27 Ekim 2025 Pazartesi

RUHUN HARABEYE DÖNDÜĞÜ BİR BARIŞIN ROMANI!

Erich Maria Remarque, Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok romanında savaşın çıplak dehşetini bütün yönleriyle anlatmıştı. Ölümün, kanın, yıkımın ve insanın var olma mücadelesinin ortasında nefes alan o genç askerlerin hikâyesi, yirminci yüzyılın en sarsıcı savaş anlatılarından biri haline geldi. Ancak Remarque, Dönüş Yolu’nda bu kez cehennemin başka bir kapısını aralıyor: savaşın bitmiş olduğu ama insanın içindeki savaşın hiç bitmediği bir dünyayı.

Remarque’ın Dönüş Yolu, cepheden dönüp eve sığamayan bir kuşağın, kaybolmuş ruhların, hayatta kalmanın yaşamak olmadığını fark eden insanların romanıdır. Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’ta ölümün ortasında yaşamı anlatan yazar, burada yaşamın içinde ölümü anlatır. Ruhun harabeye döndüğü bir barışın romanıdır bu. Savaş bitmiştir, ama insanın içindeki savaş sonsuza dek sürer.

Bu roman, savaşın gerisinde kalmış askerlerin hikâyesidir. Kurşunlardan, bombalardan, şarapnellerden sağ kurtulmuş ama ruhsal olarak çoktan parçalanmış insanların... Fiziksel olarak hayatta kalmışlardır ama yaşam, artık onlar için başka bir anlam taşımaktadır. Remarque burada şu soruyu sarsıcı biçimde sorar: “Hayatta kalmak, yaşamakla aynı şey midir?”

Savaşın dehşetini atlattıktan sonra evlerine dönen bu askerler, bir tür sessiz felaketle karşılaşırlar. Yıllar süren yoksunlukların, acıların ve ölümün ardından birdenbire gelen dinginlik onları kurtarmak yerine daha derin bir boşluğa sürükler. Artık silah sesleri susmuştur, ama içlerinde yankılanan sessizlik başka bir savaş başlatır.


Bir karakterin dediği gibi: “Savaşta her şey tuzla buz olup gitmişti, geriye bir tek arkadaşlığımız kalmıştı.” (s.162)

Bu kez düşman ne karşı siperlerdeki askerlerdir ne de top sesleridir; bu kez düşman, insanın kendi içindedir.

Remarque bu içsel çelişkiyi bir askerin gözünden anlatır. Cephedeki yıkım ne kadar korkunçsa, savaş sonrasındaki ruhsal yıkım da o kadar büyüktür.

Ben hiçbir şey çabalamak istemiyorum, baba, ben yalnızca yaşamak istiyorum.” (s.205)

Bu satır, romanın ruhunu özetler. Çünkü artık “yaşamak” bile ağır bir yük, karmaşık bir görevdir.

Zamanın Çöküşü: Hayatta Kalanların Kayboluşu

Savaşta “bir ömür” yaşayan bu gençler, döndüklerinde artık çocuk değildir; ama yaşlı da değildir. Zaman, onların içinde çöküp kalmıştır. Birkaç yıl içinde onlarca yıl yaşlanmış gibidirler. “Hayatta kalmak” yalnızca biyolojik bir devamlılıktır; “yaşamak” ise artık mümkün olmayan bir ruh hâlidir.

Ne geçmişe dönebilirler, çünkü savaş onları geçmişlerinden koparmıştır; ne de geleceğe umutla bakabilirler, çünkü yaşama dair bütün inançlarını yitirmişlerdir.

Vedalaştığım o değildi, geçmişti. Bir an için beni üzdü.” (s.157)

Remarque’ın karakterleri, kendi gençliklerinin cenazesini taşır gibidir. Onlar bir zamanlar hayal kurmuş, sevinmiş, âşık olmuş insanlardır; ama şimdi neyin uğruna savaştıklarını bile bilmeden, bir hiçliğin içinden yürümektedirler.

Bunun dışında bir şey öğrenmedim.” (s.202)

Remarque, bu satırlarla savaşın sadece insanları öldürmediğini, öğrenme, inanma ve sevinme yetisini de yok ettiğini söyler. Cephede kazandıkları “hayatta kalma” içgüdüsü, barışta artık işe yaramaz. Çünkü barış, sandıkları gibi huzur değil, ruhun harabeye döndüğü yeni bir savaş alanıdır.

Savaşın Ahlakı: Mahkeme Sahnesi ve Sınıfsal Çatışma

Romanın sonuna doğru, Remarque bu içsel savaşın toplumsal boyutunu çarpıcı bir sahneyle gözler önüne serer. Cepheden dönen bir asker, sevgilisini ayartan bir adamı öldürür ve mahkeme karşısına çıkar.


Oysa bu asker, cephede kendisiyle hiçbir sorunu olmayan insanları öldürdüğü için “kahraman” ilan edilmiştir. Ama sevgilisini ayartan birini — yani kendisine doğrudan dokunan birini — öldürdüğü için suçlu sayılır. Mahkeme karşısında söylediği şu söz, romanın bütün felsefesini özetler: “O zaman vurduğum insanlar bana hiçbir şey yapmamışlardı.” (s.254)

Bu tek cümle, savaşın ahlaki çelişkisini bütün çıplaklığıyla ortaya koyar.
Bir cephede öldürmek “kahramanlık”, bir başka yerde öldürmek “cinayet”tir.

Remarque burada savaşın sınıfsal ve ideolojik temellerini hedef alır. Cepheye sürülenler yoksul, genç, masum insanlardır; kendi düşleri, kendi hayatları yok sayılarak başkalarının iktidar oyunlarının piyonları haline getirilmişlerdir.

Her ülkede idealler uğruna değil, çıkarlar uğruna savaştılar; her ülkede vuruldular ve kendi kendilerini yok ettiler. Tek bir kavga vardır: yalanla, ikiyüzlülükle, uzlaşmayla, eski olana karşı verilen kavga!” (s.174)

Bu satırlar, romanın politik damarını açığa çıkarır. Remarque, savaşın yalnızca bir ulus meselesi değil, insanı sömüren kapitalist düzenin ürünü olduğunu anlatır.

Egemenlerin çıkarları uğruna birbirini tanımayan insanlar birbirlerini öldürmüştür.

Bitmeyen Savaşın Romanı

Dönüş Yolu, yalnızca bir “savaş sonrası romanı” değildir; aynı zamanda insanın kendine dönüşünün ama bu dönüşte kendini bulamamasının romanıdır. Remarque, savaşın yalnızca bedenleri değil, ruhları da öldürdüğünü anlatır. Barış, bu insanların iç dünyasında asla gelmez; çünkü savaş, onların bilincine, kimliğine, varoluşuna işlemiştir.

Belki de beklememiz ve susmamız gerek... Belki bizi terk etmeyen tek şey odur; yalnızca bedenimiz ve toprak... Bizim bildiğimiz tek şey şiddet.” (s.245)

Gerçek savaş artık siperlerde değil, insanın içinde sürmektedir. Remarque bu romanla, o iç savaşın bitmeyen yankısını duyurur:

Arkadaşlar! Aldatıldık! Bir kez daha yürüyüşe geçmemiz gerekiyor! Buna karşı! Buna karşı! Arkadaşlar! İleri!” (s.262)

Top mermileri susar, ama vicdan asla susmaz.

ADNAN YÜCEL ŞİİRİNDE İMGESEL BİR SERÜVEN

Adnan Yücel 27 Mart 1953 tarihinde Elazığ’da doğar. Diyarbakır Eğitim Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü ile Ankara Üniversitesi Eğitim...