Din ve Kadın
21. yüzyıl dünyada önemli siyasi ve iktisadi dönüşümlere sahne olduğu kadar kadınların yaşamı, toplumsal varlığı ve hukuki statüleri açısından da önemli değişimleri beraberinde getirmiştir. Kuşkusuz kadının sosyal ve hukuki varlığı tartışılırken din olgusu öteden beri önemli bir tartışma zemini oluşturmaktadır. 21. yüzyılda bu etkenin var gücüyle kendini hissettirdiğini görmekteyiz.
21. yüzyıl dünyada önemli siyasi ve iktisadi dönüşümlere sahne olduğu kadar kadınların yaşamı, toplumsal varlığı ve hukuki statüleri açısından da önemli değişimleri beraberinde getirmiştir. Kuşkusuz kadının sosyal ve hukuki varlığı tartışılırken din olgusu öteden beri önemli bir tartışma zemini oluşturmaktadır. 21. yüzyılda bu etkenin var gücüyle kendini hissettirdiğini görmekteyiz.
Özellikle din algısı, din
ve kadın tartışmaları ve buna bağlı olarak tanım ve kavramlaştırmalar
farklılıklar göstermektedir. Öyle ki bu durum söz konusu çalışma alanının
yöntem arayışı ve tartışmalarına da yansımıştır. Durkheim (1976) ve Giddens’a
(1984) göre bütün kültürlerin bir parçası ve gündelik yaşamın bir öğesi olan
din, bir yandan bir insan topluluğunun doğaüstü ve kutsal bulduğu şeyleri
yorumlayan ve yanıtlayan bir inanç ve pratikler sistemi olarak tanımlanırken;
diğer yandan kültürel bir boyuta da sahiptir.[1]
Dinin
bir kadın ya da erkek için farklı şeyler ifade ettiği, onların yaşamlarını çok
farklı etkilediği açıktır. Her ne kadar inanç bireysel bir olgu olarak ele
alınsa da din söz konusu olduğunda bu bireysellik iyice gölgelenmekte, yerini
toplumsal yanı ağır basan katı kurallara bırakmaktadır.
“Din,
bireysel ya da kolektif insan yaşamının en derin yönleriyle ilgili bir olgu.
İnsana özgü her olgu gibi din de tarihsel ve toplumsal incelemelere tabi
tutulmuştur. Ve bu incelemelerde din olgusunun kadınlar ve erkekler için farklı
anlamlar taşıdığı gün yüzüne çıkmıştır.” [2]
Tüm
bu değerlendirmeler, kadınların din ile olan ilişkisini, daha karmaşık ve
baskıcı hale getirmektedir. Toplumsal cinsiyet rollerinde ortaya çıkan
egemenlik ilişkilerinin aynı şekilde din olgusu söz konusu olduğunda da ortaya
çıktığını, bunun din-kadın ilişkisini baskın bir ilişki haline getirdiğini
söylemek mümkündür.
Dinin
toplumların varlığı, gelişimi ve bu toplumu oluşturan her bir bireyin varlığı,
gelişimi ve yeniden üretimi açısından yerine getirdiği toplumsal işlev hiç de
tarihsel olarak en önemli erklerden birini oluşturmaktadır. Kapitalist gelişim
sürecine kadar mülkiyet üzerinde dinin etkisi ve gücü, aynı şekilde insanlar
üzerinde de etkisini göstermiştir. Kuşkusuz kadın bedeni üzerindeki erki,
erkeğe nazaran daha güçlüdür. Arkaik toplumlarda ve mitlerde öne çıkan kadın
bedeni ve kadın figürü tek tanrılı dinlerin ortaya çıkmasıyla ikinci plana
düşmüştür. Ki tek tanrılı kadının ikincilliğini doğal kabul etmesi ve kadının
ve kadın bedeni üzerinde kurulan tahakkümün temel gücünü oluşturmuştur.
“‘Doğal ikincilliği’
kadının ve onun bedeninin denetlenmesinin meşru gerekçesi sayması en önemli
özellik olarak gösterilmektedir. Tek tanrılı dinlerin ortaya çıkışıyla birlikte
kadınların toplumsal ve dinî hayattan ikinci plana atılmaları sürecinin
başladığı ileri sürülmektedir. Tek tanrılı dinlerin kadınlara yönelik ayırımcı
çizgisinin tarihsel süreç içerisinde daha da derinleştiğini söyleyen Bahadır,
tarihsel gelişim süreci içinde kadının dinler karşısındaki konumunu tek bir
dönem ve coğrafya ile açıklanamayacak kadar farklılık arz ettiğinin altını
çizmektedir.”[3]
Dinsel
kaynaklarda ve kutsal kitaplarda kadınla erkeğin eşitliğine yapılan vurgulara
rağmen toplumsal yaşamda ve dinsel kuralların uygulanmasında bu tezin
sürdürülebilir olmadığı görülmektedir. Kadına ve erkeğe yüklenen misyonlar, din
tarafından içselleştirilmekte ve bu giderek bir norm haline getirilmektedir. Özellikle
tek tanrılı dinlerde bu kabul, düzenin zorunlu bir gereği gibi kabul edilmekte,
aksi anlayışların anarji ve küfre yol açacağı inancıyla güçlendirilmektedir.
Dinin kadınla erkeği tek bir yaratım eyleminin sonucuna bağlamalarına rağmen
onları dünyevi yaşamda ayrıştırmasının temel çelişkisi kendini farklı
inanışlarda da göstermektedir. Bu örneklerden birini de kuşkusuz, Arap Alevileri
toplumundaki kadınlar oluşturmaktadır.
Arap Alevileri
Alevi inancının kollarından biri olarak değerlendirilen Arap Aleviliği (Nusayrilik), on birinci İmam Hasan Askeri’nin öğrencisi olan Ebu Şuayb Muhammed bin Nusayr el-Basri en-Nümeyri (öl. M. 883) tarafından 9. yüzyılda kurulan; Abu Abdullah ibn Hamdan al Hasibi (öl. Halep 958) tarafından geliştirilen bir inançtır. İslâmiyet’in bâtıni yorumuna; tasavvuf, tenasüh (ruh göçü) ve Hulûl (reankarnasyon) inançlarında etkilenmiş, Ehl-i Beyt sevgine dayanan bir inanç sistemidir.
Arap
Alevi topluluğu ülkemizin çok kültürlü, çok dinli yapısı içinde yer alan
etno-dinsel bir topluluktur. Yüzlerce yıl süren Osmanlı egemenliği içinde bir
kısmı Suriye, Lübnan’da yaşayan bu topluluğun önemli bir kesimi hala Türkiye’nin
Akdeniz bölgesinde, özellikle Hatay, Adana ve Mersin gibi illerde yaşamaktadır.
Heteredoks
bir İslam topluluğu olarak değerlendirilen bu inanç kesimi yer yer “Nusayri”
olarak adlandırılsa da topluluk mensupları kendilerini çoğunlukla salt “Alevi” olarak
adlandırmaktadır. “Nusayrilik kavaramı
tarihsel ve teolojik metinlerde ve yakın dönemde akademik literatürde
kullanılmakla birlikte topluluk üyelerinin önemli bir kısmınca
kullanılmamaktadır.”[4]
Nusayrî isimlendirmesinin
kökeniyle alakalı olarak ileri sürülen görüşlerin en makulu, hiç şüphesiz bu
ismin mezhebin kurucusu ve ilk teoloğu kabul edilen Muhammed b. Nusayr
en-Nemîrî’ye (ö.270/883) atfen verildiği şeklindeki görüştür. Doğrusu bu görüş,
tarihî vakıaya en uygun düşen görüş olarak kabul edilebilir. Nitekim fırkanın
kutsal metni Kitâbü’l Mecmû’un daha ilk bölümünde bu kişinin görüşleri
nakledildiği gibi çeşitli bölümlerinde de Nusayrî ve Nemîrî isimlendirmesine
yer verildiği görülür.[5]
Heteredoks
inan grupları öteden beri Türkiye’de bir takım problemlerle karşılaşmaktadır.
Egemen Sünni inancının mensuplarının, “öteki”
konumundaki dini gruplara göre daha avantajlı konumda olduğu kuşkusuzdur.
Özellikle “Alevi” topluluklarının
egemen inanç ve ideoloji bağlamında, geçmişten günümüze, ötekinin ötekisi
konumunda olduğu iddia edilebilir. İslam dışı veya çoğunlukla sapkın olarak
görülen bu topluluklar, günümüzde dahi farklı tanımlamalara ve tariflere maruz
kalmaktadır. Maruz kalmaktadır dememizin gayesi çoğu kez egemen siyasal-dinsel
ideolojinin bu dezavantajlı grupları kendi dünya görüşü sınırlarında
tanımlaması ve kendilerini bu sınıra içine hapsetmeye çalışmasıdır. Osmanlı
döneminden bu yana ciddi baskılara maruz kalan bu toplulukların hala özgürleşemedikleri,
hala dinsel inançlarını özgürce yaşayamadıkları ortadadır. Dinsel inançlarını
ve inanç ritüellerini Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra dahi büyük bir
gizlilik içinde yürütmeleri, hala yaygın ve yazılı dinsel kaynaklarının
olmayışı bunun en somut göstergeleri olsa gerek. Bu çalışmada topluluğun
tarihsel gelişim sürecinden öte, günümüzde bu topluluk içinde kadınların yeri,
kadının toplumsal yaşam içindeki konumu, gözlemler ve görüşmeler yoluyla tespit
edilmeye çalışılmıştır.
Bu
topluluğun kapalı yapısını hala güçlü bir biçimde sürdürmesi hem konunun
araştırılmaya değer olduğunu hem de bu araştırmanın ne kadar zorlu olduğunu
göstermiştir. “Bâtınî karakteri
dolayısıyla ismi, tarihi ve inanç yapısı hakkında önemli bilgi eksiklikleri
bulunan ve çelişkili görüşlere konu olan Nusayrîlik, mensuplarınca yayımlanan
eserler ve akademik araştırmalar sayesinde bir dereceye kadar
aydınlatılabilmiştir.”[6]
Arap
Aleviler konusunda bir literatür çalışması yapıldığında dikkate değer yeterli
kaynağa ulaşılamamaktadır. Kuşkusuz inancın Batıni boyutu da bunda etken
olmakla birlikte, topluluğun geçmişte uğradığı baskılar, günümüzde genel olarak
Alevi inancına dönük baskı ve asimilasyon politikaları da azımsanmayacak bir
ağırlığa sahiptir. Yine de son yıllarda yayın düzeyinde yetersiz olsa da
araştırma ve tez çalışmalarının artmaya başlamış olması ülkemizin çok kültürlü
yapısının ortaya çıkarılıp geliştirilmesi açısından anlamlıdır.
Siyasal
olarak tarihsel süreçte, Osmanlı döneminde önemli bir varlık göstermeyen Arap
Aleviler açısından genç Türkiye Cumhuriyeti adeta bir kurtuluş olarak
görülmüştür. Mustafa Kemal Atatürk’e duyulan büyük saygı ve evlerinde dahi
Atatürk fotoğraflarının yaygınlığı bunun somut göstergesi olarak
değerlendirilebilir. Ancak bu Cumhuriyet ilgisi, onları Cumhuriyet’in hem dil
hem de inanca yönelik asimilasyona dönük politikalarından kurtaramamıştır.
Arap
Aleviler, karmaşık bir bâtinî ahret inancına sahiptir. Ölüm sonrasında yaşam bu
inançta önemli bir yer ihtiva etmektedir. Zaten tenasüh ve reankarnasyon
inançlarının bölgede hala güçlü bir etki göstermesi de bundan olsa gerek.
Ölümden sonra ruhun, kutsal ve ulvi bir âleme gidileceğine inanırlar. İnançlarına
göre âlemi dört büyük bölümde algılayan Arap Aleviler, son kertede en ulvi
makamda varlığın yıldızlara dönüşeceğine inanırlar. [7]
Bir yorum
Arap Aleviler, diğer etnik gruplara göre belki de dünyada kapalı ve gizli cemaat örgütlenmesini katı bir biçimde sürdüren nadir grupların başında geliyor. Öyle ki kadınlar aslında bu inancın temelini, dayanak noktalarını, sır diye tabir edilen inanışları, bu topluluğa mensup olsalar da bilemiyorlar. Yani bildiklerini çoğu kez kişisel merak ve zorlamalarla öğreniyorlar. En aydın dediğimiz, hatta kendini “inançsız” tarif eden erkeklerde bile bu inancın getirdiği katılıklara rastlıyoruz. İnancı taşımasa da “sırrı” korumada oldukça hassas davranıyorlar.
Peki bu sır nedir?
Açıkçası bu sırrı
anlamak için çok uğraştım. Sanıyorum, çoğu erkek dahi sırrın anlamını idrak etmiş değil. Adı üstünde sır! Haliyle anlatılması kesin olarak
yasaklanmış. Bu hem topluluğun varlığını sürdürmesi için bir savunma
mekanizması; ama aynı zamanda inancın temelini oluşturuyor.
Arap Aleviler, belki de Aleviler içinde İslami unsurların en güçlü olduğu Alevi kesimini oluşturuyorlar. Kuranı Kerim’e ve Hz. Muhammed’e inanırlar. Ancak bu inançta birtakım farklılıklar var. Yani işin zahir kısmını bu oluşturuyor; lakin Batıni kısmı biraz farklı. Mesela Kurana inansalar da Kuran’ın gizli manaları ve sırları olduğunu kabul ediyorlar, tıpkı Hurufiler gibi. Hz. Muhammed’in peygamberliğini kabul ediyor; ancak Hz. Ali’ye çok önemli bir paye biçiyorlar.
Hz. Ali konusunda bence tasavvuf inancının etkisiyle de olsa gerek Hz. Ali “çok özel bir varlık” gibi görüyorlar. Daha doğrusu Allah’ın bir yansıması gibi. Kuşkusuz bu inançlarını da Kuran ve hadislere dayandırıyorlar.
Arap Aleviler, belki de Aleviler içinde İslami unsurların en güçlü olduğu Alevi kesimini oluşturuyorlar. Kuranı Kerim’e ve Hz. Muhammed’e inanırlar. Ancak bu inançta birtakım farklılıklar var. Yani işin zahir kısmını bu oluşturuyor; lakin Batıni kısmı biraz farklı. Mesela Kurana inansalar da Kuran’ın gizli manaları ve sırları olduğunu kabul ediyorlar, tıpkı Hurufiler gibi. Hz. Muhammed’in peygamberliğini kabul ediyor; ancak Hz. Ali’ye çok önemli bir paye biçiyorlar.
Hz. Ali konusunda bence tasavvuf inancının etkisiyle de olsa gerek Hz. Ali “çok özel bir varlık” gibi görüyorlar. Daha doğrusu Allah’ın bir yansıması gibi. Kuşkusuz bu inançlarını da Kuran ve hadislere dayandırıyorlar.
Peki Kadın?
Kadına gündelik yaşamda,
toplumsal yaşamın her alanında rastlamak mümkün, ama din söz konusu olduğunda
kadının varlığından söz edemiyoruz. Din belli bir olgunluğa erişmiş erkeklere
aktarılıyor. Bu da “amca” denilen ekabirler tarafından gerçekleşiyor. Ritüellerde
sadece erkekler bulunuyor. Kadınlar dinsel, türbe ziyareti, Kuran okuma ve
Cenaze merasimleri dışında, hiçbir ritüelde yer almıyor. Zaten bu saydıklarım
da temel ritüellerden biri değil. Mesela Anadolu Alevilerinde kadınlarla
erkekler birlikte cem ederken, Arap Alevilerinde sadece erkekler cem törenine
katılabilirler.
***
Gizlilik ve Sır
Kavramları
Bâtınilik
meselesi Arap Alevi inancının temellerinden biri. Bâtıni-zahiri ilişkisi Arap Alevilerin bütün inanç dünyalarında
etkili olmaktadır. Hz. Ali’nin ilahlaştırılması, Hızır inancı ve türbe
inancının yaygınlığı, tecelli, tenasüh ve takiyye, Hıristiyan bayram ve
törenlerinden etkilenme ve amcalık geleneği, Arap Aleviliğin önemli özellikleri
olarak öne çıkıyor.
Arap
Alevilerin inançlarını bâtın-zahir anlayışına dayandırmaları, ilk halifenin Hz.
Ali olması gerektiğine dair inançları (Gadir Hum), Anadolu Alevileri gibi Hz.
Ali’ye önemli bir inanç figürü olarak bakmaları, Cami’yi reddetmeleri vb.
onları Sünni inancından kesin çizgilerle ayırmaktadır.
Arap
Alevilerinde en önemli inanç kavramlarının başında “sır” gelmektedir. Bu kavram
inancın temelinde yer almaktadır. İnancın siyasal süreçlerle ilişkili olarak
böyle bir evrim geçirmesi de muhtemel olmakla birlikte “Sır tutma” veya
“hakikati gizleme” olmazsa olmaz kuralların başında gelmektedir. Dolayısıyla
kapalı toplumlarda sıklıkla karşılaştığımız takiye ya da sır tutma, bu
toplulukta da önemli bir yer tutar.
Kurulduğu
9. Yüzyıldan itibaren büyük bir gizlilik içinde ritüellerini icra eden Arap
Alevi inancı, bu gizliliği sağlayabilmek için bazı ritüeller geliştirmiştir Buna
göre “sır” kavramı içinde değerlendirilen inanç ve ritüeller, inanca dair
hususlar, Batıni yorumdan kaynaklanan bir takım kaideler çocuklara, kadınlara
ve topluluk dışı unsurlara kesinlikle aktarılmaz. Bu konuda asla bilgi
verilmez. Hatta bu kişiler ibadet yerlerine yaklaştırılmaz. Çünkü kadınlar ve
çocukar, duygusal ve zayıf varlıklardır. Dolayısıyla hem fiziki olarak hem de
yaratılış olarak bu sırrı taşımaya muktedir değillerdir.
"Bu sebeple gizlilik,
mezhebin önemli bir özelliği, bir bakıma hayatta kalabilmenin şartı olarak
görülmüştür… Sırra sahip olmak önemli bir meziyettir ve sırları ifşa edenleri
öldüklerinde toprak kabul etmeyecek ve hayvan suretine dönüşeceklerdir. Bir
Nusayrî’nin, inancının sırlarını başka inançtan olanlara açmaması gerektiği
mezhebe giriş merasimlerinde ilk şart olarak öne sürülür. Bu sırrı açığa
çıkaran ölümle cezalandırılır.66 Nusayrîler, başka din ve mezhep mensupları
arasında bulunduklarında onlardan görünürler. Müslümanların içine girdiklerinde
de onlar gibi namaz kılarlar. Onların bu şekilde davranmaları, tarih boyunca
topluluğun yaşadığı ağır koşullar, baskı ve azınlık psikolojisiyle yakından
ilişkilidir. Ayrıca koptukları Şia’da var olan inançları gizleme ilkesi de
Nusayrîlere bu hususta imkan tanımıştır.[8]
Arınma ve Şarap
“Nakfi /nakfe”
denilen Şarap ya da üzüm suyu (kuru ya yaş üzümden yapılan) Arap Alevi
inancında önemli bir yer tutar. Simgesel bir anlamı da olan bu kutsalın genel
inanç ritüeli içinde özel bir yeri vardır. Bir arınma öğesi olarak da görülen
şarap Haydarîlere göre Güneş’i, Kamerîlere göre de Ay’ı temsil etmektedir. Şarabın
takdisi, kutsanması ve bu yolla gerçekleşen arınma da son derece büyük gizlilik
içinde icra edilen cem töreni içerisinde özel bir yere sahiptir. Genel olarak
sadece yetişkin Arap Alevilerin katıldıkları bu cem törenine, kadınlar ve
çocuklar yaklaştırılmadığı gibi bu “zayıf” unsurlar ritüel araçlarına ve
alanlarına da kesinlikle temas etmezler.[9]
Arap Alevi Kadınların Dini
ve Sosyal Konumları
Nusayrî
inancında kadınların yeri, önemli bir araştırma konusu olmaya adaydır.
Burada
bahsi geçen tespitler Hatay’ın Defne, Samandağ ve Antakya gibi bölgelerinde
gerçekleştirilmiştir. Bölgede araştırma yapmanın en büyük zorluklarının başında
dil sorunu gelmektedir. Bölgedeki Arap Alevileri sokakta da evde de çoğunlukla
Arapça konuşmaktadır. Bu Arapça kuşkusuz resmi dilden etkilenmiş yöresel bir
özellik kazanmıştır. Günlük konuşmada dilindeki Arapçada bazı Türkçe
sözcüklerin bozuma uğratılarak kullanılıyor oluşu yazılı bir dil geleneğine
dayanmamalarından kaynaklanıyor olabilir. Ki Arapça yaygın bir biçimde
konuşulmasına rağmen yazı dilini bilenlerin sayısı oldukça sınırlıdır.
Arap
Alevi kadınlar, toplumsal yaşamın her alanında etkin bir biçimde karşımıza
çıkmaktadır. Hem iş yaşamında hem de aile ilişkilerinde oldukça etkili dominant
kadın figürlerine sıklıkla rastlayabiliyoruz. Siyasette de kadınların oldukça
aktif ve etkili olduklarını bizzat gözlemlerimden çıkarabildim. Bu konuda tam
bir bütünsel yaklaşım ortaya koymak mümkün değil, ki bazı bölgelerde, özellikle
köylerde kadınların daha pasif ve erkek egemen normlara tabi olduklarını, daha
sınırlı bir yaşam sürdürdüklerini gözlemledim.
Toplumsal
yaşamda bu denli görünür ve etkili olan kadınlar dinsel olarak hor görülmekte,
değersiz addedilmekte ve düşük yaratıklar olarak algılanmaktadır.
“Onların (Kadınların)
şeytanların günahlarından yaratıldığına, ruhlarının olmadığına ve bu sebeple
mümin olamayacaklarına inanırlar. Onlara göre kadınlar kölemsi varlıklardır.
Eğer efendilerine yeterince itaatkâr olmazlarsa, efendileri onların görevinin Nusayrîlerin
çoğalmasını sağlamak olduğunu hatırlatır. Onlar, ancak kocalarının isteklerine
boyun eğmek zorundadırlar. Kadınlar, hem yaratılış hem de fiziki özellikleri
itibarıyla aciz varlıklar olduklarından mezhebi bilgilerin ve sırların onlara
açıklanması kesin olarak yasaklanmıştır.”[10]
Açıkçası
gözlemlerimde yukardaki alıntıyı onaylayacak bir davranış ve yaklaşıma
rastlamasam da kadınların hiçbir dinî sorumluluğu ve yükümlülüğü olmadığı da bir
gerçektir. Hatta “sır” kavramını
açıklarken belirttiğim gibi kadınlar, zayıf yaratılışlı varlıklar oldukları
için “sır” asla onlarla paylaşılmaz. Yani onlar ibadetlerden muaf
tutulmuşlardır; ancak bu muafiyet bir özgürlük değil bir yetersizlikten ileri
gelmektedir. Öyle ki kadınlar ibadetin yapıldığı odaya bile yaklaştırılmazlar/yaklaşmazlar.
Hatta adetli kadınlar büsbütün “münecces” olarak görüldüğü için o bölge de bile
durmaz /duramaz. Kadınlar cem hizmetlerine dışarıdan yardımcı olurlar, yani
erkeklerin cem dışındaki tüm işlerini görürler; ancak adetli kadınlar, kurbana,
kurban etine dahi dokunmaz, cem töreni akabinde gerçekleşen etkinliklerin
hiçbirine dahil olamazlar. Erkeklerin yemeklerinin hazırlanması ve onlara
hizmet etmelerine dahi müsaade edilmez.
Günümüzde
kimi Nusayri aydınları, kadınların dışlanması ve küçümsenmesi şeklinde ortaya
çıkan bu tutum ve yaklaşımları eleştirmekte, bu da kadın konusundaki tutumların
yuv-muşamasına vesile olmaktadır. Zaten günlük hayatla ibadet arasındaki bu
tezat ister istemez birtakım esneklikleri beraberinde getirmektedir.
Nusayrîlikte
boşanma, nişanın atılması genelde ayıplanır ve kınanır. Aile kurumuna büyük
önem atfedilir. Ehlibeyt inancından da kutsanan aile kurumunun temeli erkeğe
dayanır. Toplumsal yaptırımlar ve algı nedeniyle olsa gerek, Arap Aleviler
arasında boşanma yüzdesi oldukça düşüktür. Bunun bir diğer sebebi de, yakın
akraba evliliklerinin oldukça fazla olmasıdır.[11]
Kadınlar cem törenlerinden böylesine dışlandıkları halde türbe ziyaretleri icra etmek,
cenaze merasimlerinde Kur’an-ı Kerim okumak gibi icraatlarda bulunurlar. Bu
durum aslında tüm inanç süreçlerinin dışına itilmediklerini de gösterirler.
Ancak bu ritüelleri icra eden kadınların “temiz” olmaları büyük bir
zorunluluktur. Yine aynı şekilde adetli olmamaları da şarttır. Kadınlar Türbe
ziyaretlerini icra ederken makyajsız, kapalı giyinmiş, başı örtülü olmalıdır.
Ayrıca
Arap Alevilerinde dişi kurban asla kesilmez, dişi eti yenmez. Bu inançtan
kaynaklanan bir yasak / gelenek olsa gerek. Kadının ruhunun zayıf görülmesi,
aynı şekilde bütün varlıklara da atfedilmiş olabilir. Öte yandan dişilerin
üretken ve doğurgan yapılarından ötürü öldürülmemeleri doğacıl bir inanç
ritüeli olarak da değerlendirilebilir.
KAYNAKÇA
1.
Hakan MERTCAN, Türk Modernleşmesinde
Arap Aleviler (Tarih Kimlik Siyaset), Karahan Kitabevi, Adana, 2013
2.
Halil İbrahim Bulut, Dünden Bugüne
Siyasi İtikadî İslam Mezhepleri Tarihi, Ankara, 2012
3.
Halil İbrahim BULUT, Tarih İnanç
Kültür ve Dini Ritüelleriyle Nusayrilik, Ortadoğu Yıllığı, 2011
4.
Levent DUMAN, Nusayri Kimliğin
Oluşumunda Siyasal Katılım ve Siyasal Partilerin Rolü: Hatay Örneği, Sosyal
Bilimler Dergisi, Yıl. 4 Sayı: 11, Haziran 2017
5.
Ethem Ruhi FIĞLALI, Günümüz İslam
Mezhepleri, İzmir İlahiyat Vakfı Yayınları, İzmir, 2008
6.
Hüseyin TÜRK, Nusayrîlik, Kaknüs
Yayınları, İstanbul, 2005
7.
Sönmez KUTLU, İslam Düşünce Ekolleri Tarihi, Ankara Üniv. Uzaktan Eğitim
Yay. Ankara, 2009,
8.
Muharrem Güneş, Arap Aleviliğinde
Kadının Yeri: Hatay Örneği, Türk Kültürü ve Hacı Bektaşi Veli Araştırma
Dergisi, Sayı: 66, 2013
9.
Fatmagül BERKTAY, Tektanrılı Dinler
Karşısında Kadın-Hıristiyanlık’ta ve İslamiyet’te Kadının Statüsüne
Karşılaştırmalı Bir Yaklaşım, Metis Yayınları, İstanbul, 2000
[1] Muharrem
Güneş, Arap Aleviliğinde Kadının Yeri: Hatay Örneği, Türk Kültürü ve Hacı
Bektaşi Veli Araştırma Dergisi, Sayı: 66, 2013, s. 191
[2] Fatmagül
BERKTAY, Tektanrılı Dinler Karşısında Kadın-Hıristiyanlık’ta ve İslamiyet’te
Kadının Statüsüne Karşılaştırmalı Bir Yaklaşım, Metis Yayınları, İstanbul, 2000
[3] Muharrem
Güneş, Arap Aleviliğinde Kadının Yeri: Hatay Örneği, Türk Kültürü ve Hacı
Bektaşi Veli Araştırma Dergisi, Sayı: 66, 2013, s. 192-193
[4] Hakan MERTCAN, Türk
Modernleşmesinde Arap Aleviler (Tarih Kimlik Siyaset), Karahan Kitabevi, Adana,
2013, s. 5
[5] Halil
İbrahim Bulut, Dünden Bugüne Siyasi İtikadî İslam Mezhepleri Tarihi, Ankara
2012, s. 309
[6] Halil
İbrahim BULUT, Tarih İnanç Kültür ve Dini Ritüelleriyle Nusayrilik, Ortadoğu
Yıllığı, 2011, s. 582)
[7] Uluçay,
Arap Aleviliği: Nusayrîlik, s. 159; Sinanoğlu , Nusayrîlerin İnanç Dünyası ve
Kutsal Kitabı, s. 55-56.
[8] Halil İbrahim BULUT, Tarih İnanç
Kültür ve Dini Ritüelleriyle Nusayrilik, Ortadoğu Yıllığı, 2011, s. 595
[9] Ethem
Ruhi FIĞLALI, Günümüz İslam Mezhepleri, s. 369; Kutlu, İslam Düşünce Ekolleri
Tarihi, s. 194
[10] Hüseyin
TÜRK, Nusayrîlik, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2005, s. 138-139.
[11] Hüseyin
TÜRK, Nusayrîlik, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2005, s. 138-139.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz için teşekkürler