10 Kasım 2022 Perşembe

JEAN BAUDRİLLARD VE SİMÜLASYON KURAMI

Postmodern düşünce içinde anılan Baudrillard, genel olarak tek bir felsefi akım, siyasi görüş, toplumsal hareket içinde değerlendirilmez. Kendine has bir düşünce sistematiği olan Baudrillard, erken yaşta Nietzsche üzerine bir tez yazar.[1]  Aynı sürecin devamında Almanca öğretmenliği yapmış ve akademide Roland Barthes ve Henri Lefebvre gibi dönemin iki önemli isimden ders alıp onlardan büyük oranda etkilenir. Özellikle Barthes’ın göstergebilim metodundan etkilenen Baudrillard, bu metodu geliştirerek, bunu nesnelere yönelik çözümlemelerde kullanmıştır.[2]

POSTMODERNİZM NEDİR? PORTMODERNİZM ÜZERİNE DÜŞÜNCELER


Geleneksel düşünme biçimimiz, yaşadığımız çağ ve o çağa ilişkin üretim/ paylaşım ilişkileri, eğitim, kültür ve ahlak gibi bir dizi “şeyden” etkilenir. Bu neden önemlidir? Çünkü en basit ifadeyle bir şeyi tanımlarken dahi düşünme biçimimiz ve içinde yaşadığımız çağın nevi özellikleri temel belirleyici olabilmektedir. Buradan hareketle ele alındığında aslında tam bir geçiş noktasında yer aldığımız kanaati yaygın olarak dillenmektedir. Kuşkusuz buna dair söylenecek çok şey var; ancak yaşadığımız çağ artık “modernite” içinde ya da kapitalizmin gelişme çağının sınırlarında tarif edilebilmekten hayli uzaklaşmıştır. Etrafımızı çevreleyen uyaranlar bile 5-10 yıl öncesinin çok ötesindedir. Elbette bu yargıya dair söylenecek ve dile getirilecek pek çok tez ya da anti tez söz konusu. Ancak şu tespitlere kimse itiraz edemez: Bugünün dünyası artık iki dünya savaşı geçirmiş; durmadan bölgesel savaşlar, yıkımlar, işgaller, katliamlar ve krizlerle yüz yüze gelen bir dünyadır. Dolayısıyla böyle bir dünyayı şimdi ve geçmişle bir tutmak zaten mümkün değil, ama şimdiyi tüm bu saydıklarımızdan bağımsız ve ondan kopuk tarif etmek de bana göre mümkün değil.

9 Kasım 2022 Çarşamba

TOM STOPPARD TİYATROSU VE “ROSENCRANTZ VE GUILDENSTERN ÖLDÜLER” OYUNU ÜZERİNE

En önemli Çağdaş İngiliz oyun yazarlarından biri olarak kabul edilen Tom Stoppard, 3 Temmuz 1937 de Çekoslavakya’da doğar. Çocukluk dönemi II. Dünya savaşı ve istilalar dönemine denk gelir. Savaşın yarattığı zorunluluklar nedeniyle sırasıyla Singapur, Hindistan ve İngiltere’ye gitmek zorunda kalır. İngiltere’ye yerleşip vatandaş olur. Genç yaşta gazetecilik mesleğine başlar.

16 Ağustos 2022 Salı

PARİS GEZİ NOTLARI

8 Ağustos 2022 tarihinde zorlu mücadelelerin ardından nihayet Paris Orly Havaalanı'na inebildim. Aslında Fransa /Paris seyahatinden önce vize alım süreci de ayrıca anlatılmaya değer rezilliklerle doluydu. Yine de o tatsız süreci sonra anlatırım..

Malum benimki hem ziyaret hem iş... Yani bir taraftan kentin altını üstüne getireceğim diğer yandan da buradaki harcamaları bir nebze de olsa karşılayacağım. Olur mu olur, ki bu satırları yazarken (16 Ağustos) yorgun argın dönülen bir şantiye mesaisi sonrasında koltukta bitap halde uzanmış bulunuyorum.

Birçok kente gittiğimde doğrusu hayal kırıklığı yaşadım. (Çinliler'de de "Paris Sendromu" diye bir şey varmış, ne olduğunu ben de bilmiyorum, merak edenler Google'a başvurabilir.) Neyse ne diyordum, pek çok kenti gördüğümde hayal kırıklığı yaşadım ama biliyor musunuz, Paris her şeyiyle tam tamına hayal ettiğim gibi hatta daha fazlasıydı. 

22 Haziran 2022 Çarşamba

DTCF'DE BİR ZAMANLAR: KARPUZ FANZİN

Tam yılını hatırlamıyorum ama 2000'li yılların başında genelde Türk Dili ve Edebiyatı bölümü öğrencilerinin hazırlayıp yayınladığı bir fanzindi Karpuz.

Karpuz'u Şakınç adlı arkadaşımız kaleme alır ve fotokopiyle çoğalttıp dağıtırdık. 

15 Nisan 2022 Cuma

Ömür Hanımla Güz Konuşmaları

 

…Ve güz geldi Ömür hanım. Dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul. İnsanın içini karartan bulutların seferi var göğün maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak. İncecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin.

 

Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı… ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı, yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir engebeler atlası. Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür hanım?

Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize?

27 Şubat 2022 Pazar

KRAL LEAR OYUNUNUN ANALİZİ

Kral Lear, Shakespeare’in en ünlü tragedyalarındandır. Oyun kısaca yaşlandıktan sonra tahtını kızları arasında paylaştırıp kenara çekilmek; yaşamının son demlerini zevk ve sefa içinde geçirmek isteyen Kral Lear’ın tercihlerini yaparken düştüğü hataları ve bu hatalar sonucunda vardığı insani olgunluk düzeyini konu alır. Shakespeare bu oyun üzerinden, kusurlu olmanın farkındalığını ve bu yolda yaşanan serüvenleri, oyunun çok katmanlı dünyasından hareketle anlatmaya girişmiştir. Tabi bu yolda aile dinamikleri kadar güç ve iktidar ilişkilerini de sorgulamaya girişir. İlk defa 1606’da sahnelenen bu trajedi, genel olarak kasvetli bir atmosferde geçer. Özellikle oyunda özel ağırlığı olan bir fırtına sahnesi vardır ki anlatının bütünü ve iletisi açısından özel bir ağırlığa sahiptir.

Kral Lear, tahtını, üç kızı (Goneril, Regan ve Cordelia) arasında bölüştürecekken bunu bir kibir törenine dönüştürür. Karar verirken de kibrinin, parlayan duygularının etkisi altında kalan Kral Lear, iki kızına mirasta öncelik tanıyarak ilk trajik hatasını gerçekleştirir. Bundan sonra ise yaşadığı hayal kırıklıkları ve ihanetler ile deliliğe doğru kademeli olarak ilerler.

26 Şubat 2022 Cumartesi

AVRUPA'DA SAVAŞ!

  


12 Temmuz 2006 tarihinde İsrail fiilen Lübnan’la savaşa tutuşmuştu. O günlerde içimde büyük bir acıyla sesi duyulmayanların sesi olmak için çırpınırken şöyle yazmıştım:

‘Sadece yüreğim değil; tarihim, düşlerim, özlemlerim kanıyor... Dünyanın orta yerinde, dünyanın gözleri önünde bir kıyım yaşanıyor! İşte "modern dünya"nın gerçek yüzü: Modern Barbarlık, maskelenmiş kıyımlar, yalan iktidarlar...’

11 Şubat 2022 Cuma

MÜRVER ÇİÇEKLERİ GİBİ


"Wahdon" (Yalnızlar) şiiri Lübnanlı Şair Talal Haydar tarafından yazılmış, Arap müziğinin eşsiz sesi Feyruz’un oğlu Ziad Rahbani tarafından bestelenmiştir. Sonradan bu şiir yine Feyruz'un öfke ve gam yüklü sesinde hayat bulmuştur. 

 Şiirin yazımına dair şöyle bir hikaye anlatılır: 

12 Ocak 2022 Çarşamba

İRAN'DAN YÜKSELEN BİR ÇIĞLIK: ABBAS KİYARÜSTEMİ


Başarılı yönetmen Abbas Kiyarüstemi, ömrünün son demlerinde yattığı hastane odasında, İran'ın ünlü şair ve düşünürü Şirazlı Sadi'nin (Sadi Şirazi) sözlerinden bestelenmiş بهار آخر 'Sonbahar' isimli şarkıyı dinlemek ister. Solmaz Naraghi'nin muhteşem yorumuyla ortaya bu görüntü çıkar...


Bu şarkıyla tanıdığım Abbas Kiyarüstemi, muhteşem bir sanatçı ve yönetmen... Onu bu kadar geç tanımak büyük kayıp...

19 Ekim 2021 Salı

WİLLİAM SHAKESPEARE'İN HAYATI VE MACBET OYUNUNU

WİLLİAM SHAKESPEARE'İN HAYATI

23 Nisan 1564 tarihinde Stratford Upon Avon Warwickshire'de doğmuştur. Yaşamına ilişkin kısıtlı bilgilerin çelişkilerle dolu olmasına rağmen kilise, belediye ve saray kayıtlarından çeşitli bilgiler elde edilmeye çalışılmıştır. Buna göre saygın ve maddi düzeyi yüksek bir aileden gelme olduğu anlaşılmıştır. StratfordUpon-A von'da öğrenimini tamamlamış, 1852'de bir toprak sahibinin kızı olan ve kendinden sekiz yaş büyük Anne Hathaway ile evlenmiştir. 1585'de Stratford'tan ayrılmıştır. Bu yılla, hakkındaki ilk atıfın göründüğü 1592 yılı arasında yaşamı ile ilgili hiç bir şey bilmiyoruz. 1613 yıllarında Stratford'a geri dönmüştür. 23 Nisan 1616 'da Stratford'ta ölen William Shakespeare yaşamı boyunca 37 oyun, 154 sone ve 2 uzun ve konulu şiir yazmıştır. Tüm oyunları 1623 yılında arkadaşları tarafından yayınlanmıştır. William Shakespeare, sadece İngiliz edebiyatının değil, dünya edebiyatının gelmiş geçmiş en önemli yazarlarından biri olarak kabul edilmektedir. Yazın konusunda bir deha olarak değerlendirilen Shakespeare, eserleriyle tiyatroya yön vermiş olsa da yaşamına ilişkin bilgiler kesin değildir. Ve hakkında pek fazla şey bilinmemektedir. Shakespeare’i ve onun edebiyatını incelemek bir uzmanlık alanıdır. Öyle ki İngiliz dili ve edebiyatı öğretiminde Shakespeare ayrı bir ders olarak okutulmaktadır.

29 Nisan 2021 Perşembe

ARTAUD VE GROTOWSKİ’NİN SANAT ANLAYIŞLARI ÜZERİNE

Artaud ile Grotowski’nin sanat anlayışlarını karşılaştırmadan önce bunların sanat anlayışlarına dair bir değerlendirme yapmaya ardında da sanat anlayışlarında kesişen noktaları belirlemeye çalışalım.

Fransız oyun yazarı ve şair Antonin Artaud avangart tiyatronun önde gelen kuramcılarından kabul edilmektedir. Andre Breton, R.Vitrac ve Louis Aragon’la birlikte sürrealizm hareketinin önemli temsilcilerindendir. 1927 yılında sürrealistlerle bağını kopararak bağımsız çalışmalarını sürdüren Artaud, 1932 ve 1933 yıllarında “Vahşet tiyatrosu” bildirilerini kaleme alır. Tiyatro görüşlerini ise “Tiyatro  ve İkiz” (Le théâtre et son double) adlı yapıtında anlatır.

Artaud’un tiyatro anlayışının temelinde “yasamla sanat arasındaki ayrımın ortadan kaldırılması” fikri yatar. Öyle ki  Artaud’ya göre tiyatro, bir oyun olmanın ötesinde oyuncu ve seyirci açısından hakiki bir yaşantı ve kendini keşfetmenin bir aracı olmalıdır. Böyle bir anlayışla inşa edilen tiyatroda seyirci de hayata içkin olanı bulmalı, bir bakımı kendini keşfetmeli, kendi iç yolculuğuna çıkabilmelidir. Buradan hareketle de Artaud, “tiyatronun toplumu değiştirme gücü”ne inanmış, sanatın işlevselliğini merkeze alan toplumcu (toplumu iyileştirici) yanını öne çıkarmıştır.

ERWİN PİSKATOR VE POLİTİK TİYATRO

Piscator’un “Politik Tiyatro” alanındaki çalışmaları aynı ismi taşıyan kitabında toplanmıştır. Bu yapıt da modern tiyatronun önemli çalışmaları arasında gösterilmektedir. Özellikle Alman faşizmin yükselişe geçtiği yıllarda gelişen yeni bir tiyatro anlayışının, epik tiyatronun gelişimi, döneme damga vuran ve bugüne de ışık tutan oyunları, bu oyunların hazırlık süreçleri, dekorları, kısacası dönemin tiyatro dünyasına açılan bir kapı niteliğinde görülebilir.

 Eserlerinde döneminin güncel politik olaylarını da sahneye yansıtan ve bunu gerçekleştirmek için modern teknolojinin tüm olanaklarından yararlanan Piscator, 1920’lerin sonlarında Aslan Asker Şvayk'la dikkatleri üzerine çeker. Ancak bu süreçte yalnız değildir. Epik tiyatronun kurucu ismi Brecht’ten;  Toller, Tucholsky, Mehring, Gropius ve George Grosz’a kadar önemli isimlerle çalışmış, birlikte projeler üretmiştir. Piscator, tiyatroya saydam projeksiyonu, film ve çizgi film kullanımı gibi yenilikleri getirerek teknolojiyi işe koşmuş bununla beraber de yeni ve ileri sahne mimarisi tekniği geliştirmiştir.

ANTİK YUNAN’DAN BERTOLT BRECHT’E İLLÜZYON KAVRAMI

Sahne, yönetmenin temel anlatım alanlarından biridir. Oyuncunun evrenini ortaya koyabilen bu alan yönetmenin tasarım algısıyla zengin anlatım olanakları sunar. Elbette sahne, salt metinsel boyutta değil, dış mekânda da var olabilen bir anlatım aracıdır. 

Tiyatro tarihi, sürekli değişen anlatım ve ifade biçimlerine uyarak, çağların ihtiyaçları çerçevesinde dinamik bir değişim göstermiştir. Tiyatro ve onun anlatım araçları, her toplumun düşünce ve yaşam biçimi, anlatım, ifade ve dil kalıpları, dini, siyasi ve toplumsal yapısından bağımsız ele alınamaz. Çağımızda da, ulusların sanatsal etkinlikleri dönemin düşünsel, siyasal ve toplumsal gelişmelerinden bağımsız açıklanamaz.

Tiyatronun Antik Roma döneminde, seyircinin duygularını harekete geçirmek için başlıca ve olmazsa olmaz şart, bu duyguların öncelikle oyuncu tarafından hissedilmesi gerekliliği düşüncesi egemendi. Bu dönemde yanılsama seyirci ile izleyici arasında tam bir duygu geçişine dayanıyordu. Bu yaklaşım Horatius’un, eğer bir oyuncu seyirciyi ağlatacaksa, öncelikle kendi de kederi hissetmelidir, düşüncesiyle özetlenebilir (Carlson, 2008:25).

VAHŞET TİYATROSU

Vahşet Tiyatrosu, ilk olarak Artaud tarafından ortaya atılan bir kavramdır. Artaud, bu kavramı "Tiyatro ve İkizi" adlı eserinde ayrıntılı biçimde açıklar.

Fransız oyun yazarı ve şair Antonin Artaud avangart tiyatronun önde gelen kuramcılarından kabul edilmektedir. Andre Breton, R.Vitrac ve Louis Aragon’la birlikte sürrealizm hareketinin önemli temsilcilerindendir. 1927 yılında sürrealistlerle bağını kopararak bağımsız çalışmalarını sürdüren Artaud, 1932 ve 1933 yıllarında “Vahşet tiyatrosu” bildirilerini kaleme alır. Tiyatro görüşlerini ise “Tiyatro  ve İkizi” (Le théâtre et son double) adlı yapıtında anlatır.

Artaud’un tiyatro anlayışının temelinde “Yaşamla sanat arasındaki ayrımın ortadan kaldırılması” fikri yatar. Öyle ki Artaud’ya göre tiyatro, bir oyun olmanın ötesinde oyuncu ve seyirci açısından hakiki bir yaşantı ve kendini keşfetmenin bir aracı olmalıdır. Böyle bir anlayışla inşa edilen tiyatroda seyirci de hayata içkin olanı bulmalı, bir bakımı kendini keşfetmeli, kendi iç yolculuğuna çıkabilmelidir. Buradan hareketle de Artaud, Tiyatronun toplumu değiştirme gücüne inanmış, sanatın işlevselliğini merkeze alan toplumcu (toplumu iyileştirici) yanını öne çıkarmıştır.

BERTOLT BRECHT VE DİYALEKTİK

Şiirden, tiyatro ve öykülere kadar Alman edebiyatının önemli ve üretken yazarlarından olan Bertolt Brecht, sanat anlayışını politik temeller üzerine inşa etmiştir. Kuşkusuz bu temel de Maksizm ve materyalist diyalektik yönteme dayanmaktaydı. 

Brecht bu bakış açısını sanat eserlerine de yansıtmış, fikri temellerini oluşturduğu sanat anlayışının pratiklerini de bu çerçeve de geliştirmiştir. Kaldı ki onun kuramsal ve pratik alt yapısını kurduğu epik tiyatronun olmazsa olmaz özelliği de politik bir tiyatro anlayışına dayanıyor olmasıdır.

SERVER TANİLLİ: DEVLET VE DEMOKRASİ YAPITI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER


Devlet ve Demokrasi 29 Kasım 2011’de hayatını kaybeden Prof. Dr. Server Tanilli’nin en önemli eserlerinden biri olarak kabul edilmektedir. 1987 yılında ilk basımı yapılan bu kitabın önsözünde yazarın dönem hakkındaki düşünceleri özetlenmiştir:“Türkiye, tarihinde pek az görüldüğü derin bir bunalım yaşıyor; iktisadi, sosyal ve siyasal bir bunalımdır bu. Özellikle 12 Eylül 1980’den beri toplumun en karanlık güçleri iktidardadır. Gericilik, hemen bütün köşe başlarını tutmuştur. Ülkemizde 200 yılı aşkın Aydınlanma hareketimizin, başta laikleşme olmak üzere tüm kazanımlarına reddiye çıkarılmış, toplumun ileriye dönük yürüyüşünün önüne ağır barikatlar kurulmuştur. Devletin uluslararası saygınlığı ise hemen yok gibidir.”[1]

Önsözden yapılan bu alıntı bugün okunduğunda bile bize tanıdık gelmekte, günümüzde de aynı sorunların belki katlanarak devam ettiğini göstermektedir.

Eserden yola çıkılarak hazırlanan bu çalışmada ilk olarak Tanilli’nin tarihi perspektifini ve anayasal değerlendirmeler yöntemini, ardından kitabın temelini oluşturan özellikle demokrasi kavramını ve ardından da Tanilli’nin Türkiye Anayasa tarihi ele alınacaktır.

İSPANYOL TİYATROSU VE LOPE DE VEGA

 
LOPE DE VEGA'NIN TİYATRO KURAMINA GETİRDİĞİ YENİLİKLER

DÖNEM İSPANYASI

Antik Yunan ve Roma, Rönesans’ı doğrudan etkilemiştir. Önce Roma kaynakları ardından da Yınan eserlerine dönüşle Rönesans’ın temelleri atılmıştır. Bu döneme kaynaklık eden ve günümüze ulaşabilen en önemli eserler Ars Poetica (Horatius) ve Poetika (Aristoteles)’dır. Kuşkusuz Platon’un sanata ve sanatçıya ilişkin görüşleri bu dönemde önemli ölçüde etkili olmuştur.

“Rönesans tiyatro düşünürleri Diomedes, Donatus gibi ortaçağ yazarlarının; Aristoteles, Theophrastus, Horatius, Cicero, Quintilian gibi Antikçağ düşünürlerinin görüşlerini açıklamakla ve savunmakla yetinmişlerdir. İngiliz, Fransız, İspanyol yazarlarının öncelikle İtalyan kuramcılarından etkilendikleri, onların aracılığı ile antik yazarları tanıdıkları görülür.”

İngiltere ve İspanya gibi, ekonomik olarak görece gelişkin ülkelerde canlı bir tiyatro ortamı oluşmuş, bu ülkelerdeki sanatçı ve kuramcılar, antik yazarlar dışında yerli yazarları da dikkate alarak çağdaş oyunlardan etkilenmişlerdir. Önceleri ilkel ve sıradan olmakla yaftalanan ulusal tiyatrolar giderek daha çok merkeze kaymış ve antik tiyatro eserleri ile karşılaştırılmıştır.

Ortaçağda Kilise, tiyatronun karşısında konumlanmıştır. Kilisenin ileri gelenleri, tiyatroyu kaba, bayağı, ayartıcı ve dengesiz olarak görmekteydiler. Bu yaklaşım XVII. yüzyıla kadar ağırlıklı olarak etkisini gösterir. Bu dönemde bir halk sanatı ve orta sınıfın malı olarak görülen tiyatro, İngiltere ve İspanya gibi ülkelerde, yönetici erk, tiyatro çalışmalarını kontrol altında tutabilmek adına kiliseden yana taraf tutmuşlardır (ŞENER, 2001: 77)

“Bu dönemde kilisenin tiyatroyla ilişkisi çok çelişkilidir. Tiyatro oyuncularını, dini bayramların kutlamalarında ve dini ayinlerde azizleri canlandırmaları için ödünç alan, tiyatroya Tirso de Molina, Calderón, Lope de Vega gibi en yetenekli yazarlarını sunan kilise, avlularını da tiyatro oyunlarına açarak ekonomik olarak büyür.”

Lope De Vega’nın yaşadığı çağ, İspanyol İmparatorluğu çağıdır (1492–1898). Bu dönem İspanyolların beş kıtada egemenlik alanları oluşturduğu, sömürgeci bir imparatorluk devrine tekabül eder. Hatta bu anlamda İspanya, dünyanın ilk sömürgeci devletlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla Vega’nın kaleme aldığı oyunlar imparatorluğun bu kendine has durumundan, İspanya’nın siyasi- sosyo-kültürel ve ekonomik koşullarından bağımsız olarak değerlendirilemez.

NEİL SİMON VE THE ODD COUPLE (AYKIRI İKİLİ)

      

Tam adı Marvin Neil Simon olan oyun yazarı, 1927 Amerika, Bronx’ta doğmuştur. Otuzdan fazla tiyatro oyunu ve yine onlarca TV senaryosu kaleme almıştır. Simon’un ilk oyunu 1961 yılında kaleme almış ve bu oyun aynı yıl sahnelenmiştir. Oyun o denli popüler olmuştur ki 678 kez sahnelenmiştir. Yine 1965'te kaleme aldığı ve bizim konumuz olan “The Odd Couple” oyunu ile Tony ödülünü kazanmıştır. 1991'de ise Lost in Yonkers oyunuyla Pulitzer drama ödülünü almaya hak kazanmıştır.

Oyunlarında sıradan insanların, gündelik sıkıntılarını anlatan Simon, ele aldığı konuları, derinlemesine, karmaşık ve evrensel boyutta sorgulayarak yansıtmaya özen göstermiştir.

Oyunlarında, ikili ilişkileri, evlilik yaşamındaki sorun ve çatışmaları, yaşlanma korkusu, sadakatsizlik, rekabet, hırs ve ergenlik problemleri gibi konuları anlatır. Karakterleri genellikle New Yorklu ve Yahudi’dir (kendisi gibi) 4 evlilik yapmış olan yazarın biri evlatlık olmak üzere üç çocuğu vardır. Ayrıca New York’ta kendi adına bir de tiyatro kurmuştur.

 

DİYALEKTİKTE ÖZGÜRLÜK VE ZORUNLULUK

Özgürlük ve zorunluluk, insan - doğa ilişkisini tarif etmede kullanabileceğimiz kavramlardır. Bu kavramların ilişkisini ele almadan önce özgürlük kavramı üzerinde durmak gerekiyor. En geniş anlamda özgürlük, bireyin (ya da toplumun), herhangi bir engelleme ya da kısıtlama olmaksızın düşünme, hareket etme; şartlara ya da dış etkenlere bağlı olmama durumu olarak açıklanmaktadır.[1] Peki, böyle bir özgürlük mümkün müdür? Yani şartlardan ya da dış etkenlerden yalıtık olmak mümkün müdür? İnsan, toplumsal ilişkiler içinde tarif edilen bir varlık olduğuna göre “şartlardan” ve “dış etkenlerden yalıtık” olma durumunun ne denli gerçeğe uygun olduğu tartışmalıdır..

NAZIM HİKMET'İN KAYIP ŞİİRLERİ 2: "UNUTULAN"

Nazım Hikmet'in kayıp ikinci şiiridir "Unutulan" ... Aslında eski baskı kitaplarında bulunan; ancak son yıllarda yapılan bası...