19 Haziran 2023 Pazartesi

BENİM MESKENİM DAĞLARDIR

Başım dağ saçlarım kardır / Deli rüzgarlarım vardır / Ovalar bana çok dardır / Benim meskenim dağlardır dağlar… diye akan dizeleriyle moderniteye karşı tutumunun da ipuçlarını sunan Sabahattin Ali, şairliği ve öykücülüğü ile öne çıkar Türk edebiyatında. Onun eserlerinde sık sık bu “kaçış” temasıyla yüz yüze geliriz. Yukarıdaki şiirinde somutlanan bu bakış açısı özellikle “Kuyucaklı Yusuf”ta da belirgin bir hoşnutsuzlukla beraber işlenir. Bu yazımızda onun eserlerinin derin bir çözümlemesene girmek yerine yaşamını ve özellikle yaşamındaki kimi mihenk taşlarını aktaracağız. İlerleyen zamanlarda da onun bazı öykü ve şiirleri hakkında da daha ayrıntılı çözümlemelere girişeceğiz.

Gümülcine’nin İğdere köyünde doğmuştur (1905). Babası Piyade Yüzbaşısı Ali Sabahattin Beyin görev yerlerinin sık sık değiştirilmesi nedeniyle, ilköğrenimini İstanbul, Çanakkale ve Edremit’in çeşitli okullarında tamamlamıştır (1921). Edremit’e göçtüklerinde bölge Yunan işgalinde olduğu için emekli olan babası aylığını alamamış ve aile çok zor günler geçirmiştir. İlkokulu bitirdikten sonra parasız yatılı olarak Balıkesir Öğretmen Okulu’na giren Sabahattin Ali, beş yıl burada okumuş, daha sonra İstanbul Öğretmen Okulu’nda mezun olmuştur (1926). Bir yıl kadar Yozgat’ta ilkokul öğretmenliği yapmış, Millî Eğitim Bakanlığı’nın açtığı sınavı kazanarak Almanya’ya giderek iki yıl orada eğitimine devam etmiştir (1928-1930). Yurda döndükten sonra Aydın ve Konya ortaokullarında Almanca öğretmenliği yapmıştır.

Konya’da bulunduğu sırada, bir arkadaş toplantısında “Hey anavatandan ayrılmayanlar / Bulanık dereler durulmuş mudur? / Dinmiş mi olukla akan o kanlar? / Büyük hedeflere varılmış mıdır? / Asarlar mı hâlâ hakka tapanı? / Mebus yaparlar mı her şaklabanı? / Köylünün elinde var mı sabanı? / Sıska öküzleri dirilmiş midir? / Cümlesi belî der Enelhak dese, / Hâlâ taparlar mı koca terese? / İsme girmedi mi hâlâ kodese? / Kel Ali’nin boynu vurulmuş mudur? / Koca teres kafayı bir çekince” Atatürk’ü yeren bir şiir okuduğu iddiasıyla tutuklanmış (1932), bir yıla mahkum olarak Konya ve Sinop Cezaevlerinde yatmıştır. Bu döneme ilişkin yazdığı “Mahpusane Şarkıları” başlıklı şiirleri oldukça tanınmış ve birçok müzisyen tarafından da bestelenmiştir:

Hapishane Şarkısı

Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül, aldırma

Dışarda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar
Seni bu sesler oyalar
Aldırma gönül, aldırma

Görmesen bile denizi
Yukarıya çevir gözü
Deniz dibidir gökyüzü
Aldırma gönül, aldırma

Dertlerin kalkınca şaha
Bir sitem yolla Allah’a
Görecek günler var daha
Aldırma gönül, aldırma

Kurşun ata ata biter
Yollar gide gide biter
Ceza yata yata biter
Aldırma gönül, aldırma.

Cumhuriyetin onuncu yıldönümü dolayısıyla çıkarılan af yasasıyla özgürlüğüne kavuşmuştur (1933). Cezaevinden çıktıktan sonra Ankara’ya giden Sabahattin Ali Millî Eğtim Bakanlığı’na başvurarak yeniden göreve alınmasını istemiştir. Dönemin Bakanı Hikmet Bayur‘un “eski düşüncelerinden vazgeçtiğini isbat etmesini” istemesi üzerine Varlık dergisinde “Benim Aşkım” adlı şiirini yayımlayarak (15 Ocak 1934) Atatürk’e bağlılığını göstermeye çalışmıştır. Aynı yıl Bakanlık Neşriyat Müdürlüğü’ne alınmış, Ankara II. Ortaokulu’nda öğretmenlik yıpmış, askerliğini yaptıktan sonra Ankara Devlet Konservatuarı’nda Almanca öğretmenliği yapmıştır (1941 - 1945).

İkinci Dünya Savaşı‘nın tırmandığı yollarda Turancı eğilimli yazarlardan Nihal Atsız’ın karalayıcı yazıları dolayısıyla dava açan Sabahattin Ali, olaylı duruşmalar sonunda bakanlıkça görevinden alınmış, İstanbul’a giderek gazetecilik yapmaya başlamıştır (1945). Ancak fıkra yazdığı La Turguie ve Yeni Dünya gazeteleri, iktidarın kışkırtmasıyla meydana gelen Tan olayları sırasında tahrip edilince işsiz kalmış, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgazla Marko Paşa, Malum Paşa, Merhum Paşa, Öküz Paşa gibi siyasal mizah dergilerini çıkarmıştır (1946 - 1947). Ancak, bu gazeteler tek parti iktidarının baskılarıyla karşılaşmış, kapatılmış, yazılar hakkında kovuşturmalar açılmıştır. Sabahattin Ali dergilerde çıkan yazılarından dolayı üç ay hapis yatmış, karşılaştığı baskılardan bunalmıştır. Ali Baba dergisinde yayımladığı “Ne Zor Şeymiş” başlıklı yazıda, içinde bulunduğu durumu şöyle anlatmaktadır: “Çalmadan, çırpmadan bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi?”

Bir yandan siyasal baskılardan bir yandan, ekonomik sıkıntılardan bazen, ruhsal bunalıma giren Sabahattin Ali, yasal yollardan yurt dışına çıkma olanağı da bulamayınca Bulgaristan’a kaçmaya karar vermiş, bu girişim sırasında sonradan Millî Emniyet’le bağlantısı olduğu anlaşılan Ali Ertekin adlı kaçakçılık da yapan biri tarafından sınırda öldürülmüştür (2 Nisan 1948). Bu cinayetin resmi makamların bir tertibi olup olmadığı sorusu, günümüze kadar aydınlatılamamıştır.


Yazın Yaşamı

Sabahattin Ali yazın yaşamına şiirle başlamış, hece vezniyle yazdığı ve halk şiirinin açık izleri görülen bu ürünlerini Balıkesir’de çıkan ve Orhan Şaik (Gökyay) tarafından yönetilen Çağlayan dergisinde yayımlamıştır (1926). Servet-i Fünun, Güneş, Hayat, Meşale gibi dergilerde de yazan (1926 - 1928) Sabahattin Ali, bu arada öykü de yazmaya başlamış, ilk öyküsü “Bir Orman Hikayesi” Resimli Ay‘da yayımlanmıştır (30 Eylül 1930). Toplumsal eğilimli bu öyküyü Nâzım Hikmet, şu sözlerle okurlara sunmuştur: “Bu yazı bizde örneğine az tesadüf edilen cinsten bir eserdir. Köylü ruhiyatının bütün muhafazakâr ve ileri taraflarını, iptidaî sermaye terakümünü yapan sermayedarlığın inkişaf yolunda köylülüğü nasıl dağıttığını ve en nihayet, tabiatın deniz kadar muazzam bir unsuru olan ormanın muğlak, ihtiraslı hayatını, kımıldanışların zeki bir aydınlık içinde görüyoruz”.

Sabahattin Ali, af yasasından yararlanarak hapisten çıktıktan sonra, özellikle Varlık dergisinde yayımladığı “Kanal”, “Kırlangıçlar”, “Arap Hayri”, “Pazarcı”, “Kağnı” (1934 - 1936) gibi öyküleriyle dikkati çekmiştir.

Sabahattin Ali’nin halk şiirinden esinlenerek yazılmış şiirlerini içeren Dağlar ve Rüzgâr (1934) adlı kitabı yazın çevrelerinde ilgi uyandırmış, örneğin Yaşar Nabi, Hakimiyet-i Milliye’de şu övücü satırları yazmıştır: “Bu kitabın mümeyyiz vasfı halk edebiyatı tarzında bir deneme teşkil etmesidir. Sabahattin Ali’nin tecrübeli muvaffak neticeler vermiş. Ve bize, şiirleri doğrudan doğruya bir halk şairi elinden çıkmamış olduklarını hissettirmekle beraber, o tanıdığımız ve sevdiğimiz samimi edayı tattırabiliyor. Komplike imajlardan kaçınılmış olması, bu şiirlere büyük bir sadelik vermiş. Ancak, Sabahattin Ali, bu kitabından sonra şiirle ilgilenmemiş, sadece öykü ve roman yazmıştır.

Sabahattin Ali, Varlık’ta Esirler adlı üç perdelik bir oyunda tefrika etmiş (1936), ancak bu türü de bir daha denememiştir.

Yapıtları:
Şiir: Dağlar ve Rüzgâr (1934 - Yeni Eklerle 1943).

Öykü: Değirmen (1935), Kağnı (1936), Ses (1937), Kağnı - Ses (1943 - İki Kitap Birlikte), Yeni Dünya (1943), Sırça Köşk (1947).

Roman:
Kuyucaklı Yusuf (1937), İçimizdeki Şeytan (1940), Kürk Mantolu Madonna (1943).

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkürler

NAZIM HİKMET'İN KAYIP ŞİİRLERİ 2: "UNUTULAN"

Nazım Hikmet'in kayıp ikinci şiiridir "Unutulan" ... Aslında eski baskı kitaplarında bulunan; ancak son yıllarda yapılan bası...