Geleneksel düşünme biçimimiz, yaşadığımız çağ ve o çağa ilişkin üretim/ paylaşım ilişkileri, eğitim, kültür ve ahlak gibi bir dizi “şeyden” etkilenir. Bu neden önemlidir? Çünkü en basit ifadeyle bir şeyi tanımlarken dahi düşünme biçimimiz ve içinde yaşadığımız çağın nevi özellikleri temel belirleyici olabilmektedir. Buradan hareketle ele alındığında aslında tam bir geçiş noktasında yer aldığımız kanaati yaygın olarak dillenmektedir. Kuşkusuz buna dair söylenecek çok şey var; ancak yaşadığımız çağ artık “modernite” içinde ya da kapitalizmin gelişme çağının sınırlarında tarif edilebilmekten hayli uzaklaşmıştır. Etrafımızı çevreleyen uyaranlar bile 5-10 yıl öncesinin çok ötesindedir. Elbette bu yargıya dair söylenecek ve dile getirilecek pek çok tez ya da anti tez söz konusu. Ancak şu tespitlere kimse itiraz edemez: Bugünün dünyası artık iki dünya savaşı geçirmiş; durmadan bölgesel savaşlar, yıkımlar, işgaller, katliamlar ve krizlerle yüz yüze gelen bir dünyadır. Dolayısıyla böyle bir dünyayı şimdi ve geçmişle bir tutmak zaten mümkün değil, ama şimdiyi tüm bu saydıklarımızdan bağımsız ve ondan kopuk tarif etmek de bana göre mümkün değil.
***
Avrupa’da 17. yüzyıldan itibaren tüm üretim alanları ile toplumsal yaşamda gerçekleşen altüst oluşlar özellikle teknolojik atılım ve ekonomik büyüme insanlığı düşünsel, kültürel ve ekonomik bir devrim sürecine sokmuştur. Büyük ölçekli bu değişim dalga dalga tüm dünyaya yayılarak, kendini kapitalist üretim ilişkileri ve “modern” diye tabir edilen bir dünya kurgusu tarif etmeye başlamıştır. Öncekinden devrimci bir kopuşu ifade eden bu tanımlama, artık düne ait olmayan, onu reddeden ve eskisinden bütünüyle farklı bir yaşam tasavvurunu da ifade etmekteydi.
![]() |
Jean-François Lyotard |
Postmodern düşünce kendinden önceki felsefeyi ve onun dayandığı akılcılığı sorgularken modern olanın ne denli “meşru” olduğu üzerinden bir tartışma ile işe girişir. Burada hakim veyahut yaygın yargının meşruiyeti sorgulanır hale gelmekte, bilgiye teklik payesi biçmeyi ve ona dair evrensel varsayımları bütünüyle reddetmektedir.
Kapitalist ilişkilerin değişmesi, üretim, paylaşım ve sınıfsal varoluşun farklılaşması tezinden hareketle modernizmin bugünü anlatmada/kapsamada yetersiz kaldığı tezi gün geçtikçe hakim görüş haline gelmektedir. Bilhassa “savaşlar öncesi” düşünme biçimleriyle tarif edilebilecek o noktanın çok ötesine geçtiğimiz tartışmasızdır. Elbette bunda modernizmin vaat ettikleri ile yaşanan realite arasındaki diğer çelişkilerin geldiği boyutu da eklemek gerekir. Başka bir deyişle Birinci Dünya Savaşının yarattığı fiili, düşünsel ve ruhsal yıkımın yaraları sarılmadan gelen İkinci Dünya Savaşı, kapitalizmin (ya da modernizmin) sorgulanmasını kaçınılmaz kılmıştır. (Elbette bu noktada sosyalist Sovyetler’in baskısını da göz ardı etmemek gerekiyor.) Bırakın vaatlerini yerine getirmeyi, insanlığı bir varlık yokluk sorunuyla karşı karşıya getiren kurulu düzenin yarattığı kırılma, düşünürleri ister istemez farklı bir düşünme sürecine sevk etmiştir. İnsan yaşadığı çağın, düşünme ve bilgi üretme kapasitesini ya da buna dair süreçleri tarif ederken içinde bulunduğu değerler dünyasından çıkış alır. En azından modernizm içinde şekillenen düşünme biçimimiz böyleydi ve bir şeyi genel olarak tarihsel gelişimi, nedenselliği ve işlevselliği ile tarif etme eğilimimiz ağır basmaktaydı.
Dünya tarihini düşünsel manada bir sınıflama içine almaya çalışırsak; postmodernizm, ağırlıklı olarak modernizm sonrası yani 20. yüzyıldan itibaren karşımıza çıkan bir kavram. Kuşkusuz bu kavrama ilişkin tarihsel belirlemeler daha da eskilere dayanmaktadır. Postmodernizmin tanımına ya da çerçevesine dair tam ve herkesçe kabul gören veya üzerinde uzlaşılmış bir tarif yoktur. Ve aslında bu durum dahi tam da postmodern anlayışa uygun bir durumdur. Bu anlamda postmodernizm kavram olarak karmaşık oluşunun kendisi doğrudan bu kavramın ve bu kavramda ifadesini bulan düşünme süreci ile düşünsel çıktıların anlaşılmasının zorluğundan kaynaklanmaktadır. İşte tam da bu yüzden postmodernizm tek bir alana veya disipline sığdırılamamakta, tarihsel gelişimi farklı tarihlerde ve farklı disiplinler içinde bambaşka görüngülerle (bazen birbiriyle taban tabana çatışan) biçimlerde ortaya çıkmaktadır. Bu yüzden, “postmodernizm kavramının tek bir izahı mümkün görünmemektedir, bunun yerine postmodernizm hakkında yorum yapılabilmektedir”[2] gibi görüşler genel kabul görmektedir.
“Bütüncül
teoriler karşısında perspektif çokluğunu, evrensellik karşısında yerellik ve
tikelliği, hakikat karşısında yorumu ve göreliliği, politika ve etik karşısında
estetiği, ideoloji eleştirisi karşısında yapıbozumunu, gerçeklik karşısında
imgeleri, temsil karşısında benzetimi (simülasyon), zaman karşısında mekânı,
çelişki karşısında farklılıkları, sınıf karşısında kimlikleri, gereklilik
karşısında olumsallığı ve kaosu öne çıkaran, bilgiye, akılcılığa, kurtuluş söylemlerine
kuşkuyla bakanların paylaştığı, estetize edilmiş bir ruh hali…”[3]
olarak tarif edilen potmodernizmin sadece “ne olduğu” üzerine sayısız çalışma
vardır. Ve günümüzde de bu anlam arayışı ve üretimi devam etmektedir.
“Ne” olduğu üzerinde uzlaşılamayan böylesi bir düşünme biçiminin[4] tanımını, tarihini ya da gelişim haritasını çıkarmak mümkün müdür? Hele ki sözünü ettiğimiz düşünme biçimi modern bilimin kabul ettiği tüm bu tarifleme biçimlerini reddederken! Yine de düşünce sistematiğimizin şekillendiği dünyadan bakma zorunluluğu (ki postmodernizm bunu da reddeder!) bizi bir tanıma ya da tarihsel gelişimi ortaya koymaya zorlamaktadır. Farklı dönemlerde ve farklı alanlarda kendini göstermeye başlayan postmodernizmin bu noktada da istikrarlı bir varoluşu yoktur. Yani mimari alanındaki postmodernizm ile sanat alanındaki postmodernizmin tarihsel ve epistemolojik gelişimi birbirinden apayrıdır. Bir tanımlama ne denli zor olursa olsun postmodern sözcüğü "ilk olarak 1930'ların Hispanik dünyasında, İngiltere ile Amerika'da ortaya çıkışından bir kuşak önce belirmeye başlamıştır. Postmodernismo terimini, Unamuno ile Ortega'nın dostu Federico de Onis ortaya atmıştı. De Onis bu terimi, ‘modernizmin kendi içindeki muhafazakâr gerileyişi’” şeklinde tanımlamıştır.[5]
![]() |
Arnold Joseph Toynbee |
Lyotard da “Postmodern Durum” adlı çalışmasında “Çalışma hipotezimiz, toplumlar postendüstriyel çağa, kültürel postmodern çağa girerken bilginin de statü değiştirdiğidir. Bu geçiş süreci en geç 50'li yılların sonundan itibaren başlamıştır ki, bu tarih Avrupa'nın kendini yeniden inşa sürecinin sonuna denk gelmektedir.”[7] diyerek yine savaşa ve yeniden inşa sürecine işaret etmiştir.
Bu tarihsel belirlemeye Toynbee’nin tarihsel dönem sınıflamasını da eklersek aslında kavramsal gelişim ile tarihsel var oluş arasında da bir bağ yakalamış oluruz: “Toynbee’ye göre Batı’nın tarihinde dört dönemden bahsetmek mümkündür. Bunlar, Karalık Çağlar (7. yüzyıldan 11. yüzyıla kadar), Ortaçağlar (11. Yüzyıldan 15. yüzyıla kadar), Modern Çağlar (15. yüzyıldan 19. yüzyılın sonuna kadar) ve Postmodern Çağ olarak tanımlanmaktadır.”[8]
![]() |
Fredric Jameson |
“Postmodern bilgi iktidarların aleti olmakla kalmıyor; farklara karşı duyarlığımızı keskinleştirip ortak ölçüye vurulamayanı kaldırma yeteneğimizi kuvvetlendiriyor. Kendisi de varoluş nedenini uzmanların homolojisinde değil, mucitlerin paralojisinde buluyor.”[9]
Postmodernizmin en belirgin özelliklerine
bakmaya çalıştığımızda aslında yekpare bir sistemden bahsetmek mümkün değildir.
Yani postmodernizm konusunda ortaklaşılmış, üzerinden karar kılınmış bir
anlayış ya da yaklaşım yoktur; ama bunun üzerine yürütülen tartışmalar
külliyatı vardır. Her ne kadar genel durum böyle olsa da okumalar çerçevesinde
bazı kesişen ya da çoğunluk açısından kesişen (ki postmodernizm çoğunluk
fikrine de karşıdır; ama mesela “çoğulculuk” onun düsturudur!) noktalar tespit
edilebilir. Mesela modernizmin temel aldığı aydınlanma gibi modernleşmeyi
yakalamakta araçsallaştırılmış bazı unsurlar postmodernizmde sorunsallaştırılmıştır.
Yine Postmodernizme göre büyük anlatıların devri sona ermiştir.
“Çağdaş toplum ve kültürde, sanayi-sonrası toplum ve postmodern kültürde, bilginin meşrulaştırılması sorunu artık başka terimlerle ortaya konuyor. Büyük anlatı, kendisine yüklenen birleştirme tarzı ne olursa olsun, yani ister spekülatif anlatı ister özgürleşme anlatısı söz konusu olsun, artık inanılırlığını yitirmiştir. Anlatıların böyle gözden düşüşünde, İkinci Dünya Savaşı'ndan itibaren teknik ve teknolojilerde görülen ve vurguyu eylemin amaçlarından ziyade araçları üzerine kaydıran büyük atılımın ya da ileri kapitalizmin, 1930-1960'lı yılları Keynesçiliğin koruması altında nispeten çekingen kalarak geçirdikten sonra yeniden harekete geçip yayılışıyla yarattığı, komünist seçeneği saf dışı ederek mal ve hizmetlerden bireyselce yararlanma ilkesini tekrar değerlendiren yeni zihniyetin sonucunu görmek mümkündür.”[10]
Marksist ideolojinin sınıfsal özgürleşme düşü, Darwin’in evrim teorisi gibi bütünsel anlatılar ve hatta liberalizmin bile mutlak ve kapsayıcılığından bahsedilemez. Elbette savaşlarla dünyayı yaşanmaz kılan ve hatta insanı yeryüzünden silme tehdidi taşıyan bir sistem ve onun düşünce türevlerinin bu çıkarsamayı yapması şaşırtıcı değil! Ancak tarihin ileriye doğru gelişiminde kaçınılmaz bir son gören ve kendi yokluğunun/ yok oluşunun kaçınılmazlığını keşfeden bir sınıfın kendi adına “tarihin sonu” tezini ilan etmesi, “tarihselcilik” eleştirilerini dile getirmesi ve tüm bunlardan hareketle tarihi döngüsel bir harekete indirgeme gayretleri bana kalırsa hep aynı amaca hizmet ediyor.
“Postmodern bilim kararverilemezlerle, kontrol dakikliğinin sınırlarıyla, kuanturnlarla, eksik enformasyonlu çatışmalarla, "kesir"lerle, katastroflarla, pragmatik paradokslada meşgul olmak suretiyle, kendi evriminin kuramını da süreksiz, katastrofik, doğrultulamaz, paradoksal olarak kurmuş oluyor. Bilgi (savoir) kelimesinin anlamını değiştiriyor ve bu değişikliğin nasıl olabileceğini söylüyor. Bilinen değil bilinmeyen üretiyor.”[11]
Bu anlamda burjuva felsefesi alanındaki tüm çabaların birleşme noktasının, tarihin ileriye doğru hareketini durdurmak (en azından böyle bir hayal görmek!) ve tarihi bugünde dondurmaktan ibaret olduğu söylenebilir. Özetle bu eşitsiz, kaotik dünya cehennemi adeta bize kader gibi sunulmaktadır postmodernizmde.
Gottdiener gösterge ve dil gibi kavramlarını esas alarak çok anlamlılığın aslında anlamı yok ettiği ve herkesçe kabul görecek bir anlam dünyasının inşa edilemeyeceği, dolayısıyla çoğunluk fikrinin tarihe karıştığı ilan edilir: “Yapısökümcüler ve postmodern felsefeciler için çokanlamlılık bütün büyük anlam ve yorumlama dizgelerinin temelini sarsmaktadır.”[12]
Postmodernizmin mevcut bilim anlayışını sorgulaması, bu sorgulamayı üst boyuta çıkararak doğruluğun ya da doğruluk temsili iddialarının olanaksızlığı tezlerini savunması özellikle postmodernizme yönelik eleştirilerin önemli kaynağı olmuştur.
“Altmışların başlarında ‘ideolojilerin sonu’ ile başlayan bir eskatoloji furyası, yetmişlerde ve seksenlerde yeni Fransız düşüncesi namıyla ‘insanın sonu’nu ilan ederek devam etti. Bu furyanın oluşturduğu karambolde proleteryaya, başkaldırıya, devrime, ideolojiye, hümanizme, kısacası Lyotard’ın sonradan ‘büyük anlatılar’ olarak niteleyeceği bir sürü ideale veda edildi.”[13]
Postmodernizmin son kertede devlete de karşı çıkan anarşist görünümlü bir yaklaşım da sergiler. Ancak bu noktada da modernizmin var ettiği ulus devletin çözülmesi ve bunun yerine kapitalizmin sınır tanımayan formunun öne çıkarılması ihtiyacı hissedilmektedir. Ekonomik toplumsal gelişimin özünde bulunan zorunluluk ilişkileri, diyalektik çelişkileri oluşturan sebepler ve onların çözümü ekseninde ortaya konan gelişmeler; bu gelişmeleri sağlayan olaylar arasındaki bağıntılar, hem nicel hem de nitel değişim ve dönüşümler…. Bunlar ortadan kaldırıldığında geriye sadece belirsizlik, rastlantısallık ve bilinemezcilik kalmaktadır. İşte bu düşünce sistematiğini geliştiren egemen sınıf, tam da bu düşünceleri temellendirmek adına belirsizlik ve kaos teorilerine sarılmaktadır.
KAYNAKÇA
·
Allan Megill, Aşırılığın Peygamberleri Nietzsche
- Heidegger - Foucault – Derrida, Çev. Tuncay Birkan, Metis Yay, İstanbul, 2021
· Bahar Ayaz, Geç kapitalizm: Medya ve sanatta
içeriğin metalaşması ve anlamsızlaşması, Abant kültürel Araştırmalar Dergisi (AKAR),
2016, Cilt 1, Sayı 1.
·
Fredric Jameson, Modernizm İdeolojisi Edebiyat
Yazıları, Çev. Kemal Atakay- Tuncay Birkan, Metis Yay., İstanbul, 2008.
·
Fredric Jameson, Postmodernizm ya da Geç
Kapitalizmin Kültürel Mantığı, Çev. Nuri Plümer - Abdülkadir Gölcü, Nirengi
Kitap, Ankara, 2008.
·
Gencay Şaylan, Postmodernizm, 4. Baskı, İmge
Kitabevi Yay., Ankara, 2009.
Hasan Tüzen, Postmodernizm Mitosu, SDÜ Fen
Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Mayıs 2008, Sayı:17, s.145-158.
·
Jean Baudrillard, Şeytana Satılan Ruh ya da
Kötülüğün Egemenliği, Çev. Oğuz Adanır, DoğuBatı Yay., 2015.
· Jean-François Lyotard, Postmodern Durum, Çev:
İsmet Birkan, Bilgesu Yayıncılık, Ankara, 2013.
·
Jean Baudrillard, Neden Her Şey Yok Olup
Gitmedi?, Çev. Oğuz Adanır, Boğaziçi Üniv. Yay., 2012.
·
Kasım Küçükalp, Nietzsche ve Postmodernizm,
İstanbul, Paradigma Yayınları, 2003.
·
Mark Gottdiener, Postmodern Göstergeler, İmge
Kitabevi Yay., 1 Baskı, Ankara, 2005.
·
Mike Gane, Radikal Belirsizlik, Çev. Ali Utku,
Serhat Toker, İstanbul, De Ki Yayınları, 2008.
·
Mustafa Dikmen, Jean Baudrillard ve
Posmodernizm, Uludağ Üniv. Sosyal Bilimler Fak. Yüksek Lisans Tezi, Bursa, 2016.
·
Perry Anderson, Postmodernizmin Kökenleri, çev.
Elçin Gen, İstanbul 2002.
·
Seyfettin Aslan - Abdullah Yılmaz, Modernizme Bir Başkaldırı
Projesi Olarak Postmodernizm, Cumhuriyet Üniv. İktisadi ve İdari Bilimler
Dergisi, Cilt 2, Sayı 2.
[1] Lyotard,
Postmodern Durum, çev. İsmet Birkan, Ankara, Bilgesu Yayıncılık, 2013, s. 7.
[3] Hasan Tüzen,
Postmodernizm Mitosu, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Mayıs
2008, Sayı:17, s.147
[4] Bu çalışmada
postmodernizmin sanattan, siyasete ve felsefeye kadar sirayet eden bir düşünme
şekli olduğu tezinden hareketle onu bir “düşünme biçimi” olarak tarif etmeyi
uygun gördüm.
[6] Seyfettin Aslan
- Abdullah Yılmaz, Modernizme Bir
Başkaldırı Projesi Olarak Postmodernizm, Cumhuriyet Üniv. İktisadi ve İdari
Bilimler Dergisi, Cilt 2, Sayı 2, s. 98
[7] Jean-François
Lyotard, Postmodern Durum, Çev: İsmet Birkan, Bilgesu Yayıncılık, Ankara, 2013,
s. 11.
[9] Jean-François
Lyotard, Postmodern Durum, Çev: İsmet Birkan, Bilgesu Yayıncılık, Ankara, 2013,
s. 9.
[10] Jean-François
Lyotard, Postmodern Durum, Çev: İsmet Birkan, Bilgesu Yayıncılık, Ankara, 2013,
s. 74.
[11] A.g.e., s.
113-114.
[12] Mark Gottdiener,
Postmodern Göstergeler, İmge Kitabevi Yay., 1 Baskı, Ankara, 2005, s. 41-42.
[13] Seyfettin Aslan
- Abdullah Yılmaz, Modernizme Bir
Başkaldırı Projesi Olarak Postmodernizm, Cumhuriyet Üniv. İktisadi ve İdari
Bilimler Dergisi, Cilt 2, Sayı 2, s. 99
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuz için teşekkürler