10 Kasım 2022 Perşembe

JEAN BAUDRİLLARD VE SİMÜLASYON KURAMI

Postmodern düşünce içinde anılan Baudrillard, genel olarak tek bir felsefi akım, siyasi görüş, toplumsal hareket içinde değerlendirilmez. Kendine has bir düşünce sistematiği olan Baudrillard, erken yaşta Nietzsche üzerine bir tez yazar.[1]  Aynı sürecin devamında Almanca öğretmenliği yapmış ve akademide Roland Barthes ve Henri Lefebvre gibi dönemin iki önemli isimden ders alıp onlardan büyük oranda etkilenir. Özellikle Barthes’ın göstergebilim metodundan etkilenen Baudrillard, bu metodu geliştirerek, bunu nesnelere yönelik çözümlemelerde kullanmıştır.[2]

“Baudrillard, yirminci yüzyılın ikinci yarısında hâkim olan felsefî geleneklerden fenomenoloji ve varoluşçuluk akımlarından da oldukça etkilenmiş ve postmodernizm post-yapısalcılıkla da ilişkilendirilmiştir. Lefebvre ve Barthes’tan önce etkilendiği isimlerin başında, Sartre ve fenomenolojinin kurucusu olan Husserl gelmektedir.”[3]

Postmodern görüş içinde dikkat çeken isimlerden biri olması özellikle ideoloji ile maddi kültür arasındaki bağıntıya dair çözümlemeler yapmasından ileri gelir. Yapısalcılık sonrası kültür üzerine yaptığı eleştiriler ve maddi kültürün ideoloji ve simgesel anlam evrenine odaklanan çalışmalarıyla ideolojiden felsefeye, dilden kültüre kadar pek çok çalışmada dikkat çeken yaklaşımlar ileri sürmüştür.

“Baudrillard, ilk dönemlerinde Batı düşüncesinin rasyonalist kültürünü çözümlemeye girişmiştir, lakin ilerleyen dönemlerde sembolik kültürlerle tanışması, ona kendi felsefesini oluştururken bu sembolik kültürlerin havsalasında yer alan simgeleri, değerleri ve kavramları kullanma imkânına sahip olma şansını vermiştir.”[4]

Baudrillard maddi kültürün yarattığı günlük değişimlerin, gündelik yaşam ideolojisinde ve simgesel tüketim imgelerindeki değişimlerde, "gerçeklikle bağlanmış" bir çözümleme olarak karşımıza çıktığını savunur.

Baudrillard'ın çalışmaları postmodern düşünürler için özgün bir keskin dönüş başlatmıştır. Baudrillard’a göre, medya insanın gündelik hayatını ideolojik söylemlerle doldurmaktadır, bu öylesine doldurmadır ki gerçekliğin kendisi adeta yok olur bu süreçte. Hepimiz bir imgeler evreni olarak tanımlanan bir üstgerçeklik tuzağına yakalanmış durumdayız ona göre. Günümüzde artık insanları ve nesneleri nasıl nitelendirdiğimiz nesnelerin kendilerinden ve onların işlevsel anlamlarından çok daha önemli hale gelmiştir.

Başlangıçta Marksist ideolojiden etkilenen Baudrillard sonradan daha nihilist bir dünya görüşüne kaymıştır: “Marx'ın öngördüğü modern dünya çelişki üstüne oturan, olumsuz sürecin itici güç görevi yaptığı bir yerken; zaman içinde giderek abartılı boyutlara ulaşan kusursuzlaşma çabasıyla şeylerin var olabilmek için artık karşıtlarına gerek duymadıkları, ışığın var olabilmek için artık gölgeye, dişinin var olabilmek için artık erile (ya da tersi) ihtiyaç duymadığı, iyiliğin artık kötülüğe, dünyanın ise artık bizim varlığımıza gerek duymadığı bir yer haline gelmiştir.”[5] Düşüncesinde açıkça görüldüğü gibi Marksizmin temel dayanak noktaları olan diyalektik karşıtlıkları reddeder.

“Baudrillard, ilk çalışmalarında aynı zamanda gündelik yaşamın değiştirilmesinde ekonomik değişimin tersine kültürel değişimin (burada modernlik durumunun devinimi olarak kavramlaştırılmıştır) gücünü gösterip Marksizmi aşmasının temelini (sonralan çalışmalarında bunu tam olarak başardı) kurar.”[6]

Ancak bu düşünüşü yukarıda da ifade ettiğim gibi aslında onu tam ve kesin bir felsefe içine oturtmak zordur. “İmgeye karşı gerçekleştirilebilecek en şiddetli saldırı, sayısal hesaplama ve bilgisayar aracılığıyla ex nihilo (yoktan var edilen) gerçekleştirilen imgedir.”[7] diyen Baudrillard, kendini bu felsefi yaklaşımdan ayırmayı da ihmal etmez, kaldı ki kendisi nihilist bakışın iyiliğe yönelmiş[8] olmasını vurgularken geçmişin suçlarının farkında olma halini ve bunun reddiyesi içinde olduğunu belirtmek istemektedir. François Yvonnet’in dediği gibi: “Bu bir nihilizm olarak nitelendirilebilir mi? Hayır nitelendirilemez, zira nihilizm hiçliğin unutulması demektir.”[9]

Baudrillard'a göre insan sürekli bir medya bombardımanına maruz kalmaktadır. Başka bir deyişle idealist dünya içerisindeki medya durmadan ürettiği imgelerle insanı hedef almaktadır. Bu Postmodern dünyadaki anlam ise yapısökümcülerin dediği gibi başka gösterenlerle aykırıklıklar üzerinden var olan ve gösterenler dünyası içine sıkıştırılmış bir evrene tekabül etmektedir. Tüm insanlık tarihini bir suçlar tarihi olarak niteleyen Baudrillard'a göre, gösterilenler artık miadını doldurmuştur. Bu gösterilen yerini üstgerçeğe bırakmıştır. Bu üst gerçek dediğimiz postmodern düşünme süreci de bir karşıtlık temelinde var olur:

“Gerçekte dünyayı hakikaten kötümser ve nihilist bir şekilde yorumlayan bakış iyiliğe özgü alandır. Zira, kabul edilmesi gereken bir gerçek varsa o da hümanist bakış açısından değerlendirildiğinde, bütün insanlık tarihinin bir suçlar tarihinden ibaret olduğudur.”[10]

Baudrillard’a göre, kapitlalist ya da modern toplumunun temelinde bulunan diğer bir temel öğe üretimdir.  Oysa günümüz postmodern toplumunda “gerçek” olanın yerini alan “taklitler” vardır. Ve bu taklitler toplumsal düzene giderek egemen olmaya ve toplumu “hipergerçeklik” olarak yeniden var etmeye başlamışlardır. Ancak Baudliard’ın bu noktadaki çözüme dair tutumu çelişkili görünmektedir.

“Baudrillard ve Lyotard gibi Jameson’da toplumsal gelişmede temel bir kırılma olduğunu ve postmodern duruma benzer bir şeyin ortaya çıktığını fakat bu durumun bir neo-marksizan çerçeve içinde teorileştirilebileceğine inanmaktadır.”[11]

Baudrillard siyaset ve sanat kavramlarının sınırlarını farklı olarak çizer. Bu anlamda kendisi bireylerin yapabilecekleri yegâne şeyin kendileri dışında ve kendilerine rağmen üretilmiş olan biçimleri bir araya getirmek ve bunlarla oynamak olduğunu ifade eder. Daha açık ifade edersek postmodernitenin, ne iyimser ne de kötümser olduğunu söyleyen Baudrillard, onun sadece önceki çağın yıkıntılardan artakalanlarla oynanan bir oyun olduğunu ifade eder.

“Baudrillard açısından postmodernlik, bir dil durumu olmaktan ziyade toplumsal bir durum arz eder. Ona göre yeni toplumla beraber, yeni bir çağa da girmiş bulunmaktayız. Bu çağda hem gerçek hem de sahte iç içe geçmiştir, bu iç içe geçişlik sonucu hiper-gerçek durumu oluşmuş ve hakikat artık yok olmuştur.”[12]

Baudrillard çalışmalarıyla postmodern düşünce adına önemli temeller atmıştır. Tarihsel değişime karşı duyarlı olan düşünür bir taraftan Marksizmin ekonomi temelli değişimini bütünüyle dışlamasa da giderek konfora ve mükemmele doğru evrilen insan dünyası ve onun doğaya egemen olma iddiasını, günümüzde tartışmasız hale gelen kültür-güç ilişkisini merkeze alan kuramsal bir tartışma yürütmüştür. Öte yandan gündelik yaşamın denetlenmesinde ideolojinin gücünü ihmal etse de kültürel nesnelerin şeyleştirilmesine doğru evrilen süreci önce ‘modernlik durumu’ sonradan ‘postmodern durum’ olarak tespit etmiştir[13]. Bu tespitle birlikte postmodern dönemde gerçeklik olgusunun yok olduğunu savunmuş, bunun da en somut göstergesinin, imgenin dönüşümü olduğunu savunmuştur. Bu dönüşümde teknolojinin başat rol oynadığı ve teknolojinin de asli görevi olan, ‘olgu ve olaylara projeksiyon tutma’ işlevi yerine her şeyi sanallaştıran ve şeyleri, bilgisayar hafızasına indirgeyen ve onlara ‘sayısal gerçeklik’ kazandırdığını ifade etmiştir.





[1] Mike Gane, Radikal Belirsizlik, Çev. Ali Utku-Serhat Toker, İstanbul, De Ki Yayınları, 2008, s. 34.

[2] a.g.e., s. 35

[3] Mustafa Dikmen, Jean Baudrillard ve Postmodernizm, Uludağ Üniv. Sosyal Bilimler Enst., Doktora Tezi, Bursa, 2016, s.

[5] Jean Baudrillard, Neden Her Şey Yok Olup Gitmedi?, Çev. Oğuz Adanır, Boğaziçi Üniv. Yay., 2012, s 10

[7] Jean Baudrillard, Neden Her Şey Yok Olup Gitmedi?, Çev. Oğuz Adanır, Boğaziçi Üniv. Yay., 2012, s 6

[8] Jean Baudrillard, Şeytana Satılan Ruh ya da Kötülüğün Egemenliği, Çev. Oğuz Adanır, DoğuBatı Yay., 2015, s. 138

[13] Şeyda Okullu, Jean Baudrillard'ın düşüncesinde tüketim toplumu ve insanın yeri, Gazi Üniv. Felsefe Bölümü,  YL. Tezi, Ankara 2019, s.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkürler

NAZIM HİKMET'İN KAYIP ŞİİRLERİ 2: "UNUTULAN"

Nazım Hikmet'in kayıp ikinci şiiridir "Unutulan" ... Aslında eski baskı kitaplarında bulunan; ancak son yıllarda yapılan bası...