24 Ekim 2023 Salı

BOZKIRIN ORTASINDA

Sivas: Yürekten Gelen Bir Türkü

Anadolu'nun her bir köşesi, nice zanaat ve sanat ürünlerinin beşiği. Bu toprakların her taşında, her türküsünde bambaşka bir hikaye saklı. Sivas, ne kadar olumsuz ön yargılarla anılsa da, halk edebiyatının, ozanların ve deyişlerin yüzyıllardan süzülüp gelen damarını hiç kaybetmemiş, o kültürel birikimi en saf haliyle yaşatmış bir şehir. Bütün yozlaştırıcı girişimlere rağmen, zor koşullarda dahi varlığını inatla sürdürmüş. İşte bu kültürel zenginliğin izlerini, 20-22 Ekim 2023 tarihlerinde ziyaret ettiğim Sivas'ın Yıldızeli ilçesine bağlı Davulalan Köyü'nde yakinen hissettim. Gecikmiş bir ziyaretin hüznü ve keşfinin sevinciyle, bu şirin dağ köyüne hayran kaldım.

Dost bağında açılan bir güle konmak gibiydi Davulalan'a varmak. Yıllardır içimde biriken bir özlemdi, şimdi o hasretin yerini tarifsiz bir huzur alıyordu.

Aydınlanma Çağrısı: Oku

Köye girerken dağ eteklerine kazınan "OKU" yazısı, ruhuma işleyen ilk görüntü oldu. Bu kelimeyi uhrevi anlamlara yoranlara inat, bu yazının dinle ya da kutsal metinlerle değil, Alevi inancının temeli olan ilim, irfan ve aydınlanma aşkıyla yazıldığını anladım. Okuma yazma oranının yüksekliği, yaşlıların evlerindeki kütüphaneler, 80 öncesi sol sosyalist hareketlerin mirası ve kamil insan olma ideali, bu köyü bir aydınlanma meşalesine dönüştürmüştü.

Davulalan, devletin ilgisizliğine rağmen, kendi küllerinden, kolektif emeğiyle doğmuş bir köy. İmece usulü yapılan yollar, el birliğiyle inşa edilen okul ve park, bu topraklara kök salmış bir dayanışmanın kanıtıydı. Ne yazık ki, içinde çocuk kalmadığı için müzeye dönüştürülen okul, bir hüzün anıtı gibi duruyordu.


Durağanlığın İçinde Akışkanlık: Çeşmeler ve Mezarlar

Köyün çevresi, adeta bir açık hava müzesi gibiydi. Her köşe başında, yayla yollarında, dağ eteklerinde karşınıza çıkan çeşmeler, su kaynaklarının bolluğunu fısıldıyordu. Bu çeşmeler, sadece susuzluğu gidermekle kalmıyor, kimi zaman bir deyişle, kimi zaman da vefat etmiş bir cana ithafen yazılmış bir kitabe ile anıların akışını da taşıyordu.

Su da bir cananın göğe yansıması gibiydi. Akıp giden su, ne yoldan geçer ne bir dağdan, ne bir ırmaktan, ne de bir denizden... O, sadece göğe akar ve gökten dökülen bir pınar gibidir. (Cemal Süreya)

Mezarlar ise yaşamın faniliğini fısıldıyordu. Hem köyün ortak mezarlıklarında hem de özel mülklerin içinde kalan alanlarda, eski ve yeni mezarlar iç içe geçmişti. Her bir mezar taşı, geride bıraktığı bir hikayeyi anlatıyordu.

Pir Sultan Abdal'ın deyişinde olduğu gibi: 

Şu yalan dünyanın sonu hiç imiş

Akşam gelip konan sabah göç imiş



Şu yalan dünyanın sonu hiç imiş
Akşam gelip konan sabah göç imiş
                                                  (Pir Sultan Abdal)


"KÖYÜN DİVANESİ KENAN"

Davulalan Köyü'nde en çok dikkatimi çeken bir heykel oldu. İnanılmaz bir insan sevgisi, insana değer vermenin hikayesi var aslında bu heykelde. İki kişiden dinledim bu heykelin hikayesini...

Köyün Divanesi Kenan'ın heykelindeki yazıt:
"Her ömür kendi gençliğinden vurulur."


Kimin heykelidir bu, diye sorduğumda hiç de böyle bir cevap beklemiyordum. Arkadaşım "Farklı ama çok sevecen biriydi Kenan" dedi kısaca. Sonra Kemal amca da "Köyün divanesi" diye özetledi. Nasıl bir insandır diye sorduğumda herkesin yüzünde bir tebessüm oluşuyor. Hatırlandıkça tebessüm ettirmek ne güzel... Deli demeye dili varmıyor çoğunun Kenan'a. Elbette bazıları bunu söylüyor; ama hemen ekliyorlar: çok iyi bir insandı. Köye misafir gelse ilk Kenan'ın haberi olurmuş, hemen misafir gelen eve varır, lal dilinin döndüğünce meramını anlatır, misafirlerden hediye ya da harçlık istermiş. Sonra da aldığı hediyeleri ya da harçlıklarla aldıklarını yine köydeki hastalara ya da ziyaret ettiği evlere ikramlık olarak götürürmüş. 

38 yaşında gencecik ömrüne nice tebessümler sığdırdı kim bilir Kenan... Şimdi Sivas'ın bir dağ köyünün ortasında insanlara tebessüm etmeye ve hikayesini dinleyen herkeste bir burukluk yaratmaya devam ediyor....

Gece çökünce soğuk iyiden iyiye hissedilmeye ve sobalar yakılmaya başlanıyor Eylül ayından itibaren. Ekim sonlarında gittiğimizden havalar iyiden iyiye soğumuştu. Şans bu ya orada bulunduğumuz iki gün boyunca en azından gündüzleri hava oldukça güzeldi. Böyle olunca da yaylara çıkmak sorun olmadı. Dağda patikalar boyunca yürümek, geceleri yıldız seyrine çıkmak... 

Usta Sanatçı Kemal Baba: Ahşabın Ruhu

Bu köydeki bir başka kahraman da, Ankara'dan kesin dönüş yaparak köyüne yerleşen Kemal Baba'ydı. Yaşamı bir roman gibi olan bu bilge insan, köydeki en önemli uğraşlarından biri olan ahşap oyma ve kakmacılıkla sanatını konuşturuyordu. Küçücük atölyesinde, yörenin kültürünü yansıtan figürlerle farklı motifleri harmanlıyor, ortaya birbirinden değerli eserler çıkarıyordu.


Her biri birbirinden değerli olan bu ürünleri ayrıntılı inceleyemedim. Ama birçoğu çocukluğumdan hatırladığım kimi aletlerin tasvirleri, hayvan ve bitki figürleri en dikkat çekici olanları. 

Kemal baba kahveye gitmiyor. Çok sosyal bir ortam içinde olduğu izlenimi de vermiyor. Zamanının çoğunu bahçesindeki ağaçlar, çiçekler, tavuklarla geçiriyor. Bahçesini muazzam temiz ve düzenli hale getirmiş, bir de köpeği var, adı: Nazik... İsmi bile ruhunun inceliğini yansıtan cinsten.. Kimi çalışmalarını aşağıda örnekledim...


















Bahçesine yaptığı korkuluk bile doğaya bakışının bir yansıması gibiydi. Korkuluğu yine doğadan topladığı dallardan ve adeta yırtıcı bir hayvan gibi yapıp bahçesine yerleştirmiş...


 
Köyün bir de yaylalarından ve bitki örtüsünden bahsetmeliyim. Geldiğimiz mevsimde alıç, p(b)anda (ahlat) gibi yemişlerin yetiştiği bir zaman dilimiydi. Havalar erken soğuduğu için yemyeşil köy giderek bozkır havasına bürünmeye başlamıştı. Belki de son demlerine denk gelen bir zamandı yeşilin. Ama yolda da köyde de sarının envai çeşidi vardı her tarafta. Ellerimle denk geldiğim yemişleri toplarken, dikenlere takılan ellerim çizilip kanarken, yaylalarında çeşmelerinden buz gibi akan suları kana kana içerken yaşadığım tat sanırım söze dökülemeyecek kadar güzeldi. Ve uzun zamandır duymadığım bir huzur duydum her anımda..

Bir de geceleri göğe bakıp yıldızları görmek uzun zamandır görmediğim bir manzaraydı...

Kuşburnu meyvesi



Banda Ağacı (Ahlat)







Ahlat Ağacı


Koruma altına alınan geven otu

safran çiçeği


Alıç
Yaylaya çıkalım dedik, Kemal Baba ve yanında bir başka abimiz birlikte araçla yola çıktık. Köyün bitiminde toprak yol başladı, uçsuz bucaksız bozkır manzarasıyla epey yol aldık. Ortam giderek ıssızlaşırken uzaktaki köy siluetlerinden başka bir şey göremez olduk. Yol üzerinde bir ağaç dikkatimi çekince aracı durdurdum. Meğer bir alıç ağacıymış. Kemal Baba da "Hayret, kimse dokunmamış" deyince, yemişleri toplamaya başladık. Epeyce topladıktan ve yedikten sonra tekrar yola koyulduk.

Kuşburnu




Kuş Yuvası

Bu gezi, sadece doğa ile değil, kendi iç huzurumla da yeniden bağ kurduğum bir yolculuktu.

Kuş yuvasının derinliğinde bir şiir buldum. Yalnızlık ve huzur... Şiirlerin kanadında uçan bir ruh, bir göçebe yürek gibi. 

Bu gezi, bir nevi "yolun sonu" değil, yeniden bir başlangıçtı. Sivas'ın bu ücra köşesi, bana hayatın gerçek güzelliklerinin, samimiyetin ve insanlığın hala var olduğunu gösterdi.

    
 
  

ADNAN YÜCEL ŞİİRİNDE İMGESEL BİR SERÜVEN

Adnan Yücel 27 Mart 1953 tarihinde Elazığ’da doğar. Diyarbakır Eğitim Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü ile Ankara Üniversitesi Eğitim...