29 Nisan 2017 Cumartesi

HALDUN TANER: KEŞANLI ALİ DESTANI

Keşanlı Ali’nin yaşadığı gecekondu mahallesinde bir cinayet işlenir. Öldürülen kişi, Ali'nin sevdiği Zilha'nın dayısıdır. Nasıl olduysa cinayet Alinin üstüne kalır. İşlemediği suçtan ötürü mahpushaneye düşer, burada da bazı olaylara karışır. Tüm bunlar Ali’yi iyice meşhur eder. Böylece gecekondularda yaşayanlar arasında, Ali'ye karşı, gittikçe büyüyen bir ilgi, sevgi ve korku oluşur. Nihayetinde Ali cezasını çekip gecekondu mahallesine döner. Tam döndüğü sıralarda da muhtar seçimleri gündemdedir. Mahpushane yaşantısı içerisinde kurnazlığı öğrenen Ali birtakım hilelerle başvurarak, rakiplerini bir bir ekarte ederek muhtarlık seçimlerini kazanır. Böylece mahalledeki hâkimiyeti ve etki gücü daha kurumsal bir hal alır.  Artık, gecekondu bölgesine dair her şey, iyisiyle kötüsüyle ondan sorulur. Bu süreçte Zilha’ya da yaklaşmaya çalışır. Ama Dayısının katiliyle birlikte olmayı kendine yediremeyen Zilha ondan iyice uzaklaşır. Ali’nin gerçeği anlatmasına rağmen bunu kabul etmez, gerçeği herkese ilan etmeden ona yaklaşmayacağını bildiri. Daha sonra Zilha, şehirde bir konağa yerleşir.

KLASİK TRAGEDYALAR İLE SENECA TRAGEDYALARININ KARŞILAŞTIRILMASI



Tragedyalar, yaşamın acıklı, ders niteliği taşıyan ve insanı ve onun duygu durumlarını etkilemek üzerine kurulmuş, kendine özgü kuralları olan oyunlardır. Esas olarak ahlaki bir sonuç ve ders çıkarmayı hedefleyen bu oyunlarda yüksek erdem örnekleri ortaya konulur.

Aristoteles’e göre tragedya: “Tragedya belirli bir uzunluğu olan, oyunun çeşitli bölümlerinde belirli biçimde süslü bir dilin kullanıldığı, anlatı yapmayan ancak sahneleyen insanlar tarafından gerçekleştirilen, acıma ve korku yoluyla bu gibi duyguların sağılımı [katharsis] gerçekleştiren, ciddi ve tamamlanmış  olaylar dizisinin [praxis] yeniden sunumudur [mimesis].”  şeklide tanımlanır.
Bu tanımdan hareketle tragedya, izleyicilerde güçlü duygusal reaksiyonlara neden olan olayların, şiirsel bir ifadesi olarak da değerlendirilebilir.

Yine aristoya göre tragedyanın başarısı izleyicide “acıma ve korku” duyguları uyandırmasıyla ölçülür. Çünkü ahlaki bir ders çıkarmak için güçlü bir duygusal sarsıntının ortaya çıkması gerekir. Bunu da güçlü oyun kişileri eliyle (Tanrılar, krallar, asiller vb.) gerçekleştirir. Kahramanların eylem ve durumlarının olumludan olumsuza taşınmasıyla yaratılan kırılma yoluyla da eylemsel bir forma dönüşür.

POETİKA IŞIĞINDA KRAL OİDİPUS OYUNUNA BAKMAK

Aristoteles’in 4. Yüzyılda kaleme aldığı Poetika adlı eser, şiir ve tiyatro hakkında kapsamlı ve derli toplu bilgi veren ilk eser olması hasebiyle önemli bir kaynak eser olarak kabul edilmektedir. Eserde “tiyatro” olarak değerlendirilen yegane tür “tragedya”dır.  Tragedya birçok yönden ele alınmış ve ayrıntılı olarak bir tragedyanın nasıl olması gerektiği üzerinde durulmuştur. Aristoteles, Poetika’da birçok defa Kral Oidipus’u ideal bir tragedya olarak nitelemiş ve tragedyayı açıklarken Kral Oidipus’a sık sık göndermeler yapmıştır. Buna göre Poetika’da adı geçen başlıca kavramlar şunlardır:

VANYA DAYI IŞIĞINDA ANTON ÇEHOV TİYATROSUNA BAKMAK

Rus gerçekçiliğinin öncü yazarlarından olan Çehov’u kendinden önceki yazarlardan ayıran en önemli etkenlerden biri, hayata geniş bir pencere açmasıdır. Özellikle oyunlarında sıradan ya da gülünç görünen; ancak tipik ve göz ardı edilemeyecek “önemsiz şey” ve durumları kapsama alanına alır. Kendisine gelinceye kadar edebiyatın dışında görülen, hayatın “ilk göze çarpan” önemsiz unsurlarını edebiyata sokmuştur. Öyle ki bu yaklaşımı kendi döneminde oldukça yadırganmıştır. Bu durum, birçok eleştirmene göre toplumsal ilgisizliğin ve kayıtsızlığın ifadesi olarak görülmüştür. Şengunov bunu şöyle ifade etmiştir: “Artık Rusya o kadar boşaldı ki düşünen kişinin, bütün Rusya’da anlatmak ve açıklamak istediği hiçbir şey yoktu.”[1]

FEODAL SİSTEMDE AVRUPA'NIN SINIFLI TOPLUM YAPISI

Ortaçağ, Roma İmparatorluğu’nun çöküşüyle başlayan ve genellikle İstanbul’un fethine kadar[1] olan süreci tarif etmek için kullanılan, yaklaşık bin yıllık bir süreci kapsayan zaman dilimidir. Ortaçağ’a özelliğini veren, İlk Çağ’dan farklı siyasi, sosyal ve ekonomik düzene ve bu düzenin ifadesi olan değerler sistemine ise feodalite (derebeylik) denmektedir. Bu sistemin değerler sisteminin mutlak belirleyicisi Hıristiyanlık ve bunun kurumsal kimliğinin taşıyıcısı olan kilisedir.

“Klasik feodalitenin -bütün çizgileriyle- ortaya çıkışı, Fransa'da Karolenj İm­paratorluğu'nun batışından (10. yüzyıl), İngiltere'de ise Norman istilasından (11. yüzyıl) sonraya rastlar.”[2]

Tam anlamıyla siyasal, hukuksal, ekonomik ve sosyal bir sistem olan feodal düzenin en ayırt edici yanlarından biri "devlet birliği"nin olmayışıdır. Bu dönemde Avrupa’da egemen siyasal örgütlenme modeli beylikler ya da derebeyliklerdir. Böyle olunca da halk doğrudan doğruya devletin değil, toprak sahibi senyörlerin egemenliği altıda bulunmaktaydı.

NAZIM HİKMET'İN KAYIP ŞİİRLERİ 2: "UNUTULAN"

Nazım Hikmet'in kayıp ikinci şiiridir "Unutulan" ... Aslında eski baskı kitaplarında bulunan; ancak son yıllarda yapılan bası...