Rüzgar Fırtınaya Döndüğünde
"…Ve kan dökülüyordu, şirket kasırgasıydı sürüp giden. Dünyanın hiçbir yerinde şimdiye dek görülmemiş bir kasırgaydı bu; gene de Chicago, dünyanın dört bir bucağından, daha çok erkek, daha çok kadın istiyordu."
Bir kent höykürüyor, bir vampirin dişlerini andıran makine dişlilerinin arasından! Korkunç ve kararmış gözlerini, kadın erkek demeden en alttakilere, lanetlilere, hiçbir şeyi olmayanlara ve "hiçbir şey olanlara" dikmişti.
İstediğini de alacak gibiydi. Yükselen kentin yapıları kandan besleniyordu adeta; iş cehennemlerinde, kentin kalbine döşenen rayların arasında kalan canların her son nefesi kente can veriyordu . Kent yükseliyordu yükselmesine ya, insanlar tükeniyor, ölüyordu. Evet bildiğiniz anlamda eziliyor, hastalıktan düşüyor ya da ruhlarını teslim ediyorlardı karşılarındaki canavara: KAPİTALİZM'e! Başka çareleri yoktu çünkü…
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjQf7LqaEhHGlXFUJdWuNWM29OfcodOKjgx_W9qLNwd6rmd1PTnVtovJuk59SDmqm7tSuAegse32hTos-3Zmfd2hEdcOQcrEI0ZfaLkFGDlmQMvvNHkzGxTrXaekKv4V7WCtZOIs8-7IZFn/s320/1.jpg)
Bin bir parıltı arasında resmedilen Kuzey çağırıyordu bizleri de. Savaş bitmişti ama şimdi de ayakta kalma savaşı vardı karşımızda; iki korkunç düşmanı; hastalık ve açlığı yenmek diğer savaştan da zor gözüküyordu.
Kuzey çağırıyordu bizleri, fırsatlar ülkesi çağırıyordu.
Her yandan geldik; doğudan batıdan; kimimiz denizlerin ötesinden geldik. Bir milliyetimiz yoktu bizim. Her milliyettendik ve tek ortak yanımız hayatta kalabilme çabamız ve emeğimizden başka satacak bir şeyimizin olmamasıydı. Artık burada köleler yoktu; yaşantımız değişmemişti ama adımız değişmişti: Proletarya! Köle değildik sadece, artık ücretli kölelerdik biz.
***
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhrK8zU0ZNvIFzzOHfzpdwSGjfjNMZsPk3AklHAxxsBJCbmC_eeuQejjWcNekrhFKdm9C0UsyAFxBBnTloRdP1bnTI1pdn4i62sxxJiV0hXiyzjrJDtR2hT3eTBF2ZjyddG16iNJEvoWGdQ/s320/1523440987_HaymarketRiot-Harpers-primero-de-mayo-dia-trabajador.jpg)
Spies, Lingg, Engel ve Fischer'lerinin hikâyesidir bu. Mizansen olarak yargılandıkları mahkeme karşısında da, darağacına giderken de yiğitti dördü de. Spies'in sözleri bizim yüzyıllardan öteye ulaşan sesimizdi: "Öyle bir zaman gelecek ki, bizim suskunluğumuz, sizin bugün ipe çektiğiniz seslerden daha güçlü olacaktır!"
11 Kasım 1887'de asıldılar. "Bu kentte tek kişi mutlu değil bugün." diye not düştü tarih sayfalarına. Ama bu sessiz fırtınanın daha ilk kıpırtılarıydı. Onların cenaze törenleri Amerika'da binlerce emekçiyi bir araya getirmişti. Amerika böyle bir sel görmemişti… Artık iş yorgunluğu ve dizginsiz sömürüden belini doğrultamayan proletarya başını kaldırmaya, onurlu evlatlarının açtığı yoldan tereddütsüzce ilerlemeye başlıyordu. Ummana akan bir nehir misali aktılar. Bu yüzyılların suskunluğunu tuzla buz eden bir gürültüydü, bu "Bizim suskunluğumuzdu…"
Ama "Fırtına" durulmamış aksine dünyayı sarsmaya, dünyanın lanetlilerine "o düşü" taşımaya devam edecekti. Chicago'da kopan fırtına dünyanın dört bir yanında yankılandı. Ve o artık bir kasırgaydı; kalbi, bilinci ve düşleriyle tek vücut olmuş, bir sınıf olduğunun ayırdına varmaya başlayan işçilerin "sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya" düşünün somutlaşmış ilk adımlarındandı.
Parsons ve arkadaşları daha doğmamış çocuklarına miras olarak onurlu bir mücadele bırakmış ve bu yolda tereddütsüzce "Yürüyün!" demişlerdi. Bu miras sadece öz çocuklarına değildi elbette, bu çağrı işçi sınıfının tüm evlatlarınaydı aynı zamanda. Kuşkusuz mirası devralan kuşaklar bunu layıkıyla ileriye taşıdılar; bazen durularak, sendeleyerek ama asla yere düşmeden, asla tereddüt etmeden… Paris sokaklarından, Moskova barikatlarına ulaşan bu ses şimdi bastırılmış olsa da biz dünyanın lanetlileri yeniden ayağa kalkacağımız o gün için and içiyoruz!...
NOT: "8 saat hareketini" ve 1 Mayıs'ın doğuşunu konu edinen Howard Fast'ın "Fırtınadan Sonra" adlı romanından esinlenilerek kaleme alınmıştır.
11 Kasım 1887'de asıldılar. "Bu kentte tek kişi mutlu değil bugün." diye not düştü tarih sayfalarına. Ama bu sessiz fırtınanın daha ilk kıpırtılarıydı. Onların cenaze törenleri Amerika'da binlerce emekçiyi bir araya getirmişti. Amerika böyle bir sel görmemişti… Artık iş yorgunluğu ve dizginsiz sömürüden belini doğrultamayan proletarya başını kaldırmaya, onurlu evlatlarının açtığı yoldan tereddütsüzce ilerlemeye başlıyordu. Ummana akan bir nehir misali aktılar. Bu yüzyılların suskunluğunu tuzla buz eden bir gürültüydü, bu "Bizim suskunluğumuzdu…"
Ama "Fırtına" durulmamış aksine dünyayı sarsmaya, dünyanın lanetlilerine "o düşü" taşımaya devam edecekti. Chicago'da kopan fırtına dünyanın dört bir yanında yankılandı. Ve o artık bir kasırgaydı; kalbi, bilinci ve düşleriyle tek vücut olmuş, bir sınıf olduğunun ayırdına varmaya başlayan işçilerin "sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya" düşünün somutlaşmış ilk adımlarındandı.
Parsons ve arkadaşları daha doğmamış çocuklarına miras olarak onurlu bir mücadele bırakmış ve bu yolda tereddütsüzce "Yürüyün!" demişlerdi. Bu miras sadece öz çocuklarına değildi elbette, bu çağrı işçi sınıfının tüm evlatlarınaydı aynı zamanda. Kuşkusuz mirası devralan kuşaklar bunu layıkıyla ileriye taşıdılar; bazen durularak, sendeleyerek ama asla yere düşmeden, asla tereddüt etmeden… Paris sokaklarından, Moskova barikatlarına ulaşan bu ses şimdi bastırılmış olsa da biz dünyanın lanetlileri yeniden ayağa kalkacağımız o gün için and içiyoruz!...
NOT: "8 saat hareketini" ve 1 Mayıs'ın doğuşunu konu edinen Howard Fast'ın "Fırtınadan Sonra" adlı romanından esinlenilerek kaleme alınmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz için teşekkürler