20 Ekim 2017 Cuma
MARTİN EDEN'İ NASIL BİLİRSİNİZ?
Bir gemi işçisinin yaşamını, hayallerini ve bu hayallere ulaşma gayretini anlatan Jack London‘un kimilerine göre hayatıyla da özdeşleşen romanıdır “Martin Eden”. Hikaye ABD‘de, 19. yüzyılın ikinci yarısında, kapitalizmin yeni yeni palazlanmaya başladığı ve yoksul halkı baskı ve sömürü çarkları arasında azgınca ezmeye başladığı yıllarda gelişir
AİSKHYLOS: ZİNCİRE VURULMUŞ PROMETHEUS ÜZRİNE
Bilinç ver
özgürlüğün simgesi olan Premetheus’u güçlü kılan bilinci ve bilgeliğidir. Bir
taraftan Zeus’un öfkesinden sakınmamaktadır.
Zeus'a türlü biçimlerde meydan okumakta, bilicilik gücüyle de onu kaçınılmaz sonu karşısında telaşa düşürmektedir.
Bu güçlü mit, edebiyattan felsefeye kadar pek çok alanda derin etkiler yaratmış, sanatsal metaforların geliştirilmesinde dikkat çeken bir figür olmuştur.
ORTAÇAĞ TİYATROSU

Kostümler
Ortaçağ tiyatrosunda çoğu karakterin kostümleri gündelik hayatta kullanılan kostümlerdi. Örneğin Romalı askerleri oynayanların ortaçağ zırhlarıyla donatılması ya da Yahudileri oynayanların psikopos cüppeleri giymesi gibi işlevsel bir kostüm anlayışları var. Tanrı’nın canlandırılması var mesela… Tanrı, imparator ya da papa gibi giyiniyor. Bunlar arasında bağ kurulmasını daha önce görmüştük. Melekler, kilise giysilerine kanat takılarak canlandırılıyor. Kutsal ya da dünyevi her önemli karakter, kendini belirleyen bir simge taşıyor. Şeytanlar, yırtıcı kuşlara benzetiliyor. Başka yaratıklar var; hayvan kafalı canavarlar ya da pullu, kuyruklu, boynuzlu ya da pençeli yaratıklar.29 Nisan 2017 Cumartesi
ANTON ÇEHOV VE MARTI OYUNU ANALİZİ
TİYATRONUN KAYNAKLARI 1

Tiyatronun kökenleri incelendiğinde ilkel toplumlara dayandırılan birtakım değerlendirmeler yapılır. Buna göre tiyatronun kökeni ilkel toplumların büyü törenlerine dayanmaktadır. İnsanların doğa ve doğa olayları karşısındaki aczi onları çeşitli eylemlere yöneltmiş, insanlar çeşitli etkinlikler ve büyü yoluyla bu doğa olaylarını etkileme ya da değiştirme çabası içine girmişlerdir. Yağmur duaları, bolluk ve bereket törenleri, ölme-dirilme törenleri bunlara örnek olarak verilebilir. Özellikle çeşitli av törenlerinde tiyatronun da temel öğeleri olan, taklit, devinim ve kolektif iş yapma unsurları ortaya çıkmaktaydı.
Başka bir deyişle tiyatronun esas kaynağı, ilkel insanların veya toplulukların doğayla, tanımlayamadıkları varlık veya durumlarla ilişki kurmak, onları değiştirmek, kendine uygun hale getirmek için giriştikleri mücadeleler vardır.
OYUN KURAMI: HOMO LUDENS VE OYUN ÜZERİNE

İnsanın, kendini toplumsal ilişkiler içerinde var etmeye başlamasıyla birlikte diğer canlılardan kendisini kalın bir çizgiyle ayırmaya başlamıştır. Bu evrimsel süreçteki sıçrama hem fizyolojik hem de doğa ile mücadele noktasında insanı diğer canlılar karşısında egemen bir konuma taşımıştır denilebilir. Bu kopuş insanın doğanın bir parçası olan varoluş sürecinden büsbütün bir kopuş anlamına gelmemektedir.
İnsan, ilksel dönemlerden bu yana, değiştirerek de olsa, taşıdığı birçok özü bağrında taşıyarak evrimleşegelmiştir. İlksel insana dair birçok bilinmezi bugünkü insanı anlama çabasında ortaya çıkarmaktayız. Bu anlamda insan, keşfedilmemiş sınırlarıyla kendisi için bir gizem olmayı sürdürmektedir.
Johan Huizinga’nın “Homo Ludens” adlı yapıtta, insana ilişkin temel varlık unsurlarının başına oyun kavramını yerleştirmiştir. Öncelikle oyunun sadece “insana özgü” olmadığını, çeşitli hayvanlardan örnekler vererek açıklamaya çalışmıştır. Ancak “kültürel oyunlar” diye tarif ettiği kategoriyi de oyunların bir üst aşaması olarak sınıflandırmıştır.
AZİZ NESİN TİYATROSU VE "ÇİÇU" OYUNU ANALİZİ
Türk
tiyatrosunun Tanzimat’tan sonra belki de en parlak dönemi 1960 yılından sonraki
siyasal koşullarda yaşanır. Şehir tiyatroları çoğalmış, Devlet Tiyatrosu başka
illerde de yeni tiyatrolar açmıştır. Ancak siyasi-sosyal baskılar her dönemde
tiyatronun karşısına çıkmayı sürdürmüştür. Gelişmelerin yaşanmasına rağmen aynı
yıllarda tiyatro oyunları çeşitli bahanelerle yasaklanmış, hatta daha da fiili
biçimlerde tiyatro salonları basılmış, oyunculara saldırılmıştır.KÖY SEYİRLİK OYUNLARI VE RİTÜELİSTİK OYUNLAR

Toplumsal ilişkiler içerinde kendini var etmeye başlayan insanın bu gelişim evresi onu diğer canlılardan kalın bir çizgiyle ayırmaya vesile olmuştur. Bu evrimsel süreçteki sıçrama hem fizyolojik hem de doğa ile mücadele noktasında insanı diğer canlılar karşısında egemen bir konuma taşımıştır denilebilir. Bu kopuş insanın doğanın bir parçası olan varoluş sürecinden büsbütün bir kopuş anlamına gelmemektedir.
İnsan, ilksel dönemlerden bu yana, değiştirerek de olsa, taşıdığı birçok özü bağrında taşıyarak bugünlere gelmiştir. İnsanlığın ilk dönemlerine dair birçok bilinmezi bugünkü insanı anlama çabasında ortaya çıkarmaktayız. Bu anlamda insan, keşfedilmemiş sınırlarıyla kendisi için bir gizem olmayı sürdürmektedir.
NAZIM HİKMET TİYATROSU VE YUSUF İLE MENOFİS OYUNU ÜZERİNE
Olay MÖ. 1600 yıl önce Mısır’da yaşanan birtakım
olaylar dizisine dayanmaktadır. Hikâye hepimizin yakından bildiği dini bir
sembol olan Yusuf etrafında şekillenmiştir. Yusuf, peygamberlerden biri kabul
edilmektedir. Özellikle güzelliği ve rüyaları tabi etme yeteneği ile bilinir.
İsrail topraklarında doğup büyümüş olan Yusuf, kardeşlerinin ihanetine
uğrayarak bir kuyuya atılır. Buradan geçen bir kafile onu fark edip kurtarır ve
Mısır’da köle olarak satılır. Kuran’a göre Yusuf’un köle olarak satıldığı
Mısır’daki efendisinin adı Aziz, Tevrat’a göreyse Potifar’dı. Nazım bu oyunda
birçok bölümde doğrudan Tevrat’ı dayanak yapmıştır. Hikâyenin özü, kişileri,
örgüsü Tevrat’ı temel alarak şekillendirilmiştir.HALDUN TANER: KEŞANLI ALİ DESTANI
Keşanlı
Ali’nin yaşadığı gecekondu mahallesinde bir cinayet işlenir. Öldürülen kişi,
Ali'nin sevdiği Zilha'nın dayısıdır. Nasıl olduysa cinayet Alinin üstüne kalır.
İşlemediği suçtan ötürü mahpushaneye düşer, burada da bazı olaylara karışır.
Tüm bunlar Ali’yi iyice meşhur eder. Böylece gecekondularda yaşayanlar
arasında, Ali'ye karşı, gittikçe büyüyen bir ilgi, sevgi ve korku oluşur.
Nihayetinde Ali cezasını çekip gecekondu mahallesine döner. Tam döndüğü
sıralarda da muhtar seçimleri gündemdedir. Mahpushane yaşantısı içerisinde
kurnazlığı öğrenen Ali birtakım hilelerle başvurarak, rakiplerini bir bir
ekarte ederek muhtarlık seçimlerini kazanır. Böylece mahalledeki hâkimiyeti ve
etki gücü daha kurumsal bir hal alır. Artık, gecekondu bölgesine dair her şey,
iyisiyle kötüsüyle ondan sorulur. Bu süreçte Zilha’ya da yaklaşmaya çalışır.
Ama Dayısının katiliyle birlikte olmayı kendine yediremeyen Zilha ondan iyice
uzaklaşır. Ali’nin gerçeği anlatmasına rağmen bunu kabul etmez, gerçeği herkese
ilan etmeden ona yaklaşmayacağını bildiri. Daha sonra Zilha, şehirde bir konağa
yerleşir.KLASİK TRAGEDYALAR İLE SENECA TRAGEDYALARININ KARŞILAŞTIRILMASI
POETİKA IŞIĞINDA KRAL OİDİPUS OYUNUNA BAKMAK
VANYA DAYI IŞIĞINDA ANTON ÇEHOV TİYATROSUNA BAKMAK
Rus gerçekçiliğinin öncü yazarlarından
olan Çehov’u kendinden önceki yazarlardan ayıran en önemli etkenlerden biri,
hayata geniş bir pencere açmasıdır. Özellikle oyunlarında sıradan ya da gülünç görünen;
ancak tipik ve göz ardı edilemeyecek “önemsiz şey” ve durumları kapsama alanına
alır. Kendisine gelinceye kadar edebiyatın dışında görülen, hayatın “ilk göze çarpan” önemsiz unsurlarını
edebiyata sokmuştur. Öyle ki bu yaklaşımı kendi döneminde oldukça
yadırganmıştır. Bu durum, birçok eleştirmene göre toplumsal ilgisizliğin ve
kayıtsızlığın ifadesi olarak görülmüştür. Şengunov bunu şöyle ifade etmiştir: “Artık Rusya o kadar boşaldı ki düşünen
kişinin, bütün Rusya’da anlatmak ve açıklamak istediği hiçbir şey yoktu.”[1]FEODAL SİSTEMDE AVRUPA'NIN SINIFLI TOPLUM YAPISI
Ortaçağ, Roma İmparatorluğu’nun çöküşüyle başlayan ve genellikle İstanbul’un fethine kadar[1] olan süreci tarif etmek için kullanılan, yaklaşık bin yıllık bir süreci kapsayan zaman dilimidir. Ortaçağ’a özelliğini veren, İlk Çağ’dan farklı siyasi, sosyal ve ekonomik düzene ve bu düzenin ifadesi olan değerler sistemine ise feodalite (derebeylik) denmektedir. Bu sistemin değerler sisteminin mutlak belirleyicisi Hıristiyanlık ve bunun kurumsal kimliğinin taşıyıcısı olan kilisedir.“Klasik feodalitenin -bütün çizgileriyle- ortaya çıkışı, Fransa'da Karolenj İmparatorluğu'nun batışından (10. yüzyıl), İngiltere'de ise Norman istilasından (11. yüzyıl) sonraya rastlar.”[2]
Tam anlamıyla siyasal, hukuksal, ekonomik ve sosyal bir sistem olan feodal düzenin en ayırt edici yanlarından biri "devlet birliği"nin olmayışıdır. Bu dönemde Avrupa’da egemen siyasal örgütlenme modeli beylikler ya da derebeyliklerdir. Böyle olunca da halk doğrudan doğruya devletin değil, toprak sahibi senyörlerin egemenliği altıda bulunmaktaydı.
23 Ekim 2016 Pazar
ARİSTOTELES VE POETİKA ÜZERİNE
Poetika, Aristoteles'in genelde sanat özelde ise şiir
genelde ise sanat üzerine yazdığı bir eserdir. Bu eseri sanat tarihi
açısından önemli kılan ise kendi alanında yazılmış bir "ilk" olma
özelliğine sahip olmasıdır. Sanat üzerine derli toplu görüşleri ortaya koyan
ilk filozof Aristoteles'tir.POETİKA'DA GEÇEN KİMİ KAVRAMLAR
Mitos (mythos-
Mit): İlk çağlarda tanrıların, yarı tanrıların,
kahramanların ya da insanüstü varlıkların yaşam hikayesini anlatan efsanelere
denir.ÖYKÜ VE ŞİİR ARASINDAKİ FARKLAR
6 Ekim 2016 Perşembe
PERSPEKTİF NEDİR?

Kural: Yakın olan cisimler uzaktakinden daha büyük ve ayrıntılı gözükürler.
Perspektif nesnelerin göze olan uzaklığına ve yakınlığına, göz hizasından aşağıda ve yukarıda oluşuna göre çizgi, yüzey, renk değişikliklerini kolayca çizmeye ve ifade etmeye yarayan ölçü ve oran sanatıdır.
19 Ekim 2015 Pazartesi
DİVAN EDEBİYATINDA HİCİV (ELEŞTİRİ / TAŞLAMA)
Bir kişinin ya da toplumun eksiklerini, ayıp veya
kusurlarını ortaya koymak, eleştirmek anlamındadır. Kelime Arapça kökenlidir. Karşılıklı
hiciv söylemeye mühâcât, tehâcî, bir şiir parçasında hiciv özelliği bulmaya
ihcâ denmektedir. Divan şiirinde eleştirel içerikli şiirler hiciv /hicviye, hiciv
yazanlara da hecâ-gû veya heccâv denilmiştir. Bu şiir türünün halk edebiyatındaki
karşılığı taşlama, çağdaş Türk edebiyatında ise yergidir.
Batı dillerinde “satir” ya da “satire” sözcüğüne denk gelir hiciv. Köken olarak Arapçadan dilimize giren bu sözcüğün İslam Ansiklopedisi’nde “Hecv” veya “hicâ” kökünden türediği söylenirken Zülküf Kılıç ve Hikmet Feridun Güven’e göre hiciv, köpekleri ürkütüp kaçırmak anlamına gelen “hec” kelimesinden türemiştir.
20 Ocak 2015 Salı
ANLAR
Eğer, yeniden başlayabilseydim yaşamaya,
İkincisinde, daha çok hata yapardım.
Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım. Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar,
Çok az şeyi
Ciddiyetle yapardım. Temizlik sorun bile olmazdı asla.
Daha çok riske girerdim.
Seyahat ederdim daha fazla.
ADNAN YÜCEL ŞİİRİNDE İMGESEL BİR SERÜVEN
Adnan Yücel 27 Mart 1953 tarihinde Elazığ’da doğar. Diyarbakır Eğitim Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü ile Ankara Üniversitesi Eğitim...
-
Mısra-i Berceste Nedir? Berceste, edebiyatta öz, güzel, latif, ince anlamlı, kolayca hatırlanan, yapısı sağlam dize ya d...
-
Çağının tanıklığını yapmak kuşkusuz bir aydın tutumu olarak ifade edilir. Ama bu tanıklık öyle anlar olur ki yetersiz kalır ve alelâde gerçe...
-
Rus gerçekçiliğinin öncü yazarlarından olan Çehov’u kendinden önceki yazarlardan ayıran en önemli etkenlerden biri, hayata geniş bir penc...





