“Azılı bir haydut, ormandan geçmekte olan bir samuray ve karısına tuzak kurar, kadına tecavüz eder, samurayı öldürür.”
Köyün azılı haydudu Tajomaru, ormanlık arazide dinlenirken yoldan atının üzerinde güzel bir kadının ve ona eşlik eden genç bir adamın gelmekte olduğunu görür. Tajomaru, kadını elde etmek için bir plan yaparak çifte yaklaşır ve yakınlarda gömülü kılıç ve ayna bulduğunu ve ona satabileceğini söyleyerek onları kandırır. Adamı iple bağlayıp etkisiz hale getirdikten sonra genç kadına zorla sahip olur. Buraya kadar bütün tanıkların ifadesi aynıdır, Bundan sonraki anlatılanlar ise birbirinden çok farklı. Ortadaki tek somut durum karısına gözleri önünde tecavüz edilen adamın ölü bedenidir.
Rashomon (1950) filminin özeti gibi değerlendirilebilecek bu alıntı filmin sinema tarihi, felsefe ve yarattığı kavramsal tartışmalar üzerinden düşünüldüğünde oldukça yetersiz kalır. Öyle ki kimi otoritelere göre, Hollywood sinemasından gelmeyen filmlere ödül vermeyen akademinin, bu filmi göz ardı edememesi “En İyi Yabancı Film” dalı kategorisini geliştirmesine önayak olmuştur.
Rashomon filmi, temel olarak üç mekânda geçmektedir. Ortaçağ’da Japonya, iç savaş, kıtlık ve hastalıklar gibi pek çok felaketle karşı karşıya gelmiştir. İşte böylesi bir dönemde bir oduncu, bir rahip ve ne iş yaptığını bilmediğimiz bir karakter, filmin geçtiği ana mekânlardan biri olan Rashomon denilen bir yıkıntıda, yağmurdan dolayı mahsur kalırlar.
Filmin diğer iki mekânı ise yukarıda bahsi geçen olayın gerçekleştiği orman ile tanıkların dinlendiği mahkemedir. Film, bu 3 karakterin bulunduğu zamana göre yapılan flashbackler (zamanda geri dönüşler) aracılığıyla bizlere aktarılmaktadır. Bu anlatım yönteminin dönem sineması açısından oldukça yeni, hatta ilk örneklerinden olduğunu vurgulamak gerekiyor.
Filmin akışı içinde, tecavüz olayının farklı tanıklar tarafından aktarılır. Tecavüz, haydut Tajômaru (ki bu filmde adını bildiğimiz tek karakterdir.) , tecavüze uğrayan kadın, öldürülen samuray (bir kahin/medyum aracılığı ile) ve olayı dışardan yorumlayan tek karakter olan oduncu tarafından mahkemede anlatılır. Mahkemenin geçtiği mekanda herhangi bir yargıç görmeyiz. Yargıcın soruları duyulmaz, burada amacın izleyiciyi yargıç koltuğuna oturtttuğu savı oldukça yaygındır. Yani yönetmen farklı bir göz olan seyirciyi filmi izleyen pasif bir kişi konumundan adeta filmin bir öznesi /oyuncusu haline getirmiştir.
Tanıklar dinlendikçe ortaya bir problem çıkar. Her tanığın gözünden olayı tekrar dinleyip canlandırdığımızda, olay ve karakterler hakkında izleyicilerin fikrini değiştirecek güçlü argümanlar ortaya konur.
Haydut, kendi anlatımına göre çok azılı ve güçlü bir adamdır, karşısındaki samuray bugüne kadar dövüştüğü en kabiliyetli kılıç ustası olmasına rağmen onu alt etmiştir. Mağdur kadın ise, bir haydut tarafından tecavüze uğradığını ve sonunda namusunu korumayı beceremeyen kocasını kendi elleri ile öldürmüş olduğunu ve olayın şoku ile bayıldığını anlatır.
Bir medyum aracılığı ile bizlere gaipten seslenebilen samuray ise karısının kendisine ihanet ettiğini ve bu leke ile yaşayamayacağını bildiği için intihar ettiğini söyler. Tüm bu anlatımlardan ötürü karmaşıklaşan olay, izleyicilerin algılarını allak bullak eder. Oduncunun ifadesi ile biraz rahatladığını hissederiz. Ne de olsa diğer üç karakter olayın içinde yer almakta, ve yanlı bir yaklaşım sergilemektedir.
Olayı oduncunun vermiş olduğu ifade ile izleyince gerçekten kavradığımızı düşünürüz, ama yönetmen burada yine aklımızı karıştırır. Samuraya ait olan çok kıymetli bir hançer kayıptır ve bildiğimiz kadarı ile bu hançer haydudun üzerinden çıkmamıştır. Medyum aracılığı ile konuşmakta olan samuray son anlarını şöyle tarif eder: “Her şey çok sessizdi ve etrafımı bir sis sarmıştı. Sessizlik içinde yatmakta iken birisi bana yavaşça yaklaştı, kim olabilirdi? Ve göğsümdeki hançeri çekip aldı.” Bu anda medyum bayılır ve arka planda gördüğümüz oduncunun yüzünde inanılmaz bir panik ifadesi oluşur. Anlarız ki, oduncunun ifadesi de güvenilmezdir. Peki biz(yargıç) nasıl karar verebileceğiz?
Hakikat nedir?
Pek çok batılı film eleştirmeni filmi, gerçeğin farklı açılardan yorumlanması, görecelik, farklı bakış açılarından bir olayın yorumlanması şeklinde ele almışlardır. Açıkçası filmin akışından dolayı bu yorumu elde etmek gayet doğal bir sonuçtur. Ancak kendisine ait otobiyografiye benzeyen kitabında3, film konusunda hemen hemen tüm yorumcuların yanıldığını, gerçeğin göreceliği şeklinde yorumlanan filmin aslında daha farklı bir kavrama dayandığını belirtir. Bu kavram da ego kavramıdır.
Bu kavram üzerinden yola çıktığımızda, neden her bir bireyin gözünden olayı farklı gördüğümüzü daha iyi anlarız. Şahitlerin verdiği yanlı ifadelerle, gerçeği bükmelerine sebep olan şey egolarıdır. Haydut, verdiği ifadeyi, masum çıkma amacı ile değil, mahkemede bulunan kişilerin takdirini kazanma amacı ile vermektedir. Çok iyi kılıç kullandığı da, kadının kendisini çok arzuladığı da gerçek değildir, sadece güçlü olduğu imajını vermek istemektedir. Buna ek olarak, samuray ile haydut arasında geçen kılıç savaşı gerçekten gülünçtür, kendisi bizzat samuray geleneğine sahip bir aileden gelen Kurosawa’nın böylesine garip bir kılıç düellosunu bize izletmesini sebebi şudur: Biz olayı haydutun gözünden izlemekteyiz ve haydutumuz kılıç kullanmayı bilmemektedir. Tecavüze uğrayan kadın, Orta Çağ Japonya’sında çok kötü bir konuma düşeceğini bildiğinden, olayın asıl mağdurunun kendisi olduğunu vurgulamaktadır, hikayeyi bu yüzden saptırmadır. Ölmüş samuray bile, ölü olmasına rağmen egosuna yenik düşmüştür. Ve öğreniriz ki, haydut kendisini çalıntı savaş malzemeleri satma bahanesi ile kandırmıştır, bir samurayın bu şekilde davranamayacağını bildiğimizden, kendisinin gerçek samuray olduğundan bile şüphe duyarız. Ve zavallı oduncu, fakirliğinden ötürü nefsine yenik düşmüş ve samurayın hançerini çalmıştır. Ego, insanın gerçeği çarpıtmasındaki en önemli etkendir.
Bu film (Rashomon), gerçekte olduklarından daha albenili, daha iyi ve üstün oldukları duygusunu tadabilmek için yalan söylemeden yapamayan insanları; hatta bu günahkâr pohpohlanma ihtiyacından mezarda dahî kopamayan insanları. Öyle ki karakterlerden birinin, öldükten sonra da, bir medyum aracılığıyla konuşurken insanlara yalan söylemeyi sürdürdüğüne tanık oluruz. Benperestlik, dünyaya geldiği anda insanoğluna musallat olan bir günahtır; kefareti ödenmesi en güç günah.
Yalan insanın bakış ve kaçış açısıdır bir bakıma. Yaptığımız yanlışı düzeltmenin ya da olmasını dilediğimiz şeklin söz halidir. Bir çeşit kendimizi koruma mekanizmasıdır. İnsanın inanmak istediği ile gerçek arasındaki farkın neleri değiştirebileceğini bize bir ormanda işlenen vahşi bir cinayetle göstermiştir. Ve sonunda açan güneş gerçeğin ne kadar değiştirilse de elbet bir gün ortaya çıkacağını bize göstermektedir.
Fakir rahibin insanlara güvenin kaybedildiği bir ortamda altı çocuğu olmasına rağmen buldukları bebeğe bakacak olması insanoğlunun günahsız doğduğunu ve insanlığa olan inancın devam etmesini bizlere aşılamaktadır.
Hikayenin nasıl sona erdiğini kimse bilemeden film sona erer. Kendisi ile yapılan bir röportajda, Kurosawa’ya filmdeki olayın gerçek halinin ne olduğu sorulduğunda; “Sanırım kesin olan tek şey, birinin ormanda öldüğü” cevabını vermiştir. Anlıyoruz ki, olayın gerçek halini bilmenin de bir önemi yok.
Gerçeğin farklı açılardan yorumlanması, görecelik ve ego kavramıyla yola çıktığımızda neden her bir bireyin gözünden olayı farklı gördüğümüzü daha iyi anlarız. Şahitlerin verdiği ifadelerle, gerçeği değiştirmelerindeki asıl sebep kendi egolarıdır. Haydut, verdiği ifadeyle, masum çıkma amacı ile değil, mahkemede bulunan kişilerin takdirini kazanma ve güçlü olduğu imajını vermek istemektedir.
Kafamızda kimin doğru söylediğini kimin haklı olduğunu sorgulatan film gerçeği bilmeden sona erer.
NAZIM HİKMET'İN KAYIP ŞİİRLERİ 2: "UNUTULAN"
Nazım Hikmet'in kayıp ikinci şiiridir "Unutulan" ... Aslında eski baskı kitaplarında bulunan; ancak son yıllarda yapılan bası...

-
Mısra-i Berceste Nedir? Berceste, edebiyatta öz, güzel, latif, ince anlamlı, kolayca hatırlanan, yapısı sağlam dize ya d...
-
Çağının tanıklığını yapmak kuşkusuz bir aydın tutumu olarak ifade edilir. Ama bu tanıklık öyle anlar olur ki yetersiz kalır ve alelâde gerçe...
-
Rus gerçekçiliğinin öncü yazarlarından olan Çehov’u kendinden önceki yazarlardan ayıran en önemli etkenlerden biri, hayata geniş bir penc...