4 Temmuz 2023 Salı

YENİ DÖNEMDE ALMAN SİYASETİNİN DİNAMİKLERİ: OLAF SCHOLZ VE SOSYAL DEMOKRAT SİYASET

Olaf Scholz çok zor zeminde siyaset yapan bir Sosyal Demokrat Başbakan (Şansölye) olarak siyaset sahnesinde yer alıyor. Bilindiği gibi Almanya'da merkez sağ kanadı temsil eden “Hıristiyan Demokratlar” çok uzun yıllardır iktidardaydı. 2005'ten beri de Merkel başbakandı ve Sosyal Demokratlar (SPD) da birçok koalisyonda ikinci ortak olarak Merkel ile yönetime katıldılar. Scholz uzun yıllar sonra başbakanlık koltuğunu Merkel'den almayı başaran bir sosyal demokrat oldu. Bu anlamda kuşkusuz Scholz, hem uzun yıllara yayılan bir hegemonyayı kırması hem de seslendiği kesimlerin ve genel olarak Alman toplumunun beklentileri bağlamında kendisinden büyük şeyler beklenen bir siyasetçi. Bu durumun kendisine büyük bir sorumluluk yüklediği ve işinin hayli zor olduğu tartışmasızdır.

Scholz, içerde nispeten olumlu ama dünya ölçeğinde bakıldığında çok zor bir ekonomi ve dış politika gündeminin içerisinde görevi devralmıştır. O açıdan SPD'nin klasik politikasını yürütmesi çok da kolay görünmüyor. Elbette bu noktada tüm dünyanın dikkat kesildiği ve tüm Avrupa Birliği ülkeleri açısından zor bir sınavı ifade eden Rusya – Ukrayna çatışması en önemli krizlerden biri olarak öne çıkıyor. Bu çatışmanın yarattığı/ yaratacağı krizler ve kırılmalar da dikkate alındığında Scholz’un en zorlandığı noktalardan birisi Rusya ile ilişkiler olacak gibi görünüyor. 1970'lerde Sosyal Demokrat Başbakan Willy Brandt, bunu başlatmıştı ve tüm SPD başbakanları bu politikayı iyi ya da kötü devam ettirdi.

“1970'lı yılların ilk yarısında Federal Almanya Cumhuriyeti’nde Başbakan olan Willy Brandt’ın benimsediği Doğu Politikası (Ostpolitik), Batı Avrupalı müttefikler ile Doğu Bloğunda yer alan ülkeler arasındaki ilişkileri geliştirerek, iki kutup arasındaki gerginliğin yumuşatılmasını hedefliyordu.”[1]

Ostpolitik, o günlerde Komünist Doğu Almanya ile yakınlık ve Sovyetlerle iyi ilişkiler içeriyordu. Süreç içerisinde Doğu Almanya'nın bunu Batı Almanya aleyhine kullanması; her yere istihbarat ajanı yerleştirip her konuşulanı gizlice Moskova'ya rapor etmesi yüzünden hem diyalog patlamış hem de bu krizli süreç Willy Brandt'ın siyasi kariyerine mal olmuştu.

Yaşanan tüm kırılmalara rağmen SPD, “Doğu” ile ilişkileri hep iyi tutmak istedi. Scholz'dan önceki son güçlü SPD'li Başbakan Gerhard Schröder, artık sosyalist olmayan, bilakis otoriter ve serbest piyasacı olan, Rusya ile ilişkileri iyi tutmak; ABD ve AB ile müttefiklik ilişkisi ne kadar güçlü olursa olsun Rusya ile hep iyi ilişki kurmayı önemsedi. Bu Rusya ile ilişki aslında o kadar dikkat çekici noktalara gitti ki Schröder siyasetten emekli olduktan sonra Rosneft ve Gasprom'da çalıştı. Örneğin bu, Rusya'nın Alman sosyal demokratları ile ilişkisinin boyutu konusunda son derece düşündürücü bir durum olarak üzerinde durulması gereken bir nokta olarak değerlendirilebilir.

Elbette Rusya’nın, Almanya için enerji kaynakları konusunda önemi tartışmasızdır. Almanların ister Merkel gibi sağ ister Scholz gibi sol siyasetçiler olsun; Rusya ile bağları koparmayı istememesindeki önemli motivasyonların başında “enerji” meselesi olduğunu unutmamak gerekiyor. Bu açıdan bakılınca Rusların Ukrayna'ya saldırması Scholz'u da, genel olarak diğer AB liderlerini de hayli zor durumda bırakmıştır.

Scholz, ülkenin ve dünya konjonktürünün gereği olarak diğer sosyal demokratlar gibi davranmak yerine, bazı dış politika ve ekonomi kararlarında daha "merkezde" bir çizgiyi izliyor ve izleyecek gibi durmaktadır. Mutlaka bazıları onu Hıristiyan Demokratlar ya da Merkel gibi davranmakla suçlayacaktır. Bu açıdan karşımıza iki siyaset momenti çıkıyor:

1) Rusya konusunda kesinlikle tahammüllü ya da koruyucu davranmayacak. Moskova ile ipleri koparmak istemese de Almanya'nın gaz ve petrol arzını tehlikeye atmak istemese de, Rusya'ya mecburi bir tavır koyacak.

2) Sosyal demokratların klasik Türkiye yanlısı tutumunu terk ederek, Batı ittifakının diğer ülkelerine yakın duracak ve Tayyip Erdoğan Türkiye’sine karşı ciddi tavır koyacak.

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısından üç gün sonra Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un Federal Meclis’te yaptığı konuşma aynı zamanda ciddi bir kırılmanın gerçekleştiğini haber veriyordu. Şansölye 1970’lerde kendi partisi SPD’nin öncülüğünü yaptığı ve Alman resmi politikası haline gelen Doğu Politikası’nın sona erdiğini “dönüm noktası” (Zeitenwende) kavramıyla açıklamıştı. Bu değişimin göze çarpan iki özelliği söz konusudur: Birincisi Almanya’nın silah sanayisine ve silahlı kuvvetlere muazzam bir yatırım yapması (Bu rakam mevcut bütçeye ek olarak 100 milyar Euro olarak açıklanmıştır.[2]); diğeri ise uluslararası ilişkiler doktrininde ekonomik iş birliğinin, siyasi iş birliğine yol açacağı dogmasının terk edilmesi.

Bu değişimler somut politikalarda nasıl sonuçlar doğuracak bunu hep beraber göreceğiz; ancak bu aşamada gözden kaçırılmaması gereken değişimlerin Almanya’daki hangi toplumsal sınıflar ve gruplar için ne gibi yükler ve avantajlar, riskler ve fırsatlar ortaya çıkardığı sorunsalıdır. Bu öngörülemeyen toplumsal dinamiklerin krizli süreçlerden geçerken farklı sıçramalara ve patlamalara sebep olabileceği de göz önünde tutulmalıdır. COVID-19 salgını yüzünden olağanüstü bir dönem geçiren ve ciddi anlamda ısınan Alman ekonomisi, giderek maliyeti büyüyen bu savaşın ve yeni politikaları nasıl kaldıracak, bu savaşın bedeli kim ya da hangi toplumsal kesimler ödeyecek? Bunlara karşı nasıl reaksiyonlar oluşacak? Bu sorular yakın gelecekte Alman toplumunun karşılaşacağı başat meseleler olarak güncelliğini korumaktadır.



[1] Oğuzlu, Tarık, “NATO-Rusya İlişkileri”, Güvenlik Yazıları Serisi, No.27, Ekim 2019. https://trguvenlikportali.com/wp-content/uploads/2019/11/NATORusyaIliskileri_TarikOguzlu_v.1.pdf

[2] https://tr.euronews.com/2022/02/27/almanya-savunma-harcamalar-icin-100-milyar-euroluk-ozel-fon-kuruyor

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkürler

NAZIM HİKMET'İN KAYIP ŞİİRLERİ 2: "UNUTULAN"

Nazım Hikmet'in kayıp ikinci şiiridir "Unutulan" ... Aslında eski baskı kitaplarında bulunan; ancak son yıllarda yapılan bası...