"Köylüleri niçin öldürmeliyiz?
Çünkü onlar ağır kanlı adamlardır
Değişen bir dünyaya karşı
Kerpiç duvarlar gibi katı"
Birkaç gün önce bir sosyal medya paylaşımında rastladım bu şiire... Aslında şiire gönderme yapılıyordu sadece. Son günlerde de şiirle hayli içli dışlı olunca ve tabi ki Şükrü Erbaş ismini görünce açıp baktım. Yukarıya aldığım ilk dörtlük dahi şiiri okutmaya yetiyor, değil mi?
Köylülük ancak bu kadar yalın ve dolaysız anlatılabilir gerçekten. Ki satırları okurken onları (köylüleri) bu kadar içeriden tanıyan birinin gözlemleri ancak bu kadar olur diye düşündüm.
"Çakır dikenleri gibi susuz
Kayıtsızca direnerek yaşarlar."
Bir varlığı en iyi anlatan şey bizzat o şeyin kendisi olsa gerek. Zihnimde bir köy imajı ya da kırsalla ilgili bir toprak parçası canlandırınca çakır dikenleri ilk akla düşenlerdir. Ama bu çakır dikenleri kayıtsızlık ve direbgenlikle özdeştir.
Peki köylüler öyle midir? Yani kayıtsız mıdır her şeye, rüzgara; kara kışa, kuraklığa aldırış etmeyen bir çakır dikeni vukuru var mıdır onlarda? Belki evet belki hayır; ama tevekkli br halleri olduğu ve şehirleşmiş insanın telaşını taşımadıkları bir gerçek.
"Aptal, kaba ve kurnazdırlar.
İnanarak ve kolayca yalan söylerler.
Paraları olsa da
Yoksul görünmek gibi bir hünerleri vardır.
Her şeyi hafife alır ve herkese söverler."
Bu satırları okurken istemsizce bazı yüzler canlandı kafamda. Üniversite yıllarımda ev arkadaşlığı yaptığım bazı yüzler... Hani "köylü kurnazı" diye bir tabir vardır ya, işte ben bu sözü kanlı canlı biçimde o yıllarda deneyimleyerek öğrenmiştim. Aslında ben de taşradan geliyordum. Ama köyde büyümemiştim. 80'li ve 90'lı yıllarda bir Anadolu'da bir kasaba yaşantısı benimkisi. Köylerde sanki zaman başka türlü akardı. Elbette köy deyince aklıma başka çağrışımlar da gelir: Mesela Yeşilyazı köyünde damda yıldızlara bakarak uyuduğumuz zamanlar, köy kahvesinde keyifle yudumladığımız ve bize o zamanlar muazzam derecede özel ve tatlı gelen çaylar, oraletler...
Ama bildiğim pek çok köylü benim gibi yeni yetme bir çocuğu şaşırtacak derecede bile kabalardı. Yalanlarını anlamayacak kadar da saftım sanırım. Bu yüzden yoksulluklarına sahiden inanmıştım bazılarının. Ancak çok sonradan kendi yoksulluğumun onlarlarla karşılaştırılmayacak kadar derin olduğunu fark edecektim.. Ve tabi ki sövgüleri, küfürleri... Bu konuda dillerindeki zenginliği anlatmak imkansız! Şairin dediği gibi gibi her şeye sövebilirlerdi...
"Yağmuru, rüzgarı ve güneşi
Bir gün olsun ekinleri akıllarına gelmeden
Düşünemezler..."
Burada aslında bir haksızlık yapmış şair. Kim düşünme eylemini ihtiyaçlarından bağımsız yapabilir ki. Ne de olsa düşüncelerimizi belirleyen şey üretim ilişkileri değil mi? O zaman romantik bir algıyla başkalaşan doğa, bir köylünün zihninde reel bir var olma aracına dönüşüyorsa bu yüzden onu yargılayamazsınız. İhtiyaçlarımız düşünme biçimlerimizi, algımızı şekillendiriyor sonuçta...
Köylüleri niçin öldürmeliyiz?
Çünkü onlar ağır kanlı adamlardır
Değişen bir dünyaya karşı
Kerpiç duvarlar gibi katı
Çakır dikenleri gibi susuz
Kayıtsızca direnerek yaşarlar.
Aptal, kaba ve kurnazdırlar.
İnanarak ve kolayca yalan söylerler.
Paraları olsa da
Yoksul görünmek gibi bir hünerleri vardır.
Her şeyi hafife alır ve herkese söverler.
Yağmuru, rüzgarı ve güneşi
Bir gün olsun ekinleri akıllarına gelmeden
Düşünemezler...
Ve birbirlerinin sınırlarını sürerek
Topraklarını büyütmeye çalışırlar.
Köylüleri niçin öldürmeliyiz?
Çünkü onlar karılarını döverler
Seslerinin tonu yumuşak değildir
Dışarda ezildikçe içerde zulüm kesilirler.
Gazete okumaz ve haksızlığa
Ancak kendileri uğrarlarsa karşı çıkarlar.
Adım başı pınar olsa da köylerinde
Temiz giyinmez ve her zaman
Bir karış sakalla gezerler.
Çocuklarını iyi yetiştiremezler
Evlerinde, kitap, müzik ve resim yoktur.
Bir gün olsun dişlerini fırçalamaz
Ve şapkalarını ancak yatarken çıkarırlar.
Köylüleri niçin öldürmeliyiz?
Çünkü onlar köpekleri boğuşunca kavga ederler.
Birbirlerinin evlerine ancak
Ölümlerde ve düğünlerde giderler.
Şarkı söylemekten ve kederlenmekten utanırlar
Gülmek ayıp eğlenmek zayıflıktır
Ancak rakı içtiklerinde duygulanır ve ağlarlar.
Binlerce yılın kalın kabuğu altında
Yürekleri bir gaz lambası kadar kalmıştır.
Aldanmak korkusu içinde
Sürekli birbirlerini aldatırlar.
Bir yere birlikte gitmeleri gerekirse
Karılarından en az on adım önde yürürler
Ve bir erkeklik işareti olarak
Onları herkesin ortasında döverler.
Köylüleri niçin öldürmeliyiz?
Çünkü onlar yanlış partilere oy verirler
Kendilerinden olanlarla alay edip
Tuhaf bir şekilde başkalarına inanırlar.
Devlet, tapu dairesi, banka borcu ve hastanedir.
Devletten korkar ve en çok ona hile yaparlar.
Yiğittirler askerde subay dövecek kadar
Ama bir memur karşısında -bu da tuhaftır-
Ezim ezim ezilirler.
Enflasyon denilince buğday ve gübre fiyatlarını bilirler.
Cami duvarı, kahve ya da bir ağaç gövdesine yaslanıp
Onbir ay gökyüzünden bereket beklerler.
Dindardırlar ahret korkusu içinde
Ama bir kadının topuklarından
Memelerini görecek kadar bıçkındırlar
Harmanı kaldırdıktan sonra yılda bir kez
Şehre giderler!
Köylüleri niçin öldürmeliyiz?
Çünkü onlar otobüslerde ayaklarını çıkarırlar
Ayak ve ağız kokuları içinde kurulup koltuklara
Herkesi bunalta bunalta, yüksek perdeden
Kızlarının talihsizliğini
ve hayırsız oğullarını anlatırlar.
Yoksulluktan kıvrandıkları halde, şükür içinde
Bunun, Tanrının bir lütfu olduğuna inanırlar.
Ve önemsiz bir şeyden söz eder gibi, her fırsatta
Gizli bir övünçle, uzak şehirdeki
Zengin bir akrabalarından söz ederler.
Kibardırlar lokantada yemek yemeyi bilecek kadar
Ama sokağa çıkar çıkmaz sümküre sümküre
Yollara tükürürler..
Ve sonra şaşarak temizliğine ve düzenine
Şehirde yaşamanın iyiliğinden konuşurlar.
Köylüleri niçin öldürmeliyiz?
Çünkü onlar ilk akşamdan uyurlar.
Yarı gecelerde yıldızlara bakarak
Başka dünyaları düşünmek gibi tutkuları yoktur.
Gökyüzünü, baharda yağmur yağarsa
Ve yaz güneşleri ekinlerini yetirirse severler.
Hayal güçleri kıttır ve hiçbir yeniliğe
-Bu verimi yüksek bir tohum bile olsa-
Sonuçlarını görmeden inanmazlar.
Dünyanın gelişimine bir katkıları yoktur.
Mülk düşkünüdürler amansız derecede
Bir ülkenin geleceği
Küçücük topraklarını ipoteği altındadır.
Ve birer kaya parçası gibi dururlar su geçirmeden
Zamanın derin ırmakları önünde...
KÖYLÜLERİ, SÖYLEYİN NASIL
NASIL KURTARALIM?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz için teşekkürler