25 Eylül 2020 Cuma

GÜLMENİN TARİHİ: DİNSEL METİNLERDE GÜLME


“Ve Sara dedi: Allah beni güldürdü, her işiten benimle beraber gülecektir”
[1]

Eski Ahit’ten bu yana gülme bir biçimde sözün ya da metnin konusu olagelmiştir. Bunun en eski örneği Tevrat’ta anlatılan ve İshak’ın doğumunu anlatan hikayede karşımıza çıkmaktadır. Sara’nın oğlu İshak, döllenmeden doğmamıştır. Tanrı, Sara’ya dokunmuş ve bu aşkın dokunuştan İshak doğmuştur. Bunun karşısında Sara, duygusunu gülme ile açığa vurur. Bu yaratımdan duyulan büyük kıvancın yansımasıdır aslında. Öte yandan Sara, burada gülmenin belki de en önemli boyutuna vurgu yapar. Gülmenin toplumsallığı ve bulaşıcılığına...

İnsanın düşünmesi, alet yapması nasıl ki onu diğer canlılardan ayıran özelliklerdense en az bunlar kadar önemli bir başka özelliği daha vardır: gülmek. Gülmek, İnsanın, hoşuna giden ya da tuhaf bulduğu olaylar, durumlar karşısında açığa vurduğu duygu olarak tarif edilmektedir.[2]

Kuşkusuz gülmenin olmadığı bir toplumsal yaşamdan bahsedilemez. İnsan olumlu bulduğu, hoşuna giden ya da kendisini sevindiren durumlarda çoğu kez tepkisini gülümseme ile ortaya koyar. İnsan kimi zaman sevinçten, kimi zaman sinirden gülebilir. Öyle ki bazen korkumuzu bastırmak adına güleriz. Dolayısıyla gülme sağlıklı bir insan tepkisi olarak çeşitli durumlara gösterilen bir tepki, cevap ya da tutum olarak da görülebilir.

Gülmenin tarihi incelendiğinde bize kaynaklık edecek en eski metinler arasında kuşkusuz dinsel metinler gelmektedir. Bu metinlerde gülmenin anlamı ve işlevi kuşkusuz farklılık arz etmektedir. Bu gülmeye insanoğlunun atfettiği anlam farklılıklarıyla ilişkilidir.

Çalışmamızın birinci bölümünde Eski Ahit (Tevrat) ve Yeni Ahit’te gülmenin örnekleri üzerinden bu eylemin nasıl oluştuğuna ve işlevine dair çıkarsamalar yapmaya çalıştım. Aynı şekilde 2. Bölümde de Kuranı Kerim’de gülmeyi analiz ettikten sonra bu eylemin farklı inanışlarda farklılıklar arz edip etmediğini, işlevselliği üzerinden irdelemeye çalıştım.

BÖLÜM -1:

 ESKİ AHİT’TE “GÜLME”
“‘Karın Sara nerede?’ diye sordular. İbrahim ‘Çadırda’ diye cevap verdi. Onlardan biri, ‘Gelecek yıl bu vakit geri geldiğimde karın Sara’nın bir oğlu olacak!’ dedi. O sırada Sara, adamın arkasında bulunan çadırın girişinde onları dinliyordu. İbrahim ve Sara yaşça ilerlemiş, ihtiyarlamışlardı. Sara âdetten kesilmişti. Bu nedenle Sara için için gülerek, “Bu yaştan sonra, üstelik efendim de böylesine yaşlanmışken, bu sevinci nasıl tadarım?” diye düşündü. O zaman Yehova İbrahim’e şunu söyledi: “Sara ‘Bu yaştan sonra çocuk doğurmam olacak şey mi?’ diyerek neden güldü? Yehova için imkânsız bir şey var mı? Belirlenen vakitte, gelecek yıl bu zamanda yanına döndüğümde Sara’nın bir oğlu olacak.” Fakat Sara “Gülmedim!” diyerek inkâr etti, çünkü korkuyordu. O ise “Hayır, güldün!” dedi.[3]

 Anlam bağlamı daha iyi anlaşılsın diye yaptığımız bu uzun alıntı, Eski Ahit’te (Tevrat) gülmeye ilişkin ilk örneği ifade etmektedir. Kutsal metinlerin dikkate alınırsa tarihte ilk gülen bireyin bir kadın olduğu görünüyor. Hem de ilahi bir irade karşısında ve onu alaya alırcasına!.. Bu cüretkar gülüş, gerçeği ters yüz eden ilahi elin altında parçalanıp kontrol altına alınsa da ontolojik varlığı dahi bizlere kadının toplumsal rolüne ve gülmeye dair önemli çıkarımlar yapabilme imkanı sunmaktadır.

En eski kutsal metinlerden olan Tevrat’ta geçen “Sara” sözcüğü “prenses” anlamına gelmekle birlikte İbrani dilindeki “gülmek” mastarından türetildiğini ifade edilmektedir. Anlatıya göre Sara’nın oğlu ve İsrailoğulları’nın atası kabul edilen İshak peygamberin adının anlamının da “güler” olması etimolojik kaynakların da bizlere bu konuda çok sayıda veri sunabileceğine işaret etmektedir.[4]

GÜLME VE EGEMENLİK
İncelediğimiz metinlerde “gülme”, çoğunlukla bir iktidar aracı olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada gülen gülünen karşısında mutlak bir egemenlik kurmuş gibidir. Ancak bazı durumlarda gülen taraf bir farkındalık içinde olmadığı için ya da Tanrısal bilgelikten uzak olduğun için zaaflı tasvir edilmiştir.
Bazen de gülme – özellikle alay yollu gülme- mutlak egemenlik karşısında bir başkaldırı gibi de konumlanabilmektedir. Kitabı Mukaddes’in bir başka bölümünde tam da bu biçimde bir gülmeye rastlıyoruz.

Yaşlılığının verdiği özgüven ve aynı zamanda geçkin yaşına rağmen, ilahi bir elin yardımıyla çocuk sahibi olan Sara, eşi İbrahim’in bir diğer cariyesi olan Hacer’le aynı evde yaşamaktadır. Hacer’in de İbrahim’den bir çocuğu vardır. Ama bilindiği üzere bu iki kadın arasında amansız bir rekabet vardır. Bu kadınlar türlü yollarla birbirlerine karşı egemenlik kurmak isterler. Sara, hem “ilahi güçlerin yardımı” hem de “yaşının verdiği olgunlukla       daha güçlü görünmektedir. Ancak bu güce karşı Hacer’in gülüşü bu iktidarı parçalamaya bu egemenlik ilişkisini tersine çevirmeye yeter. Kuşkusuz yaşça Sara’dan daha genç ve muhtemelen güzel olan Hacer’in bu güç denemesi yine bir gülüşle karşımıza çıkar. Bunu sezen Sara bahsi geçen gülüş karşısında harekete geçerek, egemenliğini tesis etmeyi hedefler:

“İshak’ın (Sara’nın oğlu- bn-) sütten kesildiği günde, İbrahim büyük bir ziyafet yaptı. Ve Sara Mısırlı Hacar’ın İbrahim’e doğurmuş olduğu oğlunun güldüğünü gördü. Ve İbrahim’e dedi: Bu cariyeyi ve oğlunu dışarı at; çünkü bu cariyenin oğlu benim oğlumla, İshak’la, beraber mirasçı olmayacaktır.”[5]

Burada gülme eylemini her ne kadar bir çocuk (Hacer’in oğlu) gerçekleştirmiş olsa da bu eylem Hacer’e atfedilmiş gibidir. Gülme eyleminden dolayı kadın ve çocuğun cezalandırılması bunu kanıtlar niteliktedir. Bunun için de karşılık (ceza) her ikisine birden verilecektir. Ve zaten anlatıya göre de Hacer ile oğlu bu olaydan sonra adeta sürgün edileceklerdir. Hem de İbrahim’in eliyle!
***
“Yahuda ile Tamar” hikâyesinin anlatıldığı bir başka bölümde ise gülme şu biçimde karşımıza çıkar. Farkında olmadan dul geliniyle birlikte olan Yahuda, birlikte olduğu (ve fahişe sandığı) kadını aramaya girişir ama sonuç alamaz. Bunun üzerine: "Varsın eşyalar onun olsun, dedi, kimseyi kendimize güldürmeyelim. Ben oğlağı gönderdim, ama sen kadını bulamadın."[6]

Tevrat’ın “Tarihler” bölümünde “Fısıh Bayramı”nın anlatıldığı bir bölümde gülme şu şekilde ortaya çıkar: “Ulaklar Efrayim ve Manaşşe bölgelerinde Zevulun'a dek kent kent dolaştılar. Ne var ki, halk gülerek onlarla alay etti.”[7]

Aynı şekilde “Eyüp Kitabı” bölümünde de büyük felaketler yaşayan bir adam (Eyüp) ve onun çektiği ıstırablar anlatır. Kitap’ta her şeyini yitiren ve üstüne üstlük amansız bir hastalığa yakalanan Eyüp felaketlere karşı duruşu, üç arkadaşıyla (üç dostu -Temanlı Elifaz, Şuahlı Bildat, Naamalı Sofar) karşılıklı konuşmasıyla anlatılır. Burada gülmenin farklı biçimleriyle karşılaşırız.

(Elifaz -bn-): “Yıkım gelince korkmayacaksın. Yıkıma, açlığa gülüp geçecek, Yabanıl hayvanlardan ürkmeyeceksin.”[8] Görüldüğü üzere burada gülme, krizler karşısında bir sakin ruh halini ifade etmektedir. Dikkat edilirse bu gülme, bir kişiye karşı değil, olay karşısında takınılan bir tutum olarak ortaya çıkmıştır. İlk bölümde her ne kadar gülmeyi bir toplumsal etkinlik olarak nitelesek de burada toplumsal bir bireyin yaşadıklarını gülme yoluyla içsel bir dönüşüme uğratma çabası bu gülüşü daha özel kılmaktadır.

Aynı bölümde görülen bir başka örnek ise şöyledir:

(Bildat –bn-) “Tanrı kusursuz insanı reddetmez, Kötülük edenlerin elinden tutmaz. O senin ağzını yine gülüşle, Dudaklarını sevinç haykırışıyla dolduracaktır.”[9]
 Bu örnekte ise “gülme” sabır ve tevekkül sonucu verilen tanrısal bir ödül olarak görülmektedir.

Aynı bölümün bir başka örneğinde gülmenin bildik bir anlamıyla “alaya alma” manasıyla karşılaşıyoruz. (Eyüp –bn-) "Gülünç oldum dostlarıma, Ben ki, Tanrı 'ya yakarırdım, yanıtlardı beni. Doğru ve kusursuz adam gülünç oldu.”[10]


TANRI GÜLÜŞÜ
Mezmurlar Kitabı’nda ise “Tanrı gülüşü” ile karşı karşıya geliyoruz. İlginç olan mutlak egemenlik gücüne sahip bir varlığın, Tanrının, gülmeyi araçsallaştırılması ilginç bir örnek olarak ortaya çıkmaktadır.

“Göklerde oturan Rab gülüyor, Onlarla eğleniyor. Sonra öfkeyle uyarıyor onları, Gazabıyla dehşete düşürüyor ve ‘Ben kralımı Kutsal dağım Siyon'a oturttum’ diyor.”[11] Burada gülme tanrının egemenliğini kurmasında bir araç olurken bu gücü öfke ile perçinlemektedir. Önce alay sonra korku, ortaya Tanrısal vasfın tezat ama birbirini destekleyen boyutları çıkıyor. Kuşkusuz gücü sonsuz olan bir varlığın gülmeyi bir araç olarak seçip, egemenliği altındakilere bu yolla tahhakküm kurmaya çalışması, Tanrısallığa insani bir vasıf (gülme) atfedilmesi anlamına geldiği için, bir zaaf olarak da değerlendirilebilir. Lakin bu zaaf öfkeyle birlikte hemen ortadan kaldırılmış görünüyor.

Aynı bölümün devamında benzer bir gülme biçimi daha görülür: “Ama Rab kötüye güler, Çünkü bilir onun sonunun geldiğini.”[12] İfadesiyle de yukarıdaki yargımız desteklenir. Burada Tanrı bilmenin verdiği güç avantajıyla “egemenliği altındaki” insanlara gülerek onlardan daha yukarıda, hâkimiyet alanı bakımından daha güçlü konumda olduğunu ispat eder gibidir. Devamında benzer bir ifadeyle daha karşılaşırız: “Ama sen onlara gülersin, ya Rab, Bütün uluslarla eğlenirsin.” Bir önceki örnekte sadece “kötüler” üzerinde egemenlik kurma aracına dönüşen gülmenin kapsama alanının genişleyerek “bütün ulusları” etkisi altına alan bir araca dönüştüğü, hatta cezalandırma aracından çok biraz daha aşağılayıcı bir form aldığı görünmektedir.

GÜLMENİN KARŞITI
Gülmenin karşıtı nedir? Öfke mi, acı mı, üzüntü mü? Kuşkusuz gülme, bağlamları değiştikçe farklı anlamlar kazandığına göre gülmenin karşıtı da o anlam bağlamına göre farklılık arz edecektir. Bu yönüyle gülme, incelediğimiz dinsel metinlerde çok sayıda anlam bağlamında çıkmaktadır karşımıza. Ancak ilerleyen bölümlerde inceleyeceğimiz Kuran’dan farklı olarak sadece insana özgü bir davranış ya da eylem olarak değil, kimi zamanda ilahi güce, Tanrı’ya ait bir davranış biçimi olarak da gülme ile karşılaşıyoruz.

Tevrat’ın Süleyman’nın Özdeyişleri bölümünde bu bakımdan gülmenin farklı bir boyutunu görürüz. Burada karşıtlık içinde sunulan gülme, “mutluluk” anlamında kullanılmıştır.
Dolayısıyla karşıtı da acı ve mutsuzluk biçiminde yorumlanabilir. Hatta gülme ile yürek sızısının iç içe oluşu, bize duygusal yoğunluklar arasındaki geçişkenliğe dair ipuçları sunuyor gibidir:

“Gülerken bile yürek sızlayabilir, Sevinç bitince acı yine görünebilir.”[13]

Belki de gülmenin işlevine bakmak da bize bu konuda yol gösterici olabilir. Yine Süleyman’nın Özdeyişleri kitabının bir başka yerinde gülmenin işlevine dair bir ifade vardır: “Gülen gözler yüreği sevindirir, İyi haber bedeni ferahlatır.”[14] Gülmenin, iyileştiren ve sağaltan işlevine dair açık bir örnek gibi görünüyor bu ifade.

Başka bir bölümde gülmenin sağaltıcı yönü daha da ileriye taşınır:“Kralın yüzü gülüyorsa, yaşam demektir. Lütfu son yağmuru getiren bulut gibidir.”[15] İfadesinde gülümseme ile yaşam arasında bir özdeşlik kurulur. Bu da sonradan gülmeye atfedilen delilik sıfatını bozuma uğratıyor gibidir. Çünkü gülme bir hastalık haline değil “yaşama” işaret etmektedir.

Dinsel metinlerdeki karşıtlıklar ve tutarsızlıklar aslında gülme bağlamıyla ele alındığında elimizde hayli bir malzeme olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü aynı bölümün içinde bu sefer gülme tam karşıt bir manada ifade edilmiştir:

“Göz kırpmak düzenbazlığa, Sinsi gülücükler kötülüğe işarettir.”[16]

Biraz önce yaşama, esenliğe işaret eden gülme birden boyut değiştirip hastalıklı bir anlayışa bürünmüştür. Yukarda verdiğimiz örnekte de, “tanrısal gülüş” aslında bilmekten ileri gelen, bilmenin övüncüne denk düşen bir “sinsiliğe”, yani tam da burada tarif edilen bir gülmeye denk gelmektedir. Öyleyse bu sinsice gülüşün sahibi de kötü değil midir?

GÜLME VE DELİLİK
Gülmenin bulaşıcı olduğu söylenir. Çok tezat hallerde, olmadık yer veya durumlarda insanların kahkaha tufanına tutulduğuna hepimiz tanık olmuşuzdur. Hatta bu kahkahaların bulaşıcı bir biçimde etraftaki insanları da etkileyip bu akışa kattığı görülür. İnsanlar bu durumu çoğu kez “sinirlerim bozuldu” şeklinde tarif ederler. Ama çoğunlukla bir dengesizlik hali olarak görülen bu durumun tarihte de pek çok örneği vardır.

Abderalılar, çok sevdikleri halde tuhaf davranışlar sergileyen ve sürekli gülen filozofları Demokritos’u gördükçe, hasta olduğunu, hatta delirdiğini düşünüp onun bu derdine çare aramaya girişirler. Her ne kadar bugün böyle durumlarda gülenler deli damgası yemese de pek de hoş karşılandıkları söylenemez.

Olumsuz bir durumda bir kahkaha atmak pek de alışıldık olamayan bir durum değildir. “Gerçek bilgelik, deliliktir. Öteki görüşe göre ise kendini bilge sanmak, gerçek deliliktir.” Diyen Erasmus’un Deliliğe Övgü yapıtında, gülmece türündeki yapıtlara egemen olan görüşleri açıklarken öncelikle bilgelikle deliliğe vurgu yapması da bundan ileri geliyor olsa gerek![17]

Eski Ahit’in “Vaiz” adlı bölümünde bu sefer bir vaizin algı dünyasından gülmeye ilişkin böylesine bir tarifle karşılaşırız. Gülme ile delilik arasında bir bağ kurar Vaiz: Kendi kendime, ‘Gel, zevki tat. İyi mi, değil mi, gör’ dedim. Ama gördüm ki, o da boş. Gülmeye, ‘Delilik’, zevke, ‘Ne işe yarar?’ dedim”[18]

Hippokrates, “Gülmeye ve Deliliğe Dair” adlı yapıtında “Gülme” ile “delilik”i reddeden bugünkü toplum anlayışının karşısına “bilgeliğin taşıyıcısı olan bir gülüşü” koyar. Aslında Hippokrates, bilge insanın kahkahasından yayılan felsefi derinleğe işaret etmiştir. “Felsefece gülüş” olarak tariflediği nbu özellik insanın düşünsel anlamda arınmasını ve yaratıcılığını kışkırtan bir yan taşımaktadır.
Kutsal kitaplarda insan ruhunu ve duygularını prangaya vuran şu söz ibret vericidir:
“Üzüntü gülmekten iyidir, Çünkü yüz mahzun olunca yürek sevinir.”[19]

Tevrat ve İncil’de gülme ağırlıklı olarak gülünçlük üzerinden ele alınmıştır. Bu durum bazen aşağılama bazen alaya alma, bazen küçümseme biçiminde tezahür etmektedir. Ayrıca özellikle Tanrısal bir eylem haline büründüğünde tüm bunlara ek olarak bir cezalandırma formu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Şunu da vurgulamamız gerekir ki “gülme” Tevrat’ta sıklıkla kullanılan bir kavram olduğu halde İncil’de, en azından elimdeki çeviride sadece iki defa kullanılmıştır. Kullanıldığı yerler de zaten 20 ve 21 nolu alıntılarda verilmiştir. 

Bunlara sırasıyla bakarsak ilk örnekte gülme gülünçlük ve alay bağlamıyla ele alınır İncil’de:
“Kutsal Yasa'yla ilgili konularda adam kayırdınız. Bu yüzden ben de bütün halkın önünde sizi aşağılayıp gülünç duruma düşürdüm.”[20]

Burada görüldüğü gibi insanları gülünç duruma düşüren Tanrı’nın ta kendisidir. Ve bu durum da aslında bir cezalandırma şeklidir. Diğer örnekte ise “iman etmeyen insanlar” gülmektedir:
“Vay halinize, ey şimdi gülenler, Çünkü yas tutup ağlayacaksınız!”[21] alıntısında görülebileceği gibi insan eylemi olarak Tanrı karşısında “gülme” bir “isyan” ya da Tanrısal egemenliği reddetme biçimine bürünmüştür. Tanrısal hegemonyaya karşı üretilen başkaldırı tamda gülmenin asi köklerinden yol bularak dünyevi bir forma bürünerek Tanrı’nın egemenliğini sarsmıştır.

BÖLÜM 2

KURANI KERİM’DE GÜLME
“Gülme” ontolojik olarak ciddiyetle bağdaştırılmamaktadır. Gülme üzerine yazılan felsefi metinlerde de tiyatro tarihi araştırmalarında da komediye atfedilen anlamlar bağlamında düşünüldüğünde aynı sonuçla karşılaşıyoruz.[22] Dolayısıyla insanların daha da “hassas” olduğu din ve inanç bağlamında düşünüldüğünde “gülme” inancın ciddiyetine de pek uymuyor görünmektedir.

Tevrat’ta gülmeye ilişkin çok sayıda örnek bulmamıza rağmen sonradan ortaya çıkan Hıristiyanlık ve İslam’ın dinsel metinlerinde “gülme” kavramı çok daha az kullanılmıştır. Kuşkusuz çeviri farklılıklarından doğabilecek sorunlar da ilk elde akla gelebilir. Ancak karşılaştırmalı birçok çeviriyle bu tezimizi güçlendirmiş bulunuyoruz. Çalışmada Kuranı Kerim bağlamında esas aldığım iki çeviri var. Bunlardan ilki günümüze en yakın çevirilerden biri olan Yaşar Nuri Öztürk’ün Yeni Boyut yayınlarından çıkan çevirisi[23], diğeri ise Cumhuriyet’in ilk yıllarında yapılan Elmalılı Hamdi Yazır çevirisi[24] oldu. Yaklaşık 100 yıla yaklaşan bir tarih farklılığı gözetmemin sebebi, Arap dilinin esnekliğine rağmen her iki metinde “gülme” kavramının tam olarak kullanıldığı yerleri tespit etme ihtiyacından kaynaklanıyor. Kaldı ki bir mealinde “gülme” olarak yorumlanan bir söz başka bir mealde “alaya alma” şeklinde yorumlanabilmektedir. Bu çeviri farklılığını en aza indirmek için bu iki metinde kullanılan “gülme” sözcüklerini tarayarak sadece ikisinde ortak olanlar değerlendirmeye alınmıştır. [25]

Aşağıda tablo halinde her iki çeviride bulunan “gülme” ifadeleri 2 tablo biçiminde gösterilmiştir.







Tablo-2’de görüleceği üzere “gülme” kavramının ilk olarak Kuran’ın Araf Suresi’nin 150 ayetinde geçtiği görülmektedir. Diğer çeviride doğrudan “gülme” olarak ifade edilmeyen kavram “alay” kelimesi şeklinde kullanılmıştır. Dolayısıyla burada “gülme” insani bir eyleme karşılık gelmektedir.
Araf Suresi’nde Musa’nın kendi kavmine seslendiği ve kardeşinin kendisine yanıt verdiği bölümde gülme kavramıyla karşılaşıyoruz.

Kardeşi Musa’nın kendisini, kavmiyle bir tutmamasını isterken: "Ey annem oğlu! Bu topluluk beni horlayıp hırpaladı. Nerdeyse canımı alıyorlardı. Bir de sen düşmanları bana güldürme. Beni şu zalim toplulukla bir tutma." der.

Burada farklı çevirilere baktığımızda bir yorum farkı gözükse de anlamsal bağlam bizi yine gülmeye götürmektedir.

Elmalılı Hamdi aynı bölümü şöyle çevirmiştir:
"Ey anamın oğlu!" dedi, "inan ki, bu kavim beni güçsüz buldu, az daha beni öldürüyorlardı, sen de bana böyle yaparak düşmanları sevindirme ve beni bu zalim kavimle bir tutma."

Dikkat edilirse “düşmanı sevindirmek” ile “düşmanı kendine güldürmek” deyimleri bu ayette aynı anlamda kullanılmıştır.

Kuran’da ağırlıklı olarak “alay”, “küçümseme”, “hafife alma” “ceza” (az gülme) gibi olumsuz anlamlarda kullanıldığı gibi az da olsa mükâfat anlamına gelecek biçimde “hoşnutluk” “sağlık” ve “esenlik” anlamlarında kullanılmıştır.

Tevrat’tan farklı olarak Kuran’da “gülme” sadece insana atfedilen bir eylem olarak ifade edilmiştir. Gülme ya da karşıtı daima bir insani tepki biçiminde karşımıza çıkmaktadır.

Kuran’ın Hud Suresi’nde daha önce Tevrat’ta da gördüğümüz İbrahim’le Sara’nın çocuk sahibi (İshak’ın doğumu) olmasının anlatıldığı hikâye neredeyse her iki kitapta bire bir anlatılmıştır.

Tevbe Suresi’nde bir ceza biçimi olarak ifade edilen gülmenin karşıtı ağlama olarak formüle edilmiştir. Bu anlam belki de gülmenin günümüz anlamına en yakın örnek olarak değerlendirilebilir.
Kuran’da gülme genellikle olumsuz bir eylem olarak karşımıza çıkmaktadır. Şöyle ki ağırlıklı olarak “kafirlerin” “inananlar” karşısındaki üstünlük kurma eylemlerini, egemenlik güçlerini ifade eden gülme, tek bir yerde (Necm Suresi) Tanrısal bir mükâfat olarak ifade edilmiştir. Genel olarak olumsuz bir eylem formuna bürünen gülmenin burada Tanrı’nın bir ödüllendirme biçimine dönüşmesi dikkat çekicidir. Buna yaklaşan diğer anlam bağlamı “Mutaffifin Suresi”nde (34. Ayet) karşımıza çıkmaktadır. Genel anlamın aksine burada gülme eylemini gerçekleştireceği söylenenler “inananlardır.” Ve bu egemenlik Tanrısal gücün eliyle insana bahşedilmektedir.

SONUÇ
Gülme, incelediğimiz dinsel metinlerde ağırlıklı olarak bir egemenlik aracı biçiminde karşımıza çıkmaktadır. Bu incelemede en dikkat çeken nokta Tevrat’ta “gülme” kavramına daha geniş yer verildiği halde, İncil’de sadece iki noktada Kuran’da ise belirlemelerimize göre on ayette geçmektedir. Gülme ile özgürlük arasında bir bağ kurulursa kuşkusuz bu verinin anlamlı bir yorumu da yapılabilir.
Diğer bir dikkat çekici nokta ise “Sara’nın gülüşü” hariç gülmenin eril bir formda karşımıza çıktığı gerçeğidir. Gülmenin cinsiyeti meselesi başka bir yazının konusu olmakla birlikte ve bu yargımızı açıkça temellendirebileceğimiz açık ifadeler olmasa da söylem düzeyindeki anlamsal çözümlemeden bu bağlama ulaşabilmekteyiz.

Bir egemenlik eylemi olarak ele alındığında gülme, ağırlıklı olarak zayıf bir biçimde “kâfirlerin” elinde bir üstünlük kurma aracı olarak ortaya çıksa da bu üstün kusurlu bir biçimde resmedilmektedir. Şöyle ki egemen gibi görünen “kâfirler” aslında bilgi veya feraset yoksunluğundan ileri gelen bir belirsizlik içinde bu egemenliklerini icra etseler de mutlak olan inananların ve Tanrısal olanın egemenliği olarak belirmektedir.

KAYNAKÇA
1 - Barry Sanders, Kahkahanın Zaferi, Yıkıcı Bir Tarih Olarak Gülme, Çev. Kemal Atakay, Ayrıntı Yay. İstanbul, 2001
2 – Kemal Oruç, Oyunculuk Tarihinde Kadının Yeri, Mimesis Dergi,
3 – Metin And, “Tiyatro Kılavuzu”, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1973
4 – Sevda Şener, Dünden Bugüne Tiyatro Düşüncesi, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 2001

5 - Kutsal Kitap, Eski ve Yeni Antlaşma (Tevrat, Zebur, İncil), Kitabı Mukaddes Şirketi, Yeni Yaşam Yay. İstanbul, 2002
6- http://kitabimukaddes-eskiceviri.blogspot.com/
7- https://sozluk.gov.tr
8 - Desiderius Erasmus, Deliliğe Övgü, Çev. Nusret Hızır, Kabalcı yay. İstanbul, 1998
9 - Yaşar Nuri Öztürk, Surelerin İniş Sırasına Göre Kur'an-ı Kerim Meali (Türkçe Çeviri), Yeni Boyut Yay. 2013
10 - Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Kur'an-ı Kerim Türkçe Meali, Dorlion Yay. 2019



[1] Kitabı Mukaddes, Eski Ahit, Bab 21, s. 20 (http://kitabimukaddes-eskiceviri.blogspot.com/)
[2] TDK Sözlük: https://sozluk.gov.tr/
[3] Kutsal Kitap, Eski ve Yeni Antlaşma (Tevrat, Zebur, İncil), Kitabı Mukaddes Şirketi, Yeni Yaşam Yay. İstanbul, 2002, s 19
[4] a.g.e.: s.19-21
[5] Kitabı Mukaddes, Eski Ahit, Bab 21, s. 20 (http://kitabimukaddes-eskiceviri.blogspot.com/)
[6] Kutsal Kitap, Eski ve Yeni Antlaşma (Tevrat, Zebur, İncil), Kitabı Mukaddes Şirketi, Yeni Yaşam Yay. İstanbul, 2002, s.50
[7] Kutsal Kitap, Eski ve Yeni Antlaşma (Tevrat, Zebur, İncil), Kitabı Mukaddes Şirketi, Yeni Yaşam Yay. İstanbul, 2002, s.578
[8] A.g.e: s.638
[9] A.g.e: 641
[10] A.g.e: 644
[11] Kutsal Kitap, Eski ve Yeni Antlaşma (Tevrat, Zebur, İncil), Kitabı Mukaddes Şirketi, Yeni Yaşam Yay. İstanbul, 2002, s.667
[12] A.g.e: s.700
[13] Kutsal Kitap, Eski ve Yeni Antlaşma (Tevrat, Zebur, İncil), Kitabı Mukaddes Şirketi, Yeni Yaşam Yay. İstanbul, 2002, s. 799
[14] A.g.e: s.801
[15] a.g.e: s.802
[16] A.g.e: s.803
[17] Desiderius Erasmus, Deliliğe Övgü, Çev. Nusret Hızır, Kabalcı yay. İstanbul, 1998
[18] Kutsal Kitap, Eski ve Yeni Antlaşma (Tevrat, Zebur, İncil), Kitabı Mukaddes Şirketi, Yeni Yaşam Yay. İstanbul, 2002, s.823
[19] a.g.e: s. 827
[20] Kutsal Kitap, Eski ve Yeni Antlaşma (Tevrat, Zebur, İncil), Kitabı Mukaddes Şirketi, Yeni Yaşam Yay. İstanbul, 2002, s. 1184
[21] a.g.e: s. 1289
[22] Aristoteles’in Poetika’da tiyatro türlerini sınıflandırırken komediyi düşük bir tür olarak tarif etmesi örneği.
[23] Yaşar Nuri Öztürk, Surelerin İniş Sırasına Göre Kur'an-ı Kerim Meali (Türkçe Çeviri), Yeni Boyur Yay. 2013
[24] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Kur'an-ı Kerim Türkçe Meali, Dorlion Yay. 2019
[25] Bu bölümdeki kuran çevirileri http://www.kuran.gen.tr ve http://www.kurandaara.com/ adreslerindeki Yaşar Nuri Öztürk ve Elmalılı Hamdi Bey çevirileri karşılaştırılarak ayrıca değerlendirilmiştir. Bundan sonraki kısımlarda Kuranı Kerim alıntılarında bu referanslar dikkate alınmalıdır. Çeviri farklılıkları olduğunda bunlar ifade edilecek, ancak herhangi bir farklılık ya da ciddi bir farklılık söz konusu olmadığında sadece Y. N. Öztürk çevirisi dikkate alınacaktır.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkürler

NAZIM HİKMET'İN KAYIP ŞİİRLERİ 2: "UNUTULAN"

Nazım Hikmet'in kayıp ikinci şiiridir "Unutulan" ... Aslında eski baskı kitaplarında bulunan; ancak son yıllarda yapılan bası...