Sanatın
gelişimi zaman içerisinde yeni türlerin ve ifade şekillerinin ortaya çıkmasını
sağlamıştır. En eski kaynaklara gidildiğinde dahi yazınsal türler ve kaynaklara
dair kesin kanılara varmak mümkün olmuyor. Edebi türlerin gelişimi çoklukla birbirine
içkin ya da birbiriyle ilişki içinde gerçekleşmiştir. Zaman içerisinde bir
türün içinden yeni türlerin doğduğunu görmekteyiz. Günümüzde her bir yazınsal
türün kendine has özellikleri bulunsa da her bir türün bir diğeriyle şu ya da
bu bakımdan ilişkili olduğunu söylemek abartılı olmaz.
Edebi
türleri birbirinden kesin hatlarla ayırmak mümkün olmasa da bu üç edebi türün
hem biçimsel hem de yazılış amacı bakımından çeşitli farklılıkları olduğunu
söyleyebiliriz. Ancak söyleyeceğimiz hiçbir şey, şiirin ve oyun türünün
tarihsel gelişimi değerlendirildiğinde, mutlak doğrular olarak kabul edilemez.
Şiir ile Oyun Arasındaki farklar
Şiir
müzikle birlikte tarihin en eski sanat ürünlerinden biri olarak kabul
edilmektedir. (THOMSON) Hem yapı bakımından (dizelerle oluşturulması) hem de
içerik ve amaç bakımından diğer edebi türlerden ayrılır.
Öncelikle
şiirin dizeler halinde yazılması, onu oyun metinlerinden ayırır. Oyunlar
genelde düzyazı biçiminde yazılır. (Burada Antik yunan metinlerinin de nazım
formunda yazıldığını belirtmek gerekir.)
Şiir,
dizelerin bir araya gelmesiyle oluşturulurken, oyunlar düzyazı biçiminde
oluşturulur. Şiirin dizesine karşılık
düzyazının cümlesi, şiirin bentlerine karşılık düzyazının paragrafı vardır.
Şiir,
müzikal bir söyleyişle kaleme alınır. Oyunlarda ise konuşma diline yakın bir
anlatım vardır. Elbette bu genelleme bütün oyunlar için geçerli değildir.
Tiyatroda ise söz dizimi önemli bir etken olsa da şiirdeki müzikaliteden çok
düzyazı biçimine daha yakındır. Yine bu noktada söylediklerimiz modern metinler
için daha çok geçerlidir. Kaldı ki klasik metinlerde şiirsel anlatımın da (müzikalite)
kullanıldığını belirtmek gerekir.
Her
sanat yapıtının “anlatmak istediği bir
şey” vardır. Oyunlarda da yazar “bir
şey anlatma” amacını taşır. Ancak şiirde “anlatmaktan” çok hissettirmek, duyumsatmak amaçlanır. Burada da
keskin bir ayırım olmadığını belirtelim ki oyunlarda da duyguyu tamamen yok
saymak söz konusu olamaz. Belki şiire göre duyguya daha az ağırlık verilir
demek daha doğru olur.
Şiir
zamansal olarak oyuna göre daha eskidir. Aslında bu da kesin bir iddia değildir.
Ancak ilk oyun örneklerinin nazım biçiminde yazılması, oyunların şiirden farklı
olarak dramatik bir yapıya dayanması ve zaman içerisinde şiir biçiminden
farklılaşması bu kanıyı destekler.
Şiirde;
ölçü, uyak, redif, söz sanatları vb. öğeler kullanılabilir. 19. yüzyılın
sonlarına kadar hem Türk edebiyatında hem de Batı edebiyatında bu özellikler
şiirin olmazsa olmaz “ahenk” öğeleri
olarak görülmüştür. Klasik şiirde de bu unsurlar oldukça önemliydi. Oysa oyun
metinlerinde bu biçimsel özellikler zorunlu değildir. Yine de bazı oyun
metinlerinde seci, aliterasyon vb. şiire özgü ahenk unsurlarına rastlamak
mümkündür.
Şiirde
anlatılan bir duygu ya da düşünce, düzyazıya çevrilemez. Çevrilse dahi eski
ruhunu ve anlam zenginliğini yitirir. Ancak oyun metinlerinde böyle bir sınırlama
yoktur. Kuşkusuz, hangi metin türü olursa olsun, çeviriler metnin ruhunu bire
bir anlatmayabilir. Ama söz konusu olan şiir olunca çeviri bambaşka bir
meseleye dönüşmektedir.
Oyun
metinleri sahnelenmek üzere yazılırken şiirde temel amaç okutmak, duyumsatmak,
hissettirmektir. Oyun metni dramatik bir kurgu içerisinde, bir seyirci grubu
önünde sahnelenmek üzere, bu yolla meramını anlatmak üzere yazılır. Ancak
şiirde böylesine bir amaç söz konusu değildir.
Oyun ve Hikâye Arasındaki
Farklılıklar
Hikâye
(öykü), tek bir olay ya da durum etrafında şekillenen, kişi kadrosu roman ve
oyuna göre daha dar olan metin türüdür. Burada yaptığımız tanım elbette modern
anlamda öykünün ana hatlarını ifade etmekle birlikte günümüzde yazılan öykülerin
tamamı bu tanımlama ile sınırlanamaz. Aynı şeyi aslında oyun ve şiir için de
söylemek mümkündür.
Bir
olayın sözlü ya da yazılı olarak anlatıldığı kısa metinlerdir hikâyeler. Burada
“kısa” ifadesi tamamen sübjektif bir
ifadedir. Hikâyenin, kurgu, olay örgüsü, kişi sayısı bakımından “daha sınırlı” bir metin olduğunu
belirtmek daha yerinde olacaktır.
Oyun
ise sahnede gösterilmek amacıyla yazılmış metinlerin genel adıdır. Bu anlamıyla
oyunun temelinde gösterim vardır. Bu özelliği oyunları dramatik açıdan diğer
metin türlerinden ayırır.
Mecazlı,
sanatlı bir anlatımdan çok günlük konuşma dili egemendir hikâyelerde. Bu yönüyle
oyunlarla bir benzerliği vardır hikâyelerin. Hikâyelerde tasvirler genellikle
serim bölümünde, okuyucunun zihninde bir tasavvur yaratmak, okuyucuyu öykü
gerçekliğine dâhil amacıyla yapılır. Oysa oyun metinlerinde dekor daha çok
parantez içi ifadelerde anlatılır. Oyun yazarı sadece olay ve durumu anlatmakla
yetinmez, mekânı ana hatlarıyla aktararak, okuyucuya-yönetmene yol gösterir.
Oysa
hikâyeler okunmak için yazılır. Okuyucu metni okuyarak, o metni zihninde canlandırarak
algılar. Dolayısıyla hikâyelerdeki tasvir daha ayrıntılıdır. Oyunlarda dekor
biraz da yönetmenin yorumuna göre biçimlenir.
Biçimsel
olarak da öykü ve oyun arasında farklılıklar vardır. Oyun kurgusu karşılıklı
konuşma esasına dayanır. Diyalogların etkililiği aynı zamanda oyunun gücünü
tayin eder. Oyunda konuşmalar karşılıklı biçimde ve konuşma çizgileriyle
gösterilirken, bu özelliklere hikâyelerde nadiren rastlanır. Karşılıklı
konuşmalar bulunsa da bunlar metnin anlatımının temeli değildir.
Hikâyelerde
çeşitli anlatıcı bakış açıları bulunur (Tanrısal, kahraman -1. tekil anlatıcı,
ya da 3. tekil anlatıcı gibi). Ancak oyunlarda anlatım, birinci şahıs üzerinden
gerçekleştirilir.
Aristoteles’ten
bu yana oyun diğer edebi türlerden farklı olmak üzere daha “teknik” bir mesele olarak ele
alınmıştır. Yani oyun yazı mı belli kurallara bağlanmaya çalışılmıştır. Edebi
metinler dramatize edilerek oyuna dönüştürülmüştür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz için teşekkürler