Şiirin gelişimi çoğunlukla insanın ve toplumların tarihi ve evrimiyle beraber ele alınmıştır. Zira şiir de yaşamdan fışkırır ve hayatın en has seslerinden, eylemlerinden, devinişlerinden beslenir. Şiir, kimi zaman söz ve büyü arasında bir yerde kimi zaman da doğrudan hayatın söze yansıması olagelmiştir. Nasıl ki “büyü”, gerçek tekniğin eksikliklerini tamamlayan aldatıcı bir teknik olarak ele alınır, şiir de gerçek hayatın eksik parçalarını ağırlıklı olarak duygulara seslenerek ifade eder. Bunu yaparken realiteye ters düştüğü de olur. Tıpkı kaçınılmaz bir ölümle pençeleşen şairin, denizin ortasında, gözlerini göğe dikip; “Parlak yıldız, ben de senin gibi değişmez olsam” (Keats) diyerek şiirin büyüsüne sığınması gibi.
(şiir, müzik, edebiyat, sanat, sinema ve kültür yazıları... Pek şahsi yazılar güncesi...)
22 Aralık 2017 Cuma
DİRENİŞİN RUHU: FİLİSTİN ŞİİRİ*
Filistin... Kenanlılara vaat edilen topraklar... Üç dinin kutsal kenti. Kanın çığlık attığı coğrafya... Her dince yasaklanmış olduğu halde öldürmenin “rutin” ve “doğal” olduğu kanlı topraklar. Emperyalist hegamonyanın en dolaysız ve perdelenmeye bile hacet duyulmayan kanlı yüzünün sureti...
Şiirin gelişimi çoğunlukla insanın ve toplumların tarihi ve evrimiyle beraber ele alınmıştır. Zira şiir de yaşamdan fışkırır ve hayatın en has seslerinden, eylemlerinden, devinişlerinden beslenir. Şiir, kimi zaman söz ve büyü arasında bir yerde kimi zaman da doğrudan hayatın söze yansıması olagelmiştir. Nasıl ki “büyü”, gerçek tekniğin eksikliklerini tamamlayan aldatıcı bir teknik olarak ele alınır, şiir de gerçek hayatın eksik parçalarını ağırlıklı olarak duygulara seslenerek ifade eder. Bunu yaparken realiteye ters düştüğü de olur. Tıpkı kaçınılmaz bir ölümle pençeleşen şairin, denizin ortasında, gözlerini göğe dikip; “Parlak yıldız, ben de senin gibi değişmez olsam” (Keats) diyerek şiirin büyüsüne sığınması gibi.
Şiir
için toplumsal gelişimin aynası demek abartılı bir ifade olmaz. Çünkü şiirin
içeriğinden, yapısal özelliklerine kadar toplumsal gelişim ile şiirin gelişimi
arasında bir koşutluk vardır. Her ülke edebiyatında bu ilişki farklı biçim ve
içerikte, çeşitli yoğunluklarda, doğrudan ya da dolaylı olarak şiirde yansısını
bulmuştur. Ülkelerde yaşanan olaylar, insana ilişkin tüm duygular, büyük ve
sarsıcı değişimler, ihtilaller, felaketler... hepsi şiirin konusu
olmuştur.
Şiirin gelişimi çoğunlukla insanın ve toplumların tarihi ve evrimiyle beraber ele alınmıştır. Zira şiir de yaşamdan fışkırır ve hayatın en has seslerinden, eylemlerinden, devinişlerinden beslenir. Şiir, kimi zaman söz ve büyü arasında bir yerde kimi zaman da doğrudan hayatın söze yansıması olagelmiştir. Nasıl ki “büyü”, gerçek tekniğin eksikliklerini tamamlayan aldatıcı bir teknik olarak ele alınır, şiir de gerçek hayatın eksik parçalarını ağırlıklı olarak duygulara seslenerek ifade eder. Bunu yaparken realiteye ters düştüğü de olur. Tıpkı kaçınılmaz bir ölümle pençeleşen şairin, denizin ortasında, gözlerini göğe dikip; “Parlak yıldız, ben de senin gibi değişmez olsam” (Keats) diyerek şiirin büyüsüne sığınması gibi.
Etiketler:
Abu SALMA,
Ebu Sadık Hüseyni,
Fedva TUKAN,
Gaza,
gazze,
İntifada,
israil,
John Keats,
Mahmud Derviş,
Maj Sayyegh,
Nizar Kabbani,
Salim Jabran,
Semih El KASIM,
Şiir,
Tevfik El ZEYYAT
BİR "AN" RUHU ELE GEÇİRDİĞİNDE
![](https://img00.deviantart.net/1135/i/2012/327/1/2/take_me_to_your_magic_place_by_ineedchemicalx-d5lvwfq.jpg)
Öteden beri insanoğlu bir dizi prangayla bağlanmak istenmiş “medeniyete”. Din, ahlak, değer yargıları, yasalar hepsi insanın neler yapmaması gerektiği ya da yasak olanı yaptığında başına gelecek felaketleri anlatmak, onun ruhunda korku fırtınaları koparmak üzerine kurulmuştur.
İnsanı idealize eden tüm inanç biçimlerine sormak gerek: Siz, hiç dize gelmiş bir duygu gördünüz mü ya da paketlenmiş bir öfke, standart bir sevgi olabilir mi ya da kabına sığan bir aşk gördünüz mü? Hiçbir pazarda rüzgâr satıldığını, dalgaların çuvallara sığdırıldığını gören olmamıştır... Hele zaman… Tüm varlığınızı adasanız da onu geri getiremezsiniz!
Bugünün değerler sisteminin yaratıcısı kapitalizm, tüm çirkinlikleri maskelemekte. Bir taraftan kutsadığı tüm değerleri (aile, ahlak vs.) öte yandan alınıp satılan bir “mal” haline getirmekte.Onun için aslolarak tek kutsal yasa vardır: Kâr yasası. Bu değer erozyonunu öyle doğal ve kılıfına uygun gerçekleştirir ki geçmişin tüm saygın değerleri alaşağı olurken insan kitleleri nostaljik bir yıkımın seyircisi olmaktan öteye geçemezler. Hatta bazen bu yıkımın gönüllü köleleri olduklarının ayırdına bile varamazlar. Ne kadar kudretli görünürlerse görünsünler iradeleri hüküm altında olan askerlerden başka bir şey değillerdir.
21 Aralık 2017 Perşembe
BEKLEMEK
İnsan en çok neyi bekler?
Bir sevgiliyi ya da zenginliği mi?
Huzuru mu bekler, sağlığı, bir haberi veyahut sonsuz bir yaşamı…
Belki de en çok zamanı bekler insan.
Peki, bu bekleyiş öylesine bir kerteye varır mı ki artık beklemek olmasın?
Bertolt Brecht
“İyilik Neye Yarar?” adlı şiirinde beklemenin aksine “beklemeyişin” asaletini
anlatır.
“İyi insan olacağınıza
Öyle bir yere götürün ki dünyayıİyilik beklenmesin.”
Beklemek, ilerleyememektir
çünkü. Hayallere sığınmak, boş umutlara kapılmaktır ona göre. Her günün
birbirini tekrar eden silsilesinde yıpranan, eskiyen yüzümüzün coğrafyasıdır
beklemek. Beklemek durağanlıktır, yavaş yavaş çürümesidir fani olanın baki
zaman karşısında.
18 Aralık 2017 Pazartesi
ACINASI BİR YETENEK
SATRANÇ USTASI DON SANDALİO'NUN ROMANI
Sevgili Felipe, sahilde sakin bir köşedeyim, denize bakan dağların eteğinde; hiç kimse tanımıyor beni burada ve şükür ki ben de kimseyi tanımıyorum. Buraya insanlardan kaçmak için geldim, doğayla arkadaşlık etmek için… Bir antropofobi (insanlardan korkma hastalığı) attı beni buralara; hayır ben insanlardan nefret etmiyorum, onlardan korkuyorum. Bazen Robenson Cruseu'ya ne kadar da benzetiyorum kendimi. O da ıssız adanın boş sahilinde dolaşırken çıplak bir ayak izi görmüştü. Donakalmıştı bu manzara karşısında, bir hayalet görmüşe döner Robinson şaşkın ve sıkıntılı bir halde barınağına yol alır, giderken iki üç adımda bir arkasına bakar; çevresindeki her harekette ürperir. Kuşkusuz benimki biraz farklı bir hissiyat, çıplak insan ayağı izleri görmekten değil, çılgın ruhların aptalca sözlerini duymaktan korkuyorum.
13 Aralık 2017 Çarşamba
GELECEĞİN ŞİİRİNİ YAZANLAR -1: NAZIM HİKMET'TE YENİ BİR DÜNYA DÜŞÜ
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh4zK3mydSCNm5wHAbX9vwA-XV3bgqSfKQDDuxgQ2KFyXW5j8H4lprpGtYhd8znVzX9imPck9hItq1H_ZM6g6jBav0x1ryBaziWEmGszjF3rZ5F-Jga3s8ctbfl1qTluPb1xfSx0EPWx8ws/s400/salk%25C4%25B1msogut.jpg)
Şiirin daha başında başlayan
müzikalite, dizelerin birbirleriyle uyumu gözetilerek daha ilk baştan sunulur
bize. Serbest şiir biçiminde ölçüsüz yazılmıştır şiir. Ama belirgin bir ses
özelliği yakalamak için de uyağın ahenk gücüne başvurur. Bu şiir müzikle şiirin
nasıl iç içe işlenebileceğinin, şiirin kendi içindeki ezgiselliğinin göstergesidir.
Ortaçağ'da Din Dışı Oyunların Dinsel Oyunlara Dönüşümü
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhD6g1f4frkEyi03Qnnk9rJIBSjRjHdvqdzbrhq-8ZGXHB5VK0DeJgcR9dpLdoxBDADf9KOVKfjCsksDBU_rVYosccnzpOqIeDe4DPpZ6Wxm_o8LPS5esy4rha0WjdlrQHGy2tyTiFUUpWo/s320/ortacag-tiyatrosu.jpg)
ÇEHOV'UN SESSİZLİĞİ
ANTON
ÇEHOV’UN SESSİZLİĞİ
Çehov’un kendi döneminin bir yansıması
olmakla birlikte aynı zamanda öncülerinden olduğu realist akımın önemli bir
temsilcisidir. Ancak dönemin realist anlayışını savunan yazarlar ile çehov’un
realist yaklaşımı arasında önemli bir farklılık vardır. Bu farklılığı yansıtan
en belirgin yan ise karakterlerin iç dünyalarını yansıtan yeni yollar arayışına
girmiş olmasıdır. Özellikle oyunlarında buna dair çok sayıda veriye rastlamak
mümkündür. Bu yaklaşımda çok sayıda dikkat çekici özellik olmakla birlikte “Çehov’un
‘es’leri” ya da “sessizliği” olarak tarif edilebilecek dikkat çekici bir yönü
vardır oyunlarının. Söylenmek istenenin tam olarak söze dökülemediği ya da bazı
noktaların okuyucuya bırakıldığı bu sessizlikler, kesik cümleler ya da üç nokta
(…) ile yansıtılmıştır. Bu yazıda anlatılan sessizlik tezi “Martı” oyunu
ekseninde anlatılmıştır. Yer yer diğer oyunlara da göndermeler yapılmıştır.
20 Ekim 2017 Cuma
MARTİN EDEN'İ NASIL BİLİRSİNİZ?
Üretim araçlarının gelişkinliği nasıl ki toplumsal gelişim-değişim dinamiklerini belirliyorsa, bireyin kurtuluş düşleri de o bağlamda şekillenecektir. Zaten Jack London’un yaşadığı dönem içindeki “arayışıyları” bunu bir başka açıdan değerlendirme imakanı da sunar bizlere.
Bir gemi işçisinin yaşamını, hayallerini ve bu hayallere ulaşma gayretini anlatan Jack London‘un kimilerine göre hayatıyla da özdeşleşen romanıdır “Martin Eden”. Hikaye ABD‘de, 19. yüzyılın ikinci yarısında, kapitalizmin yeni yeni palazlanmaya başladığı ve yoksul halkı baskı ve sömürü çarkları arasında azgınca ezmeye başladığı yıllarda gelişir
Bir gemi işçisinin yaşamını, hayallerini ve bu hayallere ulaşma gayretini anlatan Jack London‘un kimilerine göre hayatıyla da özdeşleşen romanıdır “Martin Eden”. Hikaye ABD‘de, 19. yüzyılın ikinci yarısında, kapitalizmin yeni yeni palazlanmaya başladığı ve yoksul halkı baskı ve sömürü çarkları arasında azgınca ezmeye başladığı yıllarda gelişir
AİSKHYLOS: ZİNCİRE VURULMUŞ PROMETHEUS ÜZRİNE
Bilinç ver
özgürlüğün simgesi olan Premetheus’u güçlü kılan bilinci ve bilgeliğidir. Bir
taraftan Zeus’un öfkesinden sakınmamaktadır.
Zeus'a türlü biçimlerde meydan okumakta, bilicilik gücüyle de onu kaçınılmaz sonu karşısında telaşa düşürmektedir.
Bu güçlü mit, edebiyattan felsefeye kadar pek çok alanda derin etkiler yaratmış, sanatsal metaforların geliştirilmesinde dikkat çeken bir figür olmuştur.
ORTAÇAĞ TİYATROSU
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjclCZaE7muc1FYMGPyD8MtMRPfyK8G22FDaVVetsWd0fpTuhUU8LvEj8AjIESKx4jdnM4ysOKXdfsokWUc0aNLPzUzXHjtdWjIqDMhT50QdtliXbtlRFZfUlm0yQV5p9-u4vKdoqkvB8TW/s400/orta%25C3%25A7a%25C4%259F+tiyatrosu1.jpg)
Kostümler
Ortaçağ tiyatrosunda çoğu karakterin kostümleri gündelik hayatta kullanılan kostümlerdi. Örneğin Romalı askerleri oynayanların ortaçağ zırhlarıyla donatılması ya da Yahudileri oynayanların psikopos cüppeleri giymesi gibi işlevsel bir kostüm anlayışları var. Tanrı’nın canlandırılması var mesela… Tanrı, imparator ya da papa gibi giyiniyor. Bunlar arasında bağ kurulmasını daha önce görmüştük. Melekler, kilise giysilerine kanat takılarak canlandırılıyor. Kutsal ya da dünyevi her önemli karakter, kendini belirleyen bir simge taşıyor. Şeytanlar, yırtıcı kuşlara benzetiliyor. Başka yaratıklar var; hayvan kafalı canavarlar ya da pullu, kuyruklu, boynuzlu ya da pençeli yaratıklar.29 Nisan 2017 Cumartesi
ANTON ÇEHOV VE MARTI OYUNU ANALİZİ
Rus gerçekçiliğinin öncü yazarlarından olan
Çehov’u kendinden önceki yazarlardan ayıran en önemli etkenlerden biri, hayata
geniş bir pencere açmasıdır. Özellikle oyunlarında sıradan ya da gülünç
görünen; ancak tipik ve göz ardı edilemeyecek “önemsiz şey” ve durumları
kapsama alanına alır. Kendisine gelinceye kadar edebiyatın dışında görülen,
hayatın “ilk göze çarpan” önemsiz şeylerini edebiyata sokmuştur. Öyle ki bu
yaklaşımı kendi döneminde oldukça yadırganmıştır. Bu durum, birçok eleştirmene
göre toplumsal ilgisizliğin ve kayıtsızlığın ifadesi olarak görülmüştür.
Şengunov bunu şöyle ifade etmiştir: “Artık
Rusya o kadar boşaldı ki düşünen kişinin, bütün Rusya’da anlatmak ve açıklamak
istediği hiçbir şey yoktu.”[1]
TİYATRONUN KAYNAKLARI 1
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgJwH3L1Mg1KjBNeFzEqiYX4wfSvrGKbJh9l150ShGxkqzmIaPeJYQKJwjq7Dxyw3IaZmKS1aVlTf6O8_d8ISNZNOnoNWqhy7frKh0M7Haa1HI2ll1gqpxmGHek_5-ILQghgUm1CPBL9Voa/s320/antik3.jpg)
Tiyatronun kökenleri incelendiğinde ilkel toplumlara dayandırılan birtakım değerlendirmeler yapılır. Buna göre tiyatronun kökeni ilkel toplumların büyü törenlerine dayanmaktadır. İnsanların doğa ve doğa olayları karşısındaki aczi onları çeşitli eylemlere yöneltmiş, insanlar çeşitli etkinlikler ve büyü yoluyla bu doğa olaylarını etkileme ya da değiştirme çabası içine girmişlerdir. Yağmur duaları, bolluk ve bereket törenleri, ölme-dirilme törenleri bunlara örnek olarak verilebilir. Özellikle çeşitli av törenlerinde tiyatronun da temel öğeleri olan, taklit, devinim ve kolektif iş yapma unsurları ortaya çıkmaktaydı.
Başka bir deyişle tiyatronun esas kaynağı, ilkel insanların veya toplulukların doğayla, tanımlayamadıkları varlık veya durumlarla ilişki kurmak, onları değiştirmek, kendine uygun hale getirmek için giriştikleri mücadeleler vardır.
OYUN KURAMI: HOMO LUDENS VE OYUN ÜZERİNE
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjLet_UFRsAD6B3xCvXUj3v7dymvSq60-cG-WeB8dRKQA4-5YpVIl6qz5JZ4Dl5VcpJMB71IgqOlN2ld8p9OkGmYGUcDpK_C7y975B3K9iWNvVqfIJwfOxeWGP41fyu3m1jcNARBUhBPUuf/s320/81ppLHjddVL.jpg)
İnsanın, kendini toplumsal ilişkiler içerinde var etmeye başlamasıyla birlikte diğer canlılardan kendisini kalın bir çizgiyle ayırmaya başlamıştır. Bu evrimsel süreçteki sıçrama hem fizyolojik hem de doğa ile mücadele noktasında insanı diğer canlılar karşısında egemen bir konuma taşımıştır denilebilir. Bu kopuş insanın doğanın bir parçası olan varoluş sürecinden büsbütün bir kopuş anlamına gelmemektedir.
İnsan, ilksel dönemlerden bu yana, değiştirerek de olsa, taşıdığı birçok özü bağrında taşıyarak evrimleşegelmiştir. İlksel insana dair birçok bilinmezi bugünkü insanı anlama çabasında ortaya çıkarmaktayız. Bu anlamda insan, keşfedilmemiş sınırlarıyla kendisi için bir gizem olmayı sürdürmektedir.
Johan Huizinga’nın “Homo Ludens” adlı yapıtta, insana ilişkin temel varlık unsurlarının başına oyun kavramını yerleştirmiştir. Öncelikle oyunun sadece “insana özgü” olmadığını, çeşitli hayvanlardan örnekler vererek açıklamaya çalışmıştır. Ancak “kültürel oyunlar” diye tarif ettiği kategoriyi de oyunların bir üst aşaması olarak sınıflandırmıştır.
AZİZ NESİN TİYATROSU VE "ÇİÇU" OYUNU ANALİZİ
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjn6xPcRLP1UljsLX3gz6LbEaDkhlibtvBRu7zQReGMHgkF8a9F_UznfYUg1_1TzTpfZ8IPSGsfgbCAOHKFipcNE7hyphenhyphenkgYN7XQWAhD9i0a1jvYBkDqGfoJ_MdxnH-fQs0AvZ8OF7LQl5Fbp/s320/%25C3%25A7i%25C3%25A7u-620x413.jpg)
KÖY SEYİRLİK OYUNLARI VE RİTÜELİSTİK OYUNLAR
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh4HA0I-GPKPg28LZKy0fZLMnIcLkWjaYhdpF7PAU07zs9jiwKpdnc4aE5sgRkLwMqMzIv_d7O-OG8gHhjQGS50lclJXW6pWrs9aA-C2xMZ0Ty0nGTQdu75vmlEZ9Fop5e7E3GTXpf-m1nS/s320/18889.jpg)
Toplumsal ilişkiler içerinde kendini var etmeye başlayan insanın bu gelişim evresi onu diğer canlılardan kalın bir çizgiyle ayırmaya vesile olmuştur. Bu evrimsel süreçteki sıçrama hem fizyolojik hem de doğa ile mücadele noktasında insanı diğer canlılar karşısında egemen bir konuma taşımıştır denilebilir. Bu kopuş insanın doğanın bir parçası olan varoluş sürecinden büsbütün bir kopuş anlamına gelmemektedir.
İnsan, ilksel dönemlerden bu yana, değiştirerek de olsa, taşıdığı birçok özü bağrında taşıyarak bugünlere gelmiştir. İnsanlığın ilk dönemlerine dair birçok bilinmezi bugünkü insanı anlama çabasında ortaya çıkarmaktayız. Bu anlamda insan, keşfedilmemiş sınırlarıyla kendisi için bir gizem olmayı sürdürmektedir.
NAZIM HİKMET TİYATROSU VE YUSUF İLE MENOFİS OYUNU ÜZERİNE
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgdjDWcaRdN-Owr8uniNU0_W2XHhv7lNWQQSTn7IcZi7asiatawOwVyzuAYbXRY7J_M-vz1NExF4_NG8CswEG4Jewk8YxXAnGUqEtSEKFm5Cy7l0JGXCiGaA0QmjxL-2RKBvO4u-DAZTgM2/s320/17930265.jpg)
HALDUN TANER: KEŞANLI ALİ DESTANI
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgB_uXXDqcUeTGT5Xv6uzxmHRS5IPjQ28ELr_yjxINyf-j5nB-mX_div1iw6VjHoTpSCInwS2XuXYIiLGfkxsHL0MFUqHuoVYdUArqwRAjQaz2PV9qqTsaC9Ee2aRWaBOHom7oJpM_5HzpW/s320/MV5BMDRlODdmZWUtNDU4ZS00ZGVhLTg4NjUtNGEyM2RhNTYyMmMzXkEyXkFqcGdeQXVyNzE2MjU3Mzk%2540._V1_.jpg)
KLASİK TRAGEDYALAR İLE SENECA TRAGEDYALARININ KARŞILAŞTIRILMASI
Tragedyalar,
yaşamın acıklı, ders niteliği taşıyan ve insanı ve onun duygu durumlarını
etkilemek üzerine kurulmuş, kendine özgü kuralları olan oyunlardır. Esas olarak
ahlaki bir sonuç ve ders çıkarmayı hedefleyen bu oyunlarda yüksek erdem
örnekleri ortaya konulur.
Aristoteles’e
göre tragedya: “Tragedya belirli bir uzunluğu olan,
oyunun çeşitli bölümlerinde belirli biçimde süslü bir dilin kullanıldığı,
anlatı yapmayan ancak sahneleyen insanlar tarafından gerçekleştirilen, acıma ve
korku yoluyla bu gibi duyguların sağılımı [katharsis] gerçekleştiren, ciddi ve
tamamlanmış olaylar dizisinin [praxis] yeniden sunumudur
[mimesis].” şeklide tanımlanır.
Bu
tanımdan hareketle tragedya, izleyicilerde güçlü duygusal reaksiyonlara neden
olan olayların, şiirsel bir ifadesi olarak da değerlendirilebilir.
Yine
aristoya göre tragedyanın başarısı izleyicide “acıma ve korku” duyguları
uyandırmasıyla ölçülür. Çünkü ahlaki bir ders çıkarmak için güçlü bir duygusal
sarsıntının ortaya çıkması gerekir. Bunu da güçlü oyun kişileri eliyle
(Tanrılar, krallar, asiller vb.) gerçekleştirir. Kahramanların eylem ve
durumlarının olumludan olumsuza taşınmasıyla yaratılan kırılma yoluyla da
eylemsel bir forma dönüşür.
POETİKA IŞIĞINDA KRAL OİDİPUS OYUNUNA BAKMAK
Aristoteles’in 4.
Yüzyılda kaleme aldığı Poetika adlı eser, şiir ve tiyatro hakkında kapsamlı ve
derli toplu bilgi veren ilk eser olması hasebiyle önemli bir kaynak eser olarak
kabul edilmektedir. Eserde “tiyatro” olarak değerlendirilen yegane tür
“tragedya”dır. Tragedya birçok yönden
ele alınmış ve ayrıntılı olarak bir tragedyanın nasıl olması gerektiği üzerinde
durulmuştur. Aristoteles, Poetika’da birçok defa Kral Oidipus’u ideal bir
tragedya olarak nitelemiş ve tragedyayı açıklarken Kral Oidipus’a sık sık
göndermeler yapmıştır. Buna göre Poetika’da adı geçen başlıca kavramlar
şunlardır:
VANYA DAYI IŞIĞINDA ANTON ÇEHOV TİYATROSUNA BAKMAK
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhNJZWY4Uh0Q0VlrHF6hlLsmkaYt8Eab7iHxKlfMhLqhp4xAOljyrmf_ri0g3N26GZo0g04sX_YBth2L36AV-XHARQCcmWqmPKSgklVORFw_crbBq5au1IutSBpt583ZMA5UsuNX2TjqKxI/w400-h266/charlie-iain-marl.jpg)
FEODAL SİSTEMDE AVRUPA'NIN SINIFLI TOPLUM YAPISI
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjK-o7mluz-o81ZQXrbGqFAdzC8UxGA9CRRr4kNN6kjuMpS3nzdDThLpgPoFHrdPntgcElpVZK9q9Gdf3v4Lav6s5WbZJS7DmpcQD8z1vxsPzWHj2RmZC5ypSopVpbsuLrDbiw2DgL1dDqK/s640/71fd5718c47d5d4174ac67edda53dce6--lifestyle-changes-posters.jpg)
“Klasik feodalitenin -bütün çizgileriyle- ortaya çıkışı, Fransa'da Karolenj İmparatorluğu'nun batışından (10. yüzyıl), İngiltere'de ise Norman istilasından (11. yüzyıl) sonraya rastlar.”[2]
Tam anlamıyla siyasal, hukuksal, ekonomik ve sosyal bir sistem olan feodal düzenin en ayırt edici yanlarından biri "devlet birliği"nin olmayışıdır. Bu dönemde Avrupa’da egemen siyasal örgütlenme modeli beylikler ya da derebeyliklerdir. Böyle olunca da halk doğrudan doğruya devletin değil, toprak sahibi senyörlerin egemenliği altıda bulunmaktaydı.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
NAZIM HİKMET'İN KAYIP ŞİİRLERİ 2: "UNUTULAN"
Nazım Hikmet'in kayıp ikinci şiiridir "Unutulan" ... Aslında eski baskı kitaplarında bulunan; ancak son yıllarda yapılan bası...
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg3VO3nxFgtOKlcd9X3z_nPSgx6qwQg-jjbK2li2YawV4SlJgslVy8SqPDSFbepxgjjtiuRP1CITF7d60SfRwh-RN5bn09ukB_K1rMzyE4GMH0sUHVm95Wbi2Og6Wx-GIqi8wNXnWA1XwOF/s320/unutulan.jpg)
-
Mısra-i Berceste Nedir? Berceste, edebiyatta öz, güzel, latif, ince anlamlı, kolayca hatırlanan, yapısı sağlam dize ya d...
-
Çağının tanıklığını yapmak kuşkusuz bir aydın tutumu olarak ifade edilir. Ama bu tanıklık öyle anlar olur ki yetersiz kalır ve alelâde gerçe...
-
Rus gerçekçiliğinin öncü yazarlarından olan Çehov’u kendinden önceki yazarlardan ayıran en önemli etkenlerden biri, hayata geniş bir penc...