Gümülcine’nin İğdere köyünde doğmuştur (1905). Babası Piyade Yüzbaşısı Ali
Sabahattin Beyin görev yerlerinin sık sık değiştirilmesi nedeniyle,
ilköğrenimini İstanbul, Çanakkale ve Edremit’in çeşitli okullarında
tamamlamıştır (1921). Edremit’e göçtüklerinde bölge Yunan işgalinde olduğu için
emekli olan babası aylığını alamamış ve aile çok zor günler geçirmiştir.
İlkokulu bitirdikten sonra parasız yatılı olarak Balıkesir Öğretmen Okulu’na
giren Sabahattin Ali, beş yıl burada okumuş, daha sonra İstanbul Öğretmen
Okulu’nda mezun olmuştur (1926). Bir yıl kadar Yozgat’ta ilkokul öğretmenliği
yapmış, Millî Eğitim Bakanlığı’nın açtığı sınavı kazanarak Almanya’ya giderek
iki yıl orada eğitimine devam etmiştir (1928-1930). Yurda döndükten sonra Aydın
ve Konya ortaokullarında Almanca öğretmenliği yapmıştır.
Konya’da bulunduğu sırada, bir arkadaş toplantısında “Hey anavatandan
ayrılmayanlar / Bulanık dereler durulmuş mudur? / Dinmiş mi olukla akan o
kanlar? / Büyük hedeflere varılmış mıdır? / Asarlar mı hâlâ hakka tapanı? /
Mebus yaparlar mı her şaklabanı? / Köylünün elinde var mı sabanı? / Sıska
öküzleri dirilmiş midir? / Cümlesi belî der Enelhak dese, / Hâlâ taparlar mı
koca terese? / İsme girmedi mi hâlâ kodese? / Kel Ali’nin boynu vurulmuş mudur?
/ Koca teres kafayı bir çekince” Atatürk’ü yeren bir şiir okuduğu
iddiasıyla tutuklanmış (1932), bir yıla mahkum olarak Konya ve Sinop
Cezaevlerinde yatmıştır. Bu döneme ilişkin yazdığı “Mahpusane Şarkıları”
başlıklı şiirleri oldukça tanınmış ve birçok müzisyen tarafından da
bestelenmiştir:
Hapishane Şarkısı
Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül, aldırma
Dışarda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar
Seni bu sesler oyalar
Aldırma gönül, aldırma
Görmesen bile denizi
Yukarıya çevir gözü
Deniz dibidir gökyüzü
Aldırma gönül, aldırma
Dertlerin kalkınca şaha
Bir sitem yolla Allah’a
Görecek günler var daha
Aldırma gönül, aldırma
Kurşun ata ata biter
Yollar gide gide biter
Ceza yata yata biter
Aldırma gönül, aldırma.
Cumhuriyetin onuncu yıldönümü dolayısıyla çıkarılan af yasasıyla özgürlüğüne
kavuşmuştur (1933). Cezaevinden çıktıktan sonra Ankara’ya giden Sabahattin Ali
Millî Eğtim Bakanlığı’na başvurarak yeniden göreve alınmasını istemiştir. Dönemin
Bakanı Hikmet Bayur‘un “eski düşüncelerinden vazgeçtiğini
isbat etmesini” istemesi üzerine Varlık dergisinde “Benim
Aşkım” adlı şiirini yayımlayarak (15 Ocak 1934) Atatürk’e bağlılığını
göstermeye çalışmıştır. Aynı yıl Bakanlık Neşriyat Müdürlüğü’ne alınmış, Ankara
II. Ortaokulu’nda öğretmenlik yıpmış, askerliğini yaptıktan sonra Ankara Devlet
Konservatuarı’nda Almanca öğretmenliği yapmıştır (1941 - 1945).
İkinci Dünya Savaşı‘nın tırmandığı yollarda Turancı eğilimli yazarlardan
Nihal Atsız’ın karalayıcı yazıları dolayısıyla dava açan Sabahattin Ali, olaylı
duruşmalar sonunda bakanlıkça görevinden alınmış, İstanbul’a giderek
gazetecilik yapmaya başlamıştır (1945). Ancak fıkra yazdığı
Bir yandan siyasal baskılardan bir yandan, ekonomik sıkıntılardan bazen,
ruhsal bunalıma giren Sabahattin Ali, yasal yollardan yurt dışına çıkma olanağı
da bulamayınca Bulgaristan’a kaçmaya karar vermiş, bu girişim sırasında
sonradan Millî Emniyet’le bağlantısı olduğu anlaşılan Ali Ertekin adlı
kaçakçılık da yapan biri tarafından sınırda öldürülmüştür (2
Nisan 1948). Bu cinayetin resmi makamların bir tertibi olup olmadığı sorusu,
günümüze kadar aydınlatılamamıştır.
Yazın Yaşamı
Sabahattin Ali yazın yaşamına şiirle başlamış, hece vezniyle yazdığı ve halk
şiirinin açık izleri görülen bu ürünlerini Balıkesir’de çıkan ve Orhan
Şaik (Gökyay) tarafından yönetilen Çağlayan dergisinde
yayımlamıştır (1926). Servet-i Fünun, Güneş, Hayat,
Meşale gibi dergilerde de yazan (1926 - 1928) Sabahattin Ali,
bu arada öykü de yazmaya başlamış, ilk öyküsü “Bir Orman
Hikayesi” Resimli Ay‘da yayımlanmıştır (30 Eylül 1930). Toplumsal
eğilimli bu öyküyü Nâzım Hikmet, şu sözlerle okurlara
sunmuştur: “Bu yazı bizde örneğine az tesadüf edilen cinsten bir eserdir. Köylü
ruhiyatının bütün muhafazakâr ve ileri taraflarını, iptidaî sermaye terakümünü
yapan sermayedarlığın inkişaf yolunda köylülüğü nasıl dağıttığını ve en
nihayet, tabiatın deniz kadar muazzam bir unsuru olan ormanın muğlak, ihtiraslı
hayatını, kımıldanışların zeki bir aydınlık içinde görüyoruz”.
Sabahattin Ali, af yasasından yararlanarak hapisten çıktıktan sonra,
özellikle Varlık dergisinde yayımladığı “Kanal”, “Kırlangıçlar”, “Arap Hayri”,
“Pazarcı”, “Kağnı” (1934 - 1936) gibi öyküleriyle dikkati çekmiştir.
Sabahattin Ali’nin halk şiirinden esinlenerek yazılmış
şiirlerini içeren Dağlar ve Rüzgâr (1934) adlı kitabı yazın çevrelerinde
ilgi uyandırmış, örneğin Yaşar Nabi, Hakimiyet-i Milliye’de şu
övücü satırları yazmıştır: “Bu kitabın mümeyyiz vasfı halk edebiyatı tarzında
bir deneme teşkil etmesidir. Sabahattin Ali’nin tecrübeli muvaffak neticeler
vermiş. Ve bize, şiirleri doğrudan doğruya bir halk şairi elinden çıkmamış
olduklarını hissettirmekle beraber, o tanıdığımız ve sevdiğimiz samimi edayı
tattırabiliyor. Komplike imajlardan kaçınılmış olması, bu şiirlere büyük bir
sadelik vermiş. Ancak, Sabahattin Ali, bu kitabından sonra şiirle ilgilenmemiş,
sadece öykü ve roman yazmıştır.
Sabahattin Ali, Varlık’ta Esirler adlı üç perdelik bir
oyunda tefrika etmiş (1936), ancak bu türü de bir daha denememiştir.
Yapıtları:
Şiir: Dağlar ve Rüzgâr (1934 - Yeni Eklerle 1943).
Öykü: Değirmen (1935), Kağnı (1936), Ses (1937), Kağnı - Ses
(1943 - İki Kitap Birlikte), Yeni Dünya (1943), Sırça Köşk (1947).
Roman: Kuyucaklı Yusuf (1937), İçimizdeki Şeytan (1940),
Kürk Mantolu Madonna (1943).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz için teşekkürler