13 Şubat 2024 Salı

ÖLÜM, YAŞAM, VAROLUŞ

Bugün hep "varoluş" üzerine düşündüm. İnsanın varlığını sürdürmesi, sürdürme biçimi, bundan vazgeçemeyişi... 

Nazım bir şiirinde: “En acayip gücümüzdür yaşamak / öleceğimizi bilip / öleceğimizi mutlak...” diye yazıyordu. Bunu ilk okuduğumda yine garip bir duyguya kapıldığımı hatırlıyorum; ama o günlerde bu “durum”un benden çok uzak olduğunu düşünmüş olmalıyım ki üzerinde fazla durmadım.

Ölüm düşüncesi zaman zaman gelip yokluyor beni. Böylesi anlarda “anlamsızlık” kapısı sonuna kadar aralanıyor. “Neden” sorusu çalkalanıyor beynimde. Sahi neden?!

Tüm varlıkların özünde var “yaşamak arzusu”. Öyle ki bu istem zaman zaman “yaşamı anlamlı kılmak” ya da “hayatı anlamlı yaşamak” olgularının da ötesine geçiyor. Tıpkı Dostoyevski'nin dediği gibi: "Sonsuz bir karanlığın, sonsuz bir denizin ortasında, yalnız ayakta durabilecek bir kaya parçasının üstünde sonsuza kadar durmaya razıydı belki, birden ölmektense." (Suç ve Ceza)

Sınırlı olanı yaşıyoruz biz! 

Yaşamak sınırlı, ekmek sınırlı, doğal kaynaklar sınırlı... Bu sınırlılıklar içinde bizi (şimdi olmasa bile gelecekte) en çok yaşamımızın faniliği zora sokuyor galiba. Tüm canlılar, bitkiler bile, varlıklarını sürdürmek için büyük bir gayret içindeler. En uysal addettiğimiz hayvanlar bile yaşamları tehlikeye girdiğinde nasıl da vahşileşebiliyorlar. İnsanoğlu da öyle tabii... Nice insanlar gördüm ölümün soğukluğunu enselerinde hisseden, bir bitkiden farksız “yaşamlarını" biraz daha sürdürebilmek için çırpınan. Bu insanlar yaşama sımsıkı sarılıyorlar ve ne kadar “kötü” de olsa ondan vazgeçemiyorlardı.

İnsan elbette “uygarlaştıktan” sonra, her şey gibi, yaşam algılayışı da farklılaştı. Yaşama daha farklı anlamlar, ilgiler yüklemeye başladı. İnsanoğlu için yaşam sadece nefes alıp vermekten öte bir olgu haline geldi. Öyle bir noktaya geldi ki, insanlar idealler yarattılar kendilerine ve bu idealleri, fizyolojik varlıklarının ötesinde, içsel bir anlayışla ele alıp o idealleri korumak uğruna hayatlarına son verebildiler. Savaşlarda, mücadelelerde gözlerini kırpmadan tek bir hedefe kilitlenmiş insanlar için ne ifade ediyordu peki yaşamak? Bu yanıtlanması öyle güç bir soru ki...

Yaşamı çok değerli bulduğu söylemeliyim, ama bu değeri bazen öyle bir kerteye vardırıyorum ki yaşadığım “an” yitip gidiveriyor avuçlarımdan. Hep belirsiz bir geleceğe erteliyorum sanki umutlarımı, sevinçlerimi. 

Hani Behçet Necatigil’in dediği gibi, “geniş zamanlar” umuyorum. Ve bunlar da o “bekleneni" daha da uzak kılıyor. Yaşamımızda değer verdiğimiz insanların değeri onların gelecekte yaşamımızda ne denli “geniş” bir yer kaplayacaklarıyla ilgili oluyor hep. Bu yüzden birçok insan bir gölge gibi geçip gidiyor yaşamımızdan. Onların gidişi de acıtmıyor bizi. Emin değilim, ama “nasıl olsa gideceklerdi” gibi garip bir düşünüşümüz var galiba. Ama benim için vazgeçilmez insanlar var ki yaşamımda, bazen “keşke onları bu denli sevmeseydim” ya da “keşke onları tanımasaydım” bile diyorum; çünkü onları çok seviyorum. Ve onların yokluğunun acısını gerçekten kaldıramam. “Bu ne anlamsız bir düşünce” değil mi! Ama ben farklı düşünüyorum işte! Sanırım insanlara bir türlü bağlanamamam hep bundan. Sevmezsen acı yok! Kendi acılarım umurumda bile değil; beni acıtacak tek şey sevdiklerimin acısı, diyorum.

Ama işte gün geliyor o hiç “vazgeçilemez” olanlar bir şekilde vazgeçiyorlar sizden. Geriye sadece acı çekmek kalıyor. Ve “alışmak”. Zaman kuşkusuz bir şeyleri onarıyor, ya da acılardan kanayan yüreği dinginleştiriyor. Peki ya yaşanmamışlıkların, yaşanamamışların acısı. Bu nasıl silinebilir…

 

Hiçbir Şey Bilmiyorsun

Hiçbir şey bilmiyorsun Kenan
Ne baharın muştusu
cemrenin kızılca kıyamet ayazını
ne de bahar rengini
ayların kışa aktığını

Bilmiyorsun
Zaman en büyük düşmanıdır acıların,
siler gider yüzünün aynasındaki tüm kederleri
Ama bilmiyorsun
silinir zamanın öldürücü darbeleriyle tutkular

Bilmiyorsun
Aşk ertelenmez en güzel düşlerin ardına bile
Üşümez olursun kaybettiğinde
Ve ısınmaz ellerin yalnız kaldığında

Bilmiyorsun
Sözler zehir gibi iner yüreğe sustuğunda
Sesin sustuğundaysa çöller boğuverir masmavi suları
Ne toprakta bereket
Ne güneşte hayat
Sadece nefretin renksiz gülleri yeşerir topraklarında

Bilmiyorsun Kenan
Gidenler asla gelmeyecek geri
Bilmiyorsun
acımasız zamanın tik taklarında sesi kesilverir aşkın
Bilmiyorsun
Koca bir yürek yarasıdır ağzındaki kan tadı

 

19 Şubat 2007 - 00:24 

***********  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkürler

NAZIM HİKMET'İN KAYIP ŞİİRLERİ 2: "UNUTULAN"

Nazım Hikmet'in kayıp ikinci şiiridir "Unutulan" ... Aslında eski baskı kitaplarında bulunan; ancak son yıllarda yapılan bası...