En önemli Çağdaş İngiliz oyun yazarlarından biri olarak kabul edilen Tom Stoppard, 3 Temmuz 1937 de Çekoslavakya’da doğar. Çocukluk dönemi II. Dünya savaşı ve istilalar dönemine denk gelir. Savaşın yarattığı zorunluluklar nedeniyle sırasıyla Singapur, Hindistan ve İngiltere’ye gitmek zorunda kalır. İngiltere’ye yerleşip vatandaş olur. Genç yaşta gazetecilik mesleğine başlar.
Stoppard bir süre gazeteci olarak tiyatro
eleştirmenliği yapar ve 1960 yıllarında ise tiyatro için yazmaya karar verir. Bu
devir aslında sadece Stoppard için değil bütün İngiltere tiyatrosu açısından
parlak bir dönem olarak kabul edilmektedir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı
sonrasındaki tiyatro metin yazarları arasında önemli bir yere sahip olan
Stoppard, felsefe, toplum, etik, politika ve sanat gibi farklı konuları ele
alarak epistomolojik bir yaklaşımın ötesinde ontolojik sorulara ağırlık verir. Oyunlarında
çoğunlukla toplumsal meselelere değinen yazar, sorunlara farklı bir bakış
açısıyla yaklaşarak, bu sorgulamalarına yardımcı olacak karakterleri sahnede
yansıtmaya çalışır. Tüm dünyada gerçeklesen olayları ve yaşantıları, tiyatronun
işlevi ve hayatın anlamı gibi meseleleri sahnede tartışarak onlar hakkında
yorum yapar, bu anlamıyla tiyatroya işlevsel bir anlam da yüklemiştir.
STOPPARD TİYATROSUNUN KAYNAKLARI
Stoppard’ın tiyatrosu, Jean-François Lyotard’ın ‘üst/büyük anlatıların ölümü’ ve ‘dil oyunu’ teorisini, Fredric Jameson’ın politik ve toplumsal alanla tüketim toplumundaki sanat ve estetik olgusunu içine alan bir eksene sahiptir. Ayrıca Foucault’nun ‘öznenin ölümü’ teorisini ve Jean Baudrillard’ın simulakr kuramından da önemli ölçüde etkilenmiştir. Bu anlamda postmodern oyunlara örnek olarak gösterilen Rosencrantz ve Guildenstern Öldüler, üst/büyük anlatıların ölümü, benzetim, pastiş, ironi ve metinlerarasılık gibi postmodern birçok kavramı içinde barındıran bir yapıya sahiptir. sözlüğü içlerinde barındırır. Bu oyun postmodern söylem ve postmodern tiyatroda dikkat çeken belirsizlik, süreksizlik, çözülme ve postmodern kahramanlık (kahramanın düşüşü!) gibi unsurları da yansıtan bir bakış açısına sahiptir.
Oyunlarında tiyatroya ilişkin görüşlerini de yansıtan Stoppard’a göre toplumu geliştiren ve değiştiren en önemli unsurların başında sanat ve sanatçı gelmektedir. Bu anlamda özellikle eserleri ve eserlerinde konuşturduğu kahramanları yoluyla sanat hakkında görüşlerini yansıtmış, farklı dönemlerde farklı görüşleri ortaya çıkararak, insanları düşünmeye ve sorgulamaya sevk eden bir yol izlemiştir.
Stoppard oyunlarında geçmiş ile geleceği bağdaştırma söz konusudur. Geçmişte yazılmış oyunları, metinlerarasılık ve pastiş (taklit) gibi teknikleri kullanarak kendi oyunlarına taşımış ve geçmişi yeniden yorumlayıp yapılandırmıştır. Ama bunu yaparken ana yapıya ve olay örgüsüne ya da olayların sonuna müdahale etmemiştir.
Bu yeniden yapılandırma çerçevesinde, Stoppard özellikle Shakespeare’in oyunlarını ele alır. Ayrıca Sophokles, Oscar Wilde, Ibsen, Shaw, Strindberg, Çehov ve Beckett gibi yazarlardan da etkilenmiş ve eserlerini önemli bir kaynak olarak kullanmıştır.
Stoppard’ın postmodern bir yazarı olarak ele
alınmasının en önemli gerekçeleri arasında günümüzde “söylenecek yeni bir şeyin
olmadığını” savunmasıdır. Ona göre, her şey daha önceden söylendi dolayısıyla
yeni bir şey söyleme iddiası boş bir iddiadır. Bu anlamda etkilenme, esinlenme
kaçınılmazdır.
Mesela Şekspir oyunlarının gölgesine sığındığı ya da Becket’ten etkilendiği eleştirilerine, onaylayan cevaplar vererek bunların aşılamayacak oyunlar olduğunu dolayısıyla bunlardan etkilenmeden bir oyun yazılamayacağını ifade etmiştir.
Oyunlarında bu olguyu tekrarlamalar
yoluyla adeta ortaya koyar. “Rosencrantz ve
Guildenstern Öldüler” oyununun başından itibaren bize bu tekrar hissini
verir zaten. Öyle ki bilinen bir oyunu bilinen sonunu başlık haline getirerek
sunması da bu anlayışın ürünüdür. Geçmişteki oyunlara yeniden şekil vermesi ve
onları yeniden düzenlemesi de bu yüzdendir diyebiliriz.
Bunun yanında oyunlarında karışıklık,
kargaşa ve anlamsızlık da hakimdir. ““Rosencrantz ve Guildenstern Öldüler”
oyununa baştan bir belirsizlik egemendir. Karakterlerin oyuna dahi olmalarından
tutun da oyun içerindeki arayışlarına kadar her şey belirsiz ve kaotiktir.
“Rosencrantz ve Guildenstern Öldüler” OYUNUN ADI
/KAYNAĞI
Stoppard daha yirmili yaşlardayken kısa
ama ses getiren oyunlar kaleme alır ancak Stoppard’ın genç yaşta tanınmasını
sağlayan Rosencrantz ve Guildenstern Öldüler oyunudur. Ki bu oyun yazıldığında 27
yaşındadır.
Shakespeare’in Hamlet’inde, bir zamanlar Prens Hamlet’in arkadaşları olan Rosencrantz ve Guildenstern Hamlet'in amcası, yeni kral Claudius tarafından, Hamlet’in garip davranışlarının sebebini ortaya çıkarmak için Danimarka Krallığına çağrılırlar. Ancak çok geçmeden Hamlet bu iki kişinin artık yoldaşları değil, Claudius tarafından görevlendirilen iki muhbir olduğunu anlar. Bunu onlara da ima etmekten geri durmaz. (Oyunda söz oyunları yaparak Hamlet’ten bilgi almaya çalışan bu kafadarlar oyuna gelerek aslında kimliklerini ve görevlerini açığa vurmuş olurlar. Ama onlar buna oyun gibi bakmaktadır.) Amaçları ortaya çıksa da oyunu sürdürürler ve ikili İngiltere’ye doğru yaptığı seyahatte ona eşlik ederler.
Yolculukları esnasında İngiltere kralına yazılmış ve kendisinin idam edilmesini talep eden bir mektup bulan Hamlet, gemiden kaçar. Ancak bu kaçıştan önce, Ros ve Guil’in idam edilmesini emreden yeni bir mektup kaleme alır. Sonunda bu “masum” saray görevlileri idam edilir ve bu olay daha sonra önemsiz bir haber olarak duyurulur. Stoppard, Rosencrantz ve Guildenstern Öldüler’de bu karakterlere adeta sempati duyan bir görünüm arz eder. Özellikle yaşadıkları adaletsizliğe meydan okur gibidir. Yazar, Rosencrantz ve Guildenstern’in Hamlet tarafından aldatıldıklarına inanmaktadır ve Hamlet’in onları Claudius tarafından yönlendirilen hasımlar olarak ele almakta hata yaptığını düşünmektedir. Stoppard için onlar masumdur ve öyle ki yaptıkları şeyden haberleri dahi yoktur. 1968 yılında yaptığı bir röportajda Stoppard konu hakkındaki düşüncelerin ifade eder: “Hamlet‘in onların Claudius‘un planını uyguladıklarına dair varsayımı tamamen karşılıksızdır. Shakespeare‘in metninde, onlara olan bitenler hakkında neredeyse hiçbir şey söylenmemiştir ve onlara anlatılanların çoğu yanlıştır. Ben bu yüzden onları Hamlet‘in prodüksiyonlarında genellikle tarif edildikleri gibi bir çift yandaştan ziyade, bir çift şaşkın masum olarak çok daha net görüyorum.”[1]
OYUNUN İSMİ
Shakespeare’in Hamlet’indeki elçinin 5.
Perde, 2. Sahne’de sarf ettiği sözleridir: “Rosencrantz ve Guildenstern
Öldüler.” Bu iki karakterin yazgıları Shakespeare tarafından yüzyıllar önce
yazılmıştır. Stoppard’ın oyunu başladığında, sonları önceden belirlenmiş
olduğundan onlar zaten ölüdürler.
Oyun 1967 yılında Old Vic sahnesinde sergilenir ve oyunun başarısı yazara John Whiting ve Evening Standard ödüllerini getirir.
yarattığı teatral fantezi dünyasında Stoppard’ın kullandığı dil, ima, nükte, ironi ve eleştiri gibi öğeleri barındırır. Bu yolla da izleyicilerini ve okuyucularını hem eğlendirmek hem de düşündürmek ister. Stoppard’ın esas amaçlarından birisi de düşünceleri basit, kaba güldürü ile yüksek komediyi uyumlu bir şekilde sunmaktır. Bunun için de özsel becerilerin, entelektüel ve etik düşüncelerin komedi içerisinde etili biçimde kullanıldığını görüyoruz.
Rosencrantz ve Guildenstern Öldüler oyunun yapısı ve içeriği ile Godot’yu Beklerken oyununun yapısı benzer özellikleri barındırır. Biçimsel olarak bu metne göndermeler yapan Stoppard aslında Godot’taki iki karakterin varoluşsal sorgulamalarına benzer sorgulamalara da girişir. Bu anlamda hem biçimsel hem de içeriksel bir bağ kurulur metinle.
Kenneth Levin, Stoppard’ı çağdaşlarından ayrı tutan bir özelliği de şu şekilde ifade eder: Stoppard pek çok metinde ya bir provayı dramatize ederek oyunun bir parçası kılmıştır ya da oyunlarının sahnelenme aşamasında gösterim içinde gösterim, ya da metin düzeyinde, oyun içerisinde oyun anlatı teknikleriyle formüle ederek, metinlerinin kendi teatral ve yazınsal süreçlerini açığa çıkarmalarını sağlamıştır.
“Stoppard’ın karakterleri, “sosyal ve metafizik güçten dolayı yenilmelerine rağmen absürd dünyanın ahlaki ilkelerinin üstesinden gelen bir insan merhametine sarılmaktadır. Stoppard’ın karakterleri Dean’e göre çift yönlüdür. Dean bu durumu “bir taraftan karakterler daha düzenli, istekli ve sistematik olarak gözükürken diğer taraftan kararsızlığın bataklığına saplanmış ve kararı arkadaşından bekleyen bir karakter görünümü karşımıza çıkmaktadır, şeklinde ifade eder.”[2]
Stoppard’ın yaşadığı dönemde oyun
yazarları genelde toplumsal konulara değinirken; Stoppard, onların aksine, daha
çok sanatsal alana eğilir. Elbette bu yaklaşımda sanatın toplumu olumlu yönden değiştirme
işlevselliği üzerinde de durmayı ihmal etmez. Kaldı ki Stoppard, sanatın
insanların ruh hallerini, üzüntülerini, sevinçlerini, mizaçlarını ve
beklentilerini yansıttığını, bu duygulara tercüman olduğunu çok iyi bilir.
Stoppard tiyatro sanatını da bir oyun yazmak ve sergilemekten çok öte bir olgu olarak düşünür. Çünkü onun sahnesi yaşamın farklı yönlerin tartışıldığı, sevgi, nefret, hüzün, ölüm, yaşam, vb. duygu ve durumların, kısaca insani hal ve var oluşların yansıtıldığı bir alandır.
Stoppard’ın oyunlarında metinlerarasılık,
yazarın parodi ve değişim yollarıyla eseri yeniden düzenleyebildiği bir biçim
unsurundan çok daha fazla şeyi ifade eder. Metinlerarasılık yardımıyla,
seyirciler sadece oyunun kaderi buymuş düşüncesine kapılmayıp, kendileri de
farklı bir yorum getirebilmekte ve kendileri de bu metinlerarasılık olgusuyla
oluşmuş yaratıcı sanat unsuruna katılımcı olabilmektedir.
Rosencrantz ve Guildenstern Öldüler Oyununda Postmodern Söylem
Tom Stoppard’ın Rosencrantz ve
Guildenstern Öldüler adlı oyunu, “absürd tiyatro” diye adlandırılan akımın en
önemli örneklerinden biri olarak da değerlendirilmektedir.
Stoppard, ilk olarak gazetecilik yaptığı yuıllarda bir Hamlet gösterisi izleyen Stoppard bu gösterimden önemli oranda etkilenir. Ve anılarında özel bir parantez açar bu gösterime. Ancak oyun yazma fikri olgunlaşmadan önce şu açıklamayı yapar: “Hamlet’i incelerken ilk etapta, benim pastiş yapma gibi bir eğilimim yoktu. Esas ilgim ve düşüncem hem dramatik hem de komik unsurları bir arada barındıran bir durum ortaya çıkarmaktı. Bu da Shakespeare’in oyunundaki ne yaptığını bilmeyen Ros ve Guil karakterleriydi. Anlattıkları en ufak şeyde bile gerçeklik payı yoktu ve niçin ölecekleri hakkında da hiçbir şey bilmiyorlardı.
Shakespeare’in Hamlet’inde Rosencrantz ve Guildenstern yan karakterlerdir. Gertrude ve
Claudio tarafından Hamlet’in garip davranışının nedenini bulmak için çağrılan
Hamlet’in arkadaşlarıdır bu isimler.
Rosencrantz ve Guildernstern Kral ve Kraliçe tarafından Hamlet’in ortadan kaldırılması ile görevlendirildikleri için Shakespeare’in metninde yer alırlar. Ancak Hamlet’in oynadığı bir oyun sonucu ölürler. Bu açıdan bakıldığında Hamlet’in ölümünün ardında bir anlam vardır denebilir. Babasının öcünü alacak ve bunun sonucunda düzeni tekrar sağlanacaktır. Ayrıca soylu sınıfının bir temsilcisi olduğu için onun ölümü trajik bir kahramanın ölümü olarak değerlendirilebildiği halde, oyundaki kısa adlarıyla Ros ile Guil’in ölümü bir anlam ifade etmez.
“Stoppard, Martin Esslin’in de dediği gibi ‘insanın varoluşunun anlamsızlığı ve bu gerçeği bilerek yaşamanın rahatsız ediciliği’12 sözüne bir gönderme yaparcasına “Absürd Tiyatro” örneği diyebileceğimiz bir oyun yaratır. İnsanoğlunun anlamsız bir dünya karşısında endişe ve korkularını dile getirmektedir. Stoppard’ın yarattığı dünyada, doğru ve yanlış, gerçek ve gerçek olmayan gibi kavramları birbirinden ayırabilecek ölçütler yoktur. Bu dünya, gerçek olarak nitelenen kavramların ve değer yargılarının bir yanılsama haline dönüştüğü ve insanın tek başına, tutarlı olabilmek uğruna verdiği mücadelenin sonuçsuz kaldığı bir yerdir.”[3]
Oyunu
ilk kez, 1966 yılında Edinburgh Festivali’nde ve bir yıl sonra Old Vic’te
National Theatre’da gösterime girer. Hemen sonra oyun hakkında olumlu yorumlar
yapılır ve ‘En İyi Oyun ve Tony’ ödüllerini alır. Ayrıca aynı süreçte Evening
Standard tarafından ‘En Çok Umut Vadeden
Oyun Yazarı’ seçilir.
Tom Stoppard’ın bu oyunu diğerlerinden oldukça farklıdır. Çünkü Stoppard diğer oyunlarında oyunun karakterlerini, konusunu kendi isteği doğrultusunda yazar; karakterleri ve konuyu kendisinin belirlemesi gibi bir sorumluluk üstlenmiştir. İki gölgede kalmış karakterden yola çıkarak farklı bir oyun ortaya çıkarmak ister.
Irving Wardle oyun hakkında Stoppard’ın,
Beckett’ın Waiting For Godot oyununa borçlu olduğu yorumunu yapar, fakat
Stoppard’ın bu iki karakteri varoluşsal bir içerikle sunduğunu belirtir.
Stoppard’ın kendi dünyası genelde inanılması güç, zalimlik ve acıyla dolu olan
bir dünyadır. Yazar belirli bir düzeni olmayan ve anlaşılamayan bir yer olarak
dünyanın çarpık bir resmini çizer adeta. Bundan dolayı, karakterler böyle bir
dünyada benliklerini var edemeyen anlaşılmaz
davranışlar sergileyen insanlar olarak çizilir. Oyun kahramanlarının dramatik, hatta
trajik olan uyumsuzluğunu besleyen bu durum izleyenlere gülünç görünür.
Yazar, amaçsız ve anlamsız bir evrendeki insanın güvensizliğini ve umarsızlığını sergilerken izleyeni sadece güldürmez, aynı zamanda korkutma ve şaşırtma yöntemlerine de başvurur. Sevda Şener’e göre, “trajik ve komik etkilerin karmaşık olarak algılanması seyircinin uyumlu ve mantıklı düzen düşünü yıkarak yaşamın temel saçmalığını algılamasını sağlar.”[4]
Rosencrantz ve Guildenstern Öldüler oyununda Stoppard bu zalim ve yaşanılması zor olan dünyayı yansıtmak ister. Geri planda kalan Rosencrantz ve Guildenstern’u kendi oyununda önemli iki karakter şeklinde sunar. Burada postmodern yapılandırmaya uygun olarak oyun kişileri arasındaki hiyerarşiyi yok eder. Klasik metinde ölümleriyle dahi bir etki yaratamayn iki tip bir başka oyunun baş kararkterleri olarak karşımıza çıkar, hatta bu oyuna ismini de verirler.
Onların görevleri, amaçları bellidir ve kendilerinde gidişatı değiştirebilecek bir güç yoktur. Ros ve Guil’de bir şeyleri başarmak için belli bir amaç gözükmemektedir. Başka bir değişle, bir amaç gözükse bile bunu gerçekleştirebilecek güçleri de çabaları da derinlikleri de yoktur! Onların ihtiyacı olduğu en önemli şey özgürlüktür; fakat buna izin verilmez! “bize seçme hakkı verilmedi” derken tam da bu kast edilir. Özgürlük olmayan bir düzlemde onlara izin verilen tek şey sorgulamadır.
Yazar seyircilerini, oyundaki belirsizliğe
daha çok yaklaştırır ve bu belirsizliği sorgulamalarını ister. Ros ve Guil oyunda
devamlı bir şeyleri sorgular ve devamlı sorular sorar. (Guil bu konuda bir adım
daha öndedir.) Aslında bu durumu Stoppard oyunu izleyenlerden ve okuyanlardan
da yani bizlerden de yaşamı sorgulamamızı ister.
Postmodern yazarlar genelde kelime oyunlarını kullanarak fiziksel bir yapı oluşturma gayesindedir. Bu kelime oyunları ile kurulmuş olan yapı, oyunlarda çok farklı etkiler oluşturabilmektedir. Bu etkiler genelde oyunlarda ontolojik sorulara yer vermekle ortaya çıkabilir. Stoppard teatral işlevi, ontolojik sorular ( biz kimiz?, niçin biz?) yardımıyla sahne ve gerçek yasamda oluşan sınırı ortadan kaldırmayı amaçlar:
GUIL:
Eğer öyleyse, güneş de şuradaysa örneğin, burası kuzey olur.
Öte
yandan, sabah değilse ve güneş de şuradaysa… orası… hala kuzey olur (Stoppard,
2000; 62).
Guil burada güneşin nerede olduğunu,
yönünü bir türlü tespit edemez. Normalde sahnede gerçek bir güneşin olamayacağı
ya da ele geçirilemeyeceği bilinir. Guil de bunu belli bir süreden sonra fark
eder. Tom Stoppard sahne ışıklarını güneş gibi gösterip gerçek yaşamla sahne
arasında bağ kurmak ve bu kurduğu bağa seyircileri de dâhil etmek ister. Burada
aslında Stoppard, postmodern tiyatronun vurgulamış olduğu metnin otoritesinden
çok, mekânın, sahnenin, ışığın ve hareketin göz önünde bulundurulması gerektiğini
vurgular.
Stoppard postmodern bir oyun yazarıdır ve postmodern öğelerin hemen hemen hepsini kasıtlı olarak kullanır. Ros ve Guil karakterlerini de bilerek seçmiştir. Postmodern unsurlardan parodi, pastiş, ince alaylar, kelime oyunları gibi öğeler Tom Stoppard’ın oyunlarında bulunabilir. Postmodern öğeler arasında kabul edilen, postmodern oyun yazarlarının özellikle başvurduğu metinlerarasılık kavramını Stoppard kasıtlı olarak kullanır. Bu yüzden Stoppard’ın oyunlarında metinlerarasılık çok daha farklı bir anlam kazanır. Stoppard var olanı yeniden yorumlamış önceki esere farklı bir anlam yüklemeyi başarmıştır.
Rosencrantz ve Guildenstern Öldüler oyunu da bu şekilde meydana gelmiş; yazar var olan bir oyundan (Hamlet) yola çıkarak çok başarılı bir çalışma ortaya koymuştur. Burada aslında sadece kendi yazdığı noyuna bir anlam yüklemenin ötesinde olmuş bitmiş bir tarihe de gönderme yaparak o tarihsel sürece dair yeni bir okuma da geliştirdiğini söyleyebiliriz. Hamlet’in deliliği de hayata bakışı da kısacası ontolojik varlığına ilişkin her sorgulaması yeniden ele alınıp dönüştürülür.
Postmodernizmin modernizmin epistemolojik ağılıklı bakış açılarına da aslında eleştirel bir bakış kurar. Mesela oyun içindeki oyun kurguları buna örnek verilebilir. Bilimsel olarak bir paranın yazı tura gelmesi olasılığı denk iken onlarca defa tura gelen bir oyunun sürdürülmesini sorgular. 82 defa tura geldiği halde yaşanan şey modern bir yorumla akla yatkındır aslında bu tartışmanın kendisi belirgin bir postmodern tartışmadır. Ancak bunu yaparken de yine verili çağın değer yargılarından kopamayıp olasılıklara ağırlık verir.
Oyundaki en önemli postmodern öğelerden
birisi de kelime oyunlarıdır. Bu kelime oyunları sayesinde Stoppard kendi
tarzını oluşturmuştur. Rosencrantz ve Guildenstern Öldüler oyununda Ros ve Guil
arasında ki şu diyaloglar kelime oyununa örnek teşkil eder:
ROS:
Korkarım.
GUIL:
Bende
ROS.
Korkarım gününde değilsin.
GUIL:
Korkarım günümdeyim
(
kısa bir sessizlik)
ROS:
Seksen dokuz
GUIL:
Servetin yenden paylaştırılmasının dışında bir şeyin göstergesi
olmalı.
( Düşünür) Olası açıklamalar listesi.
Bir:
Bunu isteyen benim. Ben aslında, bilinmeyen bir nedenle,
anımsanamayan
geçmişimden öç almak amacıyla, iki tarafı da tura olan
paralarla
yazı tura oynayarak kendine karsı bahse giren adamım.
(Ros’a
bir para atar.)
Stoppard’ın oyunda uygulamış olduğu kelime oyunu; her ikisinin de korktuklarını belirtmeleri ve birbirlerinden haberleri olmamalarıdır. Aslında onların da yaşamda tek sahip oldukları kelimelerdir. Bu kelimeler ve kelime oyunlarıyla tüm zamanlarını geçirirler, yorulmak bilmez bir çabayla da bulundukları çaresiz durumu değiştirmeye çalışırlar.
Rosencrantz ve Guildenstern, Hamlet oyununun hem içerisinde hem de dışında bulunur. Rosencrantz ve Guildenstern, Shakespeare’in Hamlet eserinde Elizabeth döneminin özelliklerini yansıtan dizelerle tanınırken Stoppard’ın eserinde çağdaş İngilizce’yi konuşan ve çevrelerindeki olup bitenleri değerlendiren karakterler olarak tanınır. Burada yazarın “tiyatro yaşamın kendisidir” önermesinin somutlaşmış hali olarak okunabilir.
Stoppard, farklı dünyaları ve dönemleri postmodern söylemin çerçevesinde bir araya getirmeye çalışır. Oyununda hem gerçek dünya, hem de sahne yaşamını yansıtır. Bu konuda aslında postmodern söylemde çok önemli yeri olan Jean Baudrillard’ın simulakra düşüncesiyle bağdaştığı yönler vardır. Jean Baudrillard imgelerin aşama aşama gerçekle bağlantısının koptuğunu ve artık bir benzetim durumunun üretildiğini belirtmektedir. Baudrillard’ın belirtmek istediği gerçeğin yitip gittiği, yitip giden gerçeği benzetimlerle imal edilmesi gerektiğidir.
Stoppard’ın oyunda oluşturmuş olduğu dünyada hem gerçeklik hem de kurgu yer alır. Rosencrantz ve Guildenstern bazen gerçek dünyada mı yoksa kurgulanmış olan dünyada mı yaşadıklarının farkına varamamaktadır. Stoppard’ta Hamlet oyununda ikinci derecede öneme sahip olan Ros ve Guil karakterlerini kendi oyununda asıl karakterler yerine koyup gerçeğin saklı kalmış tarafını göstermelerini amaçlar. Burada kuşkusuz Baudrillard simülasyon kuramana bir selam da göndermiştir. Göstergelereden hareket ederek gerçeğin sorgulanmasına çağrı yapan bu yaklaşım, Hamlet oyunundan yapmış olduğu alıntılarla metinlerarasılık özelliğini de yansıtmış olur.
Tarihin doğrusal akışını reddeden
postmodernizme uygun olarak oyunda geçmiş ve geleceği sahnede yansıtma
özelliğini oyun kendi içerisinde barındırmaktadır. Mesela bu iki karakterin bir
geçmişi yoktur. Onlar birden uyanmış ve çağrılmışlardır. Tek bildiğimiz budur. Sanki
aniden ve yoktan var olmuş, adeta sahneye fırlatılmış gibidirler. Uykudan
uyanmış olma hali de belleksizlikleri de aynı amaca hizmet eder.
Stoppard da aslında onların geçmişleri ile ilgili bilgi sunmaz. Onun yaptığı, Ros ve Guil’in bihabersizliği ve acizliği üzerinde yoğunlaşmaktır: “Neler olup bittiği konusunda bihaberdirler. Onlara söylenen şeyler de doğru değildir. Ben bu yüzden onları verilen emirlere uyan sadık bir çift olarak değil masum şaşkın bir çift olarak görüyorum” der Stoppard. Burada insani varoluşun saçmalığı, insanın yeryüzündeki sürgün hali ve insanın bu durumu fark etmesinden doğan acı… oyunda bu sorgulama hali derinden hissedilir.
Stoppard ayrıca genel sahne için alışılmış
kuralları ve düşünceleri Rosencrantz ve Guildenstern Öldüler oyunuyla değiştirmeye,
evrensellik ezberini bozmaya çalışır. Seyircileri sadece izleyenler olarak
değil, aynı zamanda katılımcılar olarak düşündüğünü bu oyununda belirtir. Yabancılaştırmaya
da hizmet eden bu bakış açısı, gerçek ve kurguyu bir arada vererek sağlanır.
Diğer yandan da bireyselliğin önemi vurgulanarak, amaçsızlık, ironi ve komik
unsurlar belirgin hale getirilir. Böylece de oyun içinde oyun kuralını
oyunlarına taşımış olur. Oyununda absürd öğelere yer vererek, sanatın ve oyunun
anlamını sorgulayarak, sahnenin gerçek yaşamdan çok gerçeği yansıttığını
belirterek, kaçınılmaz sonun sahnede herkes hayattayken olamayacağını, postmodernizmin
ölüm kavramını barındırdığını ifade ederek, insanların kimlik kazanmak ya da
kendini göstermek için neler yaptığını göstererek, postmodern bir dünya
yaratmak istemiştir.
AMACI
NE PEKİ?
Hepimizin ortak “mitolojisi” ya da “geçmişi” olan bir oyundan (Hamlet) karakterler kullanarak bakış açımızın genişlemesini sağlar. Stoppard, oyununda Rosencrantz ve Guildenstern olarak değil de Ros ve Guil olarak adlandırdığı iki karakteri öyle bir ortama yerleştirmiştir ki onlar, ümitsizce birbirlerine cevap bulamadıkları sorular. Belki de sorulara dahi cevap aramıyor, sadece zavallı yaşamlarına bir anlam katmaya çalışıyorlardır. Böylece de şüpheye kapıldıkları varlıklarını korumaya çalışmaktadırlar. Yazar bu noktada şunları dile getirir:
“Yaptığım şey şu; oyunlarım insanların birbirlerini önemsiz kılmak için çabaladıkları bir yapı içine kurulmuştur. Ben mesafeyi koruyan bir yazarım. Benim en belirleyici özelliğim hemen hemen her şey konusunda hissettiğim belirsizliktir. Bu yüzden kahramanlardan çok karşıtlıklar ile ilgili yazıyorum. Bir kahraman yaratıp ona inandığım bir şeyi söyletebilecek kadar kendimi hiçbir şey konusunda emin hissedemiyorum.”[5]
Ölüme
yürüyen zavallı insan, ne yapsan nafile!
Ros:
Benim adım Guildenstern ve bu da Rosencrantz.
(Guil,
Ros’la kısa bir konuşma yapar.)
(Hiç
utanmadan) Pardon—Guildenstern onun adı ve Rosencrantz da benimki.
Karakterlerin yaşadıkları isim karmaşası (Kendileri
bile birbirlerini karıştırırlar!) yoluyla ortaya çıkan benlikten yoksun olma
durumunu var olma/olamama kavramları üzerine bir tartışma olarak, dolayısıyla
postmodern söylemde gerçeğin tezahürünün bir sorguılaması biçiminde de
düşünülebilir. Kaldı ki yazara göre, “Çağımızın
kahramanı artık romantik Hamlet değil, adının Rosencrantz mı Guildenstern mü
olduğunu anımsayamayan küçük zavallı biriydi ve kaçınılmaz ölümüne doğru
gidiyordu.”[6]
UNUTKANLIK
Ros
(hemen): Uyandım, sanırım. (Birden kavrar). Haaa—şimdi anımsadım—
o
adam, bir yabancı, bizi uyandırdı—
Guil:
Bir haberci. (Rahatlar, oturur).
…
Ros:
… Anımsıyorsun değil mi—bu adam bizi uyandırdı.
Guil:
Evet.
Ros:
Çağırılmıştık.
Guil: Evet.
Stoppard’ın Ros ve Guil karakterleri çoğu
kez geçmişi hatırlamaz. Oyun içinde ve başında sürekli bu sorgulama söz
konusudur. Öyle ki bazen de ne konuştukları ya da tartıştıkları hakkında en
ufak fikirleri dahi yoktur. Bu durum, önceki dönemlerde herhangi bir önemi
olmayan karakterlerin Stoppard tarafından oyunda önemli bir konuma getirilince
kendileri hakkında bir bocalama yaşamaları şeklinde yorumlanabileceği gibi. Zamansal
döngüsü kırılmış metnin bir gereği olarak da düşünülebilir.
Stoppard klasik iki metinden, diğer bir ifadeyle Shakespeare’in ve Beckett’ın oyunlarından esinlenerek onların yarattıkları anlam evrenlerini arkasına alarak, üzerine kendi hayallerini, beklentilerini ve düşüncelerini katarak ortaya yepyeni bir oyun çıkarır.
Stoppard’ın bu depoları kullanması ve yeni bir şekilde yorumlaması hakkında Madam Sarup şöyle bir yorum getirir: Veri bankaları yarının ansiklopedileridir. Onlar postmodern insan için gayet doğaldır. Bilgiyi yeniden yorumlamanın önemi nedir? Bu yeni yorumu yapabilmenin adı hayal kurabilme kapasitesidir. Var olan kurallarla veya yeni kurallar icat ederek yeni bir şey, durum ve tartışma ortaya çıkarabilmektir hayal; diğer bir ifadeyle yeni bir oyunu başlatmaktır.[7]
Stoppard bu kaynakları kullanarak yeni
oyunları başlatmış, seyircilerine eski ile yeninin nasıl bir arada var
olabileceğini sunmuştur. Tom Stoppard önceden yazılmış olana yeniden anlam
veren, yeniden yorumlayan ve yeniden var eden bir postmodern yazardır. Stoppard
Rosencrantz ve Guildenstern Öldüler oyununun konusunu Hamlet’ten, yapısını da
Godot’yu Beklerken oyunlarından ödünç alır. Bu ödünç alma hali dahi
postdramatik yapının bir gereğidir. Kaldı ki bağımsız ve etkilenmemiş bir
metinden bahsetmek artık mümkün değildir. Tom Stoppard, bu eserlerden
faydalanıp yeni ve farklı bir eser üretirken metinlerarasılık, ironi pastiş ve
ontolojik sorgular gibi postmodern kavramlara geniş bir kullanım alanı açar. Bu tekniklere ek olarak gösterge boyutları içerisinde, yansıtmak istediği
dünyayı, zaman zaman da benzetimini bize göstererek oyunlarını ortaya
çıkarmıştır.
OYUNCULAR
Oyuncular aslında sanatsal yaklaşımı
somutlaştırırlar ve tiyatro düşüncesini yansıtan bir araç gibidirler. Stoppard
zaten tiyatroya böyle bir misyon yükler. Bu noktada somutlaştırır.
Ros ve Guil Oyuncu’dan farklıdır, çünkü
Oyuncu kendine güveni olan biridir ve bu güven duygusu, dünyayı her insanın
üzerine düşen rolü oynaması gerekli bir sahne olarak algılamasından doğar.
Yaşamda bulunabilecek bir gerçeğin olamayacağını vurgulayıp Guildenstern’ü hep
soru sorduğu ve çok derin düşüncelere daldığı için azarlar. Oyuncuya göre, “… her şeye güven duyulmalı; sadece doğru kabul edilen şey doğrudur. Yaşamanın
gereğidir…”
“KARAKTERİN
ÖLÜMÜ”
Yapmış oldukları sorgulamalarla, aslında
kendi varoluşlarına ve davranışlarına bir anlam bulma amacı gütmektedirler. Bu
iki karakterin geçmişleri olmadığı gibi gelecekleri de yoktur. Oyunun en
başında belirtildiği gibi “gidecek bir yerleri yoktur”. Ros ve Guil’in hem
Stoppard’ın metninde hem de Shakespeare’in Hamlet metninde varlıklarını
sürdürmeleri gerektiğinden, her iki karakter çaresiz ve karşı konulamaz bir
şekilde oyunun başlığını oluşturan yazgılarına doğru hareket ederler: “Hangi yöne gideceğin hatta gitmen gerekir
mi konusunda bile endişelenmene gerek yok. Böyle bir soru yok zaten…”[8]
cümlesi ile oyunda yer alan ve Hamlet’i İngiltere’ye götürüp orda onun
öldürülmesini sağlayacak deniz yolculuğuyla vurgulanmak istenen de budur: Kımıldamayıp
dursalar bile hareket ederler. Gemi metaforu da bunu beslemeye uygundur.
ROS:
Başı, ortası ve sonu olan iyi bir hikâye istiyorum.
OYUNCU
(Guil‘e): Ya sen?
GUIL:
Senin için bir önemi yoksa, ben hayata ayna tutacak sanatı tercih
ediyorum.
Stoppard'ın oyunlarında artık Rosencrantz
ve Guildenstern Öldüler’de olduğu gibi kahramanlar yoktur. Hiyerarşik düzen
bozulmuştur ve yeni bir boyutsal sahne hayat bulmuştur. Kahramanlar dahil olmak
üzere, hiçbir karakterin sabit ve garanti edilen bir yeri yoktur. Herkes kaygan
bir zemin üzerindedir ve ne kadar yüksekte olursa olsun, her an bir yerden
düşebilir ve o yer çökebilir. Rosencrantz ve Guildenstern Öldüler, varoluşsal
pişmanlığın bir ifadesi olsa da, Stoppard büyük ölçüde komedi ve eğlence uygular.
Oyun boyunca ölüme fiziksel biri ile sınırlandırılamayacak pek çok atıf
yapılır.
GEMİ
METAFORU
Adeta yaşamı simgeler. Dışımızda hareket
eden ve varoluşsal olarak etki edemeyeceğimiz bir eylemi ifade eder. Diğer
yandan da deniz yolculuğu, karar vermedeki yetersizlikleri ve harekete geçememe
durumlarına da bir göndermedir:
Guil
(sakin): Hatamız gemiye binmekti. Tabii, hareket edebiliyor, yön
değiştirebiliyor,
oradan oraya koşuşturabiliyorduk; ama hareketlerimiz, rüzgar
ve
akıntı gibi bizi amansız bir biçimde sürükleyen daha büyük bir hareketin
içindeydi…
Karakterler için oyun yazarları tarafından
belirlenmiş rotaları izlemekten başka bir alternatif yoktur, Guildenstern bu
konuda şöyle söyler:
―Kendimizi
kaptırdık. En küçük eyleminiz başka bir yerde başka bir eyleme neden
oluyor
ve onun yüzünden oluşuyor. Bir gözünüzü açın, bir kulağınızı kaldırın. Bitkin
bir
halde yürüyerek, talimatları izleyin. Hepimiz iyi olacağız.
Ancak Stoppard oyun kişilerini klasik metnin dışına çıkarır ve farklı bir boyuttan konuşmalarını sağlar. Bize sanki aktörler oyunun performansı sırasında bir ara vermiş gibi gelir ve aktörler onu pek çok kez ardı ardına sergilemişlerdir. Bu hem metnin mesajına hem de yabancılaştırmaya hizmet eden güzel bir örnektir.
―… tek sabit gerçekle bir kez daha yüzleşmek üzere halkayı tamamlarız – bir kraldan diğer krala bir mektubu taşıyan biz, Rosencrantz ve Guildenstern, Hamlet‘i İngiltere‘ye götürüyoruz.
Böylesini sınırlı ve zayıf çizilen bir insan eylemlerinden sorumlu tutulabilir mi, elbette hayır! Dolayısıyla oyunda sınırlandırılmış aktörler veya evrende sınırlandırılmış insanlar fikri bu oyunda güzel bir benzeştirme ile buluşturulmuş olur.
Oyunda, ikilinin kendi ölüm fermanlarını İngiltere’ye
taşıması önemli ve ilginç bir komedi ve aynı zamanda yakalandıkları absürdlüğün
sembolü gibidir. Stoppard’ın başarmaya çalıştığı şey, Hamlet için duyulan sempati
ve acıma hissini Ros ve Guil’e yönlendirmektir aslında. Burada bilinen ve
alışılageldik bir kalıbı kırmakla yetinmez, bize daha geniş bir bakış açısı da
sunmuş olur. Çünkü bu ikili dahil insanlar yaşamın elinde oyuncak olan masum
kurbanlardır. Guil ve Ros da konuşmalarından eylemlerine kadar komik
insanlardır. Bu komik aynı zamanda onlarla kurulan bağı da güçlendiren bir
unsurdur.
OYUNCU: Neden?
GUIL: Ah. (ROS‘a:) Neden?
ROS: Tam olarak.
GUIL: Ne tam olarak?
ROS: Tam olarak neden?
GUIL: Tam olarak neden ne?
ROS: Ne?
GUIL: Neden?
ROS: Neden ne, tam olarak?
GUIL: Neden üzgün?!
ROS: Bilmiyorum!
OYUNCU: Yaşlı adam kızına aşık olduğunu
düşünüyor.
ROS: Tanrı‘m! Çok beceriksiziz.
OYUNCU: Hayır, hayır, hayır –onun bir kızı
yok–yaşlı adam onun kızına
aşık olduğunu düşünüyor.
ROS: Yaşlı adam kim?
OYUNCU: Hamlet, yaşlı adamın kıza aşık,
yaşlı adam böyle düşünüyor.
ROS: Ha! Şimdi oldu! Karşılıksız aşk!
Rosencrantz ve Guildenstern Öldüler‟daki
bu yanlış anlaşılmalar Godot‘yu
Beklerken‘daki diyalogları anımsatır ve
büyük olasılıkla izler.
POZZO: Siz arkadaş mısınız?
ESTRAGON (yüksek sesle kahkaha atarak.):
Arkadaş olup olmadığımızı
merak ediyor!
VLADIMIR: Hayır, onun arkadaşlarını
kastediyor.
ESTRAGON: Yani?
Ölüm korkusu absürd ve varoluşsal yazarlarda en korkutucu kaygılardan biridir. Oyunun başından sonuna değin bu beklenen ve kaçınılmaz olan sona dair göndermeler pek çoktur. Her şey adeta bu kaçınılmaz sona göre işler. Zaten klasik metinden bu anlamda kopulmamıştır ve yazar bunu daha metnin başlığıyla ilan etmiştir. Ros ve Guil sanki her performansın sonunda öldüklerini ve yeni bir prodüksiyonun başında yeniden canlandıklarını bilen oyundaki oyuncu gibidirler!
― Ölebiliriz. Ölümün belki de bir tekne olabileceğini düşünüyor musun?
Bu
anlamda tekne sadece onları ölüme götüren bir araç değildir, aynı zamanda
teknenin kendisi ölümün bir simgesidir çünkü içindeki hayat, sınırlandırılmış,
ruhsal olarak ölmüş bir hayattan başka bir şey değildir.
Genellikle burada amaçsızca dolaşan ve
çaresizce ölümlerinin gelmesini bekleyen yaşayan ölü bedenlere benzeyen
insanları temsil etmeleriyle Godot‘yu Beklerken’deki iki serseriye fazlasıyla
yaklaşmış olurlar.ki ölüm burada gerçekleşmesi gereeken sondur, ölüm
kurtuluştur, ölüm finaldir…
YABANCILAŞMA
Stoppard’ın karakterlerinin çoğunun geçmişleri yokmuş gibi tarif edilir ve
geçmişleri hakkında neredeyse hiçbir şey hatırlamazlar ve hayatlarının bir kısmı
tüm hayatın resminden çıkarılıp alınmış gibi hissedebilirsiniz. Geçmiş
hakkındaki bilgileri, sadece oyundaki diğerleri tarafından verilen son derece kısıtlı
bilgiler içerir. Onlara söylenenlere inanmaktan başka seçenekleri yoktur.
Örneğin, Ros yorgunluk belirtileri gösterdiğinde, Guil onu rahatlatmaya çalışır
ve şöyle söyler:
―Her şey mantıklı-hepsi senin için yapıldı, endişe etme. Tadını çıkar. Rahatla…
Ne yazık ki bu bilinçsiz güven korkunç sonlarını hazırlar. Yabancılaşmış insanlığın güçsüzlüğü Rosencrantz ve Guildenstern Öldüler’de güçlü biçimde yansıtılmıştır. Aslında Stoppard, sorgulamaya bilinen deterministik evrenin sonuçlarını ortaya koyarak ya da onları tartışarak başlar. Hamlet kısıtlayıcı ve kontrol edici döngü olarak bunu temsil ederken kim olduklarını karıştıran Ros ve Guil farklı bir arayışı ve çıkış çabasını da temsil eder gibidir. Kişilerin kafaları karışıktır, daha da ötesi şaşkın ve bilinçsizlerdir! Oyunlar oynarlar ve mahkemeye neden ve nasıl geldiklerini hatırlayamazlar. Ama harekete devam etmeleri gerektiğini bilirler (oyun devam etmeli!)
Ros ve Guil varoluşsal bir dünyada asla bulunamayacak doğrunun peşinde nafile bir çaba içindedir. Var olmayan bir şeyin peşindedirler, bu yüzden onu anlamazlar ve haliyle sonunda kaybederler. Sorgulamalarının oyunda hiçbir tatmin edici bir yanıt bulamaması da asal gerçeklikten bahsedilemeyeceği varsayımının doğal bir sonucu gibidir.
İnsan kaçınılmaz olarak ölüme doğru yürür.
Bu bütün büyük anlatıları anlamsız kılan yegane şeydir. Biz ölümü biliriz, ama
yokmuş gibi yaşarız, yok saysak da irazdemiz dışında oraya yürürüz. Bizler için
yazgı belli. Ne yaparsak yapalım, hangi bağlamda ve bakış açısıyla var olursak
olalım ölüm kaçınılmaz. Oyunun sonu belli…
KAYNAKÇA
1- William Shakespeare, Hamlet, çev. Can
Yücel, İstanbul, Adam Yayınları, 1992
2- Aristoteles, Poetika. Çev. İsmail
Tunalı, İstanbul, Remzi Kitabevi, 1995.
3- Cevat Çapan, Değişen Tiyatro, İstanbul,
Metis Yayınları, 1992.
4- Tom Stoppard, Toplu Oyunları I:
Rosencrantz ve Guildenstern Öldüler, Travestiler, Gerçek Şey. Rosencrantz ve
Guildenstern Öldüler, Çev. M. Hamit
Çalışkan, Ankara, Dost Kitabevi Yayınları, 2000.
5- Sevda Şener, Dünden Bugüne Tiyatro
Düşüncesi, İstanbul, Metis Yayınları, 1992
6- Arpine MIZIKYAN, Rosencrantz ve Guildenstern
Gerçekten Öldüler Mi Yoksa Zaten Ölü müydüler?, Litera: Dil Edebiyat ve Kültür
Araştırmaları Dergisi, Yıl 2010, Cilt 23, Sayı 2, s. 23 – 38
7- Mesut Günenç, Tom Stoppard’ın
Rosencrantz ve Guildenstern Öldüler ve Travestiler Oyunlarında Postmodern Söylem,
Selçuk Ün. Sos. Bil. Ens. Der. 2017; (37): 231-242.
8- Süreyya Karacabey, Modern Sonrası
Tiyatro ve Heiner Müller, De ki yay.
Ankara, 2006
9- Beliz Güçbilmez, İroni ve Dram Sanatı,
Deniz Yay. 2017
[1] Işıl
ŞAHİN GÜLTER, Absürd Tiyatro’da ‘Yalnızlık’ temasının Tom Stoppard’ın Bir Ayrı
Huzur ve Aziz Nesin’in Çiçu adlı oyununa yansımaları, 773-785, https://dergipark.org.tr/
[2] Mesut
Günenç, Tom Stoppard’ın Rosencrantz ve Guildenstern Öldüler ve Travestiler
Oyunlarında Postmodern Söylem, Selçuk Ün. Sos. Bil. Ens. Der. 2017; (37):
231-242.
[3] Arpine
MIZIKYAN, Rosencrantz ve Guildenstern Gerçekten Öldüler Mi Yoksa
Zaten Ölü müydüler?, Litera: Dil Edebiyat ve Kültür Araştırmaları Dergisi, Yıl
2010, Cilt 23, Sayı 2, s. 23 - 38
[4] Sevda
Şener, Dünden Bugüne Tiyatro Düşüncesi, İstanbul, Metis Yayınları, 1992.
[5] Arpine
MIZIKYAN, Rosencrantz ve Guildenstern Gerçekten Öldüler Mi Yoksa Zaten Ölü
müydüler?, Litera: Dil Edebiyat ve Kültür Araştırmaları Dergisi, Yıl 2010, Cilt
23, Sayı 2, s. 23 – 38
[6] Arpine
MIZIKYAN, Rosencrantz ve Guildenstern Gerçekten Öldüler Mi Yoksa Zaten Ölü
müydüler?, Litera: Dil Edebiyat ve Kültür Araştırmaları Dergisi, Yıl 2010, Cilt
23, Sayı 2, s. 23 – 38
[7] Mesut
Günenç, Tom Stoppard’ın Rosencrantz ve Guildenstern Öldüler ve Travestiler
Oyunlarında Postmodern Söylem, Selçuk Ün. Sos. Bil. Ens. Der. 2017; (37):
231-242.
[8] Tom
Stoppard, Toplu Oyunları I: Rosencrantz ve Guildenstern Öldüler, Travestiler,
Gerçek Şey. Rosencrantz ve Guildenstern Öldüler, Çev. M. Hamit Çalışkan, Ankara, Dost Kitabevi
Yayınları, 2000.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz için teşekkürler