“Haritada ada görmeyeyim. İçimdeki dostluklar, sevgiler, bir karıncalanmadır başlayıverir.”
"Haritada Bir Nokta" bir kaçış öyküsüdür. Başarısız olan, sonunda insanı hayal kırıklığıyla tanıştıran bir kaçışın öyküsü. Öyküde, olaydan, kişilerden çok bu kaçışın kendisi vardır çünkü. Yazar, kendini kötülüklerden, çıkar kaygılarından, insanların o gülen yüzünün birden değişip asıl yaratılışın iğrenç çizgilerinin büyük bir çabuklukla söz konusu gülümsemenin yerine geçmesinden kaçıp, tüm olumsuzluklardan yalıtıldığını düşündüğü bir yere. Bir adaya sığınır. Bu arzu, bu niyet öykünün daha ilk satırlarında belli eder kendini: "Çocukluğumdan beri haritaya ne zaman baksam, gözüm hemen bir ada arar; şehir, vilayet, havali isimlerinden hemen mavi sahil kayar...” Mavi, sakin bir renktir, sükûnetin rengidir biraz da. Ama özgürlüğe açılan bir penceresi de vardır mavinin. Kimi kaçış şiirlerinde de gökyüzüyle denizler yani mavi rengi olan iki öğe, kaçışın işaretidir. Bu öykü için de durum aynı. Bir şeylerden kurtulmak isteyen yazar, ilk sığınak olarak haritadaki maviyi, mavi sahilleri görüyor.
Kaçış teması, Sait Faik öykülerinde sıkça rastlanan bir temadır. İnsanı sevmeye çalışmasına karşın hep onlara karşı kendini savunuyor buluruz Sait Faik'i. Örneğin "Sur Dışında Hayat" (Havuz Başı) adlı öyküsü böyle, bu psikolojiyle başlar: "Şehrin dışına çıkmak, kendi kendimden kurtulmak gibi bir şey. " Bu kurtulmak sözcüğü, cümlenin yönünü uzaklaşmak kavramının dışına çıkarıp kaçma kavramına doğru yönlendiriliyor. Daha pek çok öyküsü Sait Faik'in kaçmayı anlatır. "Alemdağı'nda Var Bir Yılan"dan tutun da "Lüzumsuz Adam"a dek birçok öykü sayabiliriz. Örneğin "Parkların Sabahı. Akşamı. Gecesi" öyküsü "Milyonluk kentlerde de yaşasalar, insanoğlunun içinde yalnızlık, kendi içine çekilme, sinme günleri doludur." cümlesiyle başlar.
Tahir Alangu, bir yazısında "Yeni neslin bütün hikayecileri gibi Sait Faik de görünüşte realist, ifade hususunda, tanıttığı tiplere karşı duyduğu sevgi yüzünden romantiktir" der. Bu söz konusu romantizm. Sait Faik'in doğaya bakışında da vardır. Goethe’nin Genç Werther'in Acıları'nda da görülen doğaya sığınış durumu Sait Faik’te de sıkça görülür. Az önce sözü geçen “Alemdağı'nda Var Bir Yılan” adil Öyküyü ele alalım: "Güzel yer, güzel yer şu Alemdağı. Şu saatte on beş metrelik ağaçlarıyla, Taşdelen 'i ile, yılanı ile...” Övülen, insansız bir yerdir. Peki ya bu satırlardan birkaç cümle önce İstanbul şehri için, insanların, hem de kalabalık denilebilecek bir biçimde, rahatsız edecek bir biçimde, insanların yaşadığı İstanbul şehri için ne diyor: Alemdağı’na güzel diyen yazar: “Yine hava karlı, yine İstanbul çirkin.
İstanbul mu? İstanbul çirkin şehir, pis şehir. Hele yağmurlu günlerinde. Başka günler güzel mi; değil, güzel değil. (...) Esnafı gaddardır, zengini lakayttır. İnsanlar her yerde böyle.”
İyi bir öykü yazan, kimi şeyleri söylemeyerek, okura bırakarak gösterir başarısını. Yukarıdaki alıntılarda örneğin, apaçık söylenmese de içten içe belli olan insandan soğuma duygusu var. Alemdağ'da olan erdemlerin hiçbiri, yazarca sayılanlardan biri bile insanı içermiyor; oysa İstanbul'daki çirkinliklerden, yazara göre insan sorumludur hep, bu çirkinler hep insan yüzündendir.
Onun mekanı kötülüklerden yalıtılmış bir mekândır. Sanki bütünüyle mutluluğa giden yolda ne varsa onu çağrıştırır bu mekan:
“Gözlerimin içine bakan bir köpek (...) boyası atmış bir sandal, sandalın peşini bırakmayan bir kuş, ağ, balık, pul (...) ufuklar, sisli deniz…”
Burada bütünüyle bir doğaya sığınış söz konusudur: “Tabiat; çoğunca dosttur.” cümlesinde bu açıkça görülür. Doğanın o en vahşi en yıkıcı yönleri dahi böyledir ona göre. Ancak burada doğa, varoluşun kaynağı olmaktan öte bir öğretici boyutta çıkar karşımıza. Bu form daha çok güçlü ve sert ama öğretici bir baba figürü biçimindedir. “Tabiat; çoğunca dosttur. Düşman gibi gözüktüğü zaman bile insanoğluna kudretini ve kuvvetini tecrübe imkânı veren, yüz vermez bir babadır; fırtınada kayığı batırdığı zaman yüzmesini, rüzgârında kulübenin tavanını uçurduğu zaman, daha sağlamı, daha hünerliyi bulmayı öğretiyor...”
Buradaki uzun doğa tasvirinde aslında genellikle kısa cümleler tercih eden yazarın doğayı anlatırken esrikleştiği yorumu da yapılabilir. Geleneksel dişil doğa algısının eril bir baba kavramıyla ön plana çıkarılması da dikkat çekicidir: “Tabiat (...) yüz vermez bir babadır” diyen Sait Faik, yani o ufak çocuk, yatak odasına bir harita asmıştır: “Geceleyin yatmadan önce okuduğum kitaba inanmazsam, canım sıkılır da gözümü kitaptan kaldırırsam haritaya ilişsin gözüm diye.”
Burada hayallere sığınan, onların gerçekliğine kendini inandırmış o çocuğun, gerçeklik algısını besleyen bir işlev üstlenir harita. İnandığı tek doğru olan kitaba ilişkin gerçeklik bozuma uğradığında kafasını kaldırıp kendisini rahatlatacak biricik şeyin bir harita olduğu anlaşılır. Bunun da övgüyle bahsettiği doğanın bir başka izdüşümü olmasıdır. Çünkü bu harita da inandığı tek doğruyu, “adanın namuslu insanlarını” hatırlatır Sait Faik'e.
Kuşkusuz burada Sait faik dememin de bir gerçekçi dayağı var. Çünkü Faik’in yaşamı ile çocuğun yaşamı birçok açıdan bire bir örtüşür. Tahir Alangu'nun “Balığın deniz yüzüşü gibi o da halk arasında yüzüyor. Kendisinden bahsederken halktan, halktan bahsederken kendinden bahsediyor.” deyişi de belki bu yüzdendir.
Elbette Berna Moran'ın “Bir romancının bütün karakterleri, roman kişileri bizzat kendisidir, ama hiçbiri kendisi değildir.” Sözü bağlamında düşünüldüğünde bu öyküdeki kahramanla yazarın kendisinin bir aynı kişiler olduklarını değil, ama kaynağını yazardan alan bir kahramanın hikayesini okuduğumuzu da ifade etmek gerek.
“Haritada Bir Nokta"da her şey insanı sevmekle başlar ve yine sevmekle biter. Kendisiyle yapılan bir röportajda sevmenin yazma eyleminde ve tercihlerinde ne kadar belirkleyici olduğunu da vurgular. 1954 yılında yapılan röportajda “Kibar zümreyi hiç kaleme almazsınız, niçin?” sorusuna “Kibar zümreyi hiç sevmem de ondan. (...) Yaşamaktan zevk alanları severim ben” yanıtını vermesi, tercihlerini neye göre şekillendirdiğini de özetler.
Halkçıdır Sait Faik, halkı sever, sıradan insanları… Bu bağlamda baktığımızda “Haritada Bir Nokta’da da anlatılan halktır, sıradan, yoksul insanlardır: “Yok be anam! Para nerede ki parasında oynasınlar? Balığına oynarlar, misinasına oynarlar...”, “Işığı söndürmemle uykumun başlangıcı arasına güneşli bir sabah, kayıklar, bütün bir balıkçı köyü halkı dolar.” derken tam da bu yönü açığa çıkar.
Sait Faik, okuyan, mutlaka
kendinden bir şeyler bulur öykülerinde… Bu öyküleri okuyan her kimse her zaman payına
düşen bir acı tebessüm bulacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz için teşekkürler