23
Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet’in ilan edilmesi Osmanlı kültür ve sanat
yaşamında büyük değişimler yaratmıştır. Özellikle Abdülhamit dönemiyle
özdeşleşen sansürün göreceli olarak ortadan kalkması ülke tarihinde görülmemiş
bir basın ve sanat dalgası yaratır. Bu tarihten sonraki birkaç yıl içinde çoğu
kısa ömürlü olsa da yayın hayatında görülen dergi ve gazetelerin sayısı 200’ü
aşmıştır.
“Anarşi derecesine varan bir yazı hürriyeti edebî eserlerde de kendini gösterir. Önemli ortak vasıfları II. Abdülhamid’in şahsını, devrini, rejimini kötülemek ve ona hakaret etmek olan, çoğu asgarî sanat ve edebiyat zevkinden mahrum bir yığın şiir, tiyatro, roman ve hikâye bu dönemin edebî mahsullerini teşkil eder.”[1]
Yeni dönemle birlikte
eski defterler yeniden açılır. Batılı sanatın ilk örneklerinin ortaya çıktığı
Tanzimat dönemi yazar ve şairleri ile bunları n yazdıkları ateşli eseler
yeniden hatırlanıp tedavüle girer.
“1908 meşrutiyetinin ertesi günü vatan duygularını harekete getirmek için Namık Kemal ve eserleri hatırlandı, Gedikpaşa tiyatrosu repertuvarından kahramanlığa ait olan eserler alındı, yeniden sahneye konuldu. Zamanın duygularına uygun eserler yazıp oynandı. Bunlar istibdatı tel'in eden, hafiyelerin hayatını ve fenalıklarını gösteren, hürriyet uğrundaki çalışmaları ve bu uğurda çekilen eziyetleri tasvir eden piyeslerdir.”[2]
İşte bu özgürlük ortamın içinde dikkat çeken bir topluluk ortaya çıkar: Fecri Ati… Kendini siyasetten uzak tarif eden bu topluluk bütünüyle ve bireysel bir sanat icrası peşindedir. Fecr-i Ati topluluğu, 20 Mart 1909'da İstanbul'da "Hilâl" gazetesi basımevinde ilk toplantısını yapar ve Servet-i Fünûn dergisinin 24 Şubat 1910 tarihli, 977. sayısında ve aynı tarihli Tanin gazetesinde kuruluş ilkelerini yayımlar. Topluluğun ismi yine topluluğa dahil olan Faik Ali tarafından önerilip kabul edilir. Topluluk Türk edebiyatında varlığını bir bildiriyle duyuran ilk topluluktur.
Fecri Ati Beyannamesinin altında şu yirmi bir imza vardır: Hamdullah Subhi (Tanrıöver), Ahmed Samim, Ali Sühâ (Delilbaşı), Ahmed Hâşim, Emin Bülend (Serdaroğlu), Emin Lâmi, Tahsin Nâhid, İzzet Melih (Devrim), Celâl Sahir (Erozan), Cemil Süleyman (Alyanakoğlu), Refik Halid (Karay), Şehâbeddin Süleyman, Abdülhak Hayri, Ali Canip (Yöntem), Faik Âli (Ozansoy), Mehmed Behçet (Yazar), Mehmed Rüşdü, Mehmed Fuad (Köprülü), Müfid Râtib, Yakup Kadri (Karaosmanoğlu), Fazıl Ahmed (Aykaç).
“Fecr-i Âtî Encümen-i Edebîsi Beyannâmesi” başlığı ile çıkan bu bildirgede topluluğun prensipleri ve sanat ilkeleri açıklanmıştır. Diğer yandan devrinin sona erdiğini iddia ettikleri Edebiyât-ı Cedîde’nin sona erdiğini ileri sürmüş ancak bu sanat anlayışı için de eleştirel olmakla birlikte saygılı bir dil kullanmışlardır: Edebiyatı gerçek bir sanat haline getirdiğini ifade ettikleri Edebiyât-ı Cedîde gibi kendilerinin de sanat ve estetiği öne çıkaracaklarını, sanatsal ilkelere bağlı kalacaklarını, ancak yenilik konusunda çığır açacaklarını iddia etmişlerdir. Bunun için de dil, edebiyat ve sosyal bilimlerin gelişmesi için bir yayınevi kuracaklarını ve bu yayınevinde Batılı ve yerli sanat eserlerini basıp yaygın biçimde halka ulaştıracaklarını ifade etmişlerdir.
“Fecr-i Âtî topluluğu, sanat ve edebiyattaki bu seviyesizliğe karşı tepkilerin bir araya getirdiği edebiyatçıların ortak hareketinden doğmuştur. Basının bu derece politize olmasından usanan çoğu genç birtakım yazarlar Hilâl gazetesinin idarehanesinde toplanır ve idealleri doğrultusunda bir grup teşkil ederler.”[3]
Fecr-i Ati, “geleceğin şafağı” anlamına gelen cüretkâr bir isimle ve bir bildiriyle kendini duyurmuştur. Öyle ki edebiyat tarihimizde ilk defa bir topluluk kuruluşunu bir bildiriyle duyurmuştur. Servet-i Fünun edebiyatına (Edebiyat-ı Cedide’ye) tepki olarak kuruluşunu duyuran bu topluluk, Batı edebiyatını örnek almıştır. Zaten kuruluşunu duyurma şekli dahi Avrupa’daki benzer topluluklar örnek aldığını açıkça göstermektedir. Servet-i Fünûn dergisi çevresinde bir araya gelen gençlerin oluşturduğu bu topluluk şiirde özellikle Fransız sembolizmini benimsemiştir.
Onlara göre, edebiyat “önemli ve ciddi bir uğraştır”. Temelde Servet-i Fünûn edebiyatına karşı ve ondan bağımsız bir sanat anlayışı ortaya koyduklarını iddia etseler de Servet-i Fünûn yazar ve şairlerinin Türk edebiyatına getirdikleri yenilikleri izlemekten ve o sanat anlayışa öykünmekten ileri gidememişlerdir. Bu anlamda topluluğun Türk edebiyat tarihinde derin izler bıraktığını söylemek mümkün değildir.
Aslında kuruluş bildirgelerinde ifade ettikleri gibi bir dizi eser yayınlama işine girdiler ve hatta Cemil Süleyman’ın Timsâl-i Aşk ve İnhizam adlı romanları, Şehâbeddin Süleyman’ın Fırtına adlı tiyatrosu, Tahsin Nâhid’in Rûh-ı Bîkayd adlı şiir kitabı ve Mehmed Fuad’ın Hayât-ı Fikriyye adlı incelemelerini “Fecr-i Âtî Kütüphanesi neşriyatı” adıyla yayınladılar. Hatta bu eserlerin iç sayfalarında çok sayıda eseri yayınlama niyetinde olduklarını da yazdılar. Ancak bunların söylem ötesine geçemediğini bunun da en büyük sebebinin kuruluşlarından hemen sonra meydana gelen “31 Mart Vakası” olarak adlandırılan gerici ayaklanma olduğu değerlendirilmektedir. Kaldı ki 31 Mart gerici ayaklanması sırasında topluluğun toplantı merkezi konumundaki Hilâl Matbaası basılmıştır. Ayrıca topluluğun üyelerinden biri olan gazeteci Ahmed Samim’in bir suikast sonucu öldürülmesinin de ciddi bir motivasyon kaybı yarattığını da not etmek gerek.
Sanatı “şahsî ve muhterem” olarak gören Fecr-i Âtî topluluğunun diğer üyeleri adeta bu düsturu yerine getirircesine kişisel çalışmalarına ağırlık vermiş, topluluk disiplinine ayak uyduramamıştır. Topluluk üyeleri zaten zayıf olan bağları neticesinde zamanla toplulukla ilişkilerini kesmiş, kimisi de istifa etmiştir. Sonuç olarak kuruluşundan yaklaşık bir buçuk yıl sonra yani 1910 Ekim ayında grupta on kişi kaldığı ifade edilmektedir.
Yaklaşık
üç buçuk yıllık bir ömrü olan Fecr-i Âtî’nin dağılmasıyla ilgili kesin bir
tarih yoktur. Ancak 1912 sonlarında artık Fecr-i Âtî diye bir isimden bahsedilmediği
görülmektedir.
FECRİ ATİ TOPLULUĞUNUN
TİYATRO ANLAYIŞI
Fecri Ati’nin ortaya çıktığı Meşrutiyet Döneminin en önemli özelliklerinin başında belki de yoğun ve renkli bir sanat ortamının yanında etkisiz ve kalıcı olmayan topluluk ve yayınların ortaya çıkması gelmektedir.
Diğer yandan oyunların çoğunda belli bir felsefi alt yapıdan çok olayların sıralı biçimde anlatılması söz konusudur. 2. Meşrutiyet dönemi yazarları Fecri Ati topluluğunun aksine, ağırlıklı biçimde toplum sorunlarına eğilmiş; hatta Tanzimat dönemindekinden daha cüretkâr bir tutum takınmışlardır.
Meşrutiyet döneminde Serveti Fünun topluluğu dışında aslında ondan çok farklı olmasa da bazı özgünlükleri bulunan Fecri Ati topluluğundan da bahsedilmesi gerekir. II. Meşrutiyet’in dinamik tiyatro faaliyetleri içerisinde üretilen eserin en dikkat çekici olanları ve belki de en nitelikli olanları Fecr-i Aticiler tarafından kaleme alınmıştır. Elbette Türk tiyatro tarihi açısından bunların aynı seviyede değerlendirilmesi mümkün değildir.
Fecr-i Ati topluluğunda özellikle tiyatro alanında pek çok isimden söz edilebilse de topluluğun sanat anlayışını yansıtan belli isimler öne çıkar. Bunlar Şahabettin Süleyman, Tahsin Nahit, Müfit Ratip ve özellikle topluluk sonrasında adını daha güçlü biçimde duyuran Yakup Kadri’dir.
Fecr-i Ati topluluğunun tiyatro eserlerinde marazi bir romantik anlayış ilk dikkat çeken unsurdur. Bu hastalıklı ve aşırı duygusal ruh hali, doğrudan eserlerde de kendini gösterir. Diğer yandan yazılan oyunların konuları da bu anlamda toplumsal konular olmaktan çok ruh hallerine uygun olarak bireysel konular olmuştur. Aynı şekilde oyun yazarları duygusal durumlarını ve kişiliklerini eserlerde göstermekten çekinmemişlerdir.
Temel olarak 1908 sonrası dönem, Türk tiyatrosu açısından kısa ve verimsiz dönem olarak değerlendirilir. Tiyatro eserleri de teknik açıdan yetersiz ve başarısızdır. Bu dönemin tiyatro adına en dikkat çekici gelişmesi ise tiyatro dilinin daha da sadeleşmesi ve günlük konuşma diline yaklaşmasıdır. Dolayısıyla kaleme alınan eserlerde sahnelenme olanaklarının dikkate alındığı değerlendirmesi yapılabilir.
Ali Naci Bey, Kösem Sultan oyunun sergilenmesinin ardından Rubab Mecmuası’nda bir eleştiri kaleme alır. Bu eleştiri aslında Fecri Ati döneminde sanatta meydana gelen geçici dalgalanmanın özeti gibidir. Meşrutiyetin ilanından sonraki tiyatromuz hakkında şunları söylüyor Ali Naci:
“Dört sene zarfında vaz'ı sahne edilmiş yüzlerce tarihi piyes bu zaman zarfında birer birer yırtılarak hufrei ihmal ve lakaydiye olduktan sonra bugün elimizde şuunu güzeşteyi binnisbe daha canlı ve pürhayat izlerle temsil edecek ancak bir iki eser bulabiliyoruz. Meşrutiyetin hummayı mestisiyle sersemleşen, şaşıran beyinler o zamana kadar görmediği, işitmediği birtakım harekâtı kıyamiye ile sahnelerin bulandığını gördüğü zaman tabii bir besateti ruhiye ile bunları dinledi, sevdi ve alkışladı, sonra hepsi ilk tesirlerini kaybettiler. Elimizde bütün o dört senelik mazii hırafattan san'ata, ruha, hisse, hayale temas eder ancak iki piyes bulduk, biri .. Salimi Salis, diğeri ‘Kösem Sultan…’”[5]
Bu alıntıdan da anlaşılacağı gibi Fecri Ati dönemi tiyatrosu etkin ve kalıcı bir bütünlük yaratamamıştır. Bu dönem eserlerinde dil ve edebiyatla ilgili olarak önemli konular gündeme getirilmiş olmakla birlikte bunlar bir topluluk tutumu şeklinde ortaya çıkmamış, bir topluluk formundan çok bireysel çabaların öne çıktığı bir gönüm arz etmiştir.
“II. Meşrutiyet’in ilânıyla başlayan coşkunluk hâli yatışınca; edebiyatın, yaşanan hayata geri döndüğü; evle, aileyle, kadınla, evlilikle ilgili yapıcı sosyal konuların birinci plana yükseldiği görülür. Yazılan piyeslerde kadın erkek münasebeti bir taraftan eskinin uygulamaları tenkit edilerek devam ederken; diğer taraftan, değişen toplum yapısının ortaya çıkardığı yeni tipler, yeni problemlerle piyeslere taşınır.”[6]
Elbette
Meşrutiyet’in ilanının getirdiği coşkunluk ve eserlerdeki yetersizlikler bir
süre sonra telafi edilmeye, içerik büsbütün farklılaşmaya, karakterler değişime
uğramaya başlamışsa da bu dönem genel olarak tiyatroda usta sanatçıların ve
nitelikli eserlerin görülmediği bir dönem olarak tarihi geçmiştir.
----------
[1]
Metin And, Başlangıçtan 1983’e Türk Tiyatro Tarihi, İletişim yay. İstanbul 7.
Baskı, 2014 s. 125
[2]
Rubab Mecmuası, Sayı: 33, Aktaran: Refik Ahmet, Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu,
I.Cilt, Kanaat Kütüphanesi, İstanbul,
1934, s. 83
[3]
Enver TÖRE, (2009) Türk Tiyatrosunun Kaynakları, Marmara Üniv. Fen Edebiyat
Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Volume 4/ I-II, s. 2226.
[4] https://islamansiklopedisi.org.tr/fecr-i-ati
[5]
Refik Ahmet, Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu, I.Cilt, Kanaat Kütüphanesi, İstanbul, 1934, s. 82
[6]
https://islamansiklopedisi.org.tr/fecr-i-ati
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz için teşekkürler