(şiir, müzik, edebiyat, sanat, sinema ve kültür yazıları... Pek şahsi yazılar güncesi...)
10 Ocak 2018 Çarşamba
ORHAN KEMAL: EMEĞİN VE EKMEĞİN ÖYKÜSÜ
Bir yazarın kurgu dünyasını besleyen en zengin kaynak yaşamdan başka ne olabilir ki… Sanat yapıtının yaşamla kurduğu bağ, aynı zamanda o yapıtın etki gücünü ve kalıcılığını da tayin etmez mi? Kimi yazarlar vardır ki yapıtlarının daha ilk sözcüklerinde bir sunilik, bir yabancılık hissedilir. Yapıt sizi sarmaz, okumaya mecal bırakmaz; ama kimi yazarların hikayeleri de sizi hemen sarıp sarmalar. Kitabı elinizden bırakmak istemezsiniz. Anlatılan olaylar, kişiler çok aşina gelir. Okurken bir tanıdığın sureti belirir zihninizde, akan alın terinin ıslaklığını teninizde hissedersiniz. Öfke, hayal kırıklıkları, özlem, sevda ya da aşk hepsi sizsinizdir. Sizin derinlerde en derinlerde bir yerinize dokunur. Sözler akarken ortaya çıkan müziğin titreşimleri sizleri alır götürür. Kurgunun o masalsı dünyasında yeni bir gerçeklikle yüz yüze gelirsiniz. Orhan Kemal'in öykülerini ilk kez okuduğumda böylesi hisler canlanmıştı içimde.
22 Aralık 2017 Cuma
DİRENİŞİN RUHU: FİLİSTİN ŞİİRİ*
Filistin... Kenanlılara vaat edilen topraklar... Üç dinin kutsal kenti. Kanın çığlık attığı coğrafya... Her dince yasaklanmış olduğu halde öldürmenin “rutin” ve “doğal” olduğu kanlı topraklar. Emperyalist hegamonyanın en dolaysız ve perdelenmeye bile hacet duyulmayan kanlı yüzünün sureti...
Şiirin gelişimi çoğunlukla insanın ve toplumların tarihi ve evrimiyle beraber ele alınmıştır. Zira şiir de yaşamdan fışkırır ve hayatın en has seslerinden, eylemlerinden, devinişlerinden beslenir. Şiir, kimi zaman söz ve büyü arasında bir yerde kimi zaman da doğrudan hayatın söze yansıması olagelmiştir. Nasıl ki “büyü”, gerçek tekniğin eksikliklerini tamamlayan aldatıcı bir teknik olarak ele alınır, şiir de gerçek hayatın eksik parçalarını ağırlıklı olarak duygulara seslenerek ifade eder. Bunu yaparken realiteye ters düştüğü de olur. Tıpkı kaçınılmaz bir ölümle pençeleşen şairin, denizin ortasında, gözlerini göğe dikip; “Parlak yıldız, ben de senin gibi değişmez olsam” (Keats) diyerek şiirin büyüsüne sığınması gibi.
Şiir
için toplumsal gelişimin aynası demek abartılı bir ifade olmaz. Çünkü şiirin
içeriğinden, yapısal özelliklerine kadar toplumsal gelişim ile şiirin gelişimi
arasında bir koşutluk vardır. Her ülke edebiyatında bu ilişki farklı biçim ve
içerikte, çeşitli yoğunluklarda, doğrudan ya da dolaylı olarak şiirde yansısını
bulmuştur. Ülkelerde yaşanan olaylar, insana ilişkin tüm duygular, büyük ve
sarsıcı değişimler, ihtilaller, felaketler... hepsi şiirin konusu
olmuştur.
Şiirin gelişimi çoğunlukla insanın ve toplumların tarihi ve evrimiyle beraber ele alınmıştır. Zira şiir de yaşamdan fışkırır ve hayatın en has seslerinden, eylemlerinden, devinişlerinden beslenir. Şiir, kimi zaman söz ve büyü arasında bir yerde kimi zaman da doğrudan hayatın söze yansıması olagelmiştir. Nasıl ki “büyü”, gerçek tekniğin eksikliklerini tamamlayan aldatıcı bir teknik olarak ele alınır, şiir de gerçek hayatın eksik parçalarını ağırlıklı olarak duygulara seslenerek ifade eder. Bunu yaparken realiteye ters düştüğü de olur. Tıpkı kaçınılmaz bir ölümle pençeleşen şairin, denizin ortasında, gözlerini göğe dikip; “Parlak yıldız, ben de senin gibi değişmez olsam” (Keats) diyerek şiirin büyüsüne sığınması gibi.
Etiketler:
Abu SALMA,
Ebu Sadık Hüseyni,
Fedva TUKAN,
Gaza,
gazze,
İntifada,
israil,
John Keats,
Mahmud Derviş,
Maj Sayyegh,
Nizar Kabbani,
Salim Jabran,
Semih El KASIM,
Şiir,
Tevfik El ZEYYAT
BİR "AN" RUHU ELE GEÇİRDİĞİNDE
![](https://img00.deviantart.net/1135/i/2012/327/1/2/take_me_to_your_magic_place_by_ineedchemicalx-d5lvwfq.jpg)
Öteden beri insanoğlu bir dizi prangayla bağlanmak istenmiş “medeniyete”. Din, ahlak, değer yargıları, yasalar hepsi insanın neler yapmaması gerektiği ya da yasak olanı yaptığında başına gelecek felaketleri anlatmak, onun ruhunda korku fırtınaları koparmak üzerine kurulmuştur.
İnsanı idealize eden tüm inanç biçimlerine sormak gerek: Siz, hiç dize gelmiş bir duygu gördünüz mü ya da paketlenmiş bir öfke, standart bir sevgi olabilir mi ya da kabına sığan bir aşk gördünüz mü? Hiçbir pazarda rüzgâr satıldığını, dalgaların çuvallara sığdırıldığını gören olmamıştır... Hele zaman… Tüm varlığınızı adasanız da onu geri getiremezsiniz!
Bugünün değerler sisteminin yaratıcısı kapitalizm, tüm çirkinlikleri maskelemekte. Bir taraftan kutsadığı tüm değerleri (aile, ahlak vs.) öte yandan alınıp satılan bir “mal” haline getirmekte.Onun için aslolarak tek kutsal yasa vardır: Kâr yasası. Bu değer erozyonunu öyle doğal ve kılıfına uygun gerçekleştirir ki geçmişin tüm saygın değerleri alaşağı olurken insan kitleleri nostaljik bir yıkımın seyircisi olmaktan öteye geçemezler. Hatta bazen bu yıkımın gönüllü köleleri olduklarının ayırdına bile varamazlar. Ne kadar kudretli görünürlerse görünsünler iradeleri hüküm altında olan askerlerden başka bir şey değillerdir.
21 Aralık 2017 Perşembe
BEKLEMEK
İnsan en çok neyi bekler?
Bir sevgiliyi ya da zenginliği mi?
Huzuru mu bekler, sağlığı, bir haberi veyahut sonsuz bir yaşamı…
Belki de en çok zamanı bekler insan.
Peki, bu bekleyiş öylesine bir kerteye varır mı ki artık beklemek olmasın?
Bertolt Brecht
“İyilik Neye Yarar?” adlı şiirinde beklemenin aksine “beklemeyişin” asaletini
anlatır.
“İyi insan olacağınıza
Öyle bir yere götürün ki dünyayıİyilik beklenmesin.”
Beklemek, ilerleyememektir
çünkü. Hayallere sığınmak, boş umutlara kapılmaktır ona göre. Her günün
birbirini tekrar eden silsilesinde yıpranan, eskiyen yüzümüzün coğrafyasıdır
beklemek. Beklemek durağanlıktır, yavaş yavaş çürümesidir fani olanın baki
zaman karşısında.
18 Aralık 2017 Pazartesi
ACINASI BİR YETENEK
SATRANÇ USTASI DON SANDALİO'NUN ROMANI
Sevgili Felipe, sahilde sakin bir köşedeyim, denize bakan dağların eteğinde; hiç kimse tanımıyor beni burada ve şükür ki ben de kimseyi tanımıyorum. Buraya insanlardan kaçmak için geldim, doğayla arkadaşlık etmek için… Bir antropofobi (insanlardan korkma hastalığı) attı beni buralara; hayır ben insanlardan nefret etmiyorum, onlardan korkuyorum. Bazen Robenson Cruseu'ya ne kadar da benzetiyorum kendimi. O da ıssız adanın boş sahilinde dolaşırken çıplak bir ayak izi görmüştü. Donakalmıştı bu manzara karşısında, bir hayalet görmüşe döner Robinson şaşkın ve sıkıntılı bir halde barınağına yol alır, giderken iki üç adımda bir arkasına bakar; çevresindeki her harekette ürperir. Kuşkusuz benimki biraz farklı bir hissiyat, çıplak insan ayağı izleri görmekten değil, çılgın ruhların aptalca sözlerini duymaktan korkuyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
NAZIM HİKMET'İN KAYIP ŞİİRLERİ 2: "UNUTULAN"
Nazım Hikmet'in kayıp ikinci şiiridir "Unutulan" ... Aslında eski baskı kitaplarında bulunan; ancak son yıllarda yapılan bası...
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg3VO3nxFgtOKlcd9X3z_nPSgx6qwQg-jjbK2li2YawV4SlJgslVy8SqPDSFbepxgjjtiuRP1CITF7d60SfRwh-RN5bn09ukB_K1rMzyE4GMH0sUHVm95Wbi2Og6Wx-GIqi8wNXnWA1XwOF/s320/unutulan.jpg)
-
Mısra-i Berceste Nedir? Berceste, edebiyatta öz, güzel, latif, ince anlamlı, kolayca hatırlanan, yapısı sağlam dize ya d...
-
Çağının tanıklığını yapmak kuşkusuz bir aydın tutumu olarak ifade edilir. Ama bu tanıklık öyle anlar olur ki yetersiz kalır ve alelâde gerçe...
-
Rus gerçekçiliğinin öncü yazarlarından olan Çehov’u kendinden önceki yazarlardan ayıran en önemli etkenlerden biri, hayata geniş bir penc...