Erich Maria Remarque, Batı Cephesinde Yeni Bir Şey
Yok romanında savaşın çıplak dehşetini bütün yönleriyle anlatmıştı. Ölümün,
kanın, yıkımın ve insanın var olma mücadelesinin ortasında nefes alan o genç
askerlerin hikâyesi, yirminci yüzyılın en sarsıcı savaş anlatılarından biri
haline geldi. Ancak Remarque, Dönüş Yolu’nda bu kez cehennemin başka bir
kapısını aralıyor: savaşın bitmiş olduğu ama insanın içindeki savaşın hiç
bitmediği bir dünyayı.
Remarque’ın Dönüş Yolu, cepheden dönüp eve sığamayan bir kuşağın, kaybolmuş ruhların, hayatta kalmanın yaşamak olmadığını fark eden insanların romanıdır. Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’ta ölümün ortasında yaşamı anlatan yazar, burada yaşamın içinde ölümü anlatır. Ruhun harabeye döndüğü bir barışın romanıdır bu. Savaş bitmiştir, ama insanın içindeki savaş sonsuza dek sürer.
Bu roman, savaşın gerisinde kalmış askerlerin
hikâyesidir. Kurşunlardan, bombalardan, şarapnellerden sağ kurtulmuş ama ruhsal
olarak çoktan parçalanmış insanların... Fiziksel olarak hayatta kalmışlardır
ama yaşam, artık onlar için başka bir anlam taşımaktadır. Remarque burada şu
soruyu sarsıcı biçimde sorar: “Hayatta kalmak, yaşamakla aynı şey midir?”
Savaşın dehşetini atlattıktan sonra evlerine dönen bu
askerler, bir tür sessiz felaketle karşılaşırlar. Yıllar süren
yoksunlukların, acıların ve ölümün ardından birdenbire gelen dinginlik onları
kurtarmak yerine daha derin bir boşluğa sürükler. Artık silah sesleri
susmuştur, ama içlerinde yankılanan sessizlik başka bir savaş başlatır.
Bir karakterin dediği gibi: “Savaşta her şey tuzla buz olup gitmişti, geriye
bir tek arkadaşlığımız kalmıştı.” (s.162)
Bu kez düşman ne karşı siperlerdeki askerlerdir ne de
top sesleridir; bu kez düşman, insanın kendi içindedir.
Remarque bu içsel çelişkiyi bir askerin gözünden
anlatır. Cephedeki yıkım ne kadar korkunçsa, savaş sonrasındaki ruhsal yıkım da
o kadar büyüktür.
“Ben hiçbir şey çabalamak istemiyorum, baba, ben
yalnızca yaşamak istiyorum.” (s.205)
Bu satır, romanın ruhunu özetler. Çünkü artık
“yaşamak” bile ağır bir yük, karmaşık bir görevdir.
Zamanın Çöküşü: Hayatta Kalanların
Kayboluşu
Savaşta “bir ömür” yaşayan bu gençler, döndüklerinde
artık çocuk değildir; ama yaşlı da değildir. Zaman, onların içinde çöküp
kalmıştır. Birkaç yıl içinde onlarca yıl yaşlanmış gibidirler. “Hayatta kalmak”
yalnızca biyolojik bir devamlılıktır; “yaşamak” ise artık mümkün olmayan bir
ruh hâlidir.
Ne geçmişe dönebilirler, çünkü savaş onları geçmişlerinden
koparmıştır; ne de geleceğe umutla bakabilirler, çünkü yaşama dair bütün
inançlarını yitirmişlerdir.
“Vedalaştığım o değildi, geçmişti. Bir an için beni
üzdü.” (s.157)
Remarque’ın karakterleri, kendi gençliklerinin
cenazesini taşır gibidir. Onlar bir zamanlar hayal kurmuş, sevinmiş, âşık olmuş
insanlardır; ama şimdi neyin uğruna savaştıklarını bile bilmeden, bir hiçliğin
içinden yürümektedirler.
“Bunun dışında bir şey öğrenmedim.” (s.202)
Remarque, bu satırlarla savaşın sadece insanları
öldürmediğini, öğrenme, inanma ve sevinme yetisini de yok ettiğini
söyler. Cephede kazandıkları “hayatta kalma” içgüdüsü, barışta artık işe
yaramaz. Çünkü barış, sandıkları gibi huzur değil, ruhun harabeye döndüğü
yeni bir savaş alanıdır.
Savaşın Ahlakı: Mahkeme Sahnesi ve
Sınıfsal Çatışma
Romanın sonuna doğru, Remarque bu içsel savaşın
toplumsal boyutunu çarpıcı bir sahneyle gözler önüne serer. Cepheden dönen bir
asker, sevgilisini ayartan bir adamı öldürür ve mahkeme karşısına çıkar.
Oysa bu asker, cephede kendisiyle hiçbir sorunu olmayan insanları öldürdüğü
için “kahraman” ilan edilmiştir. Ama sevgilisini ayartan birini — yani
kendisine doğrudan dokunan birini — öldürdüğü için suçlu sayılır. Mahkeme
karşısında söylediği şu söz, romanın bütün felsefesini özetler: “O zaman
vurduğum insanlar bana hiçbir şey yapmamışlardı.” (s.254)
Bu tek cümle, savaşın ahlaki çelişkisini bütün
çıplaklığıyla ortaya koyar.
Bir cephede öldürmek “kahramanlık”, bir başka yerde öldürmek “cinayet”tir.
Remarque burada savaşın sınıfsal ve ideolojik temellerini hedef alır.
Cepheye sürülenler yoksul, genç, masum insanlardır; kendi düşleri, kendi
hayatları yok sayılarak başkalarının iktidar oyunlarının piyonları haline
getirilmişlerdir.
“Her ülkede idealler uğruna değil, çıkarlar uğruna
savaştılar; her ülkede vuruldular ve kendi kendilerini yok ettiler. Tek bir
kavga vardır: yalanla, ikiyüzlülükle, uzlaşmayla, eski olana karşı verilen
kavga!” (s.174)
Bu satırlar, romanın politik damarını açığa çıkarır. Remarque,
savaşın yalnızca bir ulus meselesi değil, insanı sömüren kapitalist düzenin
ürünü olduğunu anlatır.
Egemenlerin çıkarları uğruna birbirini tanımayan
insanlar birbirlerini öldürmüştür.
Bitmeyen Savaşın Romanı
Dönüş Yolu, yalnızca bir “savaş sonrası romanı” değildir; aynı
zamanda insanın kendine dönüşünün ama bu dönüşte kendini bulamamasının
romanıdır. Remarque, savaşın yalnızca bedenleri değil, ruhları da
öldürdüğünü anlatır. Barış, bu insanların iç dünyasında asla gelmez; çünkü
savaş, onların bilincine, kimliğine, varoluşuna işlemiştir.
“Belki de beklememiz ve susmamız gerek... Belki
bizi terk etmeyen tek şey odur; yalnızca bedenimiz ve toprak... Bizim
bildiğimiz tek şey şiddet.” (s.245)
Gerçek savaş artık siperlerde değil, insanın içinde
sürmektedir. Remarque bu romanla, o iç savaşın bitmeyen yankısını duyurur:
“Arkadaşlar! Aldatıldık! Bir kez daha yürüyüşe
geçmemiz gerekiyor! Buna karşı! Buna karşı! Arkadaşlar! İleri!” (s.262)
Top mermileri susar, ama vicdan asla susmaz.