6 Şubat 2019 Çarşamba

ARAP ALEVİLERİNDE KADIN İMGESİ

Din ve Kadın
 21. yüzyıl dünyada önemli siyasi ve iktisadi dönüşümlere sahne olduğu kadar kadınların yaşamı, toplumsal varlığı ve hukuki statüleri açısından da önemli değişimleri beraberinde getirmiştir. Kuşkusuz kadının sosyal ve hukuki varlığı tartışılırken din olgusu öteden beri önemli bir tartışma zemini oluşturmaktadır. 21. yüzyılda bu etkenin var gücüyle kendini hissettirdiğini görmekteyiz.

Özellikle din algısı, din ve kadın tartışmaları ve buna bağlı olarak tanım ve kavramlaştırmalar farklılıklar göstermektedir. Öyle ki bu durum söz konusu çalışma alanının yöntem arayışı ve tartışmalarına da yansımıştır. Durkheim (1976) ve Giddens’a (1984) göre bütün kültürlerin bir parçası ve gündelik yaşamın bir öğesi olan din, bir yandan bir insan topluluğunun doğaüstü ve kutsal bulduğu şeyleri yorumlayan ve yanıtlayan bir inanç ve pratikler sistemi olarak tanımlanırken; diğer yandan kültürel bir boyuta da sahiptir.[1]


Dinin bir kadın ya da erkek için farklı şeyler ifade ettiği, onların yaşamlarını çok farklı etkilediği açıktır. Her ne kadar inanç bireysel bir olgu olarak ele alınsa da din söz konusu olduğunda bu bireysellik iyice gölgelenmekte, yerini toplumsal yanı ağır basan katı kurallara bırakmaktadır.

“Din, bireysel ya da kolektif insan yaşamının en derin yönleriyle ilgili bir olgu. İnsana özgü her olgu gibi din de tarihsel ve toplumsal incelemelere tabi tutulmuştur. Ve bu incelemelerde din olgusunun kadınlar ve erkekler için farklı anlamlar taşıdığı gün yüzüne çıkmıştır.” [2]

Tüm bu değerlendirmeler, kadınların din ile olan ilişkisini, daha karmaşık ve baskıcı hale getirmektedir. Toplumsal cinsiyet rollerinde ortaya çıkan egemenlik ilişkilerinin aynı şekilde din olgusu söz konusu olduğunda da ortaya çıktığını, bunun din-kadın ilişkisini baskın bir ilişki haline getirdiğini söylemek mümkündür.

Dinin toplumların varlığı, gelişimi ve bu toplumu oluşturan her bir bireyin varlığı, gelişimi ve yeniden üretimi açısından yerine getirdiği toplumsal işlev hiç de tarihsel olarak en önemli erklerden birini oluşturmaktadır. Kapitalist gelişim sürecine kadar mülkiyet üzerinde dinin etkisi ve gücü, aynı şekilde insanlar üzerinde de etkisini göstermiştir. Kuşkusuz kadın bedeni üzerindeki erki, erkeğe nazaran daha güçlüdür. Arkaik toplumlarda ve mitlerde öne çıkan kadın bedeni ve kadın figürü tek tanrılı dinlerin ortaya çıkmasıyla ikinci plana düşmüştür. Ki tek tanrılı kadının ikincilliğini doğal kabul etmesi ve kadının ve kadın bedeni üzerinde kurulan tahakkümün temel gücünü oluşturmuştur.

“‘Doğal ikincilliği’ kadının ve onun bedeninin denetlenmesinin meşru gerekçesi sayması en önemli özellik olarak gösterilmektedir. Tek tanrılı dinlerin ortaya çıkışıyla birlikte kadınların toplumsal ve dinî hayattan ikinci plana atılmaları sürecinin başladığı ileri sürülmektedir. Tek tanrılı dinlerin kadınlara yönelik ayırımcı çizgisinin tarihsel süreç içerisinde daha da derinleştiğini söyleyen Bahadır, tarihsel gelişim süreci içinde kadının dinler karşısındaki konumunu tek bir dönem ve coğrafya ile açıklanamayacak kadar farklılık arz ettiğinin altını çizmektedir.”[3]

Dinsel kaynaklarda ve kutsal kitaplarda kadınla erkeğin eşitliğine yapılan vurgulara rağmen toplumsal yaşamda ve dinsel kuralların uygulanmasında bu tezin sürdürülebilir olmadığı görülmektedir. Kadına ve erkeğe yüklenen misyonlar, din tarafından içselleştirilmekte ve bu giderek bir norm haline getirilmektedir. Özellikle tek tanrılı dinlerde bu kabul, düzenin zorunlu bir gereği gibi kabul edilmekte, aksi anlayışların anarji ve küfre yol açacağı inancıyla güçlendirilmektedir. Dinin kadınla erkeği tek bir yaratım eyleminin sonucuna bağlamalarına rağmen onları dünyevi yaşamda ayrıştırmasının temel çelişkisi kendini farklı inanışlarda da göstermektedir. Bu örneklerden birini de kuşkusuz, Arap Alevileri toplumundaki kadınlar oluşturmaktadır.

Arap Alevileri

Alevi inancının kollarından biri olarak değerlendirilen Arap Aleviliği (Nusayrilik), on birinci İmam Hasan Askeri’nin öğrencisi olan Ebu Şuayb Muhammed bin Nusayr el-Basri en-Nümeyri (öl. M. 883) tarafından 9. yüzyılda kurulan; Abu Abdullah ibn Hamdan al Hasibi (öl. Halep 958) tarafından geliştirilen bir inançtır. İslâmiyet’in bâtıni yorumuna; tasavvuf, tenasüh (ruh göçü) ve Hulûl (reankarnasyon) inançlarında etkilenmiş, Ehl-i Beyt sevgine dayanan bir inanç sistemidir.

Arap Alevi topluluğu ülkemizin çok kültürlü, çok dinli yapısı içinde yer alan etno-dinsel bir topluluktur. Yüzlerce yıl süren Osmanlı egemenliği içinde bir kısmı Suriye, Lübnan’da yaşayan bu topluluğun önemli bir kesimi hala Türkiye’nin Akdeniz bölgesinde, özellikle Hatay, Adana ve Mersin gibi illerde yaşamaktadır.

Heteredoks bir İslam topluluğu olarak değerlendirilen bu inanç kesimi yer yer “Nusayri” olarak adlandırılsa da topluluk mensupları kendilerini çoğunlukla salt “Alevi” olarak adlandırmaktadır. “Nusayrilik kavaramı tarihsel ve teolojik metinlerde ve yakın dönemde akademik literatürde kullanılmakla birlikte topluluk üyelerinin önemli bir kısmınca kullanılmamaktadır.”[4]

Nusayrî isimlendirmesinin kökeniyle alakalı olarak ileri sürülen görüşlerin en makulu, hiç şüphesiz bu ismin mezhebin kurucusu ve ilk teoloğu kabul edilen Muhammed b. Nusayr en-Nemîrî’ye (ö.270/883) atfen verildiği şeklindeki görüştür. Doğrusu bu görüş, tarihî vakıaya en uygun düşen görüş olarak kabul edilebilir. Nitekim fırkanın kutsal metni Kitâbü’l Mecmû’un daha ilk bölümünde bu kişinin görüşleri nakledildiği gibi çeşitli bölümlerinde de Nusayrî ve Nemîrî isimlendirmesine yer verildiği görülür.[5]

Heteredoks inan grupları öteden beri Türkiye’de bir takım problemlerle karşılaşmaktadır. Egemen Sünni inancının mensuplarının, “öteki” konumundaki dini gruplara göre daha avantajlı konumda olduğu kuşkusuzdur. Özellikle “Alevi” topluluklarının egemen inanç ve ideoloji bağlamında, geçmişten günümüze, ötekinin ötekisi konumunda olduğu iddia edilebilir. İslam dışı veya çoğunlukla sapkın olarak görülen bu topluluklar, günümüzde dahi farklı tanımlamalara ve tariflere maruz kalmaktadır. Maruz kalmaktadır dememizin gayesi çoğu kez egemen siyasal-dinsel ideolojinin bu dezavantajlı grupları kendi dünya görüşü sınırlarında tanımlaması ve kendilerini bu sınıra içine hapsetmeye çalışmasıdır. Osmanlı döneminden bu yana ciddi baskılara maruz kalan bu toplulukların hala özgürleşemedikleri, hala dinsel inançlarını özgürce yaşayamadıkları ortadadır. Dinsel inançlarını ve inanç ritüellerini Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra dahi büyük bir gizlilik içinde yürütmeleri, hala yaygın ve yazılı dinsel kaynaklarının olmayışı bunun en somut göstergeleri olsa gerek. Bu çalışmada topluluğun tarihsel gelişim sürecinden öte, günümüzde bu topluluk içinde kadınların yeri, kadının toplumsal yaşam içindeki konumu, gözlemler ve görüşmeler yoluyla tespit edilmeye çalışılmıştır.

Bu topluluğun kapalı yapısını hala güçlü bir biçimde sürdürmesi hem konunun araştırılmaya değer olduğunu hem de bu araştırmanın ne kadar zorlu olduğunu göstermiştir. “Bâtınî karakteri dolayısıyla ismi, tarihi ve inanç yapısı hakkında önemli bilgi eksiklikleri bulunan ve çelişkili görüşlere konu olan Nusayrîlik, mensuplarınca yayımlanan eserler ve akademik araştırmalar sayesinde bir dereceye kadar aydınlatılabilmiştir.”[6]

Arap Aleviler konusunda bir literatür çalışması yapıldığında dikkate değer yeterli kaynağa ulaşılamamaktadır. Kuşkusuz inancın Batıni boyutu da bunda etken olmakla birlikte, topluluğun geçmişte uğradığı baskılar, günümüzde genel olarak Alevi inancına dönük baskı ve asimilasyon politikaları da azımsanmayacak bir ağırlığa sahiptir. Yine de son yıllarda yayın düzeyinde yetersiz olsa da araştırma ve tez çalışmalarının artmaya başlamış olması ülkemizin çok kültürlü yapısının ortaya çıkarılıp geliştirilmesi açısından anlamlıdır.
Siyasal olarak tarihsel süreçte, Osmanlı döneminde önemli bir varlık göstermeyen Arap Aleviler açısından genç Türkiye Cumhuriyeti adeta bir kurtuluş olarak görülmüştür. Mustafa Kemal Atatürk’e duyulan büyük saygı ve evlerinde dahi Atatürk fotoğraflarının yaygınlığı bunun somut göstergesi olarak değerlendirilebilir. Ancak bu Cumhuriyet ilgisi, onları Cumhuriyet’in hem dil hem de inanca yönelik asimilasyona dönük politikalarından kurtaramamıştır.

Arap Aleviler, karmaşık bir bâtinî ahret inancına sahiptir. Ölüm sonrasında yaşam bu inançta önemli bir yer ihtiva etmektedir. Zaten tenasüh ve reankarnasyon inançlarının bölgede hala güçlü bir etki göstermesi de bundan olsa gerek. Ölümden sonra ruhun, kutsal ve ulvi bir âleme gidileceğine inanırlar. İnançlarına göre âlemi dört büyük bölümde algılayan Arap Aleviler, son kertede en ulvi makamda varlığın yıldızlara dönüşeceğine inanırlar. [7]

Bir yorum
Arap Aleviler, diğer etnik gruplara göre belki de dünyada kapalı ve gizli cemaat örgütlenmesini katı bir biçimde sürdüren nadir grupların başında geliyor. Öyle ki kadınlar aslında bu inancın temelini, dayanak noktalarını, sır diye tabir edilen inanışları, bu topluluğa mensup olsalar da bilemiyorlar. Yani bildiklerini çoğu kez kişisel merak ve zorlamalarla öğreniyorlar. En aydın dediğimiz, hatta kendini “inançsız” tarif eden erkeklerde bile bu inancın getirdiği katılıklara rastlıyoruz. İnancı taşımasa da “sırrı” korumada oldukça hassas davranıyorlar.

Peki bu sır nedir?
Açıkçası bu sırrı anlamak için çok uğraştım. Sanıyorum, çoğu erkek dahi sırrın anlamını idrak etmiş değil. Adı üstünde sır! Haliyle anlatılması kesin olarak yasaklanmış. Bu hem topluluğun varlığını sürdürmesi için bir savunma mekanizması; ama aynı zamanda inancın temelini oluşturuyor. 

Arap Aleviler, belki de Aleviler içinde İslami unsurların en güçlü olduğu Alevi kesimini oluşturuyorlar. Kuranı Kerim’e ve Hz. Muhammed’e inanırlar. Ancak bu inançta birtakım farklılıklar var. Yani işin zahir kısmını bu oluşturuyor; lakin Batıni kısmı biraz farklı. Mesela Kurana inansalar da Kuran’ın gizli manaları ve sırları olduğunu kabul ediyorlar, tıpkı Hurufiler gibi. Hz. Muhammed’in peygamberliğini kabul ediyor; ancak Hz. Ali’ye çok önemli bir paye biçiyorlar. 

Hz. Ali konusunda bence tasavvuf inancının etkisiyle de olsa gerek Hz. Ali “çok özel bir varlık” gibi görüyorlar. Daha doğrusu Allah’ın bir yansıması gibi. Kuşkusuz bu inançlarını da Kuran ve hadislere dayandırıyorlar.

Peki Kadın?
Kadına gündelik yaşamda, toplumsal yaşamın her alanında rastlamak mümkün, ama din söz konusu olduğunda kadının varlığından söz edemiyoruz. Din belli bir olgunluğa erişmiş erkeklere aktarılıyor. Bu da “amca” denilen ekabirler tarafından gerçekleşiyor. Ritüellerde sadece erkekler bulunuyor. Kadınlar dinsel, türbe ziyareti, Kuran okuma ve Cenaze merasimleri dışında, hiçbir ritüelde yer almıyor. Zaten bu saydıklarım da temel ritüellerden biri değil. Mesela Anadolu Alevilerinde kadınlarla erkekler birlikte cem ederken, Arap Alevilerinde sadece erkekler cem törenine katılabilirler.
***

Gizlilik ve Sır Kavramları
Bâtınilik meselesi Arap Alevi inancının temellerinden biri. Bâtıni-zahiri ilişkisi Arap Alevilerin bütün inanç dünyalarında etkili olmaktadır. Hz. Ali’nin ilahlaştırılması, Hızır inancı ve türbe inancının yaygınlığı, tecelli, tenasüh ve takiyye, Hıristiyan bayram ve törenlerinden etkilenme ve amcalık geleneği, Arap Aleviliğin önemli özellikleri olarak öne çıkıyor.

Arap Alevilerin inançlarını bâtın-zahir anlayışına dayandırmaları, ilk halifenin Hz. Ali olması gerektiğine dair inançları (Gadir Hum), Anadolu Alevileri gibi Hz. Ali’ye önemli bir inanç figürü olarak bakmaları, Cami’yi reddetmeleri vb. onları Sünni inancından kesin çizgilerle ayırmaktadır.

Arap Alevilerinde en önemli inanç kavramlarının başında “sır” gelmektedir. Bu kavram inancın temelinde yer almaktadır. İnancın siyasal süreçlerle ilişkili olarak böyle bir evrim geçirmesi de muhtemel olmakla birlikte “Sır tutma” veya “hakikati gizleme” olmazsa olmaz kuralların başında gelmektedir. Dolayısıyla kapalı toplumlarda sıklıkla karşılaştığımız takiye ya da sır tutma, bu toplulukta da önemli bir yer tutar.

Kurulduğu 9. Yüzyıldan itibaren büyük bir gizlilik içinde ritüellerini icra eden Arap Alevi inancı, bu gizliliği sağlayabilmek için bazı ritüeller geliştirmiştir Buna göre “sır” kavramı içinde değerlendirilen inanç ve ritüeller, inanca dair hususlar, Batıni yorumdan kaynaklanan bir takım kaideler çocuklara, kadınlara ve topluluk dışı unsurlara kesinlikle aktarılmaz. Bu konuda asla bilgi verilmez. Hatta bu kişiler ibadet yerlerine yaklaştırılmaz. Çünkü kadınlar ve çocukar, duygusal ve zayıf varlıklardır. Dolayısıyla hem fiziki olarak hem de yaratılış olarak bu sırrı taşımaya muktedir değillerdir.

 "Bu sebeple gizlilik, mezhebin önemli bir özelliği, bir bakıma hayatta kalabilmenin şartı olarak görülmüştür… Sırra sahip olmak önemli bir meziyettir ve sırları ifşa edenleri öldüklerinde toprak kabul etmeyecek ve hayvan suretine dönüşeceklerdir. Bir Nusayrî’nin, inancının sırlarını başka inançtan olanlara açmaması gerektiği mezhebe giriş merasimlerinde ilk şart olarak öne sürülür. Bu sırrı açığa çıkaran ölümle cezalandırılır.66 Nusayrîler, başka din ve mezhep mensupları arasında bulunduklarında onlardan görünürler. Müslümanların içine girdiklerinde de onlar gibi namaz kılarlar. Onların bu şekilde davranmaları, tarih boyunca topluluğun yaşadığı ağır koşullar, baskı ve azınlık psikolojisiyle yakından ilişkilidir. Ayrıca koptukları Şia’da var olan inançları gizleme ilkesi de Nusayrîlere bu hususta imkan tanımıştır.[8]

Arınma ve Şarap
“Nakfi /nakfe” denilen Şarap ya da üzüm suyu (kuru ya yaş üzümden yapılan) Arap Alevi inancında önemli bir yer tutar. Simgesel bir anlamı da olan bu kutsalın genel inanç ritüeli içinde özel bir yeri vardır. Bir arınma öğesi olarak da görülen şarap Haydarîlere göre Güneş’i, Kamerîlere göre de Ay’ı temsil etmektedir. Şarabın takdisi, kutsanması ve bu yolla gerçekleşen arınma da son derece büyük gizlilik içinde icra edilen cem töreni içerisinde özel bir yere sahiptir. Genel olarak sadece yetişkin Arap Alevilerin katıldıkları bu cem törenine, kadınlar ve çocuklar yaklaştırılmadığı gibi bu “zayıf” unsurlar ritüel araçlarına ve alanlarına da kesinlikle temas etmezler.[9]

Arap Alevi Kadınların Dini ve Sosyal Konumları
Nusayrî inancında kadınların yeri, önemli bir araştırma konusu olmaya adaydır.
Burada bahsi geçen tespitler Hatay’ın Defne, Samandağ ve Antakya gibi bölgelerinde gerçekleştirilmiştir. Bölgede araştırma yapmanın en büyük zorluklarının başında dil sorunu gelmektedir. Bölgedeki Arap Alevileri sokakta da evde de çoğunlukla Arapça konuşmaktadır. Bu Arapça kuşkusuz resmi dilden etkilenmiş yöresel bir özellik kazanmıştır. Günlük konuşmada dilindeki Arapçada bazı Türkçe sözcüklerin bozuma uğratılarak kullanılıyor oluşu yazılı bir dil geleneğine dayanmamalarından kaynaklanıyor olabilir. Ki Arapça yaygın bir biçimde konuşulmasına rağmen yazı dilini bilenlerin sayısı oldukça sınırlıdır.

Arap Alevi kadınlar, toplumsal yaşamın her alanında etkin bir biçimde karşımıza çıkmaktadır. Hem iş yaşamında hem de aile ilişkilerinde oldukça etkili dominant kadın figürlerine sıklıkla rastlayabiliyoruz. Siyasette de kadınların oldukça aktif ve etkili olduklarını bizzat gözlemlerimden çıkarabildim. Bu konuda tam bir bütünsel yaklaşım ortaya koymak mümkün değil, ki bazı bölgelerde, özellikle köylerde kadınların daha pasif ve erkek egemen normlara tabi olduklarını, daha sınırlı bir yaşam sürdürdüklerini gözlemledim.

Toplumsal yaşamda bu denli görünür ve etkili olan kadınlar dinsel olarak hor görülmekte, değersiz addedilmekte ve düşük yaratıklar olarak algılanmaktadır.

“Onların (Kadınların) şeytanların günahlarından yaratıldığına, ruhlarının olmadığına ve bu sebeple mümin olamayacaklarına inanırlar. Onlara göre kadınlar kölemsi varlıklardır. Eğer efendilerine yeterince itaatkâr olmazlarsa, efendileri onların görevinin Nusayrîlerin çoğalmasını sağlamak olduğunu hatırlatır. Onlar, ancak kocalarının isteklerine boyun eğmek zorundadırlar. Kadınlar, hem yaratılış hem de fiziki özellikleri itibarıyla aciz varlıklar olduklarından mezhebi bilgilerin ve sırların onlara açıklanması kesin olarak yasaklanmıştır.”[10]

Açıkçası gözlemlerimde yukardaki alıntıyı onaylayacak bir davranış ve yaklaşıma rastlamasam da kadınların hiçbir dinî sorumluluğu ve yükümlülüğü olmadığı da bir gerçektir. Hatta “sır” kavramını açıklarken belirttiğim gibi kadınlar, zayıf yaratılışlı varlıklar oldukları için “sır” asla onlarla paylaşılmaz. Yani onlar ibadetlerden muaf tutulmuşlardır; ancak bu muafiyet bir özgürlük değil bir yetersizlikten ileri gelmektedir. Öyle ki kadınlar ibadetin yapıldığı odaya bile yaklaştırılmazlar/yaklaşmazlar. Hatta adetli kadınlar büsbütün “münecces” olarak görüldüğü için o bölge de bile durmaz /duramaz. Kadınlar cem hizmetlerine dışarıdan yardımcı olurlar, yani erkeklerin cem dışındaki tüm işlerini görürler; ancak adetli kadınlar, kurbana, kurban etine dahi dokunmaz, cem töreni akabinde gerçekleşen etkinliklerin hiçbirine dahil olamazlar. Erkeklerin yemeklerinin hazırlanması ve onlara hizmet etmelerine dahi müsaade edilmez.

Günümüzde kimi Nusayri aydınları, kadınların dışlanması ve küçümsenmesi şeklinde ortaya çıkan bu tutum ve yaklaşımları eleştirmekte, bu da kadın konusundaki tutumların yuv-muşamasına vesile olmaktadır. Zaten günlük hayatla ibadet arasındaki bu tezat ister istemez birtakım esneklikleri beraberinde getirmektedir.

Nusayrîlikte boşanma, nişanın atılması genelde ayıplanır ve kınanır. Aile kurumuna büyük önem atfedilir. Ehlibeyt inancından da kutsanan aile kurumunun temeli erkeğe dayanır. Toplumsal yaptırımlar ve algı nedeniyle olsa gerek, Arap Aleviler arasında boşanma yüzdesi oldukça düşüktür. Bunun bir diğer sebebi de, yakın akraba evliliklerinin oldukça fazla olmasıdır.[11]

Kadınlar cem törenlerinden böylesine dışlandıkları halde türbe ziyaretleri icra etmek, cenaze merasimlerinde Kur’an-ı Kerim okumak gibi icraatlarda bulunurlar. Bu durum aslında tüm inanç süreçlerinin dışına itilmediklerini de gösterirler. Ancak bu ritüelleri icra eden kadınların “temiz” olmaları büyük bir zorunluluktur. Yine aynı şekilde adetli olmamaları da şarttır. Kadınlar Türbe ziyaretlerini icra ederken makyajsız, kapalı giyinmiş, başı örtülü olmalıdır.

Ayrıca Arap Alevilerinde dişi kurban asla kesilmez, dişi eti yenmez. Bu inançtan kaynaklanan bir yasak / gelenek olsa gerek. Kadının ruhunun zayıf görülmesi, aynı şekilde bütün varlıklara da atfedilmiş olabilir. Öte yandan dişilerin üretken ve doğurgan yapılarından ötürü öldürülmemeleri doğacıl bir inanç ritüeli olarak da değerlendirilebilir.


KAYNAKÇA

1.      Hakan MERTCAN, Türk Modernleşmesinde Arap Aleviler (Tarih Kimlik Siyaset), Karahan Kitabevi, Adana, 2013
2.      Halil İbrahim Bulut, Dünden Bugüne Siyasi İtikadî İslam Mezhepleri Tarihi, Ankara, 2012
3.      Halil İbrahim BULUT, Tarih İnanç Kültür ve Dini Ritüelleriyle Nusayrilik, Ortadoğu Yıllığı, 2011
4.      Levent DUMAN, Nusayri Kimliğin Oluşumunda Siyasal Katılım ve Siyasal Partilerin Rolü: Hatay Örneği, Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl. 4 Sayı: 11, Haziran 2017
5.      Ethem Ruhi FIĞLALI, Günümüz İslam Mezhepleri, İzmir İlahiyat Vakfı Yayınları, İzmir, 2008
6.      Hüseyin TÜRK, Nusayrîlik, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2005
7.      Sönmez KUTLU, İslam Düşünce Ekolleri Tarihi, Ankara Üniv. Uzaktan Eğitim Yay. Ankara, 2009,
8.      Muharrem Güneş, Arap Aleviliğinde Kadının Yeri: Hatay Örneği, Türk Kültürü ve Hacı Bektaşi Veli Araştırma Dergisi, Sayı: 66, 2013
9.        Fatmagül BERKTAY, Tektanrılı Dinler Karşısında Kadın-Hıristiyanlık’ta ve İslamiyet’te Kadının Statüsüne Karşılaştırmalı Bir Yaklaşım, Metis Yayınları, İstanbul, 2000


[1] Muharrem Güneş, Arap Aleviliğinde Kadının Yeri: Hatay Örneği, Türk Kültürü ve Hacı Bektaşi Veli Araştırma Dergisi, Sayı: 66, 2013, s. 191
[2] Fatmagül BERKTAY, Tektanrılı Dinler Karşısında Kadın-Hıristiyanlık’ta ve İslamiyet’te Kadının Statüsüne Karşılaştırmalı Bir Yaklaşım, Metis Yayınları, İstanbul, 2000
[3] Muharrem Güneş, Arap Aleviliğinde Kadının Yeri: Hatay Örneği, Türk Kültürü ve Hacı Bektaşi Veli Araştırma Dergisi, Sayı: 66, 2013, s. 192-193
[4] Hakan MERTCAN, Türk Modernleşmesinde Arap Aleviler (Tarih Kimlik Siyaset), Karahan Kitabevi, Adana, 2013, s. 5
[5] Halil İbrahim Bulut, Dünden Bugüne Siyasi İtikadî İslam Mezhepleri Tarihi, Ankara
2012, s. 309
[6] Halil İbrahim BULUT, Tarih İnanç Kültür ve Dini Ritüelleriyle Nusayrilik, Ortadoğu Yıllığı, 2011, s. 582)
[7] Uluçay, Arap Aleviliği: Nusayrîlik, s. 159; Sinanoğlu , Nusayrîlerin İnanç Dünyası ve Kutsal Kitabı, s. 55-56.
[8] Halil İbrahim BULUT, Tarih İnanç Kültür ve Dini Ritüelleriyle Nusayrilik, Ortadoğu Yıllığı, 2011, s. 595
[9] Ethem Ruhi FIĞLALI, Günümüz İslam Mezhepleri, s. 369; Kutlu, İslam Düşünce Ekolleri Tarihi, s. 194
[10] Hüseyin TÜRK, Nusayrîlik, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2005, s. 138-139.
[11] Hüseyin TÜRK, Nusayrîlik, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2005, s. 138-139.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkürler

NAZIM HİKMET'İN KAYIP ŞİİRLERİ 2: "UNUTULAN"

Nazım Hikmet'in kayıp ikinci şiiridir "Unutulan" ... Aslında eski baskı kitaplarında bulunan; ancak son yıllarda yapılan bası...