkusuz çeviri farklılıklarından doğabilecek sorunlar da
ilk elde akla gelebilir. Ancak karşılaştırmalı birçok çeviriyle bu tezimizi
güçlendirmiş bulunuyoruz. Çalışmada Kuranı Kerim bağlamında esas aldığım iki çeviri
var. Bunlardan ilki günümüze en yakın çevirilerden biri olan Yaşar Nuri
Öztürk’ün Yeni Boyut yayınlarından çıkan çevirisi[23], diğeri ise Cumhuriyet’in
ilk yıllarında yapılan Elmalılı Hamdi Yazır çevirisi[24] oldu. Yaklaşık 100 yıla
yaklaşan bir tarih farklılığı gözetmemin sebebi, Arap dilinin esnekliğine
rağmen her iki metinde “gülme” kavramının tam olarak kullanıldığı yerleri
tespit etme ihtiyacından kaynaklanıyor. Kaldı ki bir mealinde “gülme” olarak
yorumlanan bir söz başka bir mealde “alaya alma” şeklinde yorumlanabilmektedir.
Bu çeviri farklılığını en aza indirmek için bu iki metinde kullanılan “gülme”
sözcüklerini tarayarak sadece ikisinde ortak olanlar değerlendirmeye
alınmıştır. [25]
Aşağıda tablo halinde her iki çeviride
bulunan “gülme” ifadeleri 2 tablo biçiminde gösterilmiştir.
Tablo-2’de görüleceği üzere “gülme” kavramının ilk olarak Kuran’ın Araf Suresi’nin 150 ayetinde geçtiği görülmektedir. Diğer
çeviride doğrudan “gülme” olarak ifade edilmeyen kavram “alay” kelimesi şeklinde
kullanılmıştır. Dolayısıyla burada “gülme” insani bir eyleme karşılık
gelmektedir.
Araf
Suresi’nde Musa’nın kendi kavmine seslendiği ve kardeşinin kendisine yanıt
verdiği bölümde gülme kavramıyla karşılaşıyoruz.
Kardeşi
Musa’nın kendisini, kavmiyle bir tutmamasını isterken: "Ey annem oğlu! Bu topluluk beni horlayıp hırpaladı. Nerdeyse
canımı alıyorlardı. Bir de sen düşmanları bana güldürme. Beni şu zalim
toplulukla bir tutma." der.
Burada
farklı çevirilere baktığımızda bir yorum farkı gözükse de anlamsal bağlam bizi
yine gülmeye götürmektedir.
Elmalılı
Hamdi aynı bölümü şöyle çevirmiştir:
"Ey anamın
oğlu!" dedi, "inan ki, bu kavim beni güçsüz buldu, az daha beni
öldürüyorlardı, sen de bana böyle yaparak düşmanları sevindirme ve beni
bu zalim kavimle bir tutma."
Dikkat
edilirse “düşmanı sevindirmek” ile “düşmanı kendine güldürmek” deyimleri bu
ayette aynı anlamda kullanılmıştır.
Kuran’da ağırlıklı olarak “alay”,
“küçümseme”, “hafife alma” “ceza” (az gülme) gibi olumsuz anlamlarda
kullanıldığı gibi az da olsa mükâfat anlamına gelecek biçimde “hoşnutluk”
“sağlık” ve “esenlik” anlamlarında kullanılmıştır.
Tevrat’tan farklı olarak Kuran’da “gülme”
sadece insana atfedilen bir eylem olarak ifade edilmiştir. Gülme ya da karşıtı
daima bir insani tepki biçiminde karşımıza çıkmaktadır.
Kuran’ın Hud Suresi’nde daha önce
Tevrat’ta da gördüğümüz İbrahim’le Sara’nın çocuk sahibi (İshak’ın doğumu)
olmasının anlatıldığı hikâye neredeyse her iki kitapta bire bir anlatılmıştır.
Tevbe Suresi’nde bir ceza biçimi olarak
ifade edilen gülmenin karşıtı ağlama olarak formüle edilmiştir. Bu anlam belki
de gülmenin günümüz anlamına en yakın örnek olarak değerlendirilebilir.
Kuran’da gülme genellikle olumsuz bir
eylem olarak karşımıza çıkmaktadır. Şöyle ki ağırlıklı olarak “kafirlerin”
“inananlar” karşısındaki üstünlük kurma eylemlerini, egemenlik güçlerini ifade
eden gülme, tek bir yerde (Necm Suresi) Tanrısal bir mükâfat olarak ifade
edilmiştir. Genel olarak olumsuz bir eylem formuna bürünen gülmenin burada
Tanrı’nın bir ödüllendirme biçimine dönüşmesi dikkat çekicidir. Buna yaklaşan
diğer anlam bağlamı “Mutaffifin Suresi”nde (34. Ayet) karşımıza çıkmaktadır.
Genel anlamın aksine burada gülme eylemini gerçekleştireceği söylenenler
“inananlardır.” Ve bu egemenlik Tanrısal gücün eliyle insana bahşedilmektedir.
SONUÇ
Gülme, incelediğimiz dinsel metinlerde
ağırlıklı olarak bir egemenlik aracı biçiminde karşımıza çıkmaktadır. Bu
incelemede en dikkat çeken nokta Tevrat’ta “gülme” kavramına daha geniş yer
verildiği halde, İncil’de sadece iki noktada Kuran’da ise belirlemelerimize
göre on ayette geçmektedir. Gülme ile özgürlük arasında bir bağ kurulursa
kuşkusuz bu verinin anlamlı bir yorumu da yapılabilir.
Diğer bir dikkat çekici nokta ise
“Sara’nın gülüşü” hariç gülmenin eril bir formda karşımıza çıktığı gerçeğidir.
Gülmenin cinsiyeti meselesi başka bir yazının konusu olmakla birlikte ve bu
yargımızı açıkça temellendirebileceğimiz açık ifadeler olmasa da söylem
düzeyindeki anlamsal çözümlemeden bu bağlama ulaşabilmekteyiz.
Bir egemenlik eylemi olarak ele
alındığında gülme, ağırlıklı olarak zayıf bir biçimde “kâfirlerin” elinde bir
üstünlük kurma aracı olarak ortaya çıksa da bu üstün kusurlu bir biçimde
resmedilmektedir. Şöyle ki egemen gibi görünen “kâfirler” aslında bilgi veya
feraset yoksunluğundan ileri gelen bir belirsizlik içinde bu egemenliklerini
icra etseler de mutlak olan inananların ve Tanrısal olanın egemenliği olarak
belirmektedir.
KAYNAKÇA
1 - Barry Sanders, Kahkahanın Zaferi,
Yıkıcı Bir Tarih Olarak Gülme, Çev. Kemal Atakay, Ayrıntı Yay. İstanbul, 2001
2 – Kemal Oruç, Oyunculuk Tarihinde
Kadının Yeri, Mimesis Dergi,
3 – Metin And, “Tiyatro Kılavuzu”,
Milliyet Yayınları, İstanbul, 1973
4 – Sevda Şener, Dünden Bugüne Tiyatro
Düşüncesi, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 2001
6-
http://kitabimukaddes-eskiceviri.blogspot.com/
7- https://sozluk.gov.tr
8 - Desiderius Erasmus, Deliliğe Övgü,
Çev. Nusret Hızır, Kabalcı yay. İstanbul, 1998
9 - Yaşar Nuri Öztürk, Surelerin İniş
Sırasına Göre Kur'an-ı Kerim Meali (Türkçe Çeviri), Yeni Boyut Yay. 2013
10 - Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır,
Kur'an-ı Kerim Türkçe Meali, Dorlion Yay. 2019
[1] Kitabı
Mukaddes, Eski Ahit, Bab 21, s. 20 (http://kitabimukaddes-eskiceviri.blogspot.com/)
[2] TDK
Sözlük: https://sozluk.gov.tr/
[3] Kutsal
Kitap, Eski ve Yeni Antlaşma (Tevrat, Zebur, İncil), Kitabı Mukaddes Şirketi,
Yeni Yaşam Yay. İstanbul, 2002, s 19
[4] a.g.e.:
s.19-21
[5] Kitabı
Mukaddes, Eski Ahit, Bab 21, s. 20 (http://kitabimukaddes-eskiceviri.blogspot.com/)
[6] Kutsal
Kitap, Eski ve Yeni Antlaşma (Tevrat, Zebur, İncil), Kitabı Mukaddes Şirketi,
Yeni Yaşam Yay. İstanbul, 2002, s.50
[7] Kutsal
Kitap, Eski ve Yeni Antlaşma (Tevrat, Zebur, İncil), Kitabı Mukaddes Şirketi,
Yeni Yaşam Yay. İstanbul, 2002, s.578
[8] A.g.e:
s.638
[9] A.g.e:
641
[10] A.g.e:
644
[11] Kutsal
Kitap, Eski ve Yeni Antlaşma (Tevrat, Zebur, İncil), Kitabı Mukaddes Şirketi,
Yeni Yaşam Yay. İstanbul, 2002, s.667
[12] A.g.e:
s.700
[13] Kutsal
Kitap, Eski ve Yeni Antlaşma (Tevrat, Zebur, İncil), Kitabı Mukaddes Şirketi,
Yeni Yaşam Yay. İstanbul, 2002, s. 799
[14] A.g.e:
s.801
[15] a.g.e:
s.802
[16] A.g.e:
s.803
[17]
Desiderius Erasmus, Deliliğe Övgü, Çev. Nusret Hızır, Kabalcı yay. İstanbul,
1998
[18] Kutsal
Kitap, Eski ve Yeni Antlaşma (Tevrat, Zebur, İncil), Kitabı Mukaddes Şirketi,
Yeni Yaşam Yay. İstanbul, 2002, s.823
[19] a.g.e:
s. 827
[20] Kutsal
Kitap, Eski ve Yeni Antlaşma (Tevrat, Zebur, İncil), Kitabı Mukaddes Şirketi,
Yeni Yaşam Yay. İstanbul, 2002, s. 1184
[21] a.g.e:
s. 1289
[22]
Aristoteles’in Poetika’da tiyatro türlerini sınıflandırırken komediyi düşük bir
tür olarak tarif etmesi örneği.
[23] Yaşar
Nuri Öztürk, Surelerin İniş Sırasına Göre Kur'an-ı Kerim Meali (Türkçe Çeviri),
Yeni Boyur Yay. 2013
[24] Elmalılı
Muhammed Hamdi Yazır, Kur'an-ı Kerim Türkçe Meali, Dorlion Yay. 2019
[25] Bu
bölümdeki kuran çevirileri http://www.kuran.gen.tr
ve http://www.kurandaara.com/
adreslerindeki Yaşar Nuri Öztürk ve Elmalılı Hamdi Bey çevirileri
karşılaştırılarak ayrıca değerlendirilmiştir. Bundan sonraki kısımlarda Kuranı
Kerim alıntılarında bu referanslar dikkate alınmalıdır. Çeviri farklılıkları
olduğunda bunlar ifade edilecek, ancak herhangi bir farklılık ya da ciddi bir
farklılık söz konusu olmadığında sadece Y. N. Öztürk çevirisi dikkate alınacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz için teşekkürler