"Eylül toparlandı gitti işte /Ekim filan da gider bu gidişle" diye noktalanıyor şiir...
"Acıyor" şiirinin müellifi Turgut Uyar, sözcüklerin gücünü katlarcasına "Tarihe gömülen koca koca atlar /Tarihe gömülür o kadar" diyerek koca bir destanı çıkarıp önümüze seriyor: Doğanın ve var oluşun zorunluluklarını...
Aslında bu şiir ne zamandır parça parça aklımda. Son kısmı geçen gün bir sohbette düştü aklıma. Sonbahar geldi çattı ya... Ankara'nın en kasvetli zamanları ya. Aslında bu açıdan bakınca bir umut da var sanki şiirin içinde... Yoksa ben mi öyle avutuyorum kendimi. Yani o kadar kırıklık içinde her şeyin geçeceğine dair derin ve belli belirsiz bir umut, değişimin kaçınılmazlığı...
Eylül bir mevsim simgesidir pek çok kez. İnsanların ona yükledikleri tüm anlamların ötesinde bir şey değildir aslında Eylül. Ne hüzün ne ayrılık ne yalnızlık... Eylül, eylüldür sadece. Eylül, ne hüznü bilir ne farkındadır yarattığı tüm çağrışımların! "Tarihe gömülen koca atlar / Tarihe gömülür o kadar".
Eylül, eylüldür o kadar...
"Mutsuzluktan söz etmek istiyorum
Dikey ve yatay mutsuzluktan
Mükemmel mutsuzluğundan insansoyunun
sevgim acıyor"
Bir melankoli ve bitmek bilmeyen bir gri ruh hali… Herhalde şiirin bütününde egemen olan ruh nedir dense böyle özetlerim. Ama sadece bu değil elbette, burada gördüğümüz tekil bir ruh halinden öte “insansoyunun” kapsamında bir toplumsal zorunluluk hali gibi duruyor. Ki birinci tekil çekimiyle başlayan fiiller, dördüncü dizeden sonra çoğul bir sese bürünüyor. Tabi burada, insanlığın büyük yanılgısı anlatılır ya da kaçınılmaz duygu durumu...
Bu tam olarak nedir bilinmez, ama doğayla bir tutulan ve sonra yerelleşen bir mutsuzluk motifi vardır karşımızda. Peki nasıl bir “mutsuzluk” hali bu… “Kasaba meyhanesi gibi / Kahkahası gün ışığına vurup da / ötede beride yansımayan” bir mutsuzluk tarifi. Belli belirsiz, ama yerel, ama bizden… Sonra bunları kadim hastalıklarla daha da görünür hale getirir. Elbette 2. Yeni’nin dil kalıplarını zorlayan imgeleri burada da vardır.
“Yani birinin solgun bir gülden kaptığı firengi” gülden nasıl frengi kapılır ki… Kuşkusuz burada klasik edebiyatta gülle özdeşleşen kadına bir gönderme vardır. Ama bu kadın biraz “yolludur”. Muhtemelen bir hayat kadınıdır çizilen dizede... Ki “firengilidir”. Yatıp kalktığı yerlerde, mutsuzluğu büyüten bataklıklarda hastalık kapmış ve bu hastalığını, mutsuzluğunu, adeta herkese yaymaktadır! Doğrudan “kadın” olarak ifade edilen ikinci bir özneden ise verem kapılmaktadır. Romantik dönemlerin simgesi verem hastalığı rasgele düşmemiştir o dizelere. “İnce hastalık” da denilen bu illet “zaaflı kadının”, “ince” ve “nahif” kadının göstergelerinden biri olagelmiştir..
Sonra
dönüyor ve yine anlamı bozuma uğratan bir söz dizisiyle esas duygu durumuna,
şiirin ana gövdesini taşıyıp tekrar edilen dizeye dönüyor: “sevgim acıyor..”
Açıkçası en zorlandığım bölümlerden biri de şu alttaki dizeler oldu:
“Güzel gözlü bir çocuğun bile
o kadar korunmuş bir yazı yoktu
Ne denmelidir bilemiyorum
sevgim acıyor”
Sonra tekrar dönüyor hayatın olağan akışına… Sürgit devam eden bir dengedir bize anlattığı: “Gemiler gene gelip gidiyor / Dağlar kararıp aydınlanacaklar / Ve o kadar…” Ama bu tablo içinde değişmeyen tek duygu durumu hüzündür. Sadece hüznün tonu değişmektedir. Sonbahar, "hüznü"; kış ise "kara hüznü" işaret eder.
Diğer mevsimler de kurtulmaz bu hüzün belasından. Bu sefer de yazın ve hatta gündüzün ortasında bir sevgi ağrısı duyar ta içinde…
Öyle
ki bir lanettir başındaki: “sevgim acıyor/ Kimi sevsem / Kim beni sevse”. Ne
sevilmenin ne sevmenin onduğu, dinginleştirdiği bir huzursuz ruhtur dolaşan ortalık yerde... Sahi bu şiirin mekanı nerededir? Sonra her şeyi zamana havale ederek aslında ilk dizelerde bahsettiği “insansoyunun
kaçınılmaz yazgısı”nı vurgulamaya devam eder. Bu yazgı olağan bir akıştan başka bir şey
değildir. Bu yazgı kendinden menkul anlamlarla dramtize edilecek bir farklılık
da sunmaz. Büyük anlamlar aramayın faniliğinize, büyük anlamlar aramayın
kırıklıklarınıza, doğayı kendinize kalkan yapmayın… Doğa kendi akışında devam
eder, size rağmen devam eder. Sizi umursamadan devam eder…
Eylül toparlandı gitti işte
Ekim filan da gider bu gidişle
Tarihe gömülen koca koca atlar
Tarihe gömülür o kadar"
(Bitti)
ACIYOR
Mutsuzluktan söz etmek istiyorum
Dikey ve yatay mutsuzluktan
Mükemmel mutsuzluğundan insansoyunun
Biz giz dolu bir şey yaşadık
Onlar da orada yaşadılar
Bir dağın çarpıklığını
bir sevinç sanarak
En
başta mutsuzluk elbet
Kasaba
meyhanesi gibi
Kahkahası
gün ışığına vurup da
ötede
beride yansımayan
Yani
birinin solgun bir gülden kaptığı firengi
Öbürünün
bir kadından aldığı verem
Bütün
işhanlarının tarihçesi
Bütün
söz vermelerin tarihçesi
sevgim
acıyor
Yazık
sevgime diyor birisi
Güzel
gözlü bir çocuğun bile
o
kadar korunmuş bir yazı yoktu
Ne
denmelidir bilemiyorum
sevgim
acıyor
Gemiler
gene gelip gidiyor
Dağlar
kararıp aydınlanacaklar
Ve o
kadar
Tavrım
bir şeyi bulup coşmaktır
Sonbahar
geldi hüzün
Kış
geldi kara hüzün
Ey
en akıllı kişisi dünyanın
Bazan
yaz ortasında gündüzün
sevgim
acıyor
Kimi
sevsem
Kim
beni sevse
Eylül
toparlandı gitti işte
Ekim
filan da gider bu gidişle
Tarihe
gömülen koca koca atlar
Tarihe gömülür o kadar
(Turgut Uyar)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz için teşekkürler