19 Ekim 2015 Pazartesi

DİVAN EDEBİYATINDA HİCİV (ELEŞTİRİ / TAŞLAMA)

HİCİV KELİMESİNİN ANLAMI

Bir kişinin ya da toplumun eksiklerini, ayıp veya kusurlarını ortaya koymak, eleştirmek anlamındadır. Kelime Arapça kökenlidir. Karşılıklı hiciv söylemeye mühâcât, tehâcî, bir şiir parçasında hiciv özelliği bulmaya ihcâ denmektedir. Divan şiirinde eleştirel içerikli şiirler hiciv /hicviye, hiciv yazanlara da hecâ-gû veya heccâv denilmiştir. Bu şiir türünün halk edebiyatındaki karşılığı taşlama, çağdaş Türk edebiyatında ise yergidir.

Batı dillerinde “satir” ya da “satire” sözcüğüne denk gelir hiciv. Köken olarak Arapçadan dilimize giren bu sözcüğün İslam Ansiklopedisi’nde “Hecv” veya “hicâ” kökünden türediği söylenirken Zülküf Kılıç ve Hikmet Feridun Güven’e göre hiciv, köpekleri ürkütüp kaçırmak anlamına gelen “hec” kelimesinden türemiştir.

Hiciv, Lisanü’l Arab adlı yapıtta, “Bir lafzı harflerini sayarak ve heceleyerek okumak, bir kişinin veya toplumun ayıp ve kusurlarını sayıp dökmek, yermek” olarak ifade edilmiştir.

Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat’te ise “Biriyle şiir yoluyla alay etme, şiir yoluyla birini gülünç hâle koyma, yerme.” Olarak açıklanmıştır.

Hiciv sözcüğü, Arapça kökenli olduğunu savunan bazı araştırmacılar (Agâh Sırrı Levend, Ömer Özcan, Tunca Kortantamer) ise bu sözcüğün yerine Türkçe “yergi” sözcüğünü kullanmayı tercih etmişlerdir.

Bazı araştırmacılara göre ise “yergi” sözcüğünün hicvi tam olarak karşılayamayacağı ve hicvin daha kapsamlı bir kavram olduğunu savunurlar.

Hilmi Yücebaş, “Hiciv, daima hürriyetsizlikten doğmuştur. Bu sebeple daima haklı ve kuvvetli, daima keskin ve sert, daima küstah ve küfürbaz ve daima kısa ve acıdır.” diyerek hicvin keskinliğine ve katılığına işaret eder.

Hikmet Feridun Güven ise hicvin tanımını şöyle yapar: “Hiciv, alaya almak, sataşmak, çekiştirmek, kötülemek hatta küfretmek demektir. Bütün bunlar duyguların bir şekilde açığa vurulmasıdır. Duygular kimi zaman hareketle (taklit, öykünme) kimi zaman çizgiyle (resim, karikatür) kimi zaman da sözle ifade edilir ki sözlü ifadelendirme edebiyatın konusudur.”

Divan edebiyatı denilince akla ilk olarak aşk, şarap ve güzellik üzerine yazılmış, toplumsal hayattan uzak şiirler gelmektedir. Kuşkusuz edebiyatımızda bir tür olarak eleştiri ya da tenkidin gelişmesi 19. yüzyıla dayanır. Ancak bu yüzyıldan önce yazılmış sayısız yapıt ve şiiri görmemek bizi yanlış bir yola sevk eder. Bu algının oluşmasında Dİvan şiirindeki eleştiri anlayışının toplumsal meselelerden çok bireysel meselelere odaklanması yatıyor olabilir. Ancak böyle de olsa Divan şiirinde toplumsal yergi yoktur demek mümkün değildir.

Divan şiirinde hiciv kavaramı, eleştiriden çok alay, iğneleme, dokundurma anlamıyla kullanılmıştır. Klasik şiirde eleştiri kapsamında çok sayıda nazım türü bulunmaktadır. Bunların başlıcaları latife, hezl, tehzil, tezyîf, mutâyebe, mülâtafa, zemm, şetm ve kadh olarak sıralanabilir.

Zengin bir nazım türü olan bu şiirin örneklerini çok sayıda şairde görebiliyoruz. Mesela Nesimî, Nef’î, Osman-zâde Tâib ve İzzet Molla gibi şairler bu yolda yazdıkları şiirler nedeniyle hayatlarından olmuşlardır. Nef’i'nin Siham-ı Kaza'sı, Şeyhi'nin Harname'si, Fuzulî’nin Şikayetnamesi, Bağdatlı Ruhi'nin Terkib-i Bend adlı eserleri divan şiirinin önde gelen hiciv örnekleri olarak kabul edilir. Bunlar dışında eserlerinde hicviye yazan şairler de az değildir: Şeyhülislam Yahya, Molla Lütfi, Şair Eşref, Koca Ragıp Paşa, Fitnat Hanım, Aynî, Haşmet, Sururî Vehbi akla gelen ilk örnekler olarak sıralanabilir.


ŞEKİL ÖZELLİKLERİ

Hiciv daha çok methin (övgünün) karşıtı olarak görülmüştür. Bu yüzden de hicviyeler, methiyeler gibi genellikle kaside nazım şekliyle kaleme alınmıştır. Az da olsa diğer nazım şekilleriyle yazılan hicviyelere de rastlanmaktadır.

ŞEYHİ VE HARNAME

Divan Edebiyatında bilinen ilk hiciv yazarı Şeyhî’dir. Onun Harnâme adlı mesnevi nazım şekliyle kaleme aldığı eserde, öküze özenip sonunda canından olan bir eşeğin hikayesi anlatılır. Dolayısıyla bu yönüyle fabl özellikleri taşımaktadır. 126 beyitten oluşan bu mesnevide başından geçen bir soygun olayını anlatan Şeyhî, eserin sonunda varını yoğunu kaybettiğini ve padişahtan adalet istediğini ifade eder.

Harnâme adını taşıyan başka bir hiciv eseri de Molla Lutfi tarafından yazılmıştır.

 FUZULİ VE ŞİKAYETNAME

Fuzûlî’nin Şikâyetnâme’si divan edebiyatında sosyal eleştiri niteliğinde bir eser olarak kabul edilir. Fuzuli’nin Bağdat’ta kendisine tahsis edilen maaşı alamaması üzerine İstanbul’da bulunan Nişancı Celâlzâde Mustafa Çelebi’ye yazdığı bu mektupta dönemin bürokrasisi ve devlet memurlarının olumsuz tutumları eleştirilmiştir.

BAĞDATLI RUHİ VE TERKİBİ BENT

Divan edebiyatında eleştirel şiirin yani hicvin en güzel örneklerinden birini de Bağdatlı Rûhî vermiştir. Ruhi’nin 17 bentlik “Terkîb-i Bend”i, yaşadığı XVI. yüzyıl toplumunu dikkatle gözlemleyen ve bu toplumsal yapıya eleştiriler getiren etkili bir örnektir. Şair, devlet düzenindeki çarpıklıkları ve taşra yönetiminin kusurlarını şiirinde ağır bir dille hicvetmiştir.

GÜFTİ VE TEŞRİFATÜ’Ş ŞUARA

Osmanı devlet düzeninin gözle görülür biçimde bozulmaya başladığı XVII. Yüzyıl, hiciv türünün de geliştiği bir dönemdir. Toplumda artan yozlaşma ve bozulmaların belirgin hale gelmei kadar, şiirin geniş kitleler arasında ilgi çekmesinin de bunda payı olduğu düşünülebilir.

Bu yüzyılda Güftî’nin kaleme aldığı ve Türk edebiyatının tek manzum (şiir) tezkiresi olan Teşrîfâtü’ş-şuarâ’sında hem kendini hem de önemli addettiği pek çok şairi hicvetmiştir.

NEFİ VE SİHAM-I KAZA

Divan şiirinde özellikle kişileri hedef alan, divan hicvinin ustası kabul edilen isimlerin başında kuşkusuz Nefi gelmektedir. Onun adı hicivle adeta özdeşleşmiştir. Hicivlerini derlediği Sihâm-ı Kazâ adlı eserinde alaydan mizaha itham, tehdit, sövgü, müstehcenlik ve hatta küfür derecesine varan ağır bir dil dikkat çeker.

Nefi’nin ünlü hicivleri arasında Tâhir Efendi ve Şeyhülislâm Yahyâ’ya verdiği karşılıklar öne çıkar. Şair, çağının önde gelen sanatçılarından siyaset adamlarına, devlet büyüklerine kadar pek çok kişi hakkında hicivler kaleme alır.

Bu sert dil ve üsluba rağmen sanat erbabını sadece yermekle yetinmiş, esas öfkesini ise bürokratlara ve devlet yöneticilerine yöneltmiştir. Öyle ki hicivlerinin hayatına mal olduğu bilinmektedir. Türk hicvinin gelişip yaygınlaşmasında Nefi’nin yeri tartışmasızdır. Özellikle sonraki dönemin edebiyat dünyasında hicvin öne çıkmasında onun katkıları tartışmasızdır.

NABİ VE HAYRİYYE

XVIII. yüzyılın başlarında yazılan Nâbî’nin Hayriyye’si, tamemen hiciv tründe yazılan bir eser olarak kabul edilmese de eserde topluma ve kişilere yönelik yergilere rastlandığından bu tür eserler arasında sayılabilir.

 

HECCAV HAŞMET

Nef‘î’den sonra divan şairlerince daha da ilgi çeken hiciv türü Haşmet ve çevresindekilerle (Koca Râgıb Paşa, Fıtnat Hanım) Seyyid Osman Sürûrî ve çevresindekiler (Vehbî vb.) arasında gelişen atışmalarla daha da canlılık kazanmış, toplumun ilgisini cezbetmiştir. Öyle ki Haşmet adlı şair “heccâv” lakabını (hiciv ustası) elde etmiş, pervasızlığı, her önüne çıkanı yermekten zevk alışı yüzünden ömrünü Bursa ve Rodos’ta sürgünde geçirmek zorunda kalmıştır.

TOKATLI EBUBEKİR KANİ VE HİRRENAME

Divan şirinde hezl ve hiciv türünde şiirleri bulunan bir başka şair de Tokatlı Ebûbekir Kânî’dir. Özellikle mektuplarında secili, sanatlı bir dil kullanan şairin bu türde kaleme aldığı en önemli eser Hirrenâme’dir. Kedilerin, maceralarını kediler şahına anlatmalarından ibaret olan Hirrenâme süslü bir nesirle münşeat tarzında kaleme alınmıştır. Şair yapıtında bozuk işleyen devlet çarkının eleştirisini yapmış, toplumsal yozlaşmayı bir mektup havasında kaleme almıştır.

 

Divan edebiyatında hicve en yakın tür, mizahla beslenerek zaman zaman kişilere ve kurumlara yönelik eleştiriler getiren, kaba şaka ve alayların yer aldığı hezldir (bk. HEZL). Bu tarzın önde gelen isimlerinden Sürûrî gerek tarih manzumelerinde gerekse diğer şiirlerinde sık sık hicve de yer verir. Hezliyyât-ı Sürûrî’de şairin çağdaşı olan pek çok kişinin adı bir hiciv atmosferi içinde anılmıştır.

 

ZİYA PAŞA VE TERKİB-İ BENT

Ziya Paşa, öylesine gerçeklerle haşır neşir olmuştu ki: derin uslamlama imbiğinden damıttığı özle, toplumu, düzeni, kültür ve yaşam alanlarını; baskıcı yönetimin kısıtladığı özgürlüklerin ve halk meşruiyetinin savunuculuğunu yapmıştı. Şiirlerinde, divan şiiri biçimini ve içerikte de hak, adalet, uygarlık, hürriyet gibi temalarla, kavramların özüne değgin erdemleri taşıdı ve yergide, halka, yönetime karşı sakınmasızdı. 

Ziya Paşa, baskıcı yönetime karşı özgürlükleri ve meşrutiyeti savunan; içerikte hak, adalet, uygarlık, hürriyet gibi temaları işleyen, bir dilin öncüsüydü. Birkaç beyit örneğiyle, gerici tutuma karşı, divan edebiyatının da eleştirel dili olduğunu bize anımsatıyor:

“Bî-baht olanın bağına bir katresi düşmez / 

Bârân yerine dürr ü güher yağsa semâdan” 

(Gökyüzünden yağmur yerine inci ve mücevher yağsa talihsiz olanın bahçesine bir damlası bile düşmez.)

 

“Dehrin ne safâ var acaba sîm ü zerinde / 

İnsan bırakır hepsini hîn-i seferinde” 

(Dünyanın altınında ve gümüşünde ne mutluluk olabilir ki? İnsanlar ahiret yolculuğuna çıkarken bunların hepsini geride bırakır.)

 

“Onlar ki verir lâf ile dünyaya nizâmât / 

Bin türlü teseyyüp bulunur hânelerinde” 

(Onlar ki dünyaya lâf ile nizam verirler. Onların evlerine gidip bakın, hânelerinde bin türlü ihmal ve düzensizlik görürsünüz.)

 

“Milyonla çalan mesned-i izzette ser-efraz / 

Birkaç kuruşu mürtekibin cây-ı kürektir.” 

(Milyonla çalanlar yüksek ve şerefli mevkilere yükseltilerek baş tacı edilir; birkaç kuruş çalan hırsız ise kürek cezasına çarptırılır.)


"Milyonla çalan mesned-i izzette ser-efraz 

Birkaç kuruşu mürtekibin cây-ı kürektir."

Yani Ziya Paşa şöyle diyor; Yüksek ve şerefli mevkilerdeki güçlerine güvenip milyonları çalanlar başı dik, alnı açık dolanırken; birkaç kuruş çalan hırsız kürek cezasına çarptırılır.


“Bed-asla necâbet mi verir hiç üniforma / 

Zer-dûz palan vursan eşek yine eşektir” 

(Kötü asıllı -soysuz- birine üniforma soyluluk mu verir; eşeğe altın işlemeli semer vursan yine eşektir.)

 

“İkbâl için ahbabı siayet yeni çıktı / 

Bilmez idik evvel bu dirayet yeni çıktı” 

(Yüksek mevkilere erişebilmek için dostlarını çekiştirmek yeni çıktı; önceden bilmezdik, bu türden hüner ve beceri yeni çıktı.)

 

“Sadıkları tahkir ile red kaide oldu

“Hırsızlara ikram ü inayet yeni çıktı

“Hak söyleyen evvel dahi menfur idi gerçi

“Hainlere amma ki riayet yeni çıktı

“Milliyeti nisyan ederek her işimizde

“Efkâr-ı Frenge tebaiyyet yeni çıktı”

(Allah’a ve vatanına sadık olanları aşağılamak ve onları reddetmek kural hâline geldi, hırsızlara ikramda bulunmak ve yardım etmek yeni çıktı.)

(Gerçi eskiden de doğruyu söyleyenlerden nefret edilirdi ama hainlere saygı göstermek, onları koruyup kollamak, onların emirlerine uymak yeni çıktı.)

(Yaptığımız her işte millî birlik ve şahsiyeti unutarak Avrupalıların fikirlerine uymak yeni çıktı.)

Görüleceği üzere son dönem Divan şiiri içinde, baskıcı ve yozlaşmış yönetime karşı, eleştirel bir ruhla açıkça meydan okuyordu Ziya Paşa.

 

BAŞLICA HİCİV ÖRNEKLERİ

"Millete erbabı mansıptan biri eşek demiş

Reddedilmez böyle bir söz, amma ki pek can sıkar

Olsa da millet eşek, eşek diyen bilmez mi ki

Sadrazamla valiler de milletten çıkar." (Şair Eşref)

 

"Kabrimi kimse ziyaret etmesin Allah için

Gelmesin reddeylerim, billahi öz kardeşimi

Gözlerim ebnâ-yi âdemden o kadar yıldı ki

İstemem ben Fatiha, tek çalmasınlar taşımı" (Şair Eşref)

 

"Bize kâfir demiş müfti efendi

Dutalım ben ana diyem Müselman

Varıldıkta yarın divan-ı Hakk’a

İkimiz de çıkarız anda yalan." (Nef’i)

 

"Tahir Efendi bana kelp demiş

İltifatı bu sözde zahirdir,

Maliki mezhebim benim zira,

İtikadımca kelp tahirdir." (Nef’i)

 

“Nidelüm devr sunarsa sana şerbet bana zehr

Bu cihan böyle olur gâh bana gâh sana” (Necâtî)

 

"Çok da mağrur olma kim meyhâne-i ikbâlde

Biz hezâran mest-i mağrûrun humârın görmüşüz" (Nabi)

(Talih meyhanesinde -geldiğin yüksek mevkilerde- çok da gururlanma çünkü biz gururdan sarhoş olanların binlercesini daha sonra sersemlemiş halde görmüşüz.

 

"bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!

yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak!

bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak,

atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak…

 

yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,

doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!" (Tevfik Fikret)

 

"Kime sordumsa seni doğru cevap vermediler;

Kimi hırsız, kimi alçak, kimi deyyus! dediler…

Künyeni almak için, partiye ettim telefon:

Bizdeki kayda göre, şimdi o meb’us dediler!.." (Neyzen Tevfik)

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkürler

NAZIM HİKMET'İN KAYIP ŞİİRLERİ 2: "UNUTULAN"

Nazım Hikmet'in kayıp ikinci şiiridir "Unutulan" ... Aslında eski baskı kitaplarında bulunan; ancak son yıllarda yapılan bası...