29 Kasım 2022 Salı

MEŞRUTİYET DÖNEMİ TÜRK TİYATROSU

Köklü bir sahne geleneğine sahip olan Osmanlı aydınlarının bilhassa Batılı tiyatro anlayışını kavraması ve yaygın bir şekilde hızla geliştirmeye başlamaları bu gelenekten kaynaklanmıştır diyebiliriz. Başka bir deyişle geleneksel tiyatronun da yardımıyla Batılı tiyatro anlayışı hem bu sanatın üreticileri hem de seyircisi tarafında kısa bir sürede kabul görmüş ve içselleştirilmiştir.

Osmanlı Devleti’nde batılılaşma hareketlerinin miadı Lale devri olarak kabul edilmektedir. Bu dönemde belli alanlarda, özellikle askeri alanda başlayan Batılılaşma hareketleri, 19. yüzyılda neredeyse her alanda kendini hissettirmeye başlar. Yenileşme hareketinin diğer alanlarda da kendini hissettirmesi, 19. yüzyılda Osmanlı Devleti Avrupa’nın üstünlüğü hemen hemen her alanda kabul ettiği şeklinde yorumlanmıştır. Bu paradigma değişiminin belirgin biçimde hissedildiği ve görünür olduğu alanların başında kuşkusuz sanat gelmektedir.
.

“Tanzimât edebiyatının hazırlık safhasından bahsedilirken, Batı medeniyetinin Türkiye'de yerleşmesinde tiyatronun oynadığı rol belirtilmiş ve Türk halkının geniş ilgisi karşısında bu yeni türün çok hızlı bir gelişme gösterdiği de kaydedilmişti. Gerçekten, Tanzımât'ın daha ilk yılından İstanbul'da tiyatro binaları yapılmağa başlanmış ve önceleri rakipsiz olan yabancı tiyatro trupları zamanla yerlerini yerli topluluklara bırakmışlardır.”[1]

 İlk dönem tiyatro eserleri ağırlıklı olarak çeviri veya adaptasyonlar şeklinde yazılmıştır. Tanzimat öncesinde kurulan yabancı tiyatro kumpanyaları dikkat çekse de yarı resmi olarak himaye gören Osmanlı Tiyatrosu bu alandaki ilk adımlardan kabul edilir. Ancak özgür eserlerin yazılıp sahnelenmesi için Tanzimat dönemini beklemek gerekecektir.

 “Bizde Batı tarzı tiyatro ile ilgili ilk yazılar Ceride-i Havadis’te yer alır. Bilgilendirme, öğretme ve haber verme özelliği taşıyan bu yazılar, henüz daha Batılı anlamda tiyatrosu tekâmül etmemiş olan Türk yazarlarına ufuk açıcı, yeni bir rehberlik rolünü üstlenir. Nitekim çok geçmeden, Batılı tarzda oyunlar yazan bir kadronun ortaya çıkması ve piyeslerin, Türk oyuncularla olmasa da Güllü Yakup Efendi’nin idaresindeki Osmanlı Tiyatrosu’nca uygulama alanı bulması; Batı tarzı tiyatro ile resmi olarak buluşmamızı 19. asrın ikinci yarısına götürür.”[2]

 Osmanlı aydını için ilk tiyatro çalışmaları bir sanat faaliyeti olmanın ötesinde bir kürsü vazifesi görür. Tanzimat yazarları için tiyatro eseri ya da tiyatro sahnesi düşüncelerini yansıtmak, yaymak ve propaganda etmek için bulunmaz bir kürsü vazifesi görmüştür.

  “Tanzimat yazarları, bu tiyatro türünü düşüncelerini, duygularını, görüşlerini ve hatta ideolojilerini açıklayabildikleri bir kürsü gibi görmüş ve desteklemişlerdir. Yazarlar her ne kadar Avrupa kaynağından ferdî, toplumsal ve idealler konusunda örnekler getirseler de medenîleşme tekliflerini tam olarak sunamadan, İstibdat yönetimi ile karşı karşıya kalırlar. Teklifler ancak II. Meşrutiyet yazarlarınca yapılabilecektir.”[3]

Bu anlamda, yazılı ilk yerli tiyatro eseri olan Şinasi’nin “Şair Evlenmesi” her ne kadar görücü usulü evliliği eleştiren bir eser olarak ifade edilse de aslında dönemin toplumsal değer yargılarına, ahlak anlayışına bir meydan okuma olarak da değerlendirilebilir. Veyahut aynı dönemde Namık Kemal tarafından kaleme alıp sahnelenen “Vatan Yahut Silistre” eserinin yarattığı yankı, sahnelenmesi sırasında ve sonrasında yaşanan olaylar bu dönemde tiyatronun salt kendinden menkul bir sanat olarak görülmediği ve icra edilmediğinin açık göstergeleridir. Kaldı ki bu oyunun ilk sergilendiği gece Gedikpaşa Tiyatrosu’nda halkta büyük bir coşku ve heyacan uyanır, tiyatrodan çıkan halk bir gösteri yürüyüşü yapar. Bunu bahane eden Osmanlı yönetimi İbret gazetesinin yazı kadrosunu (Namık Kemal, Ahmed Midhat, Ebüzziya Tevfık, Nuri) değişik yerlere sürgüne gönderir.

“Hürriyet taraftarlarının tiyatrodaki bu taşkın nümayişleri sarayda çok fena bir tesir uyandırdı. Bu niimayişlere Namık Kemalin piyesi sebep olmuştu. Onun için ertesi gece eser ikinci defa oynanırken Abdülaziz, Gedikpaşa tiyatrosunu basarak piyesin temsilini yasak etti, Nam1k Kemal tevkif olundu, muhakeme edilmeden doğrudan doğruya padişahın bir fermanile Kıbrıs adasındaki Magosa zindanına gönderildi, hicri 21 Safer 1290 tarihli (Miladi 28 Nisan 1873) olan bu ferman Siileyman Nazif Beyin ‘Namık Kemal’ isimli eserinde vardır.”[4]

 Kuşkusuz Tanzimat’la başlayan modern tiyatro serüveninde yekpare bir sanat anlayışından bahsetmek mümkün değildir. Bu dönemde başlayan çalışmalar ilerleyen zamanlarda siyasi ve sosyal atmosfere göre yeniden biçimlenmiştir. Tanzimat’ın birinci döneminde “Sanat toplum içindir” anlayışı ekseninde şekillenen tiyatro oyunları ağırlıklı olarak toplumsal konulara yer vermişken, bu dönemde yazılan eserlerin sahnelenmeye uygun formda kaleme alındığı görülür. Ancak Tanzimat’ın ikinci döneminde yazılan oyunlar hem toplumsal konu ve içerikten uzaklaşır hem de sahnelenme düsturuyla kaleme alınmaz. “Okunmak için” yazılan bu dönem oyunlarının şekillenmesinde II. Abdülhamid’in kurduğu baskı rejimin etkisi belirgindir.

 Tanzimat’ı izleyen Serveti Fünun döneminde de siyasal atmosfer değişmemiştir. Roman alanında yaşanan atılımla beraber şiir alanında da dikkate değer bir sıçrama yaşanır 1895’te başlayan bu sanat akımı şiir alanında Tevfik Fikret gibi zamana ve siyasal iktidara meydan okuyan bir çizgiye rağmen tiyatroda aynı cüretkarlığın sergilenmediği görülür.

 “Türkiye’de Batının, mevhum da olsa, ‘insancı’ zihniyetini ciddiye alarak anlamaya çalışmış olan kimseler çok azdır. Aralarında en başta şair Tevfik Fikret’i saymak gerekir. Batının sanat anlayışının devamlı bir ekseni olan ‘sanat sanat içindir’ anlayışı da genel olarak o devirlerin -ve bu devirlerin- Türkiye’sinde rağbet görmemiştir. Konu gerektiği gibi araştırılmadığından şimdiden bu konuda kesin hükümler vermek yanlış olur. Ancak, bildiklerimizden Osmanlıların Batıyı bir ‘seçme’ yaparak algıladıkları bazı yönlerini vurgulayıp bazılarını arka plana ittikleri söylenebilir.”[5]

 Osmanlı devletinin son yıllarında tiyatronun gelişim seyri, içeriği ve üretkenliği ile siyasal atmosfer arasında dolaysız bir bağ olduğu açıkça görülür. Mesela II. Abdülhamid’in tahttan indirilip Meşrutiyet’in yeniden kurulduğu 1908 yılında birçok alanda olduğu gibi tiyatro alanında da dikkate değer bir canlanma başlar. Bu durum sahne faaliyetleri ve edebi eser üretimi noktasında kendini açıkça gösterir. Bu anlamda II. Meşrutiyet yıllarında amatör/profesyonel birçok tiyatro kumpanyası kurulur. Bu dönemde Darüt Temsil -i Osmani, Heveskâran Cemiyeti, Sahne-i Milliye-i Osmaniyye, Burhanettin Bey Kumpanyası, Şark Dram Kumpanyası, Binemeciyan Topluluğu, Siranış Hanım Drama Kumpanyası, Donanma Cemiyeti Temsiliyesi… gibi tiyatro faaliyeti yürüten pek çok kumpanya ismi öne çıkar.

 Yeniden özgürlükler getireceğine inanılan Meşrutiyet’i selamlayan sanatçılar coşkulu bir hava içinde üretim faaliyetlerine girişirler. Bu dönemde, önceki dönemin (Abdülhamid’in istibdat yönetiminin) kötülükleri ve Meşrutiyet’in bu kötülükleri ortadan kaldıracağına olan inan eserlerin temel izleğini oluşturur. Oyunlarda da kahramanlık, Türk tarihi, milliyetçilik, özgürlük, hak, hukuk gibi dönemin ruhuna uygun konular işlenirken kahramanları Jön Türkler, subaylar, sürgüne gönderilen aydınlar olan pek çok oyun kaleme alınıp sahnelenir.

 1908 devriminden sonra Türkçülük akımı da giderek güçlenip kendini tiyatroda da hissettirmeye başlar. Jön Türklerin gerçekleştirdiği devrimin ardından Osmanlı’da zincirleme biçimde milliyetçi isyanların ve ayrılıkların meydana gelmesi, Başta Kuzey Afrika ve Balkanlar'daki bütün topraklar yitirilmesi Jön Türklerin Türk milliyetçiliğine olan eğilimlerini daha da artırmıştır.[6]

II. Meşrutiyet’in göreli özgürlük ortamında yazarlar, telif veya çeviri olarak çok sayıda eser kaleme alırlar. Sık ve hızlı biçimde üretilen eserlerin en büyük sorunlarının başında kuşkusuz teknik ve nitelik kusurları gelmektedir. Öte yandan II. Meşrutiyet döneminde sahnelenen pek çok oyunun metinleri elimizde yoktur. Bu durum eserlerin basım maliyetinin yüksekliği kadar, söz konusu eserlerin basılmaya uygun olmadığı şeklinde de değerlendirilebilmektedir.


 

[1] Kenan Akyüz, Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri (1860-1923) I, 3. Baskı, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1995, s. 36.

[2] TÖRE, Enver (2009), “Türk Tiyatrosunun Kaynakları”, Turkish Studies International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 4 /1-II Winter: 2181-2348.

[3] TÖRE, Enver (2009), “Türk Tiyatrosunun Kaynakları”, Turkish Studies International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 4 /1-II Winter: 2181-2348.

[4] Refik Ahmet, Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu, I.Cilt, Kanaat Kütüphanesi,  İstanbul, 1934, s. 36

[5] Şerif Mardin, Türk Modernleşmesi Makaleler 4, İletişim Yay. İstanbul, 1. Baskı, 1991, s. 19.

[6] François Georgeon, Osmanlı-Türk Modernleşmesi (1900-1930) Seçilmiş Makaleler, Çev. Ali Berktay, YKY, İstanbul, 2006 s.19.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkürler

NAZIM HİKMET'İN KAYIP ŞİİRLERİ 2: "UNUTULAN"

Nazım Hikmet'in kayıp ikinci şiiridir "Unutulan" ... Aslında eski baskı kitaplarında bulunan; ancak son yıllarda yapılan bası...