18 Ağustos 2025 Pazartesi

YABANCI

“Annem bugün öldü. Belki de dün, bilmiyorum.”

Romanın bu ilk cümlesi, Meursault’nun ölüm ama özellikle annesinin ölümü karşısındaki duyarsızlığı ve geleneksel ahlaki değerlere bir başkaldır olarak görülür. Ama esasen Camus’nün absürd felsefesinin özünü de yatar burada... Yaşam, onun gözünde “anlamdan yoksun” bir akıştır; ölüm ise bu akışın rastlantısal bir sonucundan ibarettir. Hepsi bu!

Camus’nün 1942’de yayımlanan Yabancı adlı romanı, modern edebiyatın en çarpıcı varoluşçu ve absürt metinlerinden biridir.

ATXAGA'NIN YALNIZ ADAM'I

10 Kasım 2005
Gece 01:35

Carlos eliyle poşete yerleştirdiği kirazların ne kadar farklı renk ve biçimde olduğunu gördü. Buna ona hissettiren neydi? 

"...mutfağa egemen olan sessizlik yardımcı olmuştu ona; ama yine de asıl neden başka bir yerde yatıyordu: Tehlikenin kendisinde…"

Korku krallığına girenler ve saatleri sayılı olanlar, dünyaya başka bir biçimde bakıyorlardı. Her şeyi kaybetme riski karşısında, bir yolunu bulup hiçbir şeyi kaybetmemek istiyorlardı, en değersiz şeyi bile. Gözlerinin önünde en küçük ayrıntılar dahi olağanüstü ve hatırı sayılır birer kişilik kazanıyordu. Bunu hastalar iyi bilirdi. Ya da sürgüne gitmek zorunda kalanlar... Ya da ölen arkadaşları -Sabina Otaegui, Beraxa… Kropotky de iyi bilirdi bunu… “Kliniğe gitmeden önce yapmak istediğin bir şey var mı?" diye sormuştu ona. Kardeşin yanıtı şu olmuştu: “Şu pencereden dışarı bakmak istiyorum, hepsi bu.”

 

Yalnızlık ve Hesaplaşma

Bernardo Atxaga’nın Yalnız Adam adlı romanı, adından da anlaşılacağı üzere, bireysel yalnızlığı ve onun getirdiği derin sorgulamaları merkezine alır. Yukarıdaki sahnede olduğu gibi, sıradan nesnelerin –bir poşet kirazın, mutfağın sessizliğinin, bir pencere manzarasının– olağanüstü bir değer kazanması, hem ölümle hem de geçmişle yüzleşen bir insanın ruh halini yansıtır.

16 Ağustos 2025 Cumartesi

CHP’DE SESSİZ DARBE: İÇERİDEN VE DIŞARIDAN KUŞATMA

CHP'nin Yol Ayrımı: 31 Mart Zaferinden 15 Eylül Krizi'ne

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde elde ettiği tarihi başarıyla, Türkiye siyasetinde önemli bir dönüm noktası yarattı ve toplumun büyük bir kesiminde iktidar umudunu yeniden alevlendirdi. Ancak bu zaferin ardından gelen süreç, partiyi hem iç dinamiklerden hem de dış müdahalelerden kaynaklanan karmaşık bir yıpratma operasyonu ile karşı karşıya bıraktı. Yeni ve eski yönetim arasındaki gerilimler, yapısal bir tartışmadan çok, partiyi zayıflatmayı ve iktidar hedefini gölgelemeyi amaçlayan bir boyuta ulaştı. Bu durum, yalnızca parti içi çekişmelerin ötesinde, dışarıdan yönlendirilen sistemli bir plan olduğu algısını güçlendiriyor. Bu operasyonun en kritik aşamalarından biri ise 15 Eylül'de görülecek olan kurultay davası.

SIZI...

Ne zaman bir huzur kırıntısı toplasam avuçlarıma, bir barış nefesiyle dolsa ciğerlerim, içimde bir gölge usulca boğazıma çöker. Tıpkı Kafka’nın Dönüşüm’ündeki Gregor gibi, kendi yuvamda bir yabancıya dönüşürüm; ne evim evdir artık ne de kalbim bildiğim o tanıdık sığınak. Dün geceki öfkem bundandı, biliyor musun? Oysa soruyorum kendime: Bir anın hatırına, o büyülü huzura insan susmaz mıydı? Rilke’nin Duino Ağıtları’nda sorduğu gibi:
  "Haykırsam, kim duyardı beni melekler katından?" 
Belki de susmak, bir anıyı iğrenç bir gölgeye dönüştürmemek için en kutsal seçim olurdu. Ama biz sustuk mu? Hayır. Sözcüklerimiz bir bıçak gibi keskinleşti, bir Camus romanındaki absürt bir kavga gibi anlamsızca büyüdü.

O çocukça, anlamsız reddedişler... Orhan Veli’nin "Anlatamıyorum" şiirindeki o çaresiz yakarışa benzemiyor mu hepsi? Gitme sözlerinin baskın ağırlığı... Sana danışmak bile anlamsız geliyor bazen, çünkü bu evrenin hukuku, bir Dostoyevski romanındaki gibi daima karmaşık ve ağır.

Sen gidince hangi huzursuzluk yakana yapıştı, hangi taş oturdu kalbinin orta yerine? Ne zaman mutsuzluğun dipsiz kuyusuna düştün sen? Bense şimdi hepsiyim; kırgın, huzursuz, bir Sabahattin Ali öyküsündeki gibi "içinde bir şey kırılmış" bir ruh. 

Tıpkı Kürk Mantolu Madonna’nın Raif’i, tıpkı Anayurt Oteli'nde ölüme kahkahalar atan Zebercet gibi, kendi içimde kaybolmuş, bir sevda uğruna yitip gidiyorum.

10 Ağustos 2025 Pazar

KENDİ SUOMİ'Mİ ARARKEN

Beyaz Zambaklar Ülkesinde

Uzun zamandır kitap raflarında ne zaman görsem dikkatimi çeken bir kitaptı Beyaz Zamnbaklar Ülkesinde... 

Çiçeklerle ilgili olduğunu düşündüğümden sanırım... Ama hani bir eşik olur ya bir türlü okumazsınız, eliniz uzanmaz bir kitaba, yazara... Benim de böyle oldu hep.

Kitabı elime aldığımda bir roman okuyacağımı sanmıştım. Oysa birkaç sayfa ilerledikten sonra fark ettim ki bu kitap, bir kurgu değil; bir uyanışın, bir halkın var olma mücadele ve azminin, topyekûn bir aydınlanma çabasının belgesiydi. Grigory Petrov’un Beyaz Zambaklar Ülkesinde adlı bu eseri, beni yalnızca Finlandiya’nın tarihinde bir yolculuğa çıkarmadı; aynı zamanda kendi düşünsel yolculuğumun da bir parçası oldu.

ZENGEZUR ANLAŞMASI: BARIŞ MI STRATEJİK KAFES Mİ!

8 Ağustos 2025’te Washington’da Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ve Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın imzaladığı “Barış Deklarasyonu”, resmi söylemde “tarihi” olarak tanıtıldı. ABD Başkanı Donald Trump’ın ev sahipliğinde gerçekleşen bu tören, Kafkasya’daki uzun süredir devam eden çatışmaların sona ermesi yönünde sembolik bir dönüm noktası gibi sunuldu. Ancak uluslararası ilişkiler literatüründe, özellikle de hegemonya teorisi ve “güç boşluğu doldurma” stratejileri bağlamında, bu anlaşma salt bir barış metninden çok daha fazlasını temsil ediyor.

Zengezur üzerinden Nahçıvan’ı Azerbaycan’a ve oradan Türkiye’ye bağlayacak olan “Trump Nakhchivan Koridoru” (TRIPP), diplomatik bir zafer görüntüsü altında, bölgenin stratejik mimarisini yeniden tasarlayan bir jeopolitik hamle niteliğinde. Akademik analizlerde de sıkça vurgulandığı üzere, koridor projeleri yalnızca ticari değil, askeri ve siyasi kontrol alanları yaratmak için de kullanılır. Bu bağlamda, TRIPP’in işlevi, formunun ötesinde incelenmelidir.

21 Temmuz 2025 Pazartesi

TOZ, TAŞ, TARİH: KAHİRE YOLCULUĞU


Kahire Notları: Sefaletin Yanında Işık, Tarihin Göğsünde Bugün

Kahire… Hem tarih hem kültür açısından dünyanın en zengin şehirlerinden biri. Binlerce yılın yükünü sırtlanmış bu kent, geçmişin görkemiyle bugünün çelişkilerini yan yana taşıyor. Bir yanda yoksulluğun kemiklere işleyen görüntüsü, diğer yanda hemen yanı başında yükselen devasa rezidanslar, ihtişamlı oteller… Bu çelişki sanki gündelik hayatın sıradan bir parçası olmuş; kimse şaşırmıyor. Ama benim için bu kadar derin yoksullukla ilk karşılaşmamdı. Şimdiye dek gördüğüm en yoksul kentlerden biriyle yüz yüze geldim.

25 Haziran 2025 Çarşamba

STRASBOURG'TA BİR SABAH: TAŞLARIN, SESLERİN VE TARİHİN DANSI


Strasbourg’da sabahın ilk ışıkları, dar ve temiz sokakların üzerinde süzülerek şehre hayat veriyor, birkaç saat önce ölü gibi uyuyan şehir birden bire canlanmış, hayat dolu bir çocuğun kahkahaları arasında insanlara selam duruyor.

Kaldırım taşlarının her biri, adeta bir melodinin notaları gibi, hafif bir müzikle birleşiyor; bu müzik, uzaktan gelen bir sokak sanatçısının kemanında hayat buluyor... Yandaki kafeler adeta müziğe saygı gereği sesleri kısmış, hınca hınç kalabalık fısıltılarla konuşuyor... Yan sokakta başka bir kafeden süzülen yumuşak bir caz ezgisi bu sese karışıyor.

Bisikletlerin tekerleklerinin sessiz ritmi ve ara sıra yankılanan kahkahalar, farklı dillerde sözcükler bu büyülü kentin ruhunu tamamlıyor. Her köşe başında farklı bir hikâyeye açılan bu şehir, Fransız zarafeti ile Alman sağlamlığını harmanlayarak adeta bir kültür mozaiği sunuyor.

24 Haziran 2025 Salı

BEDEN, SES VE SESSİZLİK ARASINDA: KUNSTRAUM WALCHETURM’DA DOĞAÇLAMA MÜZİK


📍 13 Haziran 2025, Zürih

Zürih deyince akla genellikle sakin gölleri, düzenli sokakları ve yüksek yaşam standardı gelir. Ama şehrin başka bir sesi daha var: içeriden konuşan, deneysel olan, sessizlikle ve belirsizlikle beslenen bir sanat dili. İşte bu dili en iyi yansıtan yerlerden biri, tarihi bir yapıdan dönüştürülmüş Kunstraum Walcheturm.

Walcheturm, yalnızca bir konser mekânı değil; bir deney alanı. Modern sanatın, elektroakustik doğaçlamaların ve ses yerleştirmelerinin buluştuğu bu mekânda, 13 Haziran’da izlediğimiz performanslar, müziğin sadece duyulan değil, hissedilen ve görülen bir olgu olduğunu gösterdi.

15 Nisan 2025 Salı

TBMM İKLİM KANUNU: TARTIŞMALI MADDELER VE TÜRKİYE İÇİN POTANSİYEL RİSKLER

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) görüşülen iklim kanunu, ülkenin iklim değişikliğiyle mücadele için bir adım gibi pazarlansa da pek çok maddesi kapitalizmin ruhuna uygun olarak iklimi, doğayı ve hatta kirliliği bile alınıp satılır hale getiren maddeleri dikkate alınınca iktidar aklını alkışlatacak cinsten!

Böylesine yoğun eleştirilere ve itirazlara yol açan bu İklim Kanunu Teklifi, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Paris Anlaşması’nın gereği olarak ve Türkiye’nin BM’ye sunduğu 2053 Net Sıfır Emisyonu hedefleri doğrultusunda hazırlanmıştır. Dolayısıyla bu kanun, uluslararası sözleşmelerin iç hukukumuza aktarımı ve iklim değişikliği ile mücadelenin (ya da bu alandaki yaptırımların) yasal zemine oturtulması amacıyla hazırlanmış bir kanun teklifidir. (İklim Kanunu Teklifi Genel Gerekçe Bölümü, İklim Kanunu Teklifi Üçüncü Kısım İkinci Bölüm Cezai Hükümler).

12 Nisan 2025 Cumartesi

YENİ CHP TOPLUMA NE ANLATIYOR?

Özgür Özel’in CHP genel başkanlığına seçilmesiyle başlayan süreç, partinin tarihsel liderlik geleneklerinden köklü bir kopuş mu, yoksa yalnızca bir yüz değişimi mi sorusu gündemdeki yerini koruyor.

Özellikle son yerel seçimlerin ardından CHP’nin Kılıçdaroğlu döneminden sıyrılıp yeni bir muhalefet paradigması inşa etme çabası herkesin dikkatini çekiyor. Özel’in liderliğinde CHP’nin toplumla ilişkisi, krizlere tepkisi ve iktidar hedefini yeniden tanımlama biçimi göz önüne alındığında yeni bir CHP ile karşı karşıya olduğumuz açıkça görülüyor.

Özel’in 2024 yerel seçim zaferi sonrası eylemlerini, CHP’nin resmi açıklamalarını ve özellikle Ekrem İmamoğlu’nun 19 Mart 2025’teki tutuklanması ile CHP’li belediyelere kayyum atamaları gibi kritik gelişmeleri analiz ederek bu sürece dair bazı çıkarımlar ve olası senaryolara dair değerlendirmeler yapılabilir.

17 Mart 2025 Pazartesi

KANLI DÖNGÜ: SURİYE'DE REJİM DEĞİŞİKLİĞİ VE ALEVİLERE YÖNELİK SOYKIRIM TEHLİKESİ

Suriye’de yıllardır süren iç savaş, yalnızca bir iktidar mücadelesi değil, aynı zamanda mezhepsel ve etnik temizliğe varan vahşetlerin sahnesi olmuştur. 

Rejim değişikliği sonrası, Alevilere yönelik gerçekleştirilen saldırılar, sistematik katliamlar ve soykırıma varan olaylar, insanlığın en karanlık yüzünü bir kez daha gözler önüne sermiştir. Ancak, dünya kamuoyu ve uluslararası örgütler, bu yaşanan trajediyi sadece izlemekle yetinmiş, hatta kimi zaman dolaylı olarak bu süreçlerin destekçisi olmuştur.

26 Şubat 2025 Çarşamba

YAPAY ZEKA VE SANAT

Uzun zamandır yapay zeka ile iştigal edenler tasarımdan kurguya kadar bu nimetin getirdiklerinden fazlasıyla yararlanıyorlar. 

Dünyada yönetsel erklerin şimdiden iştahlı bir biçimde bu alana önemli yatırımlar yapması da göz önünde bulundurulunca yakın gelecekte yapay zekayı kaçınılmaz olarak hayatımızın her alanına dahil edeceğiz. 

Şimdiden gündelik hayatımızın sadece bir parçası olan bu yapay zeka konusunda sanatın geleceğinin ne olacağı sorunsalı pek çok yaratıcı zihin açısından kafa karıştırıcı bir mesele olarak önümüzde duruyor. Kısa bir süre önce bir arkadaşım senaryo ve diyalog yazarken yapay zekanın işini kolaylaştırdığını söyleyince aklımda adeta bir şimşek çaktı.

11 Şubat 2025 Salı

KADER YORGUNU BİR ŞAİRİN SON SIĞINAĞI: “AŞİYAN MÜZESİ”


Yanında Batı’ya karşı Türklüğün sembolü olan Rumelihisarı, arkada Ahmet Vefik Paşa’nın arsası üzerine kurulan Robert Kolej, tam karşıda Göksu Deresi, Küçüksu Kasrı, ileride Anadoluhisarı , altta güngörmüş mezarlık, ötelerde Kandilli, Kanlıca sırtları... Tevfik Fikret’in ebedi dinlenme yeri Aşiyan böyle zengin bir tarih ve tabiat dekoru içinde karşılıyor misafirlerini.

Fikri hür vicdanı hür bir şaire de böyle bir yuva yakışırdı. Serveti Fünun şiirine giriş yapmak isteyenlerin evvela bu havayı ve manzarayı soluması gerekmektedir. Her türlü gerçekten hayale sığınma zannederiz ki ancak böyle rüya veya bir ressamın elinden çıkmış tablo gibi bir manzarada günü karşılamak ve uğurlamak ile mümkündür. Hele ki karşıdaki çirkin ve betonarme binaların olmadığı bir manzarayı düşlersek. Ancak o zaman Fikret’in sığınağı olan kuş yuvası yani Aşiyanı anlamak mümkün olabilir. Bu yazımızda Fikret’in düşünsel sığınağı ve son günlerini geçirdiği Aşiyan müzesinin tarihi dokusunda Fikret’in ve bir döneme damga vurmuş Serveti Fünun’un izlerini aktarmayı çalışacağız.

28 Haziran 2024 Cuma

SESSİZLİĞİ HAYKIRIŞI: KADINLARIN YENİDEN DOĞUŞU

Bir kalabalığın ortasında sessizlik çökerse, bir kız doğar derler. Sessizlik, bazen bir çağın ağırlığını taşır; bazen de bir kadının yüreğinde biriken fırtınaların habercisidir. Toplumumuzda sessizlik, çoğu zaman bir zayıflık, bir boyun eğiş sanılır. Oysa sessizliğin ardındaki uğultu, dinlemeyi bilenler için bir isyanın, bir direnişin yankısıdır. Hele ki susan bir kadınsa, söyleyecekleri dağları devirebilecek güçteyken susturulmuşsa, o sessizlik sağır edicidir. Kadın, konuşmasının yankı bulmayacağını, sözlerinin erkek egemen dünyanın duvarlarına çarpıp geri döneceğini bildiği için susar. Bu susturulmuşluk, feodal bağların, patriyarkal düzenin, babanın, ağabeyin, hatta küçük erkek kardeşin gölgesinde büyüyen bir zincirdir.

Kadınların sesi, tarih boyunca bastırılmıştır. Evde, sokakta, iş yerinde, siyasette, her alanda sessiz olmaları beklenmiştir. Makbul kadın, susan kadındır; gülmeyen, kahkaha atmayan, sesini yükseltmeyen kadındır. Kahkaha, adeta bir isyan çığlığıdır; siyasal iktidarların bile tehdit saydığı, toplumsal düzeni sarsan bir desibeldir. Kadınların fısıltıları bile bu düzen için bir tehlikedir, çünkü o fısıltılar birleştiğinde, erkek egemen senfoninin ritmini bozan bir aksaklık yaratır. Kadınların sesi, patriyarkanın dansını altüst eden bir melodidir.

15 Şubat 2024 Perşembe

ADNAN YÜCEL ŞİİRİNDE İMGESEL BİR SERÜVEN

Adnan Yücel 27 Mart 1953 tarihinde Elazığ’da doğar. Diyarbakır Eğitim Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü ile Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümünü bitirir. Bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra Çukurova Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak çalışır. “Ter Şiirleri” başlıklı ilk şiirleri  “Yeni Adımlar” dergisinin 24.12.1974 tarihli sayısında çıkmıştır. İlk şiir kitabı “Kavgalara Sözlenen Sevda” 1979’da yayınlanır. 

“On yaşında büyürse insan
Alın terini yerse damla damla
Ve on beşinde
Çekerse elli beş yaşın çilesini
Böyle olur işte
İsyan bıçağı yapar
Saplar kahpeliklere sesini 

(Kavgalara Sözlenen Sevda)

14 Şubat 2024 Çarşamba

MENSUR ŞİİR NEDİR? MENSUR ŞİİR İLE KLASİK ŞİİRİN KARŞILAŞTIRILMASI

Mensur Şiir Nedir?

Mensur şiir, duygu ve hayal dünyasını etkileyen bir konuyu kısa, çarpıcı ve şairane bir üslupla, şiirsel ahenk ve cümle yapısını koruyarak, ancak ölçü ve kafiyeye bağlı kalmadan ifade eden edebi bir türdür. Bu tür, "artistik nesir" olarak da adlandırılır ve nesir formunda yazılmasına rağmen şiirsel bir etki yaratır. Türk edebiyatında mensur şiire “mensure” denir. 19. yüzyılda Fransız edebiyatında ortaya çıkan bu tür, Türk edebiyatına Tanzimat dönemiyle birlikte Fransız edebiyatından yapılan çeviriler aracılığıyla girmiştir.

Türk edebiyatındaki ilk önemli mensur şiir temsilcisi Halit Ziya Uşaklıgil’dir. Halit Ziya, bu türde iki önemli eser kaleme almıştır: Mensur Şiirler ve Mezardan Sesler. Örneğin, Halit Ziya’nın Mensur Şiirler’den bir parçası şu şekildedir: “Gecenin kuytusunda bir yıldız fısıldadı bana, sessizce… Uzaklarda bir ışık, bir umut, bir hayal… Kalbim titredi, sanki sonsuzluğa dokunuyordu ellerim.” Bu parçada, dize yapısı olmamasına rağmen cümlelerin ritmik akışı ve duygusal yoğunluğu, şiirsel bir etki yaratır.

13 Şubat 2024 Salı

ALEXANDRA KOLLANTAİ: BİR SOSYALİST KADININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

1872’de devlet memuru bir subayın kızı olarak dünyaya geldi. İyi bir eğitim gördü. Birçok ülke gezdi ve bu sayede birçok yabancı dil öğrendi.

19. yüzyılın sonunda sosyalist düşünceyle tanıştı. Birinci Dünya Savaşı öncesinde özellikle toplumsal sorunlar ve kadınların özgürleşmesi konularıyla ilgilendi.

Paris’teyken Lenin’le karşılaştı.

1914’te Almanya’da savaş karşıtı bir konuşma yüzünden tutuklandı. Zorlu çabalardan sonra 1917’de Rusya’yageçti. Ekim Devrimi’ne katıldı. Birçok işçi ve kadın toplantısında konuşmalar ve örgütlenme faaliyetleri yürüttü. Petrograd’ta dört bin çamaşırcı kadının gevinin örgütlenmesinde öncü rol oynadı.  Aynı dönemde Kerenski Hükümeti tarafından tutuklandı. Gorki ve Krassşn’in çabalarıyla, kefaletle serbest kaldı. Yasağa karşın “Kadın İşçiler Konferansı’nın Önündeki Görevler” adlı makalesini Pravda’da yayımladı.6 Kasım’ı 7 Kasım’a bağlayan ayaklanma gecesini Smolny’deki ayaklanma karargahında geçirdi.

Sovyetlerin İkinci Kongresinde Halk Komiserleri ilk meclisinde devletin sosyal yardımla görevli halk komiserliğine getirildi.

Çocuklara süt dağıtılmasından kreşler ve çocuk yuvaları açılmasına kadar bir dizi konuda mücadele etti. Analığın Korunması’na ilişkin yasayı kaleme aldı. Evlilik Yasası’na ilişkin ilk tasarı ondan geldi.

ÖLÜM, YAŞAM, VAROLUŞ

Bugün hep "varoluş" üzerine düşündüm. İnsanın varlığını sürdürmesi, sürdürme biçimi, bundan vazgeçemeyişi... 

Nazım bir şiirinde: “En acayip gücümüzdür yaşamak / öleceğimizi bilip / öleceğimizi mutlak...” diye yazıyordu. Bunu ilk okuduğumda yine garip bir duyguya kapıldığımı hatırlıyorum; ama o günlerde bu “durum”un benden çok uzak olduğunu düşünmüş olmalıyım ki üzerinde fazla durmadım.

Ölüm düşüncesi zaman zaman gelip yokluyor beni. Böylesi anlarda “anlamsızlık” kapısı sonuna kadar aralanıyor. “Neden” sorusu çalkalanıyor beynimde. Sahi neden?!

28 Ocak 2024 Pazar

ATATÜRK, ANNESİNİN MEZARI BAŞINDA

Atatürk annesi Zübeyde Hanımın mezarı başında.

Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım, 14 Ocak 1923 günü öldü. 13 gün sonra 27 Ocak’ta İzmir’e gelen Mustafa Kemal, annesinin mezarı başında şu konuşmayı yapmıştır:

"Zavallı validem bütün millet için mefkûre olan İzmir’in mukaddes topraklarına vücudunu vermiş bulunuyor. Arkadaşlar, ölüm yaratılışın en tabii bir kanunudur. Fakat böyle olmakla beraber bazen ne hazin tecelliler arz eder. Burada yatan validem, zulmün, cebrin bütün milleti felaket uçurumuna götüren keyfi bir idarenin kurbanı olmuştur. Bunu izah etmek için müsaade buyurursanız ıstıraplı hayatının bariz birkaç noktasını arz edeyim. Abdülhamit devrinde idi. 320 (1905) tarihinde mektepten henüz Erkan-ı Harp yüzbaşısı olarak çıkmıştım. Hayata ilk adımı atıyordum. Fakat bu adım hayata değil, zindana tesadüf etti.

NAZIM HİKMET'İN KAYIP ŞİİRLERİ 2: "UNUTULAN"

Nazım Hikmet'in kayıp ikinci şiiridir "Unutulan" ... Aslında eski baskı kitaplarında bulunan; ancak son yıllarda yapılan bası...